Tekil Mesaj gösterimi
Alt 08 Ekim 2008, 01:30   Mesaj No:14

Verda_Naz

Medineweb Sadık Üyesi
Verda_Naz - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
Durumu:Verda_Naz isimli Üye şimdilik offline konumundadır
Medine No : 176
Üyelik T.: 15 Eylül 2007
Arkadaşları:0
Cinsiyet:
Yaş:31
Mesaj: 612
Konular: 248
Beğenildi:11
Beğendi:0
Takdirleri:10
Takdir Et:
Standart Cvp: Fizilalil Kur'an Hud Suresi Tefsiri

GÜVEN VE UYARI

Gelmiş, geçmiş çeşitli toplumların dünya hayatındaki akıbetlerinin sunulması, dünya ve ahiretteki azap arasındaki benzerliğin vurgulanması, Allah'ın ayetlerini yalanlayanları hem burada, hem de orada veya önce burada, sonra orada bekleyen azabın tasviri münasebetiyle, ahiretteki akıbetlerine tekrar tekrar değinildikten sonra ayetlerin akışı, peygamber (s.a.s) ve onun safında yeralan Mekke'deki mü'min azınlık açısından sevinç ve güven, buna karşılık kavminden yalanlayanlar açısından da açıklama ve uyarı anlamında anlatılan hikâyelerden ve sunulan sahnelerden yararlanılacak unsurları açıklamaya dönüyor. Çünkü bu kavmin de atalarının taptığı ilahlara ibadet ettikleri -yani onlar da bu hikâyelerde anlatılan milletler gibi, onların akıbetlerine benzer akıbetlere uğrayacakları- konusunda birtakım kuşkular vardı. Oysa bunların cezalandırılmaları bir süre için ertelenmişse, Musa'nın kavmine yönelik yok etme cezası da dinlerinde görüş ayrılıklarına düşmelerine rağmen ertelenmişti. Hiç kuşkusuz bir süre bekletilmeleri yüce Allah'ın dilediği bir durum içindedir. Ne var ki, Hz. Musa'nın kavmi ile Hz. Muhammed'in kavmi aynı durumdadır. Süreleri dolduktan ve belirlenen vakit geldikten sonra hakettikleri cezaya çarptırılacaklardı. Onlar gerçeğe uydukları için cezaları ertelenmiş değildir. Peygamberi yalanlayanlar da kesinlikle ataları gibi batıla uymaktadırlar.



109- Ey Muhammed, şu müşriklerin taptıkları ilahların düzmece oldukları konusunda sakın kuşkun olmasın. Onlar vaktiyle atalarının yaptıkları gibi asılsız ilahlara tapıyorlar. Onlara hakettikleri karşılığı eksiksiz olarak vereceğiz.


110- Musa'ya kitap verdik, fakat bu kitap (Tevrat) hakkında insanlar görüş ayrılığına düştüler. Eğer Rabbinin daha önce verilmiş kesin hükmü olmasaydı, o anlaşmazlığa düşenler hakkında çoktan hüküm verilirdi. Onlar Tevrat konusunda koyu bir kuşku içindedirler.


111- Kuşku yok ki, Rabbin onların tümüne davranışlarının karşılığını tam olarak verecektir. Hiç şüphesiz, O, onların neler yaptıklarından haberdardır.

Şu kavminin ibadetinin boşuna olduğu konusunda içinde bir kuşku uyanmasın. Sesleniş Peygamberimize -salât ve selâm üzerine olsun- yöneliktir, uyarı ise kavmine... Bu yöntem kimi zaman insan ruhu üzerinde daha etkindir. Bununla konunun önemine işaret ediliyor. O kadar ki, yüce Allah bunu peygamberine açıklıyor, onlardan biriyle tartışmıyor, bu şirke bulaşmış birine hitap etmiyor. Amaç onları önemsememek, onları küçümsemektir. Bu durumda bu denli saf ve net olan gerçeğe daha çok ilgi duyarlar. Doğrudan doğruya onlara hitap edilmiş olsaydı bu kadar etkili olmayacaktı.
"Ey Muhammed, şu müşriklerin taptıkları ilahların düzmece oldukları konusunda sakın kuşkun olmasın. Onlar vaktiyle atalarının yaptıkları gibi asılsız ilahlara tapıyorlar."
Şu halde akıbetleri de onlarınki gibi olacaktır... Azap... Ama üslubun genel havası ile uyum sağlamak için bu yargı, ifade içinde örtülü olarak geçiştiriliyor.
"Onlara hakettikleri karşılığı eksiksiz olarak vereceğiz."
Onlardan önceki toplumların hakettiklerine bakıldığında, kendi paylarına ne tür bir azabın düşeceği apaçık ortadadır. Nitekim önceki toplumların uğradığı akıbetten birkaç örnek, birkaç sahne seyretmiştik.
Musa'nın kavminde olduğu gibi, onlar da bu dünyada toptan yokedilme cezasına çarptırılmayabilirler.
"Musa'ya da kitap verdik. Fakat bu kitap hakkında insanlar görüş ayrılığına düştüler."
Konuşmaları, inançları ve ibadet biçimleri birbirinden ayrıldı. Ne var ki, yüce Allah, daha önce onların hesaplarının eksiksiz şekilde görülmesini kıyamet gününe bırakmayı hükme bağlamıştı.
"Eğer Rabbinin daha önce verilmiş, kesin hükmü olmasaydı, o anlaşmazlığa düşenler hakkında çok hüküm verilirdi."
Bir hikmetten dolayı bu hüküm verilmemiştir. Kökten yokedilme azabına çarptırılmamalarının bir hikmeti vardır. Çünkü onların bir kitabı vardır. Peygamberlerin izleyicileri arasında kendilerine kitap verilenlerin hakkındaki hüküm, kıyamet gününe kadar ertelenmiştir. Çünkü kitap apaçık bir belge ve sürekli bir yol göstericidir. Bütün nesiller, ilk defa kendilerine bu kitap inmiş bulunan nesil gibi onu inceleyip kavrama imkânına sahiptirler. Ama bir tek neslin görme imkânına sahip olduğu somut mucizelerde durum böyle değildir. O nesil de ya bu mucizeden sonra inanacak ya da inanmayacak o zaman da azaba çarptırılacaktır. Tevrat ve İncil de birbirlerini bütünleyen ve son kitap (Kur'an) gelene kadar tüm nesillerin kullanımına sunulan iki kitaptı. Kendisinden önce inmiş bulunan Tevrat ve İncil'i doğrulayan bu kitap, tüm insanlara yönelik son kitaptır. Bütün insanlar ona çağrılır, aralarında Tevrat ve İncil'in izleyicileri de olmak üzere bütün insanlar bu kitabın esaslarına göre hesaba çekileceklerdir. "Onlar" yani Musa'nın kavmi...
"Tevrat hakkında koyu bir kuşku içindedirler."
Yani Musa'nın kitabı hakkında. Çünkü bu kitap, yani Tevrat Musa'nın ardından nesiller sonra kaleme alınmıştır. Bu yüzden kitapta birbirleriyle çelişen rivayetler, çeşitli karşılıklar yeralmıştır. Kitapta uyulacak kesin bir şey yoktur.
Azap belli bir sürenin sonuna kadar ertelenmiş, ama herkes iyi-kötü tüm davranışlarının karşılığını görecektir. Her şeyi bilen ve her şeyden haberdar olan yüce Allah onların amellerinin karşılığını eksiksiz olarak verecektir.
"Kuşku yok ki, Rabbin onların tümüne davranışlarının karşılığını tam olarak verecektir. Hiç şüphesiz O, onların neler yaptıklarından haberdardır.
İfadede birbirini güçlendiren çeşitli vurgulamalar yeralmaktadır. Böylece hiç kimse de alınacak karşılık, bu karşılığın tam olarak verileceği, bekletilme ve erteleme konusunda kuşku kalmaması amaçlanmaktadır. Ta ki, bu toplumun hayat tarzının batıl olduğu, bunda kuşkuya yer olmadığı, bunun da daha önceki müşriklerin işledikleri şirkin aynısı olduğu konusunda hiç kimse kuşkuya kapılmasın.
Kuşkusuz bu vurgulamaları, o dönemdeki hareketin pratik uygulaması gerektirmişti. O zaman müşrikler, davet hareketine, peygambere, -salât ve selâm üzerine olsun- ve onun yanında yeralan mü'min azınlığa karşı son derece inatçı bir tavır takınmıştı. Hemen hemen İslâma davet hareketi donmuş gibiydi. Allah'ın müşriklere vadettiği azap da ertelenmişti, bir türlü gerçekleşmiyordu. Mü'min kitle sürekli işkence görüyordu. Buna karşılık İslâm düşmanları kurtulmuş gibiydiler.. Nitekim bu dönemde bazı kalpler sarsılmıştı. Hatta sağlam bazı kalpler bile karamsarlığa kapılmıştı. Böylesine bir teselliye, böylesine bir yüreklendirmeye ihtiyaçları vardı: Hiçbir şey mü'min gönülleri, düşmanlarının Allah'ın düşmanı olduğunun ve hayatlarının şüphesiz batıla dayandığının vurgulanması kadar yüreklendirmezdi.
Yine, zalimlere mühlet tanınmasında, tağutlarla hesaplaşmanın cezalarını çekmekten yakalarını kurtaramayacâkları, belli bir güne bırakılmış olmasında yüce Allah'ın hikmetinin ön plana çıkarılması gibi hiçbir şey mü'min gönüllere güven vermez, onları yüreklendirmez.
Böylece İslâm inancına göre yolalmanın gerektirdiği sonuçları, eylemleri Kur'an ayetlerinin içinden algılıyoruz. Kur'an'ın müslüman cemaatin yanında nasıl savaşa giriştiğini, onun için yoldaki işaretleri nasıl birer birer belirlediğini görüyoruz.

ALLAH'IN DEĞİŞMEZ KANUNU

Bu açıklama yapılırkén, başvurulan bu vurgulu ifadeler insanın içine, yüce Allah'ın yaratıkları, dini vaadi ve tehditi hakkındaki yasasının kendisi için belirlenen doğrultuda yürürlükte olduğu duygusunu yerleştiriyor. O halde Allah'ın dinine inananlar, insanları Allah'ın dinine çağıranlar, emredildikleri gibi kendi yollarını dosdoğru izlemelidirler. Dinin belirlediği sınırları aşmamalıdırlar, ona herhangi bir eklemede bulunmamalıdırlar. Ne kadar güçlü olurlarsa olsunlar kesinlikle zalimlerle uzlaşmamalıdırlar. Yol ne kadar bitmez tükenmez gibi görünse de Allah'dan başkasına itaat etmemelidirler, ondan başkasının hükmüne uymamalıdırlar. Ayrıca yol için gerekli olan azığı hazırlamalıdırlar. Yüce Allah'ın belirlediği yasa, dilediği bir zamanda gerçekleşene kadar sabretmelidirler.



112- Ey Muhammed, sana emredildiği gibi dosdoğru ol; yanındaki eski sapıklıklarından tevbe edenler de öyle olsunlar. Sakın ölçüleri aşmayınız. Hiç kuşkusuz Allah bütün yaptıklarınızı görür,


113- Sakın zalimlere eğilim, yakınlık göstermeyiniz. Yoksa cehennem ateşi yakalar sizi; Allah'dan başka bir dostunuz, bir dayanağınız yoktur. O zaman O'nun yardımını göremezsiniz.


114- Gündüzün iki ucunda ve gecenin ilk saatlerinde namaz kıl ; iyi ameller kötülükleri giderirler. Bu hatırlatmalar öğüt alacak yetenekte olanlar için birer öğüttür.


115- Müşriklerin sana çektirdikleri sıkıntılara karşı sabret; çünkü Allah, iyi davranışları ödülsüz bırakmaz.

Bu emir, hem Hz. Peygambere -salât ve selâm üzerine olsun- hem de onun yanında eski sapıklıklarından tevbe etmiş mü'minlere yöneliktir.
"Sana emredildiği gibi dosdoğru ol."
Peygamberimiz -salât ve selâm üzerine olsun- bu emrin dehşetini ve etkisini ta derinden hissetmişti. Hatta O'nun, bu emre işaret ederek şöyle dediği rivayet edilmiştir: "Hud suresi saçımı ağarttı."
Ayette geçen istikamet kelimesi, itidal yani sağa sola sapmadan belirlenen metod doğrultusunda yol almak anlamına gelmektedir. Bu ise; sürekli uyanıklığı; tedbirli olmayı, yolun sınırlarını daima gözetmeyi, çeşitli yönlere az-çok eğilim gösterebilen insani tepkileri kontrol altında tutmayı gerektirir. Kısacası bu, hayattaki her harekette sürekli tetikte olmayı gerektiren bir durumdur.
Burada dikkat edilmesi gereken husus, emredildiği şekliyle dosdoğru olmaya ilişkin emirden sonra yeralan yasaklamanın, dinde kusur etmeyi, dini eksik yaşamayı önlemeye yönelik bir yasaklama olmadığıdır. Tersine azgınlık ve belirlenen sınırları aşma eylemidir yasaklanan. Çünkü dosdoğru olmaya ilişkin emir, arkasından vicdanda meydana gelen uyanıklık ve dikkatlilik durumu insanı aşırılığa ve abartılı davranışlara itebilir. Bu da Allah'ın dinini kolayken zorlaştırır. Oysa yüce Allah, dinini nasıl indirmişse, öyle yaşanmasını ister. İnsanların emredildiği şekliyle dosdoğru olmalarını ister. Aşırıya kaçmalarım, taşkınlık yapmalarını istemez. Çünkü taşkınlık ve aşırılık tıpkı vurdum duymazlık ve dini yarım yamalak yaşamak gibi bu dini, temel karakterinin dışına çıkarır. Bu nokta özenle dikkat edilmesi gereken büyük değere sahip bir noktadır. Ruhları, sapmadan, aşırıya kaçmadan veya ihmalkârlık göstermeden belirlenen yolda tutmak için gereklidir bu dikkat.
"Hiç kuşkusuz Allah bütün yaptıklarınızı görür."
Ayette geçen "Basir = görür" kelimesi "Basiret"ten gelir ve bu konuya da son derece uygun düşmektedir. Çünkü bu konu basiretin, güzel kavrayış ve değerlendirişin vurgulandığı bir konudur.
Öyleyse ey peygamber, emredildiğin gibi dosdoğru ol; senin yanında yeralan eski sapıklıklarından tevbe etmiş kimseler de öyle olsunlar.
"Sanık zalimlere eğilim, yakınlık göstermeyiniz. Yoksa cehennem ateşi yakalar sizi."
Zalimlere dayanmayın, güvenmeyin. Yeryüzünde güç kaynaklarını ellerinde bulunduran, ellerindeki bu kuvvetle kulları Allah'ın dışında birtakım yaratıklara kulluk yapmaya zorlayan tağutlara, zorba zalimlere dayanmayın. Onlara dayanıp güvenmeyin. Çünkü sizin onlara güvenip dayanmanız, onların işlediği bu büyük kötülüğü onayladığınız anlamına gelir. Bu, onların işlediği büyük kötülüğün günahına ortak olmanız demektir.
"Yoksa cehennem ateşi yakalar sizi." Bu sapmanın cezası olarak...
"Allah'dan başka bir dostunuz, bir dayanağınız yoktur. O zaman O'nun yardımını göremezsiniz."
Böyle bir dönemde belirlenen yolu dosdoğru izlemek son derece zor ve meşakkatli bir iştir. İnsana yardımı dokunacak kalıcı bir azığa ihtiyaç duyulur. İşte yüce Allah, Peygamberine -salât ve selâm üzerine olsun- ve O'nun yanındaki mü'min azınlığa yol azığı gösteriyor.
"Gündüzün iki ucunda ve gecenin ilk saatlerinde namaz kıl."
Hiç kuşkusuz yüce Allah, tüm azıkların tükendiği bir sırada namazın kalıcı bir azık olduğunu biliyordu. İnsanın ruhsal yapısını dayanıklı kılan, kalplerin ağır yükümlülükleri olan gerçeğe sıkı sıkıya sarılmalarını sağlayan azık budur. Çünkü namaz, kalpleri, kullarına karşı merhametli, şefkatli, kullarına yakın ve isteklerine cevap veren yüce Allah'a bağlar. Karamsarlığa kapıldığı bir sırada, şu uğursuz ve günahkâr cahiliye toplumu içinde kendini yalnız hissettiği bir sırada üzerine yakınlık ve şefkat meltemlerini estirir.
Ayet burada gündüzün iki ucundan söz ediyor. Bu gündüzün başlangıcı ile sonudur. Gecenin ilk saatlerinden maksat, gecenin akşama yakın saatleridir. Bu ise, sayı sıralaması getirmeden farz namazların vakitlerini kapsamaktadır. Farz namazların sayısı ve vakitleri Peygamberimizin sünneti ile belirlenmiştir. Ayette, namaz kılmak -eksiksiz ve dosdoğru bir şekilde- emredildikten sonra iyi amellerin kötülükleri giderdiği vurgulanıyor. Bu ifade geneldir ve tüm iyilikleri kapsamaktadır. Namaz da en büyük iyiliklerden biridir. Bu sınıflandırmaya öncelikle dahildir. Yoksa bazı tefsircilerin anladığı gibi kötülükleri gideren iyilik namazla sınırlı değildir.
"Bu hatırlatmalar öğüt alacak yetenekte olanlar için birer öğüttür."
Namaz bir hatırlamadır, bu yüzden şu değerlendirme son derece yerinde ve namaza uygun düşen bir değerlendirmedir.
Belirlenen yolda emredildiği gibi dosdoğru olmak, insanın sabretmesini gerektiren bir durumdur. Aynı şekilde yüce Allah'ın yalanlayanlara ilişkin yasasının gerçekleşmesi için belirlenen sürenin dolmasını beklemek de, sabırlı olmayı gerektirir. Bu yüzden, hem dosdoğru olmaya ilişkin emir, hem de ondan önce yeralan direktifler üzerine şu değerlendirme yeralıyor:
"Sabret, çünkü Allah iyi davranışlıları ödülsüz bırakmaz."
Emredildiği şekliyle dosdoğru olmak iyi bir davranıştır. Namazları vakitlerinde kılmak iyi bir davranıştır. Yalanlama tuzağına karşı sabretmek iyi bir davranıştır. Ve Allah iyi davranışlıları ödülsüz bırakmaz.

GEÇMİŞLERİN AKİBETİ

Sonra surenin akışı yeniden yokedilen şehirler ve geçmiş çağlar üzerine yapılan yorumu ve değerlendirmeyi tamamlamaya dönüyor. Üstü kapalı bir şekilde, şayet o çağlarda ya da o şehirlerde Allah katından kendileri için iyilik dileyen birtakım insanlar olsaydı, yeryüzünde bozgunculuğun yayılmasını önleselerdi, zalimleri zulmetmekten alıkoysalardı, yüce Allah'ın bu şehirleri kökten yoketme azabı ile cezalandırmayacağına değiniyor. Çünkü yüce Allah halkı iyi davranan şehirleri, haksız yere cezalandırmaz. Ya da bu şehirlerin halkı arasında yeralan iyi kimselerin gücü zulüm ve bozgunculuğu önlemeye yettiği sürece yüce Allah onları cezalandırmaz. Ama bu halk arasındaki mü'minler azınlıkta olsalar, toplum içinde etkinlikleri ve güçleri olmazsa, yüce Allah onları kurtarır. Ama bu şehirlerin halkı arasında şımaran kimseler, onları izleyenler, onlara itaat edenler çoğunluktaydı. Dolayısıyla bu şehirler halklarının zalimliklerinden dolayı cezalandırıldılar!



116- Sizden önceki kuşaklardan, yeryüzünde bozgunculuktan sakındıran birtakım akıllı ve erdemli kimseler çıksaydı ya! Sadece toplu felaketlerden kurtardığımız az sayıda kimse bu görevi yerine getirdi. Zalimler ise kendilerini şımartan ihtiraslarına kapılarak ağır suçlara daldılar.


117- Sözkonusu şehirlerin halkları doğru yoldayken, Rabbin oraları haksızlıkla helak etmiş değildir.

Bu ifade, yüce Allah'ın milletlerin hayat süreçlerine ili,kin yasa sisteminden bir kanunu ortaya koymaktadır. Buna göre, herhangi bir şekilde insanların Allah'dan başkasına kulluk yapmalarıyla içinde bozgunculuk başgösteren bir millette, bu durumu bertaraf etmek için harekete geçen kimseler bulunuyorsa, o millet kurtulmuş bir millettir. Yüce Allah azap etmek, köklerini kurutmak suretiyle on arı cezalandırmaz. Ama zalimlerin zulüm işledikleri, bozguncuların bozgunculuk yaptıkları, buna karşılık içinde bu zulme ve bozgunculuğa karşı koyacak kimsenin bulunmadığı veya bu durumdan hoşnut olmamasına rağmen bozulmuş realiteye etki edecek gücü bulunmayan kimselerin yeraldığı milletler ya kökten yokedilme felâketi ile ya da çözülme ve çökme felâketi ile cezalandırılmalarını gerektiren Allah'ın kanunun işlemesini hakederler.
O halde, Allah'ın bir ve ortaksız Rabblığını egemen kılmaya davet edenler, yeryüzünü Allah'dan başkasına kulluk yapma çirkefinden dolayı içine düştüğü fesattan temizlemeye çağrı yapan mü'minler, halklar ve milletler için Allah'ın azabına karşı emniyet sübobu niteliğindedirler. Bu ise, Allah'ın Rabblığını egemen kılmak için mücadele eden savaşçıların her çeşit zulüm ve bozgunculuğa karşı koyan davetçilerin değerini ortaya koymaktadır. Çünkü onlar sadece Rabblerine ve dinlerine karşı görevlerini yerine getirmekle kalmıyorlar, bununla Allah'ın öfkesini, felâket ve perişanlığı gerektiren azabını da milletlerinden uzaklaştırmış oluyorlar.

HİDAYET VE SAPIKLIK

Son değerlendirme, insanların doğru yol ve sapıklık açısından ayrı tutumlar içinde olacaklarına ve yüce Allah'ın yaratıklarının her iki tarafa yönelişleri ile ilgili olarak yürürlüğe koyduğu değişmez yasasına ilişkindir.

118- Eğer Rabbin dileseydi, tüm insanlar! tek bir ümmet yapardı. Oysa insanlar sürekli görüş ve inanç ayrılığı içindedirler.


119- Yalnız Rabbinin merhametine mazhar olabilenler doğru yolda görüş ve inanç birliği sağlayabiliyorlar. Zaten Allah insanları bunun için yarattı. Rabbinin "cehennemi, mutlaka insanlarla ve cinlerle dolduracağım" şeklindeki sözü çoktan kesinleşti.

Şayet yüce Allah, dileseydi bütün insanları aynı düzeyde ve ortak yeteneklere sahip kimseler olarak yaratırdı. Bir değişiklik, bir farklılık olmaksızın birbirinden kopya edilmiş nüshalar gibi yaratırdı. Yeryüzünde takdir edilen bu hayatın tabiatı bunu gerektirmiyor. Yüce Allah'ın yeryüzüne halife olarak atadığı şu insan denen yaratığın tabiatı da buna uygun değildir.
Yüce Allah insan denen yaratığın değişik yeteneklere, farklı yönelişlere sahip olmasını dilemiştir. O'na dilediği tarafa yönelebilme özgürlüğünü bahşetmeyi dilemiştir. Kendi yolunu kendisinin seçmesini, yaptığı seçimin karşılığını görmesini dilemiştir. O'nun yasası böyle olmasını gerektirdi, iradesi bu yönde gerçekleşti. Doğru yolu seçen de sapıklığı seçen gibidir. İkisi de aynıdır, yüce Allah'ın yaratıklarının seçimlerine ilişkin yürürlüğe koyduğu yasanın doğrultusunda hareket etmeleri bakımından. İnsan denen yaratığın seçme özgürlüğüne sahip olmasını ve seçtiği sistemin ve metodun cezasını bu seçime göre görmesini öngören ilahi iradeye uygun olarak gerçekleşmesi bakımından doğru yolu seçmek ile sapıklığı seçmek birdir.
Yüce Allah insanların tek bir millet olmamalarını dilemiştir. Bunun sonucunda farklı tabiatlara, ayrı görüşlere sahip olmaları gerekmiştir. Bu ayrılığın, inancın temellerine kadar uzanması gerekmiştir. Kuşkusuz Allah'ın rahmetine mazhar olanlar bu kuralın dışındadırlar. Onlar gerçeği bulmuşlardır. -Gerçekse tektir, birden fazla değildir- Gerçeğin etrafında birleşmişlerdir. Bu durum onların sapıklardan ayrı oluşları gerçeğini ortadan kaldırmaz.
"Rabbinin "cehennemi mutlaka insanlarla ve cinlerle dolduracağım" şeklindeki sözü çoktan kesinleşti."
Bununla anlaşılıyor ki, yüce Allah'ın rahmetine mazhar olup kötülüklerden sakınan hak taraftarlarını başka bir akıbet beklemektedir. Bu akıbet cennettir. Hak taraftarları ile ayrılığa düşen, ayrıca çeşitli batıl safları ve sayısız sistemleri adına kendi aralarında görüş ayrılığına düşen sapıklar, cehennemi doldurdukları gibi onlar da cenneti dolduracaklardır.

VE SURE BİTERKEN

Son bölüm, peygamberimize yönelik bir hitaptır. Anlatılan hikâyelerin bir bir sunulması ile hem kendisi hem de mü'minler için gözetilen hikmet vurgulanmaktadır burada. İnanmayanlara gelince, onlara son sözünü söylemesi, ilişkileri tümden koparıp kesin şekilde ayrılması, onları Allah'a özgü gaybın kapsamında olan akıbetleri ile başbaşa bırakması istenmektedir. Sonra Allah'a ibadet etmesi O'na dayanması ve kavmini de yapacağını yapmak üzere kendi halinde bırakması emredilmektedir.


120- Sana anlattığımız, önceki peygamberlerin hayatına ilişkin her olay, gönlünü ferahlatmayı ve azmini pekiştirmeyi amaçlıyor. Bu hikâyeler sana gerçeği ilettikleri gibi mü'minler için de öğüt ve hatırlatma niteliğindedirler.


121- İnanmayanlara de ki; `Siz bildiğiniz gibi hareket ediniz, biz de bildiğimiz gibi hareket edelim. '


122- Bekleyiniz bakalım, biz de bekliyoruz.


123- Göklere ve yere ilişkin bilinmezliklerin (gaybın) bilgisi Allah'ın tekelindedir. Her işin kesin çözüm mercii O'dur. Öyleyse sırf O'na kulluk sun, yalnız O'na dayan; Rabbın onların neler yaptıklarından habersiz değildir.

Aman Allah'ım... Yüce Allah'ın peygamberine söylediklerine bakın... Hiç kuşkusuz Peygamberimiz -salât ve selâm üzerine olsun- kavminden, nefislerinin sapmalarından ve davetin acılığından etkileniyor, üzülüyordu. Bunlar da teselli etmeyi, gönlünü ferahlatmayı, yüreklendirmeyi gerektiren şeylerdi. Oysa Hz. Peygamber -salât ve selâm üzerine olsun- sabırlı, dirençli ve Rabbine güvenen biriydi.
"Sana anlattığımız önceki peygamberlerin hayatlarına ilişkin her olay, gönlünü ferahlatmayı ve azmini pekiştirmeyi amaçlıyor."
"Bu hikâyeler sana gerçeği iletiyorlar."
Yani bu surede davet işine, peygamberlerin hikâyelerine, Allah'ın evrensel yasalarına, insanların doğrulamalarına ve tehditlere ilişkin gerçek yeralıyor.
"Mü'minler için de öğüt ve hatırlatma niteliğindedirler."
Geçmiş çağlarda meydana gelen ibret verici olaylarla onlara öğüt veriyor. Allah'ın kanunlarını, emir ve yasaklarını hatırlatıyor.
Ama inanmayanlara gelince, bundan sonra öğüt alacakları yok, gerçekleri de göremezler. Son sözü söylemek gerekir, bundan sonra kesin ayrılık kaçınılmazdır.
"İnanmayanlara de ki; `Siz de bildiğiniz gibi hareket ediniz, biz de bildiğimiz gibi hareket edelim."
"Bekleyiniz bakalım, biz de bekliyoruz."
Tıpkı, bu surede hikâyeleri yeralan kardeşlerinin kavimlerine dedikleri gibi, onları akıbetleri ile başbaşa bıraktıkları gibi, Allah'a özgü gaybın kapsamında olan azaplarını görmek üzere terkettikleri gibi.
"Göklere ve yere ilişkin bilinmezliklerin (gaybın) bilgisi Allah'ın tekelindedir."
Her şey O'nun kontrolündedir. Senin, mü'minlerin ve inanmayanların durumu O'nun bilgisinin kapsamındadır. Bütün bu yaratıkların durumu, ona ait gaybın içerdiği her şeyi ve ilerde olacak her şeyi bilir.
"Öyleyse sırf O'na kulluk sun."
Çünkü ibadete ve boyun eğilmeye sadece O lâyıktır.
"Yalnız O'na dayan."
Tek dostunuz ve yardımcınız O'dur. İyi kötü işlediğiniz her şeyi bilir. Hiç kimsenin amelini karşılıksız bırakmaz.
"Rabbin onların neler yaptığından habersiz değildir."
Alıntı ile Cevapla