Durumu: Medine No : 13301 Üyelik T.:
04 Şubat 2011 Arkadaşları:5 Cinsiyet:erkek Yaş:38 Mesaj:
4.833 Konular:
926 Beğenildi:342 Beğendi:0 Takdirleri:62 Takdir Et:
Konu Bu
Üyemize Aittir! | Cevap: Hz. Muhammed Döneminde Yönetim Olgusu/Ali Duman 1. Hz. Muhammed Döneminde İktidar Ve Fert
Hz. Muhammed kendisine peygamberlik geldiği zaman, Mekke toplumu-nun bir üyesi olarak kendisine güvenilirliğin dışında bir imtiyaza sahip bulunmuyordu.3
O dönemin Mekke toplumu, inanç açısından kendilerini Allah'a yaklaştıra-caklarına inandıkları taştan ve ağaçtan yapılma bir takım putlara tapıyor, ekonomik açıdan da bu putları bir geçim vasıtası olarak kullanıyorlardı. Siyasal açıdan örgütleniş biçimi, oligarşi denilen bir seçkinler cumhuriyetine benzemekteydi. Şehrin yönetiminde gerekli olan bir takım işlerin yerine getirilmesinde belli soyla-rın söz sahibi olmasından da anlaşılacağı üzere yönetim ve otorite egemen güçle-rin elindeydi. Böyle bir siyasal yapılanma sadece Mekke’ye mahsus da değildi. O dönemin Arabistan’ında yaşayan Arap topluluklarının tamamına yakınında kabile hiyerarşisi içinde yönetim gerçekleştirilmekteydi4.
Bu tür yönetimde ferdin değeri, ancak içinde bulunduğu topluluğun gücü nispetinde var olmakta ve şehrin yöne-timini elinde bulundurmak açısından kabileler, maddî bakımdan güçlülükleri ora-nında ve sayı açısından çokluklarıyla söz sahibi olabilmekteydiler.
Böyle bir ortamda insanları Allah'a inanmaya davet etmekle görevlendi-rilmiş olan Hz. Muhammed, Allah'tan kendisine gelen ilahi hakikati bildirmek görevini yüklenmiştir5.
Hz. Peygamber’in ilk iş olarak kendi kabile mensupları ve yakın akrabala-rını uyarmayı seçmesi yanlış anlaşılmamalıdır. Zira içinde bulunduğu toplumun yapısı, kabilelerin, yanlış üzerinde de olsa, kendi kabile mensuplarının tarafını tutmalarına müsaitti ve inanmasalar bile Hz. Peygamber’i diğer kabilelere karşı koruma altına olacak olan, öncelikle kendi akrabalarıydı. Nitekim Şuara suresinde yer alan “Yakın akrabalarını uyar. Müminlerden sana uyanlara kanadını indir (merhametli ol). Şayet sana karşı gelirlerse deki: Ben sizin yaptıklarınızdan mu-hakkak ki uzağım. Sen o mutlak galip ve engin merhamet sahibine güvenip da-yan.”6 emriyle Hz. Muhammed durumu öncelikle kendi akrabalarıyla paylaşmıştır.
Kendi kabilesi ve akrabalarının peşinden bütün Mekkelilere hitap etmekle emrolunan peygamber, bu ilk dönemlerde insanları yalnızca bir ve tek olan Allah'a inanmaya davet etmeye girişti7. Ancak onun bu girişimi Mekke müstekbirleri ile arasının açılmasına yol açtı. Çünkü onun hedef aldığı bir ve tek olan Allah'a inanma yolu, bir anlamda Mekkelilerin hem dinleri hem de kazanç kaynaklarının ortadan kaldırılmasını gerektirmekteydi. Bu ise bütün Mekkelileri ekonomik açı-dan sıkıntıya sokmaktan başka, kendisinin belirleyeceği sınırların dışına çıkma-mak konusunda mahkum etmek anlamına gelmekteydi.
Bu yüzden Mekke ileri gelenleri doğrudan peygambere düşman olan taraf-ta yer aldı. Öte yandan çoğunluğu gençler ve güçsüzlerden (mustaz’af) oluşan küçük bir azınlık ona iman etmişti. Hz. Muhammed’in Mekke’de başlayan pey-gamberlik mücadelesi, on üç yıl kadar devam etti. Bu süreçte Hz. Peygamber ken-disine inananlardan meydana gelen bu küçük topluluğu öncelikle kan bağından daha güçlü olan iman bağıyla bir arada tuttu. Bu bağ sayesinde kendisine inanan zayıf ve güçsüzlerden oluşan topluluk, maruz kaldıkları bütün ağır şartlara rağmen peygamberi terk etmeye yanaşmadılar.
Mekkelilerin ağır zulmü altında onları korumaya çalışan ve aslında kabile geleneği gereği kendi hayatının idamesi büyük oranda kabilesine bağlı olan Hz. Muhammed, Mekke’de federal biçimde bir yapılanmayı tercih etti. Bu yapılanma içinde Mekke’ye karşı direniş, Mekkelilerin Müslümanlara zulmünün artması ne-ticesinde, zayıf Müslümanların Habeşistan’a hicret etmeleri neticesini zorunlu kılınca; O, küçük bir azınlıkla birlikte Mekke’de iyice yalnız kaldı. Mekke müş-riklerine karşı en büyük destekçisi olan amcası Ebu Talib’in ölümünün ardından, Mekke’de can güvenliğinin bulunmaması ve temel görevi olan tebliğin amacına ulaşma imkanının kalmaması üzerine, Mekke’yi terk etme kararını aldı. Bu sebeple çevre kabilelere yaptığı ziyaretler sonuç vermeyince, bulunduğu hal üzere görevine devam etti. Bir müddet sonra, bir hac mevsiminde Yesrib’den gelen bir kaç kişiyi kendisine inandırmaya muvaffak olması, tebliğinin gerçekleşmesinde yeni bir dönemin başlangıcının da habercisi oluyordu.
Mekke’de tebliğ görevini sürdürdüğü yıllar içinde o iki şeyi fark etmişti. Birincisi güç (iktidar) sahibi olmanın zorunluluğu ve ikincisi de kendisine inananların dinlerini rahat ve huzur içinde yaşayabilmeleri imkanını sağlayacak olan özgür bir ülkenin gerekliliği. Nitekim onun Mekke dışında bir yer aramaya çalışması da, onun bu tespitlerinin bir neticesi olarak değerlendirilmelidir. Şu halde Hz. Muhammed’in tebliğ görevini tam olarak yerine getirebilmek için kendisine inananlardan meydana gelen bir topluluğun bulunmasının yeterli olmadığı, bunların yanında inananlara ait ve onların sözünün geçtiği hür bir toprak parçasının bulunması gerektiği fikrine sahip olduğu söylenebilir.
Peygamberin bir araya getirme gayretinde olduğu bu unsurlara dikkat edilecek olursa modern devletin temel unsurları olduğu gözden kaçmamaktadır. İnananlardan oluşan topluluk modern devletin fert (halk) unsuru, bağımsız bir toprak parçası ülke ve halkın idaresini gerçekleştirmek için gerekli olan güç, iktidar un-surunu karşılamaktadır.
On üç yıllık Mekke mücadelesi sonunda peygamberin Yesrib’e hicret etmek zorunda kalışı, başlangıçta Mekkeliler için bir zafer olarak değerlendirilmiş olsa bile, aslında sonun başlangıcını teşkil etmekteydi. Zira Yesrib’e hicret eden peygamber burada rahatlıkla tebliğ görevini yerine getirme imkanına kavuştuğu gibi kendisine inananlardan oluşan toplumu örgütleme, yani devletleşme imkanını da elde etmiş bulunmaktaydı. Bu ise oligarşik bir yönetim biçimine sahip Mekke’ye yabancı yeni bir yönetim biçiminin ortaya çıkmasını sağladığı gibi, Mek-ke’nin, peygamberin dehası karşısında ya inanmak ya da yok olmaktan başka seçenekleri kalmayacağının göstergesi olarak kabul edilebilir.
Medine’ye hicretten sonra, Allah'ın kitabı ve peygamberin onu yorumlamasıyla yeni bir toplum oluştuğu görülmektedir. Bu toplum, geçmişten gelen bilgi ve kültür birikimlerinin yanında, inanç düzleminde bir araya gelmiş bir toplum olarak tanımlanabilir. Ancak Medine halkının tamamı mü’minler müteşekkil değildir. Mü’minlerin yanında, sayıları azımsanamayacak miktarda Yahudiler de Medine’de yaşamaktadır.
Merkezinde peygamberin bulunduğu bu toplumun, hicretten hemen sonra sosyal ve siyasal bir örgütlenme içine girdiği görülmektedir. Her ne kadar Hz. Muhammed siyasal bir lider olarak ortaya çıkmış olmasa bile, onun tebliğ ettiği esaslar Mekkeliler tarafından siyasal açıdan da yorumlanmış ve hatta bu sebeple, davasından vazgeçmesi hususunda Mekke iktidarı teklif edilmiş olduğu hatırlanacak olursa8, Mekkelilerce onun çıkışı siyasal olarak değerlendirilmiştir. Dolayısıyla onun Mekke’den Medine’ye hicreti olayını da siyasal bir hareket olarak değerlendirmiş oldukları görülür.
Durumun farkında olan Hz. Peygamber derhal düzenli bir şehir sistemi oluşturma çabalarına girişmiş, Medine’nin kozmopolit yapısını da dikkate alarak örgütlenmeye başlamıştır. Bu örgütlenmeyi de Yesrib’de mutlak iktidarı elde ederek başlatmış, Yesrib’in yerlileri olan Ensar, bunların dışındaki Yahudiler ve Mekke’den hicret eden muhacirler arasında her bir topluluğun hak ve hukukunu düzenlemeyi amaç edinen bir genelgeyle (Medine Sözleşmesi) konumunu belirlemiştir9. Nitekim sonradan meydana gelecek gelişmeler onun bu uygulamasının Medine’deki İslâm toplumu açısından olduğu kadar Yahudiler açısından da en sağlıklı biçim olduğunu ortaya koymuştur. Ancak ne yazık ki Yahudiler peygamberi ve Müslümanları suistimal etmek yolunu seçtikleri için bu yapı içinde barınamamış ve dışlanmışlardır.
Medine’de siyasal açıdan örgütlenme gerçekleşince, yani iktidar ve ferdin konumu belirlenince bu yapılanmanın gereği olarak kurumsallaşma başlamıştır. Bu süreçte Hz. Peygamber, içinde bulunduğu toplumun lideri olarak gerekli bütün kurumsal faaliyetlerde başrolü oynamıştır. Yani hem yasama (teşri`), hem yürüt-me (icra) ve hem de yargı (kaza) fonksiyonlarını bir arada gerçekleştirmiştir. Za-ten bundan başka bir biçimin olamayacağı da söylenebilir. Çünkü o, Allah'tan aldığını insanlara tebliğ etmenin yanında bunların ilk uygulayıcısı da olmaktadır. Bu ise doğal olarak onun bütün faaliyetlerin merkezinde olması sonucuna yol açmıştır.
Peygamberin şahsında bu faaliyetlerin toplanmış olması, İslâm'da yönetim biçiminin teokrasi olduğu yolunda bir takım iddiaların ileri sürülmesine yol aç-maktadır. Halbuki Hz. Peygamber’in bu fonksiyonları şahsında toplamış olması sadece zamanın ve şartların gereğidir. Nitekim o yönetimi, teokraside olduğu gibi, Allah adına gerçekleştiriyor da değildir. Eğer peygamberin, peygamberlik iddia-sıyla ortaya çıktığı dönem gözden geçirilirse onun siyasal iktidarı elde etmek iste-yen bir tarzda ortaya çıkmadığı kesin olarak görülecektir. Şayet böyle bir amacı bulunsaydı, onun Mekke dışına çıkmasına da gerek olmazdı. Zira Mekkeliler kendisine gelerek davasından vazgeçmesi karşılığında siyasal iktidarı sunmuşlardır. Halbuki peygamber bu teklife red cevabı vermekle kalmayıp, Mekkelilerle arasının iyice açılmasına yol açan meşhur cevabıyla onları tamamen karşısına almıştır.
Medine ise yeni toplumun ülkesi olmanın yanında, kendi idarelerini ger-çekleştirme imkanını sağlayan kutsal bir vatan halini almıştır. Medine’ye hicret, Müslümanlardan ve diğer inanç birliklerinden meydana gelen toplumun örgüt-lenmesi ve kurumlaşmasında, İslâm’ın yayılış tarihinin en önemli dönüm noktası kabul edilebilir.
Bu dönemde iktidar peygamberin şahsında temsil olunmakta ve fertler ise Müslümanlardan ve Medine’de yaşayan Yahudilerden müteşekkil bulunmaktaydı.
Bu dönemde fert-iktidar ilişkilerinin, daha çok sahabe-peygamber ilişkileri biçi-minde gerçekleşmekte olduğu görülmektedir.
Şu halde Hz. Peygamber döneminde, İslâm toplumunun modern devletin temel unsurları kabul edilen iktidar, fert ve ülke olmak üzere üç unsura sahip bulunduğu söylenebilir. Bu dönemde iktidar Allah'ın peygamberi olan Hz. Muhammed’in şahsında belirginlik kazanmakta ve inananlardan meydana gelen toplumda asayişi sağlamak üzere yönetim fonksiyonunu yerine getirmektedir. Fert ise, inananların meydana getirdiği toplumun üyeleri, yani peygamberin sahabîleri ve Medine’de yaşayan gayrı Müslim unsurlar olmaktadır.
|