Tekil Mesaj gösterimi
Alt 20 Mayıs 2015, 12:23   Mesaj No:10

EyMeN&TaLhA

Medineweb Emekdarı
Avatar Otomotik
Durumu:EyMeN&TaLhA isimli Üye şimdilik offline konumundadır
Medine No : 21422
Üyelik T.: 08 Kasım 2012
Arkadaşları:35
Cinsiyet:
Mesaj: 3.297
Konular: 784
Beğenildi:132
Beğendi:34
Takdirleri:141
Takdir Et:
Konu Bu  Üyemize Aittir!
Standart Cevap: Atauzem felsefe tarihi özetleri 1-14

9.ÜNiTE

RÖNESANS‟IN BiLiM VE DOĞA ANLAYIŞI

1. Bilim ve Doğa Felsefeleri


Ortaçağ, Batı dünyasında felsefe ve bilimdeki duraksamanın yaşandığı bir dönemdir. Bu bağlamda Kilise‟den bağımsız felsefe ve bilim neredeyse durma ya da bitme noktasına gelmiştir. Kilise‟nin istekleri doğrultusunda felsefe ve bilimle ilgilenmek ise serbest bırakılmıştır. Dolayısıyla bu dönemin de kendine özgü bir felsefe ve bilim anlayışı bulunduğunu söylemek yanlış olmaz. Ortaçağ‟da Kilise‟nin kontrolünde benimsenen bilim anlayışı Aristoteles fiziğine, Batlamyus (Ptolemaios) astronomisine ve Hıristiyanlık dünya görüşüne dayanmaktadır. Aristoteles fiziği temelde, ay altı ve ay üstü alemi olarak ikiye ayrılmaktadır. Çünkü Aristoteles‟e göre ay üstü cisimleri ether denen bir gazdan, ay altı cisimleri ise toprak, hava, su ve ateşten oluşan dört unsurdan meydana gelmiştir.

Batlamyus, ay üstü alemde bulunan kürelerin (feleklerin-yörünge) iç içe bulunduklarını kabul ederek Aristoteles fiziğindeki tek küre anlayışını ortadan kaldırıyordu. Böylece gezegenlerin kendilerine ait yörüngeler üzerinde hareket ettiklerini tasarlamış oluyordu.

Evrenin merkezinde kendisi hareket etmeyen yeryüzü bulunmakta, diğer bütün gezegenler de dünyanın etrafında dönmektedir. Çünkü Hıristiyanlığa göre, bütün evren dünya için vardır. Evrenin merkezinde dünya olduğu gibi, dünyanın merkezinde de insan bulunmaktadır. Böylece bütün evren ve dünyadaki her şey insan için yaratılmış kabul ediliyordu. Bu jeosantrik (yer merkezli) ve antroposantrik (insan merkezli dünya görüşü) evren anlayışının Hıristiyanlık tarafından kabul edilip savunulmasının ve bu anlayışa karşı çıkanların şiddetle cezalandırılmasının ana nedeni, Hıristiyanlık dininin temel inanç esaslarıyla ilgilidir.

1.1. Nicolaus Cusanus (1401-1464)


En tanınmış eseri “Bilgince Bilgisizlik Üzerine” adını taşıyan Alman düşünürü N. Cusanus, Papa‟nın temsilcisi olarak İstanbul‟a gelmiş ve bu eserini de İstanbul dönüşünde planlamıştır. Ortaçağ ile kendi zamanı arasında bir uzlaştırma denemiş ve bir anlamda Rönesans bilim anlayışının geçiş düşünürü olmuştur. Ona göre bilgi, duyularımızla kazandığımız izlenimlerin, düşünce tarafından bir bütün haline getirilmesidir. Tek tek
duyumları tasavvur, tek tek tasavvurları da akıl birleştirir. Cusanus‟a göre düşünce kendi sınırlarını, dolayısıyla mutlak birliğin bu sınırların ötesinde olduğunu da bilir. Buna „bilgisizliği bilmek‟ adını verir. Bu yolla o, Tanrı‟nın tam olarak kavranamayacağı, böylece de Tanrı
ile doğanın birbirlerinden farklı oldukları noktasına ulaşır. Ancak Cusanus Tanrı ile doğanın birbirinden farklı olduğunu söylemekle beraber, teslis inancını yorumlayabilmek için muğlak bir panteizme ulaşmıştır. Buna göre evren Tanrı‟da birleşmiş olan zıtların bir açılımından ve gelişmesinden ibarettir.

1.2. Paracelsus (1493- 1541)

Cusanus‟un düşünceleri, Rönesans‟ın da etkisiyle araştırma ruhu olan insanları doğanın araştırılması konusunda cesaretlendirmiştir. Bunlardan biri de İsviçreli hekim ve kimyacı olan ve asıl adı Theophrastus Bombast olan ancak Yunan kültüründen etkilenerek kendi adını kendisi veren Paracelsus‟dur. Paracelsus insanın, hayatın, evrenin hatta her şeyin birliğini savunmuştur. İnsan küçük evren, evren büyük insandır. Paracelsus‟a göre evren canlıdır. Dolayısıyla her şey içsel nedenlerle gerçekleşir.

1.3. Leonardo da Vinci (1452-1519)

Rönesans‟ın önemli düşünür, bilim adamı ve sanatçılarından biri olan İtalyan Leonardo da Vinci, bilim için önemli olan yöntem üzerinde çalışmıştır. Ona göre kesin bilginin temelinde tartışmasız olarak deney bulunmaktadır. Bilginin değeri de konusuna değil sağladığı kesinlik derecesine aittir.

1.4. Kopernikus (1473-1543)

Yeni doğa anlayışını son ve kesin biçimine yaklaştıran ve bugünkü evren anlayışının temellerini atan, Polonyalı bilgin Nikolaus Kopernikus‟tur. Almanya‟da başlayan Reformasyon hareketine sempati duyduğu için, serbest düşünceli arkadaşlarıyla görüşmesi yasaklanmış ve ömrünün son yıllarını yalnızlık içerisinde geçirmiştir. Üzerindeki baskıların artmasını önlemek için, uzun yıllar önce yazdığı “Gök Cisimlerinin Dönmesi Üzerine”
isimli kitabının yayınlanmasına ancak ölüm döşeğinde yattığı günlerde izin vermiştir. Daha sonraları önsözün yayıncıya ait olduğu Giordano Bruno ve Kepler tarafından ispatlanıp, Galilei de yeni teoriyi deneylerle ispatlayınca, Kilise hemen kitabı toplatmış ve yüz elli yıla yakın bir süre okunması yasak olan kitaplar arasına koymuştur.

Kopernikus‟un teorisi, temelde yer merkezli (jeosantrik) evren anlayışı yerine güneĢ merkezli (heliosantrik) evren anlayışını ikame etmekteydi. Aristoteles-Batlamyus fiziğinde bütün gök cisimleri, kendisi hareket etmeyen ve evrenin ortasında bulunan dünyanın etrafında dönüyordu. Halbuki Kopernikus‟a göre dünya, hem kendi ekseni etrafında dönmekte hem de aynı zamanda diğer gök cisimleriyle birlikte güneşin etrafında
dönmektedir.

Böylece Kopernikus şu sonuca ulaşmış oluyor: Uzayda bulunan varlıklar, bize göründüklerinden daha farklıdırlar. Nesneleri görmeye alıĢtığımız açının tersinden görmek daha farklı ve doğru bir sonuca götürür. Kopernikus böylece, bir çağın evren görüşünü tamamen tersyüz eden görüşünü temellendirmiş ve evrenin merkezinde dünyanın değil, güneşin olduğunu ve her şeyin onun etrafında döndüğünü ileri sürmüştür.
Kopernikus‟un Rönesans‟ın önemli düşünürlerinden biri olmasının temel nedeni bugün de büyük ölçüde doğru kabul edilen önemli bir fizik doğrusundan söz etmesinin yanı sıra, Kilise‟nin bütün baskısına rağmen, özgür bir bilim ruhuyla düşüncelerini açıkça söyleyebilmesidir.

1.5. Tycho Brahe (1546-1601)

Danimarkalı bu bilgin, Rönesans ile Kilise‟nin astronomi anlayışlarını uzlaştırmaya çalışmıştır. Kurmuş olduğu rasathanelerde Kepler‟le birlikte çalışmış, tutmuş olduğu defterler ölümünden sonra Kepler tarafından korunmuş ve kendi sistemini kurmasında da temel oluşturmuştur.

Fakat onun bu çabası başarılı olmamış, Kopernikus‟un sistemi sonraki bilim adamları tarafından daha çok kabul görmüş ve savunulmuştur.

1.6. Giordano Bruno (1548-1600)

Rönesans‟ın en cesur düşünür ve bilim adamlarından biri olan Bruno, yeni olanı aramanın özlemi ve çabasıyla doğa karşısında büyük bir coşkunluk duymuş ve şair- filozof tipini yansıtmıştır. on altı yaşındayken Dominiken tarikatına girmiş, Cusanus ve Telesius‟un eserlerini okuyarak skolastiği eleştirmiş ve Telesius aracılığıyla Kopernikus sistemini tanımıştır. Bu tanışma onun alın yazısını da belirlemiştir. Kilise‟nin evren anlayışına aykırı düşünceler geliştirmiş, birkaç kez Engizisyon tarafından sorguya çekilince, İtalya‟dan ayrılmış ve neredeyse Avrupa‟nın bütün ülkelerini dolaşmak zorunda kalmıştır. En son olarak Zürih‟te iken bir İtalyan aristokratı onu Padua ve Venedik‟e çağırmıştır. Bu daveti kabul eden Bruno, kendisini davet eden aristokratın ihbarıyla yakalanmış ve Engizisyon tarafından Roma‟ya teslim edilmiştir. Burada Kilise‟nin affına sığınması ve düşüncelerinden vazgeçmesi için uzun zaman kendisine baskı yapılmış, kabul etmeyince de ölüme mahkum edilmiştir. Ölüm fermanını kendisine bildiren yargıca, “ölümümü bildirirken bile benden korkuyorsunuz” demiş, 1600 yılının şubat ayında Roma meydanında canlı canlı yakılarak öldürülmüştür.

Bu kısa ömrüne rağmen Bruno “Neden, ilke ve Bir Üzerine”, “Sonsuzluk, Evren ve Yer Üzerine”, “Kahramanca Coşkunluk Üzerine” gibi eserler yazmıştır. Bilindiği gibi Aristoteles‟in ayüstü evreni, etherle (esir) sınırlandırılmıştı. Bruno, “esirden sonraki boşluk ne olacak?” diye sormuş ve “evreni ne ile sınırlarsak sınırlayalım, o sınırın arkasında mutlaka bir boşluk kalacaktır” diyerek evrenin sonsuz ve sınırsız olduğu sonucuna ulaşmaktadır.

Bruno‟nun Kopernikus düşüncesinden bir sonuç olarak çıkardığı ikinci ana düşünce, evrenin birliği öğretisidir.
Bruno‟ya göre evrenin cevheri ve özü sonsuz olan Tanrı‟dır. Bu öze göre tek tek varlıkların hiçbiri kendi başına bağımsız değildir. Bunların hepsi ezeli ve ebedi olan Tanrısal kuvvetin çeşitli görünüşleridir. Tanrı kendisinde bütün zıtları topladığı için, hem „en küçük‟ hem de „en büyük‟tür. „En küçük‟, sonlu ve sonuçta „en büyük‟ün içinde yok olup gidecek olan tek tek nesneler ve varlık prensipleri, „en büyük‟ ise evrenin kendisidir. Bunun için yalnızca insan değil, her nesne Tanrısal özün bir yansıması ve özü bakımından Tanrı‟nın kendisidir.

Doğanın birliğini kavramaya çalışmak Tanrı‟nın bütünlüğünü anlayabilmek için bir yol olabilir. Doğa bilimlerindeki her geliĢme, doğayı biraz daha fazla anlama, Tanrı‟yı tanımada ve O‟nu kavramada oldukça önemlidir. Bruno‟nun Kopernikus sistemini büyük bir içtenlikle kabul etmesinin nedeni işte budur. Bruno‟nun tabiat anlayışı, estetik bir panteizmdir. Buna göre doğa, Tanrı‟nın kendisidir.

1.7. Johannes Kepler (1571-1630)

Kepler, Almanya‟da doğmuş, hümanist bilimler, felsefe, matematik ve astronomi tahsil etmiştir. Bir ara matematik öğretmenliği yapmışsa da sonra Prag‟a gidip Tycho Brahe ile birlikte gözlemler yapmış, Brahe‟nin ölümüyle onun zengin astronomi araç-gereçleri ve not defteri Kepler‟e kalmıştır. Hayatı hep yoksulluk ve sıkıntı içinde geçmiş, Protestan oluşundan dolayı, dini baskılara da maruz kamıştır. Buna rağmen matematik, fizik ve astronomide çığır açan ve kendi adıyla anılan doğa yasalarına imza atmıştır.

İlk yazdığı “Kozmografyanın Sırrı” adlı eserinde, Yeni Eflatuncu bir anlayışla hareket ederek evrene estetik bir yorum kazandırmaya çalışmıştır.

Nerede madde varsa, orada geometri de vardır, madde her yeri kapladığı için, evrenin her yanı geometrik oranlarla doludur diyen Kepler, yaptığı gözlemleri matematik, fizik ve geometrik açıdan değerlendirmiş, kendisine ait Kepler kanunlarını oluşturmuştur. Evren mekanik bir yapıyla işlemektedir. Gezegenler de mükemmelliğin simgesi olan dairesel hareketlerle değil, elips şeklinde bir yörünge takip etmektedir. Bununla da Aristoteles‟ten beri devam eden bir anlayış daha yıkılmıştır.

1.8. Galileo Galilei (1564-1642)

Pisa ve Padua üniversitelerinde profesör olarak çalışırken, beğenmemesine rağmen önceleri Aristotelesçi
sistemi okutmuş, ama sonraları bir dostuna gönderdiği mektupta asıl benimsediği sistemin, Kopernikus sistemi
olduğunu ifade etmiştir.

Galilei 1610 yılında geliştirmiş olduğu teleskopla Jüpiter‟in uydularını keşfetti. Astronomik gözlemlerinin yanında karşıt sistemler arasındaki tartışmaları da ilk eseri olan “En Büyük iki Evren Sistemi Üzerine Konuşma” isimli eserinde ele aldı. Burada farklı kişileri konuşturarak kendisinin fikrini gizlese de yine de Kopernikus‟tan yana olduğu anlaşılmıştır. Bunun üzerine hakkında soruşturma başlatılarak Roma‟ya çağrılmış, Engizisyon önünde, yerin merkez olmayıp güneşin etrafında döndüğünü, Kopernikus sisteminin tamamen yanlış olduğunu söylemek zorunda bırakılmıştır.

Yapılan baskı ve işkenceler sonucunda, Bruno‟nun ve Kopernikus‟un başına gelenlerden korktuğu ve aynı şeylerin kendi başına geleceğinden endişe ettiği için, iddialarından vazgeçtiğini söylemesine rağmen yine de kitaplarında belirttiğine göre içinden “siz kabul etmeseniz de dünya dönüyor” demiştir. Hapishane hayatı, işkencelerden sonra, ömrünün son dokuz yılını sorulan sorulara cevap vermemek ve iddialarını ortaya koymamakla geçirdi. Gözleri kör olduktan bir süre sonra da öldü.

Galilei, Rönesans‟ın genel yöntemine uygun olarak, Ortaçağ‟ın formel mantığına, özellikle her şeyi spekülatif olarak ele alan ve çözümlemelerde kıyası (tasım, analoji) kullanan yönteme itibar etmemiş, deney ve gözleme dayanan, dış dünyayı kendisinden öğrenmeyi öngören bir yöntemi kabul etmiştir.

Matematiğin dili üçgenler, kareler, daireler ve öteki geometrik şekillerdir. Doğada da bunlar vardır. Bunları bilmeden doğayı anlayamayız.

Bu düşünceleriyle Galilei, empirizmin tümevarım anlayışını kabul etmemektedir.

1.9. Francis Bacon (1561-1626)

Londra‟da soylu bir İngiliz ailesinin çocuğu olarak dünyaya gelen Francis Bacon‟ın babası İngiliz Krallığı‟nda bakanlık yapmıştır. Fransa‟da öğrenim gören Bacon, babasının ölümü üzerine İngiltere‟ye dönmüş ve önemli mevkilerde görevler yapmıştır. Siyasi hayatının en yüksek noktasında iken rüşvet suçlamasıyla hapse atılmış ve tüm görevlerinden uzaklaştırılmıştır. Hapis hayatından sonra ömrünün kalan kısmını siyasetten uzak ve yalnızlık içinde geçirmiş ve İngiltere‟de ölmüştür. “Novum Organum (Yeni Organon)”, “Bilimlerin Değeri ve
Çoğalıp Büyümeleri Üzerine” ve “Yeni Atlantis” isimli eserleriyle hem bilim tarihinde hem felsefe tarihinde hem de siyaset alanında önemli izler bırakmıştır.

Bacon da doğayı değil insanı merkeze koyup, insanın doğaya hakim olmasını sağlamaya çalışan bir filozof olarak Rönesans‟ın klasik ruhuna uygun düşünmektedir. Sonraları „bilgi güçtür‟ biçiminde ünlü olan söz, Bacon‟a göre insanın, doğanın karşısına çıkmak için elindeki en önemli kuvvet bilgidir.

1.9.1. idoller Teorisi

Bacon‟a göre tabiata hakim olma yolunda bugüne kadar başarısız olunmasının ana nedeni, zihnimizdeki peşin hükümler, önyargılar, batıl inanç ve kuruntulardır. Bunlara Bacon, „idol‟ adını vermekte ve dört grupta toplamaktadır.

a- Soy ve kabile idolleri (idola tribus): İnsanın yaratılışından gelen ve bu yüzden de bütün insanlar için ortak olan peşin hükümlerdir. Buradaki en önemli hata tabiatla insanı aynı görmektir.

b- Mağara idolleri (idola specus): Platon‟un mağara benzetmesinden esinlenerek ortaya konulan bu idole göre, insanın iç dünyası bir mağara gibidir. Dışarıdan gelen etkiler her insanın yetenek ve eğilimlerine göre onun iç dünyasına farklı şekillerde yansır.

c- Çarşı idolleri (idola fori): Kaynağı dil olan bu hata türü insanlar için yine birer peşin hüküm kaynağıdır.

d- Tiyatro idolleri (idola theatri): Bu hata türü, insanın kendi doğasından değil, dışından olan bilimsel ve ister akli ister deneysel ister mistik niteliğe sahip olsun felsefi peşin hükümlerdir ki bu da kendisini otoritelerde gösterir.

Bu yüzden insan otoritelere değil, kendi gücüne, aklına inanmalıdır. Ortaçağ‟da en çok yapılan hatalardan biri budur. Çünkü Aristoteles bir otorite olarak kabul edilmiş ve onun dediklerinin dışına çıkılamamıştır. Bacon, tüm bu hatalardan kurtulmak gerektiğine ve kendi yönteminin daha güvenli olduğuna inanmaktadır.

1.9.2. Tümevarım Yöntemi

Bacon‟un tümevarımı basit bir sayma yöntemidir, henüz tam geliştirilmemiştir. Bunun da üç yolu vardır. Herhangi bir olay incelenirken, o olayda var olan niteliklere „var levhası‟ denir. İkinci olarak o olayda bulunma ihtimali olmayan nitelikler sıralanır. Buna da „yok levhası‟ denir. Üçüncüsü ise „derece levhası‟dır. Olaydaki form ve niteliklerin çeşitli derecelerde göründüğü halleri tespit edip yazmaktır.

1.9.3. Manevi Bilimler Teorisi

Tümevarımsal yöntem bütün bilimleri kapsamasına rağmen metafizik veya ilahiyat bunun dışında kalır. Bacon‟a göre inanmak bilimden daha üstündür. Fakat dinde hurafelere bağlanmak inançsızlıktan daha aşağılık, ahlak dışı ve din dışıdır. Bacon böylece Skolâstiğin son döneminde olduğu gibi felsefe ve inancın, ilahiyatın birbirlerinden ayrı oldukları sonucuna varmaktadır.

Bacon, bilimleri bir sınıflamaya da tabi tutmuştur. insan ruhunun üç temel yetisi olan hafıza, hayal gücü ve akla karşılık olarak tarih, şiir ve felsefe olmak üzere üç insani bilimden söz etmiştir. Hafızaya dayanan tarih, bütün manevi bilimlerin de tarihini içermektedir. Buna ahlak, sanat ve siyaset felsefesi de dâhildir.

alıntıdır
Alıntı ile Cevapla