Durumu: Medine No : 21422 Üyelik T.:
08 Kasım 2012 Arkadaşları:35 Cinsiyet: Mesaj:
3.297 Konular:
784 Beğenildi:132 Beğendi:34 Takdirleri:141 Takdir Et:
Konu Bu
Üyemize Aittir! | Cevap: Atauzem islam ahlak felsefesi özetleri 1-14 9.ünite İslam Ahlakının Tanımı
İslâm Ahlâkı terimi iki farklı bakış açısından ele alınabilir. Bizim bu ünite içerisinde ele alacağımız hususlar da bu iki yaklaşımı desteklemektedir. Birinci yaklaşım, İslâm mütefekkirlerinin bu kavramı İslâmi ilimlerden birinin ismi olarak ele alıp getirdikleri tanımlamadır. Buna göre “İslâm Ahlâkı” Kur’an ve Sünnet‟in ahlâki esaslarından hareketle ortaya konulan ahlâk anlayışıdır. Bu anlayış vahye dayanır, vahiyle beslenir, Hz. Peygamber‟in uygulamalarından yola çıkılarak oluşturulur. Sahabenin Kur‟an ve Sünnetten çıkardığı ilkelere dayanır. Böylece bu anlayışta Kitap ve Sünnet‟in hükümleri ve kanunları İslâm ahlâkının esasını teşkil eder. “İslâm Ahlâkı” kavramına diğer bir yaklaşım ise, daha ziyade ahlâk ilminin teorik boyutuyla ilgilenen düşünürlerin yapmış olduğu tanımlamadır ki o da; İslâm âleminde yapılmış ahlâk ve ahlâk felsefesi alanındaki çalışmaları ifade eder. Doğrusu, “İslâm Ahlâkı” kavramı, hem Kur‟an ve Sünnetten çıkarılan ilkelerin zamanla Müslümanlar tarafından -çeşitli ölçüler de esas alınarak- geliştirdikleri ahlâk formunun, hem de İslâm düşünürlerinin değişik kültür ve düşüncelerden istifade ederek ortaya koydukları görüş ve eserlerin yekûnunu birlikte ifade etmektedir. İslâm Ahlâkını, İslâm toplum hayatını da şekillendiren Kur‟an ahlâkı, tasavvuf ahlâkı ve felsefi ahlâkın toplamı olarak ele alıp, bu perspektiften ortaya konan eserler ve görüşler bağlamında aşağıda değerlendirmeye çalışacağız. İslam Ahlakının Konusu ve Amacı
İslâm ahlâkı, hiçbir sınırlama olmaksızın insan hayatını bütün yönleri ve boyutlarıyla içermektedir. Bunun “Allah’a saygı, mahlûkata şefkat” şeklinde formüle edenler ahlâk alanının sınırının genişliğini göstermek istemişlerdir. İslâm ahlâkı, insanın, irade, vicdan ve akıl gibi ahlâki kabiliyetleri ile öfke, şehvet, hırs vb duygularını ve bunlardan doğan fazilet ve rezaletleri tetkik ve tahlil eder. Bu ilim, insanların dini, şahsi, ailevi, içtimai yaşayışlarında uymaları gereken kaide ve kanunları da belirler. İslâm Ahlâkını konu edinen bir ilim olan İslâm Ahlâkı kendisine amaç olarak da, insanlara, bütün ahlâk güzelliklerini, faziletleri, iyi huyları ve erdemli davranışları kazandırmayı seçmiştir. İslam Ahlak DüŞünürleri
İslâm dünyasında ahlâk ilmine yaklaşımlarda Kur‟an ve Sünnet önemli ölçüde belirleyici olmuştur. Ancak bunların dışında bir takım yabancı unsurlar, İslâmi ilkelere ters düşmedikleri sürece, ahlâk ilmi kapsamında değerlendirilmiş, yorumlanarak, analiz edilerek, İslâmi renklere büründürülerek kullanılmıştır. Bu konuda ele alacağımız düşünürlerin ve hepsine yer verme imkanımız olmadığı için bu ünitede değerlendiremeyeceğimiz diğer bazı düşünürlerin, tümünün ahlâk anlayışları bakımından aynı etkenlerin tesirini yansıtmadıklarını ayrıca vurgulamalıyız. Bu sebeple kısaca bu etkilenme yollarına yer vermek yararlı olacaktır. Bu bağlamda örneğin, Kur‟an ve hadis esas alınmakla birlikte, Sokrates‟çi ve Stoacı etkinin görüldüğü Kindî (ö. 866) ve Râzî (ö. 925)‟yi; Aristocu ve Yeni Eflatuncu etkilerin görüldüğü, Fârâbî (ö. 950), İbn Sînâ, (ö.1037) ve İbn Rüşd‟ü(ö. 1198); Yeni Pisagorcu ve Faydacı öğelerin görüldüğü, İhvan-ı Safa ekolünü hatırlatabiliriz. Görüşleri ve Eserleri a) Muhammed Zekeriyya er-Râzî:
İslâm ahlâk felsefesinin teşekkülünde önemli bir rol oynayan Ebû Bekir er-Râzî‟yi, bir ahlâkçı olarak da dikkate almak mümkündür. Dolayısıyla, Râzî‟yi İslâm Felsefesi Tarihi‟nde ilk kapsamlı ahlâk eserini yazan filozof olarak kabul edebiliriz. Ancak bu noktada şunu da ifade etmeliyiz ki, Râzî, teorik ahlâktan ziyade pratik ahlâk üzerinde durmuştur. 1-Eserleri:
Ebû Bekir er-Râzî‟nin ahlâkla ilgili görüşlerini içeren en önemli eseri “ruhî tababet” anlamına gelen et-Tıbbu’r-Rûhânî‟dir. Eser Hüseyin Karaman tarafından bir inceleme ile birlikte Ruh Sağlığı ismiyle Türkçe‟ye tercüme edilmiştir. Zaten Râzî, tabip-filozof olarak fizyoloji ile psikoloji, beden sağlığı ile ruh sağlığı arasında ilişki olduğu görüşündeydi. Ahlâk felsefesi açısından önemli olan bir diğer eseri “filozofça yaşama” anlamındaki es-Sîretü’lFelsefîyye‟dir. Râzî bu eseri, filozofça yaşama tarzından, özellikle de “imamımız” dediği Sokrates‟in yolundan ayrıldığı şeklindeki eleştirilere cevap vermek ve kendisinin hem teorik, hem de pratik açıdan filozof olarak isimlendirilmeyi hak ettiğini göstermek için yazmıştır. Dolayısıyla da söz konusu eser bir nevi “kendi kendini savunma” olmaktadır. Ahlâkî konuları ele aldığı eserlerinden biri “ikbal ve devlete kavuşmanın belirtileri” anlamına gelen Emârâtü’l-İkbal ve’d-Devle‟dir. Filozofun ahlâk anlayışını ortaya koyduğu eserlerden bir diğeri de, öğrencisi ve aynı zamanda da Horasan valisinin özel doktoru olan Ebû Bekir İbn Karib (Karin) er-Râzî‟ye yazdığı ve hekimlik ahlâkı ile ilgili görüşlerini içeren Ahlâku’t-Tabip, Risaletü li Ebi Bekir Muhammed İbn Zekeriya er-Râzî ila Ba’zı Telamizetihi’dir. Bu risalede Râzî, tıbbî etik üzerinde durmakta olup hasta-doktor ilişkisi ile onların birbirlerine karşı olan görevlerini ele almaktadır. 2-GörüŞleri:
Râzî her şeyden önce, ahlâk anlayışını dine, hazza, sezgi ve duyguya değil de, insanı hedeflerine ulaştıran ve yaşamını güzelleştiren bir vasıta olarak kabul ettiği akla dayandırmaktadır. Ona göre akıl, Allah‟ın insana verdiği en büyük hediyedir. Ebû Bekir er-Râzî‟nin ahlâk felsefesinin amacı mutluluktur. Ona göre insan, nefsanî arzu ve isteklerini akla tâbî kılmak ve ölçülü olmak suretiyle ancak mutluluğa ulaşabilir. 2.a) Nefis Anlayışı:
Râzî, Platoncu nefs anlayışı ile Aristocu nefs anlayışını birleştirerek nefsi; nefsi natıka ve nefsi ilahiyye; nefsi gazabiyye ve nefsi hayvaniyye; nefsi nebatiyye, nefsi namiyye ve nefsi şehvaniyye diye üç kısma ayırmıştır. Bu nefislerin en üstünü natık nefs, yani insanî nefs olup diğer nefsler onun aleti konumundadırlar. Râzî nefis-beden ilişkisinde nefsi esas almaktadır. Bu doğrultuda nefsin bedenden ayrı bir cevher olduğunu, beden karşısında mutlak bir bağımsızlık içinde bulunduğunu, bedeni alet olarak kullandığını ve ölümden sonra baki kalacağını, yani bedenle birlikte yok olmayacağını ifade etmektedir. 2.b) Haz - Elem Öğretisi:
Ebû Bekir er-Râzî‟nin ahlâk felsefesinde haz ve elem kavramlarına getirdiği yorumlar oldukça ilginçtir. Ona göre haz, elem ve acı verenin kendi tabiî halinden (ilk hal) çıkardığı bir şeyi tekrar bu hale iade etmesidir. Bir başka ifadeyle haz veya lezzet, tabiî hale dönmek veya elemden kurtulmaktır. Dolayısıyla haz veya lezzet, elem ve ıstıraptan kurtulma, yani anormal halden normal hale geçiş anında hissedilen duygu olmaktadır. Hazları dünyevî ve uhrevî hazlar olmak üzere iki kısma ayıran Râzî‟ye göre, dünyevî hazlar (lezzetü‟lcesedâni, lezzetü‟l-hazira), ömrün sona ermesiyle son bulmakta olup geçicidirler ve insanın ruh alemine yükselmesini engellemektedirler. Öte dünyadaki hazlar yani uhrevî hazlar ise, ölümün olmadığı ahiretteki hazlar olup sonsuzdurlar. b) ibn Miskeveyh (v. 421/1030): 1- Ahlâkla ilgili Eserleri:
İbn Miskeveyh İslâm düşünürleri içinde, ilmi ve fikri çalışmaları arasında en büyük ağırlığı ahlâka veren ve özellikle ahlâk filozofu olarak tanınan bir düşünürdür. Ahlâka dair en önemli eseri Tehzibu’l-Ahlâk ve Tathiru’l-Arak‟tır. Bunun yanında Tertibu’s-Saade (Mutluluğun Tertibi) ve Fevzu’l-Asğar isimli eserlerinde de ahlâk konularını ele almıştır. 2- Görüşleri:
Ahlâk anlayışında özellikle Platon, Aristo ve Galen‟in etkisinde kalmıştır. Ahlâkı farklı şekillerde tanımlamıştır: Buna göre ahlâk, “Bizden hepside güzel ve aynı zamanda külfetsiz ve meşakkatsiz olarak yapabileceğimiz fiiller meydana gelmesini sağlayan psikolojik kabiliyettir.” ya da “Ahlâk, nefsin, fiillerini düşünüp taşınmadan gerçekleştirmesini sağlayan bir halidir.” Şeklinde tanımlanabilir. İbn Miskeveyh, ahlâkın değişip değişmeyeceği konusunu da ayrıntılı olarak ele almıştır. Ahlâkın yalnızca tabii, dolayısıyla doğuĢtan olduğunu öne sürenlere göre ahlâkı değiştirmek imkânsızdır. Ancak, ahlâkın tabiatla ilişkisi olmadığını söyleyenler de vardır. İbn Miskeveyh ilk görüşü isabetsiz ve saçma olarak görmektedir. Çünkü bu aklı, siyaseti, eğitim ve öğretim ilkelerini inkar etmektir. Ayrıca tecrübelere de aykırıdır. Ona göre insan, eğitim ve öğretimle hızlı veya yavaş da olsa ahlâki değişmeye yatkın bir tabiatta yaratılmıştır. Birçok İslâm filozofu gibi İbn Miskeveyh‟de rasyonalisttir. Yalnız o aklın yanında dine de yer vermekle Aristo‟dan ayrılmaktadır. İbn Miskeveyh‟in ahlâk anlayışı bütün diğer meşşai filozoflarınki gibi mutluluk ahlâkıdır. Mutluluk, bayağı lezzetlerden farklı olan bir tür lezzettir. Bütün lezzetleri, yani hazları Ebu Bekir er-Râzî‟de olduğu gibi pasif ve aktif olmak üzere iki kısma ayırmaktadır. Bedensel tutkular ve intikam eğiliminden kaynaklanan pasif lezzetler bizim düşünme yeteneğinden yoksun olan canlılarla ortak yanımızı oluşturan hazlardır. Bunlar duyusal ve hayvani lezzetlerdir, devamlı değillerdir ve eksiktirler. Aktif lezzet ise sadece düşünen canlıya ait olup, değişken değildir, sürekli ve tamdır, eleme neden olmaz. Aristo gibi İbn Miskeveyh de ölçüsü ne olursa olsun, maddi, bedeni ve dünyevi acıların, en yüksek erdemi seçen ve bu uğurda çaba gösteren insanın mutluluğunu engellemeyeceği görüşündedir. c) Gazzâlî (v. 505/1111) :
Eş‟ari kelamcısı, Şafii fakihi ve mutasavvıf olan Gazzâlî‟nin çok yönlü üstün ilmi kişiliğinin en verimli ve etkili sonuçlarından biri, ahlâk problemlerini ve İslâm toplumunun ahlâki açmazlarını görerek bunlara çözümler üreten zengin bir ahlâk düşüncesi ortaya koymasıdır. Gazzâlî‟nin ahlâk sisteminin temel kaynağı Kur‟an ve Sünnet olmaktadır. Ayrıca sahabe ve tabiinin hayat tarzı ile birlikte Cüneyd-i Bağdadi, Beyazid-i Bestami, Haris el-Muhasibi, Ebû Talip el-Mekki gibi klasik tasavvufçular ile, İbn Sînâ, İbn Miskeveyh gibi filozofların görüşlerine dayanır. Gazzâlî, felsefenin vardığı bazı sonuçları ayet ve hadislerle değerlendirerek ahlâk konusunda dinin felsefenin önünde olduğunu ortaya koymaktadır. Ayrıca o ahlâkta esas olanın dinin öğretilerini sadece şeklen icra etmek olmayıp en yüksek ahlâki ideal olan marifetullah‟a ulaşmaktır. 1-Ahlâkla ilgili Eserleri:
Ahlâkla ilgili eserlerinden bazıları şunlardır: İhya-u Ulumi’d-Din, el-Mustasfa, Mizanu’l-Amel, Cevahiru’lKur’an, el-İktisat fi’l-İtikat, Kimya-ı Saadet, Mişkatü’l-Envar, Tehafutü’l-Felasife, Miyaru’l-İlm, İlcamu’l-Avam. 2- Görüşleri:
Gazzâlî‟ye göre insanın en yüksek ideali marifetullahtır. Yine o, insanın ahlâki hayatı üzerinde hem ruhi, hem de bedensel yönünün etkili olduğunu söylemekle de düalist bir anlayış ortaya koymuştur. Gazzâlî, temel gerçekleri ve dini metinleri „masum imam‟dan öğrendikten sonra dini ve ahlâki yükümlülüklerin kalkacağını iddia eden Batınileri, marefetullaha ulaşınca vasıta ve vesile olan ibadet ve ahlâka gerek kalmayacağı görüşünde olan sufileri ve ahlâki sorumluluğu tamamen ortadan kaldıran Cebriyeyi eleştirmektedir. Gazzâlî, aklın ahlâki yükümlülüklerin kaynağı olabileceği görüşünü kabul etmemektedir. Akıl görev ve yükümlülük bilincine sahip olmakla birlikte, bu bilince kendiliğinden değil, vahiy yoluyla uyarılarak varmıştır. Sonuç olarak şunu söylemeliyiz ki, Gazzâlî ilke olarak dinin yanında akla da gereken önemin verilmesi gerektiği görüşündedir. Çünkü sadece akla uyan ve onunla yetinen, ya da tam tersine, dinin ışığıyla aydınlanmak isteyen ve aklın basiretine ilgi göstermeyen kişi doğruyu bulamaz. Fiillerimiz ne iyi ne de kötüdürler.
Çünkü iyilik ve kötülük, fiilin kendisinde değil yöneldiği amaç ya da sonuçtadır. Bu gaye dünyevi olamaz, çünkü insanların dünyevi gayeleri çeşitlidir ve onlar bu gayelere ahlâk dışı yollardan da ulaşabilirler. Şu halde ahlâkın gayesi uhrevi olmalıdır. Fakat bu gayenin tecrübe ile bilinmesi imkansızdır. Çünkü tecrübi bilgiler ancak tekerrür yoluyla ve müşahade sayesinde edinilirler. O alemden kim dönmüş ki oradaki faydalı ve zararlıyı bize bildirsin. Uhrevi fayda ve zarar akılla da bilinemez. Çünkü ölüm ötesini kavrama noktasında akıllar acizdir. Dolayısıyla ölüm ötesi ancak nübüvvet nuru ile bilinir. Gazzâlî iradeyi, “maksada uygun bulunan şeyin belirlenmesi” veya “bir şeyi benzerinden ayırt etme yeteneği” şeklinde tanımlamıştır. Bu tanımları dikkate aldığımızda Gazzâlî‟nin iradeli fiili, seçimli, bilinçli ve amaçlı bir eylem olarak gördüğünü ifade edebiliriz. İnsan için bu üç unsuru birlikte taşıyan bir irade hürriyetinden söz edilebilir mi? İşte Gazzâlî‟nin önemle üzerinde durduğu ve tartıştığı bu sorudur. d) Nasıruddin Tûsî (ö. 1274): 1-Ahlâkla ilgili Eseri:
N. Tûsî, astronom ve filozof olarak İslâm düşüncesinde önemli çalışmalar gerçekleştirmiş bir düşünürdür. Ancak onun İbn Miskeveyh‟in eseri üzerinden kaleme almış olduğu ahlâka ait çalışması, bu sahada yüzyıllar boyunca diğer düşünürlere yol gösteren bir kişilik olarak öne çıkmasına vesile olmuştur. Ahlâkla ilgili Tûsî‟nin yazmış olduğu eser “Ahlâk-ı Nâsırî” olarak adlandırılmıştır. O, eserini, Gülistan valisi olan koruyucusu, İsmaîlî, Nasıruddin Abdurrahim b. Ebî Mansur‟a atfen yazdığı için bu isimle anılmıştır. Tûsî eserin girişinde, kitabı yazma niyetini açıkça ortaya koymuştur. Buna göre o, İbn Miskeveyh‟in “Tezhib” diye bilinen “Kitabu’t-Tahare”sini Farsçalaştırmak ve İbn Miskeveyh‟in ihmal ettiği “ev yönetimine ve siyasete” dair tartışmalarla eseri zenginleştirmek istemiştir. 2- Görüşleri :
O İbn Sînâ‟nın, Aristocu çizgisine daha yakın görüşlerle eserini ele almıştır diyebiliriz. Bunu en açık olarak göreceğimiz alanlardan biri nefs konusu ile nefsin güçleridir. Bu sebeple nefsin cevher olduğuna dair bazı delilleri İbn Miskeveyh‟den ziyade, İbn Sînâ‟nın izlerini taşır. Aynı şekilde Tûsî, nefsin güçlerini bitkisel, hayvani ve insani olarak ele alırken de İbn Sînâ‟yı izlemiştir. İbn Miskeveyh‟in eserinden farklı olarak Tûsî‟nin eserinde öne çıkan orijinal bir nokta, ev idaresi ve siyaseti eserine ekleyerek ahlâk araştırma alanının genişletmesidir. Bu bağlamda aileyi düzenleyen temel ilkeleri de üç tane olarak belirler:
a- Kurulduktan sonra ailenin dengesini korumak.
b- Bozulduğunda onu yeniden kurmak.
c- Bireysel olarak her bir üyenin ve bütün olarak ailenin müşterek refahını artırmak.
Bu bakış açısıyla aileyi insan bedenine, onun reisini de bedenin sağlığını korumaya veya iyileştirmeye çalışan doktora benzetmiştir. e)-Celaleddin Devvânî (ö. 1501) :
Tûsî‟den yaklaşık iki yüz yıl sonra başka bir İranlı müellif Muhammed b. Es‟ad Celaleddin Devvânî, Tûsî‟nin eserini yakından izleyerek aynı konulara değinen bir eser yazdı. O, bu eseriyle uzun yıllar kendisinden sonra yazılan ahlâk kitapları için önemli bir örnek oldu. 1-Eseri:
Devvânî‟nin eserinin ismi, “Levâmi’ul-İşrâk fî Mekârimi’l-Ahlâk”dır.(Ahlâkın Asaleti Üzerine Aydınlanma Parıltıları) Bu eser daha sonra “Ahlâk’ı-Celâlî” ismiyle tanınmıştır. 2-Görüşleri:
O da Aristo, İbn Sînâ ve Tûsî gibi, insanların eğitimle iyi veya kötü bir hale getirilebileceği görüşünü temellendirmeye çalışır. Erdemler konusunda ise Devvânî bütün erdemleri kendisinde toplayan en mühim erdem olarak adaleti ön plana çıkarmıştır.
alıntıdır |