Tekil Mesaj gösterimi
Alt 08 Ekim 2008, 11:38   Mesaj No:2

Emekdar Üye

Medineweb Emekdarı
Emekdar Üye - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
Durumu:Emekdar Üye isimli Üye şimdilik offline konumundadır
Medine No : 16627
Üyelik T.: 11 Şubat 2012
Arkadaşları:2
Cinsiyet:
Yaş:48
Mesaj: 4.079
Konular: 315
Beğenildi:49
Beğendi:0
Takdirleri:149
Takdir Et:
Standart Cvp: Fizilalil Kuran Zariyat Suresi Tefsiri

2- İbadet, vicdandaki her harekette, organların her işleyişinde, hayattaki her davranışta Allah'a yönelmektir. Bütün davranışlar ile samimi olarak Allah'a yönelmek, başka her türlü duygudan ve Allah'a ibadet etme motifi dışında her türlü motiften sıyrılmaktır.
İşte ibadet bu iki unsur ile birlikte anlam kazanır. Ve yapılan ameller dini ibadet sembolleri yeryüzünü kalkındırmakla, yeryüzünü kalkındırmak da Allah yolunda cihatla, Allah yolunda cihad ise belalara sabretmek ve Allah'ın kaderine razı olmakla eşit hale gelir... Bunların hepsi ibadet demektir. Hepsi Allah'ın insanları ve cinleri yerine getirsinler diye yarattığı ilk görevi gerçekleştirmek demektir. Ve bunların tümü, Allah'tan başkasına yönelmeyi bırakıp herşeyin, sadece O'na kulluğunda somutlaşan genel kanunlara boyun eğmek demektir.
Ve işte o zaman, insan şu yeryüzünde yaşarken, burada Allah'ın kendisine vermiş olduğu bir görevi yerine getirmek için var olduğunu hissederek yaşar. Bu dünyaya o görevi yerine getirmek için belirli bir süre ile sınırlı olarak geldiğini, hissederek yaşar... Bu görevin ötesinde Allah'a itaattan başka dünyada hiçbir istek ve arzu, hiçbir gaye ve hedef düşünmeden dünyaya gelmesinin sadece O'na kulluk ve itaat ederek bu görevi yerine getirmek olduğunu hissederek yaşar. Bu görevin karşılığı ise duyulan iç huzuru, kendi durumundan ve amelinden hoşnutluk, Allah'ın kendisinden hoşnutluğu ve O'nun kendisini gözetmesi ile güven duymaktır. Sonra da bu, ahirette karşısına şereflendirme, nimet, ihsan ve büyük bir bağış olarak çıkacaktır.
Ve işte o zaman, insan gerçekten Allah'a tüm gücüyle yönelmiş olur. O zaman, şu yeryüzünün tutsaklığından, engelleyici cazibelerinden ve akılları çelen tuzaklarından sıyrılarak Allah'a koşmuş olur. Gerçekten esaretten ve yüklerden kurtulmuş ve kendisini Allah'a adamış olur. Kainatta bulunacağı yere, Allah'a kul olma yerine yerleşmiş olur. Çünkü Allah onu kendisine ibadet etsin diye yaratmıştır. İşte o zaman yaratılış gayesini yerine getirmiş, dünyaya geliş hedefini gerçekleştirmiş olur. İbadet kavramının ruhlara yerleştirilmesinin gerekleri arasında insanın yeryüzünde halifelik görevini yerine getirmesi, o görevin gereklerini omuzlaması, halifeliğin en son meyvelerini vermesini sağlaması vardır. Bunun yanısıra insanın elini halifeliğin meyvelerine bulaştırmaması, kalbini onların cazibelerinden ve tuzaklarından uzaklaştırıp kurtarması gerekir. Çünkü o halifeliği ve halifeliğin sonuçlarını kendi şahsı için veya kendi çıkarlarını elde etmek için yapmış değildir. Fakat, halifeliği yerine getirerek gerçek ibadet (kulluk) kavramını gerçekleştirmek ve sonra da ibadet (halifelik) aracılığı ile Allah'a yönelmek için yapmıştır.
Ve yine ibadet kavramının bir diğer gereği de, yapılan amellerin ruhlarda yer eden değerlerinin o amellerin sonuçlarına göre değil de nedenlerine göre olmasıdır. Sonuç ne olursa olsun insan hiçbir zaman sonuçlara bağlı değildir. Çünkü o, bu amelleri yaparken ibadet görevini yerine getirmek niyeti ile yapmaktadır. Ve çünkü ona verilecek ödül o amellerin sonuçlarına göre değil, yerine getirdiği amellerin karşılığı olacaktır.
Böyle olunca, insanın, görevler, yükümlülükler ve ameller karşısındaki tutumu tümü ile değişir. Ve insan bütün bunlarda içlerinde gizli olan ibadet kavramını dikkate alır. İnsan tüm faaliyetlerinde bu espriyi gerçekleştirince, görevi sona ermiş ve gayesi gerçekleşmiş olur. Varsın bundan sonra sonuç nasıl gelişirse gelişsin. Bu sonuçlar onun görevleri arasında yoktur. Hesabını ona göre yapmaz ve onu ilgilendirmez de... Çünkü bundan sonrası Allah'ın kaderine ve dilemesine kalmıştır. Kulun kendisi, çabası, niyyeti, ameli de yüce Allah'ın kaderi ve dilemesinin bir parçasıdır.
İnsan kalbini amel ve çabaların sonuçlarından çekip çıkarınca, kendisini amel ve çabaya yönelten motifte ibadet kavramını gerçekleştirir gerçekleştirmez payını aldığını ve mükafatını garanti ettiğini hisseder. İşte o zaman kalbinde insanı dünya hayatındaki mallara köpekler gibi üşüşmeye ve onun uğrunda boğuşmaya sevkeden hırsın kırıntısı kalmaz. Bir yandan halifelik ve halifeliğin yükümlülüklerini omuzlamak uğruna olanca gücünü ve çabasını sarfederken, bir yandan da elini ve gönlünü şu dünyanın fani mallarına ve çabalarının sonucuna bağlamaktan çeker. Çünkü o bu sonuçları elde etmek veya sonuçları kendine mal etmek için değil, aksine onlarda ibadet kavramını hayata geçirmek için gerçekleştirmiştir.
Kur'an-ı Kerim, bu duyguyu insanın kafasını rızık endişesi ile meşgul olmaktan ve ruhun cimriliklerinden kurtararak besleyip güçlendiriyor. Rızık zaten garanti altındadır. Allah, kullara yönelik rızkı kendisi üstlenmiştir. İnsanlara mallarını kendilerine muhtaçlara harcamalarını ve yoksullara kendi mallarındaki haklarını vermelerini emrederken, verdiği rızkın karşılığında doğal olarak onlardan kendisini yedirmelerini veya rızıklandırmalarını istemiş değildir.
"Ben onlardan rızık istemiyorum, beni beslemelerini de istemiyorum: ' "Şüphesiz rızık veren, güç ve kuvvet sahibi olan ancak Allah'tır."
O halde bir mü'min amel ederken, halifelik görevinde güç sarfederken onu itici gücü, rızık elde etme hırsı değildir. Aksine, onu iten güç, insanın olanca enerji ve çabasını sarfetmesi ile gerçekleşen ibadet kavramını hayata geçirmektir. Dolayısı ile insanın kalbi, çabalarının sonuçlarına takılıp kalmaktan kurtularak, tüm amellerinde ibadet kavramını hayata geçirmek noktasına eğilmiştir, yönelmiştir.
Bu şerefli ve yüce hisler ancak bu yüce islam düşüncesinin gölgesi altında filizlenebilir.
Eğer bugün insanlık bu duyguları anlayamıyor ve onlardaki tadı alamıyorsa, bu onların -ilk müslüman nesillerin yaşadığı gibi- hayatlarını şu Kur'an'ın ışığı altında yaşamamalarından ve hayatlarının prensiplerini bu büyük anayasadan almamalarından ileri gelmektedir.
İnsan bu ufka, ibadet ya da kulluk ufkuna yükselir ve orada yerleşirse, ruhu şerefli bir hedefi hayata geçirmek için basit araçlara sarılmaktan tiksinir ve kaçınır. İsterse bu hedef Allah'ın (çağrısına) davasına yardımcı olmak ve Allah'ın sözünü en üstün kılmak olsun. Çünkü hakir ve önemsiz araçlar, ibadet gibi yüce ve temiz duyguyu siler süpürür. Bir diğer yönden de kulu ilgilendiren, gayelere ulaşmak değildir. Kulu ilgilendiren sadece, ibadetin anlamını gerçekleştirmek için görevlerini yerine getirmektir. Hedeflere gelince bunlar Allah'a havale edilmiştir. Amacı yüce Allah dilediği ölçü uyarınca gerçekleştirir. O halde, gerçekleşmesi yüce Allah'a bağlı ve Allah'a ibadet eden mü'minin hesabında yer almayan bir gayeye varmak için, hırs ile çeşitli araçlara başvurmaya ve boşu boşuna yorulmaya gerek yoktur. Ayrıca ibadet eden kul, her zaman ve durumda, vicdan rahatı, ruh huzuru ve zihin rahatlığı içinde olur. İster yaptığının sonucunu görsün ister görmesin. Sonuç, ister umduğu gibi çıksın isterse tahminlerinin aksine çıksın. İbadeti gerçek anlamıyla gerçekleştirdiğine göre, amelini yapmış mükafatını garantilemiştir. Artık rahattır. Bundan sonra olacaklar, onun görev sınırlarının dışındadır... Çünkü bilmektedir ki kendisi bir kuldur. Dolayısı ile düşünce ve arzularında kul olmanın sınırlarını aşmamalıdır. Ve yine bilmektedir ki Allah Teala alemlerin Rab'bidir. Dolayısı ile Allah'ı ilgilendiren işlere burnunu sokmamıştır. Tüm düşünceleri bu sınırda ve bu noktada yer alır, karar kılar. Yüce Allah ondan hoşnut o da yüce Allah'tan hoşnut olur.
İşte böylece bir tek kısacık ayetin, "Ben cinleri ve insanları, ancak bana kulluk etsinler diye yarattım" ayetinin ortaya koyduğu akıllara durgunluk verecek muazzam gerçeğin bir yönü ortaya çıkmış oluyor.
Doğrusu, vicdanlarda gerçek anlamda yer ettiği takdirde bu biricik gerçeğin yeryüzünde hayatın çehresini bütünü ile değiştirmesi mümkündür...
Bu büyük gerçeğin ışığı altında yüce Allah zulmedip de inanmayanları, Allah'ın va'dinin çabucak gelmesini isteyip de bunu yalanlayanları uyarıyor. Ve sure bu son uyarı ile birlikte son buluyor.
59- Muhakkak ki bu zulmedenlerin de, geçmiş arkadaşlarının payı gibi bir azab payı vardır. Acele etmesinler.


60- Söz verilen günün azabından vay o kafirlerin haline!

ZARİYAT SURESİNİN SONU
Alıntı ile Cevapla