Durumu: Medine No : 21422 Üyelik T.:
08 Kasım 2012 Arkadaşları:35 Cinsiyet: Mesaj:
3.297 Konular:
784 Beğenildi:132 Beğendi:34 Takdirleri:141 Takdir Et:
Konu Bu
Üyemize Aittir! | Cevap: Atauzem felsefe tarihi özetleri 1-14 14.ÜNiTE
1. KANT VE ALMAN iDEALiZMi
1.1. Immanuel Kant (1724-1801)
1.1.1. Hayatı ve Eserleri
Immnanuel Kant, 1724 yılında, Doğu Prusya‟da Königsberg şehrinde esnaflıkla geçinen bir ailenin çocuğu olarak doğdu. Sıkıntılar içinde geçen bir çocukluktan sonra, dini etkiler altındaki bir lisede okudu. 1740 yılında girdiği Königsberg Üniversitesi‟nde felsefe ve tabiat bilimleri öğrenimi gördü. Fiziki coğrafya çalışmaları sırasında evrenin oluşumunu bütünüyle mekanik kanunlara bağladığı “Genel Doğa Tarihi ve Gökyüzü Teorisi” adında bir de kitap yayınladı. Onun bu görüşü, daha sonra Laplace‟ın Kant‟tan ayrı olarak geliştirdiği aynı konudaki bir teorisiyle birleştirilerek “Kant-Laplace Teorisi” şeklinde tanındı ve bugün de değerini yitirmeksizin varlığını sürdürmektedir. 1770 yılında yayınladığı “Duyu Dünyası ile Düşünce Dünyasının Formu ve ilkeleri Üzerine” isimli teziyle Ordinaryüs Profesör oldu. Leibniz-Wolf sisteminin içinde yer alan Kant, 1781 yılına kadar bir eser yayınlamadı ve kendi felsefi sistemi olan eleştirel felsefeyi oluşturmanın hazırlığı içinde sessiz ve sakin bir dönem geçirdi ve 1781 yılında ilk büyük eseri “Saf Aklın Tenkidi”ni yayınladı. Bu eserle kendi sistemini kuran Kant, 1788 yılında “Pratik Aklın Tenkidi” ile 1790 senesinde de “Yargı Gücünün Tenkidi” adlı eserlerini yayınladı. Kant, zengin bir hayal ve dahi bir fikir dünyasına sahip olduğu halde, çok sade ve gösterişsiz şekilde yaşamıştır. O derece disiplinli yaşamıştır ki her sabah mesaiye giderken üniversitenin yakınında bulunan ticarethane sahipleri saatlerini ayarlarlarmış. 1.1.2. Kant Öncesi Felsefe ve Kritisizmin Doğuşu
Felsefe tarihinde Kant‟ın açtığı çığıra genellikle „kritisizm‟ adı verilir. Kant zamanında iki felsefe ekolü etkiliydi denilebilir: Bir yanda Wolf‟un temsil ettiği dogmatik-rasyonalist felsefe, diğer yanda ise Hume‟un temsil ettiği empirist-septik felsefe. Kant‟ın kendi felsefesini oluşturmaya çalıştığı devrede bir yandan bütün hakikatin akılla kavranacağına inanan Leibniz-Wolf dogmatik-rasyonalizmi, öte yandan bütün hakikati, tabiat kanunlarının gerçekliğini bile kabul etmeyen Hume şüpheciliği felsefe dünyasında egemen durumdaydı. Kant da bu ortam içinde, uzun süre LeibnizWolf sistemini benimsemiş, ancak 1770‟de yayınladığı “Duyu ve Düşünce Dünyasının Form ve İlkeleri Hakkında” eseriyle bu sistemden ayrılmıştır. Kant bu eserinde „beni dogmatik uykumdan Hume uyandırdı‟ demektedir. Buradan itibaren de Kant kendi sistemini kurmaya başlamıştır. Immanuel Kant‟a göre felsefenin temeli, ne Hume‟un dediği gibi zihnin çağrışım ve alışkanlıklarında ne de aklın varlığa tamamen uygun olduğu iddia edilen doğuştan ilkelerindedir. Ona göre bilginin kaynağında, aklın deneyden gelmeyen bir bakıma a priori formları vardır. Deneyden gelmedikleri, daha doğrusu deneyden önce var oldukları için de Kant onlara „transcendental‟ demektedir. Buna „transcendental idealizm‟ denilmiştir. Kant bununla yetinmeyerek, dogmatizmi yetersiz bulup, aklın eleştirisini yaptığı, yani aklın bilgi gücünü, sınırlarını ve bilginin doğruluk değerini tartıştığı için de felsefesine kritisizm adı verilmiştir. Ancak Kant‟ın sistemi sadece bu adlarla anılmaz. O sadece, aklın a priori kategoriler çerçevesindeki alemi bilebileceğini, bunun dışında kalan „varlığın gerçek mahiyetini‟ bilemeyeceğini iddia ettiği için de bu sisteme rölativizm, ancak şüpheci rölativizmden ayrı olduğunu belirtmek için tenkitçi rölativizm denilmiştir. 2. Bilgi Teorisi / Saf Aklın Eleştirisi
Kant‟ın bilgi felsefesinin asıl amacı bilginin ne olduğu problemidir. Bilindiği gibi, bir hükmün meydana gelmesi için kavramları (insan, dünya, sıcaklık gibi) tek başına değerlendirmek yeterli değildir. Bunların başka kavramlarla bir arada ele alınması gerekir ki kavramlar hüküm haline gelebilsin. Kant, hükümleri ikiye ayırır. Bunlar, analitik ve sentetik hükümlerdir. Analitik hükümler, mevcut bilgimize yeni hiçbir şey katmayan, herhangi bir kavramın tahlili olan hükümlerdir.
„Cisimler yer kaplar‟ gibi. Buradaki yer kaplama, zaten cismin kendisinde var olan bir şeydir, bir sıfattır; dolayısıyla, bilgimizi çoğaltan bir özelliği yoktur. Sentetik hükümler ise, mevcut bilgimize yeni bir şey katmış olan hüküm çeşididir. Bir başka deyişle, sentetik yargılar bilgimizi genişleten, çoğaltan yargılardır. Örneğin, „dünya gezegendir‟ hükmünde, gezegen olmak, dünyanın kendisinde bulunan bir sıfat değildir. Nitekim insanlar binlerce yıl, dünya ve gezegen arasında şimdiki bağıntıdan habersiz yaşamışlardır. Ancak bilgileri genişleyince bu ilişkiyi kurabilmişlerdir. Bir hükmün bilimsel bir bilgi olabilmesi için, onun bütün hallerde doğru, yani genel geçer olması, „konu‟ ile „yüklem‟ arasında rastlantısal değil, zorunlu bir bağın bulunması gerekir. Analitik hükümler, deneyden çıkarılmayan, dolayısıyla a priori olan hükümlerdir. Sentetik hükümler ise hem a priori hem de yukarıdaki „bugün hava sıcaktır‟ örneğinde olduğu gibi, a posteriori, yani deneyden çıkarılmış olabilirler. Kant‟ın asıl ilgilendiği hükümler, sentetik a priori olan hükümlerdir. Bu tür hükümler, kavramın dışına çıkan, ama buna rağmen deneye dayanmayıp a priori olan hüküm demektir. Sözgelimi matematik ve fiziğin hükümleri sentetik a priori hükümlerdir. Kant‟ta göre bilginin, „duyarlık‟ ve „zihin‟ olmak üzere iki temel unsuru vardır. Şimdi bu ikisini ayrı ayrı ele alalım. 2.1. Duyarlığın Eleştirisi (Transcendental Estetik)
Bilgimizin, duyarlıkla zihnin birlikte çalışmasından doğduğu belirtilmişti. Kant‟a göre duyarlık, zihne bilginin işleneceği kumaşı hazırlar. Fakat bu kumaşın bir de biçimi vardır ve bu kaba malzemeden ibaret değildir. Yani, duyarlık tamamen pasif değildir. Aritmetik, ardarda gelen anları, sayıyı teşkil eden sürenin bilimidir. Geometri ise mekanın bilimidir. Ayrıca, hiç kimse, 2x2=4 olduğunu, bir üçgenin iç açıları toplamının iki dik açıya eşit olduğunu deneyden çıkardığını söyleyemez. Deney, sayılı haller içinde kaldığından, „matematik aksiyomlar‟ kadar kesin ve zorunlu olanı veremez. Matematik hakikatlerin bu kadar kesin ve zorunlu olmaları, mekan ve zamana ait olmalarından dolayıdır. Demek oluyor ki, mekan ve zaman, duyulur algının vazgeçilmez ön şartıdır. Ama bunların karşılığı olan dış bir nesne, bir obje yoktur. Mekan ve zaman, algımızın konuları değil, sadece objeyi algılama şekilleridir, süjeden ayrılmayan alışkanlıklardır. Mekan ve zamanın transcendental, yani deney şartları içinde ve zihinsel kabul edilişi, bilgi teorisi bakımından çok önemli sonuçlar doğurur. Her şeyden önce bu, dogmatizm etkisini kaybedeceğinin göstergesidir. Tek kelimeyle, duyarlık bize sadece görünüşleri (fenomeni) verir ve kendinde varlığı (numeni) veremez. Buna göre kendinde varlık, duyarlığa gizli kaldıkça, duyarlığın malzeme verdiği zihine de gizli kalacak, biz asla eşyanın mahiyetini, kendinde varlığı bilemeyeceğiz. Kant‟ın mekan ve zaman anlayışından çıkan en önemli sonuç budur. Kant‟ın bu konuda diğer filozoflardan farkına gelince, mekan ve zaman, Demokritos ve sonra da Newton‟da mutlak ve gerçek varlıklardır. Descartes‟da sadece nesnelerin bir sıfatı, bir belirlenimi, Leibniz‟de nesneler idrak edilmedikleri zaman bile nesnelerin kendilerinde bulunan arazlarıdır. Kant‟da ise bütün bunlardan farklı olarak, mekan ve zaman duyarlığın sadece a priori formlarıdır, objektif hiç bir realiteleri yoktur ve dolayısıyla da ruhumuzun, zihnimizin kendine mahsus yapısı ile ilgili şeylerdir. Kant‟ın bu düşüncesi, düşünce tarihinde daha önce ileri sürülmemiş olan orijinal bir görüştür.
2.2. Zihnin Eleştirisi (Transcendental Mantık)
Kant, bilgi teorisinde, duyarlıkla zihni birbirinden ayırmakla kalmaz. O, ayrıca zihni de ikiye ayırır. Birincisi zihnin kavramları birleştirip hükümlere ulaşma gücü, ikincisi de bu hükümleri tümel kavramlar, yani ideler altında toplama gücüdür. Bunlardan birincisine Transcendental Analitik, ikincisine ise dar anlamda akıl sayılan Transcendental Diyalektik demiştir. 2.2.1. Transcendental Analitik
Kant‟dan önce, insan zihnine yön veren şeyin nesne olduğu, aklımızın, objesinin ve deneyin etkisi altında yönlendirildiği iddia edilmekteydi. Kant bu anlayışı da tersine çevirmiştir. Ona göre, deneyden önce zihnimizin bir takım ana kavramları (kategoriler) vardır; biz, bu kavramları deneyin içine yerleştirir. Bu kavramlar veya kategoriler objektif ve a prioridirler. Yani kategoriler, her insanda aynı özellikte bulunurlar ve deneyden öncedirler. Bu kategoriler sayesinde sözgelimi renk algısı, zihnimize uygun olarak form kazanır ve „bu beyaz bir şeydir‟ şeklinde hükme dönüşür. Zihnimiz, duyarlığa göre daha aktiftir, duyarlık ise pasif sayılır. Bu ikisinin ortak faaliyeti sonucu bilgi oluşmaktadır. Bunlardan birinin noksan olması, bilimsel bilgiyi engeller. Bu ortaklığı vurgulamak maksadıyla Kant şu meşhur sözünü söylemiştir: “idraksiz kavramlar boş, kavramsız idrakler kördür”. Böylece, bilginin zihni bir temele oturduğunu bildirmek bakımından Kant, „zihin, kendi kanunlarını (kategorilerini) fenomenlere dikte eder‟ demektedir. Yani, zihne yön veren objeler değil, yukarda belirttiğimiz gibi, objelere şekil ve yön veren, zihnin kanunları dediği kategorilerdir. Kant, bu „kategori‟ kavramını Aristoteles‟ten almıştır. Buna göre Aristoteles‟te on çeşit kategori ortaya çıkıyordu: Cevher, nitelik, nicelik, ilgi, mekan, zaman, etki, edilgi, durum ve mülkiyet. Kant bunların sayısını on ikiye çıkarır. Kant, on iki kategoriyi dört ana başlık altında üçerli gruplar halinde toplar. Bunlar, nicelik (tümel, tikel, tekil önerme), nitelik (olumlu, olumsuz, belirsiz önerme), ilgi-nispet (yüklemli, şartlı, fasılalı önerme), ve modalitedurum (deneysel, mümkün, zorunlu önerme). Bu dördü arasında onlara hakim olan ve hepsini özetleyen bir tanesi vardır: İlgi veya nispet kategorisi. Çünkü her hüküm mutlaka bir ilgiyi, bir münasebeti ifade etmektedir. Kant‟ın asıl aradığı ise bilimsel bir metafiziğin mümkün olup olmadığıdır. O, bu sorunun cevabını transcendental dialektik‟te aramaktadır.
2.2.3. Transcendental Diyalektik Kant‟a göre, insan aklı için metafizik sorular, vazgeçilmez niteliktedir. Buna göre, metafiziğin üç temel konusu vardır: Tanrı, evren ve ruh. Kant için problem şudur: Bu üç metafizik konuda felsefe geçmişte de yapılmıştır, gelecekte de yapılacaktır. Ancak saf akılla temellendirilebilecek bir metafizik, daha doğrusu bilimsel bir metafizik mümkün müdür? Bu üç konuda ayrı ayrı bilimsel metafizik, yani rasyonel bir kozmoloji, rasyonel bir teoloji ve rasyonel bir psikoloji mümkün müdür? Bunlardan sadece Tanrı konusunda bir inceleme yaparak, bunun mümkün olup olmadığı ortaya konulduğu takdirde diğerleri de anlaşılabilecektir. Daha önce görüldüğü gibi Descartes ve Leibniz, Tanrı delillendirmelerini mantığın çelişmezlik ilkesine dayandırmışlardı. Tanrı kavramından yola çıkıp, onun tanımını analiz ile yetinerek ispat denemesi yapıyorlardı. Oysa Kant‟a göre, varlık hakkında ancak „sentetik a priori‟ hükümler bilimsel ve geçerlidir. Kant‟a göre Tanrı idesi, insan aklının gerekli bir idesidir. Fakat insan, duyular dünyasını aşan bu ide hakkında, bir obje karşısında olduğu gibi bilgi sahibi olamaz. Çünkü burada sentetik a priori hükümlere varmak imkansızıdır. İşte bütün bu sebeplerden dolayıdır ki insan aklı Tanrı, ruh ve evren hakkında birbiriyle çelişen hükümler vermektedir. Bu, aklın yapısının gereğidir. Kant, bu üç konudaki aynı derecede tutarlı veya tutarsız çelişik iddialara, antinomi demektedir.
3. Ahlak Teorisi / Pratik Aklın Eleştirisi
Kant felsefesinde saf aklın mahiyetini ele aldık. Bu akıl, metafizik ve ahlaka değil sadece bilimsel bilgiye ulaşmak için kullanılmıştır. Kant‟a göre insan yeteneklerinin başında saf akıl değil pratik akıl (irade) vardır. Saf aklın antinomilere (çelişkiler) sürüklenip bizi şüpheler içerisinde bırakmasına rağmen „irade imanın temeli, ahlaki ve dini inançlarımızın dayanak noktası‟ durumundadır. Akıl gibi iradenin de kendine özgü formları ve özel kanunları vardır. İşte Kant buna (pratik akıl) demektedir. Örneğin fizik kanunları zorlayıcı nitelikte iken ahlak kanunları insana sadece sorumluluk yükler. Öyleyse ahlak alanı için geçerli olan en önemli ilke hürriyettir. Kant, ahlak felsefesini üç temel kavrama dayanarak şekillendirmektedir. Bunlar „iyi niyet‟, „kategorik imperatif ve „hürriyet‟tir. Ona göre dünyada bir tek mutlak değer varsa o da iyi niyettir. Öyleyse „iyi niyet‟inin birinci belirtisi ahlaki fillerimizin sırf ödevden doğmuş olmasıdır. İyi iradenin ikinci belirtisi, bir fiilin ahlaki değerinin kendisiyle erişilecek olan amaçta değil bu fiilin kararını verdiren „maksim‟ (ilke) de olmasıdır. Kant ahlakının ikinci kavramı olan „kategorik imperatif‟, hiç bir koşula bağlı olmayan kesin veya mutlak emir demektir.
Bu anlamda kategorik imperatifin birinci formülü şudur: „öyle bir ilkeye göre hareket et ki, bu, bütün dünya için genel bir kanun olabilsin‟.
Kategorik imperatifin ikinci formülü, „öyle hareket et ki, insanlık sende ve başkalarında hiçbir zaman araç olarak değil bir amaç olarak görülsün‟.
Kategorik imperatifin üçüncü ve son formülü şudur: „Autonomi (özerklik) idesine göre hareket et‟. Yani öyle davran ki iraden, kendisini herkes için geçerli kurallar koyan bir yasa koyucu olarak hissetsin. Kant‟a göre, bir ilkenin bütün insanlık için genel geçer bir ahlaki maksim olabilmesi için mutlaka kategorik imperatif (koşulsuz buyruk) olması gerekir. Kişi eğer iyi niyetine dayanarak koymak zorunda olduğu ilkeyi hipotetik imperatif (koşullu buyruk)olarak koyarsa, eylem ahlaki olmayacaktır. Çünkü eylemin ahlaki olabilmesi için kategorik imperatif olarak konulmuş olan maksime göre hareket etmek gerekmektedir. Dolayısıyla ahlaklı olmakla mutluluğun birleştiği bir sistemin varlığını düşünmek de hakkımızdır. işte ahlaklı olmakla mutluluğun birleşmesi ideali insan için „en yüksek iyiyi‟ oluşturur. Sonuç olarak Kant ahlakı, hem ahlaki emri hem de onu uygulayacak otoriteyi akla (iradeye, vicdana) bağlamak istemesine rağmen Tanrı tasavvuru olmadan bunların genel- geçerliği hatta onun da ötesinde uygulanabilirliği tartışılır hale geleceğini ileri sürmektedir. 4. Estetik Teori / Yargı Gücünün Eleştirisi
Kant, eleştiri felsefesinin üçüncü kitabı olan Yargı Gücünün Eleştirisi‟nde temel olarak estetiği incelemektedir. Kant, estetiği ele alırken güzel ve yüce kavramları üzerinde durmaktadır. O, güzelin ne olduğu konusunda dört yargı ortaya koymaktadır.
Birinci yargı: Zevk (estetik beğeni), bir nesne üzerinde hiçbir karşılık gözetmeksizin hoşlanma veya hoşlanmama ile hüküm verme yetisidir. Kişide haz alma duygusu meydana getiren şeye „güzel‟ deriz.
ikinci yargı: „Güzel‟in verdiği hazzın bir özelliği de belli hiçbir kavrama bağlanmadan evrensel olmasıdır.
Üçüncü yargı: Güzel‟in üçüncü özelliği, amaçsız bir ahenk oluşudur. Kant, estetik yargıda „gayesiz gayelilik‟ şeklindeki bir fikri savunmaktadır.
Dördüncü yargı: Güzel‟in bir başka niteliği de zorunlu olmasıdır. Bir şeye güzel denilince herkesin ona güzel demesi beklenir. Kant‟ın kategorilerini dikkate alarak güzellik tanımlamasını şöyle özetleyebiliriz:
Güzel
a- Nitelik bakımından çıkarsız olarak,
b- Nicelik olarak evrensel (herkes tarafından),
c- ilişki bakımından kendi dışında hiçbir gaye olmadan,
d- Yön bakımından zorunlu olarak beğenilen şeydir.
Yüce kavramına gelince; Yani Kant‟a göre genellikle çok büyük olan Ģeye „yüce‟ deriz. Her türlü ölçünün dışına çıkan bu büyüklüğe, duyularla hakim olunamaz. O halde „yüce‟nin sanat bakımından tasvir ve tanımı, ancak güzellikle ifade edilebilir. Immanuel Kant‟a göre güzellik eşyanın içinde değildir. Yani estetik duygudan bağımsız bir güzellik yoktur. Nasıl ki zaman ve mekan duyarlığın forumları, başka deyimle onun mahsulü iseler, güzellik de estetik duygunun formu, yani onun mahsulüdür. Sonuçta Kant estetiğini de bilgi ve ahlak teorisinde olduğu gibi a priori kategorik bir temele oturtmak istemiştir.
alıntıdır |