Tekil Mesaj gösterimi
Alt 08 Ekim 2008, 11:49   Mesaj No:3

Emekdar Üye

Medineweb Emekdarı
Emekdar Üye - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
Durumu:Emekdar Üye isimli Üye şimdilik offline konumundadır
Medine No : 16627
Üyelik T.: 11 Şubat 2012
Arkadaşları:2
Cinsiyet:
Yaş:48
Mesaj: 4.079
Konular: 315
Beğenildi:50
Beğendi:0
Takdirleri:149
Takdir Et:
Standart Cvp: Fizilalil Kuran Ahkaf Suresi Tefsiri

Geçen ayette `O ve soydaşlarından söz edilmesi onların da insanlar gibi belirli toplumsal birimlerinin olduğunu gösterir.
Allah'ın Adem ve iblise birlikte yönelttiği, "Oradan aşağıya inin, şeytan ile siz birbirinizin düşmanısınız, sizler belirli bir süre yeryüzünde barınacak, geçineceksiniz." (A'raf, 24) sözünden anlaşılıyor ki onlar bu gezegende -nerede olduğunu bilmiyoruz- hayat sürebilecek yapıdadırlar.
Hz. Süleyman'ın -selâm üzerine olsun- emrine verilen cinlerin yeryüzünde O'nun için çeşitli işler görmüş olmaları da onların dünyada yaşayabilecek yapıda olmalarını gerektirir.
Allah'ın, cinlerden doğrudan aktarma biçiminde gelen, "Biz göğe dokunduk, onu kuvvetli bekçilerle ve alevlerle doldurulmuş bulduk ve biz onun dinlemeğe mahsus olan oturma yerlerine oturur, gayb haberlerini dinlemeğe çalışırdık. Artık şimdi kim dinlemek istese, kendisini gözetleyen bir alev parçası bulur." (Cin suresi, 8,9) sözü de; onların dünya dışında da yaşayabilecek yapıda olduklarını gösterir.
Yukarıda verdiğimiz naslar, ayrıca Allah'ın lanetli iblisle geçen konuşmasının doğrudan aktarımı olan, "Senin izzet ve şerefine yemin olsun ki; onların tümünü azdıracağım yalnız onlardan ihlas sahibi kulların hariç" (Sad suresi, 82-83) sözü ve bunların dışında başka benzer naslar, onların insanın psikolojik yapısına etki edebilir olup, sapıkları yönlendirme iznine sahib olduklarını gösterir. Fakat onların insanlara nasıl vesvese verdiklerini ve bunu hangi araçla yaptıklarını bilmiyoruz.
Bir grup cinin Kur'an'ı dinlemesi, anlaması ve ondan etkilenmesi gösteriyor ki; onlar insanların sesini dinleyebilir, dillerini anlayabilirler.
Bu cin grubunun Cin suresindeki "Ve biz, bizden de müslümanlar var, Hak yoldan sapanlar var. Kimler müslüman olursa işte onlar doğru yolu aramışlardır. Yoldan sapanlar da cehenneme odun olmuşlardır." (Cin suresi, 14-15) sözleri ve kendileri iman ettikten sonra, iman etmediklerini bildikleri kavimlerine imana çağırıcı uyarıcılar olarak dönmeleri, doğru yolu bulma ve sapıklığa düşme kabiliyetinde olduklarını gösterir.
Cinlerin durumuna ilişkin kesin olarak bilinenler bu kadar. Kanıta dayanmayan bir ekleme yapılmaksızın bunlar bizim için yeterlidir.
Bu ayetler ve tercih edilen görüşe göre Cin suresinin tümünün ele aldığı olayın durumuna gelince, bu konuda birçok rivayet gelmiştir. En sağlıklılarını buraya alıyoruz:
Buhari, Müslim, İmam Ahmed, İmam Hafız Ebu Bekr El-Beyhaki İbn. Abbas -Allah ondan razı olsun- çıkışlı olarak şu haberi veriyorlar: İbn. Abbas "Resulullah ne cinlere Kur'an okudu nede onları gördü. Resulullah arkadaşlarından bir grupla, Ukaz panayırına gitmek üzere yola çıkmıştı. Bu esnada şeytanlarla gökten gelen haber arasına bir engel giriyor ve üzerlerine alev gönderiliyor. Onlar da kavimlerine geri dönüyorlar. Kavimleri onlara: Neyiniz var? diye sorduklarında, onlar: Gökten gelen haberle aramıza girildi ve üzerimize alev gönderildi karşılığını veriyorlar. Dinleyenler: Sizinle gökten gelen haber arasına giren, yeni oluşan bir olaydan başka şey olamaz. Gidip dünyanın doğusunu batısını araştırın bakalım, gökten gelen haberle aranıza giren nedir? dediler. Bunun üzerine, gökten gelen haberle onların arkasına giren engelin ne olduğunu, dünyanın her yerinde araştırmak üzere yola koyuluyorlar. İşte araştırmaya çıkanlar arasından Tihame'ye yönelen grup, Ukaz panayırına giderken `Nahle'de konaklayan Resulullah'a arkadaşlarıyla sabah namazını kılarken denk geliyorlar. Okuduğu Kur'an'ı işittiklerinde dinliyorlar ve "Allah'a yemin olsun, gökten gelen haberle aranıza giren işte bu" diyorlar İşte ordan kavimlerine döndüklerinde: "Ey kavmimiz: `Biz harikulade güzel bir Kur'an dinledik. Doğru yola iletiyor, O'na inandık. Artık Rabb'imize hiç kimseyi ortak koşmayacağız" (Cin suresi, 1-2) diyorlar. Ardından yüce Allah, Peygamberimize "De ki: `Bana vahyolundu ki, cinlerden bir topluluk Kur'an'ı dilediler"le başlayan ayetlerini indiriyor. Ona vahyedilen cinlerin sözlerinden başkası değildir.
Müslim, Ebu Davud ve Tirmizi -taşıma zinciri ile birlikte- Alkame'den vermişler. Alkame: "İbni Mesud'a -Allah ondan razı olsun- `cinlerin denk geldiği gece sizden Resulullah'a -salât ve selâm üzerine olsun- arkadaşlık eden biri var mıydı?' dediğimde şunları anlattı:"Bizden kimse O'na arkadaşlık etmedi, fakat biz bir gece O'nunla birlikte idik, O'nu kaybettik. Vadilerde dağ yollarında O'nu aradık bulamayınca: Kaçırıldı veya suikaste uğradı dedik ve geceyi çok sıkıntılı geçirdik. Sabahleyin bir de baktık Hira yönünden geldi. Ya Resulallah, sizi kaybettik, aradık bulamadık, bulamayınca çok sıkıntılı bir gece geçirdik, dediğimiz de: "Bana cinlerden bir davetçi geldi, onunla gittim, onlara Kur'an okudum" dedi. Sonra bizi götürüp kendileri ve ateşlerinin izlerini gösterdi. O'ndan yiyecek istemişler O da: "Üzerine Allah'ın adı anılmış elinize geçen her kemik et olarak tam sizin yiyeceğinizdir. Deve veya tırnaklı hayvan pisliği de hayvanlarınızın yiyeceğidir" demiş, ardından da "Siz onlarla taharet almayın çünkü onlar kardeşlerinizin yiyeceğidir" demiş" dedi.
İbni İshak -İbni Hişam `El-Siyre'de vermiş- cinlerin Kur'an'ı dinlemesi olayının Resulullah Taif gezisinden dönerken gerçekleştiğini bildiriyor. Peygamberimiz amcası Ebu Talib'in ölümünün ardından, Mekke'de kendisi ve müslümanlara eziyetin artması üzerine, Sakif kabilesinden yardım istemek için Taif'e gitti. Sakif kabilesi O'nun isteğine çok kötü karşılık verdi ve çocuklarla ayak takımını O'na karşı kışkırttı. Onlar da Peygamberimizi taşa tutarak, mübarek ayaklarını yaralayıp kanattılar. Bunun üzerine şu güzel, derin anlamlı ve etkileyici yakarış ile Rabb'ine yöneldi: "Ey Allah'ım; gücümün zayıflığını, becerimin azlığını ve insanlar karşısında etkisiz kalışımı sana şikayet ederim. Ey merhametlilerin merhametlisi, ezilenlerin ve benim Rabb'im sensin. Beni kime bırakacaksın, bana uzaktan surat asana mı, yoksa üzerime egemen kıldığın bir düşmana mı? Eğer bana kızgınlığın yoksa, başka şeye aldırmam. Fakat senden gelecek afiyet beni daha çok rahatlatır. Üzerime kızgınlığını indirmen veya hoşnutsuzluğunun üzerime inmesinden; karanlıkların aydınlanması ve dünya ile ahiretin durumlarının düzelmesini sağlayan yüzünün nuruna sığınırım. Senin yolunda her sıkıntıya katlanırım, yeter ki razı ol. Senden başka güç, beceri sahibi yoktur.
Sonra, Sakif kabilesinin yardım yapmasından umut kestiğinde Resulullah Mekke'ye dönmek üzere Taif'ten ayrıldı. Nahle'deyken gece namazına durduğu esnada Allah'ın sözünü ettiği bir grup cin O'na denk geldi. Bana söylendiğine göre onlar yedi cindi. O'nu dinlediler. Namazı bitirdiğinde kavimlerine dönerek onları uyardılar. Kendileri dinlediklerini benimseyip iman etmişlerdi. İşte Allah onların haberini, Peygamberimize: "Bir zamanlar cinlerden bir grubu, Kur'an dinlemek üzere sana yöneltmiştik"ten "Ve sizi acı bir azabtan korusun"a kadar olan ayetleri ve "De ki: `Bana vahyolundu ki, cinlerden bir grup Kur'an'ı dinlediler"le haşlayarak onların bu sure(Cin)deki haberlerinin bitimine kadar olan ayetleri bildirdi.
İbni Kesir tefsirinde, İbni İshak'ın rivayetine ilişkin şunları söylüyor: "Bu rivayet doğrudur. Fakat cinlerin Peygamberimizi Taif dönüşünde dinledikleri sözü, üzerinde durulması gereken bir konu. Sözü edilen İbni Abbas'tan gelen hadisin de delalet ettiği gibi, cinlerin Resulullah'ı dinlemeleri vahyin başlangıcında olmuştur. Resulullah'ın Taif'e gidişi ise, İbni İshak ve diğerlerinin de belirttikleri gibi, amcasının ölümünden sonra ve hicretten bir veya iki yıl öncedir. Allahu alem."
Bu olaya ilişkin başka birçok rivayet var, biz tüm bunlar arasında İbni Abbas'tan gelen ilk önce verdiğimiz rivayete güven duyuyoruz. Çünkü o, Kur'an'la tam bir uyum içindedir: "De ki: `Bana vahyolundu ki, cinlerden bir grup Kur'an'ı dinlediler..." Peygamberimiz'in olayı vahiy yoluyla öğrendiği kesindir. O cinleri ne görmüş ne de hissetmiştir. Diğer yandan bu rivayet taşıma zinciri açısından da en güçlü rivayettir. Sonra Peygamberimizin -salât ve selâm üzerine olsun- olayı vahiy yoluyla öğrendiği konusunda İbni İshak'tan gelen rivayette onunla ittifak halindedir. Ayrıca cinlerin niteliğine ilişkin Kur'an'dan öğrendiklerimiz de bu görüşü güçlendirmektedir: "Sizin şeytanı ve adamlarım göremeyeceğiniz yerden onlar sizi görürler." (A'raf suresi, 27)
Olayın gerçekliğinin ve mahiyetinin belirtilmesi konusunda bu kadarı yeterlidir.
"Bir zamanlar cinlerden bir topluluk, Kur'an dinlemek üzere sana yöneltmiştik. Ona geldiklerinde birbirlerine: `Susun, dinleyin' dediler. Okuma bitirilince de uyarıcılar olarak kavimlerine döndüler."
İfadeden anlaşıldığı üzere, bu cin grubunun Kur'an'ı dinlemeğe yönelmeleri rastlantı olmayıp Allah'ın düzenlemesi sonucu gerçekleşmiştir. Diğer bir deyişle, cinlerin önceden Hz. Musa'nın peygamberliğini öğrendikleri gibi, son peygamberliğin haberini de öğrenmeleri bir kısmının iman ederek, insan şeytanları için hazırlanmış olduğu kadar cin şeytanları için de hazırlanmış olan ateşten kurtulmalarının Allah'ın takdirinde olması dolayısıyla bu olay gerçekleşmiştir.
Metin bu grubun -sayıları üçle on arasındadır- Kur'an'ı dinlerkenki görünümlerini çizerek, psikolojilerinde meydana gelen ürperme, etkilenme ve baş eğmişliği tasvir ediyor: "O'na geldiklerinde birbirlerine: `Susun, dinleyin' dediler". Dinleme süresince ortama tümüyle bu söz egemen oluyor.
"Okuma bitirilince de uyarıcılar olarak kavimlerine döndüler..."
Bu da diğeri gibi, Kur'an dinlemenin psikolojilerine etkisini tasvir ediyor. Görüldüğü gibi sonuna kadar susarak dikkatle dinliyorlar. Okuma bittiğinde beklemeden kavimlerine koşuyorlar. Çünkü ruhları ve duyguları ondan; onun duyurulması ve onunla uyarma konusunda, sessiz kalma veya oyalanmaya güç yetirilmez bir yük yüklenmişlerdir. Bu; duygu ve düşüncesi, onu kendisinin gerektirdiklerine göre hareket etmeye, durumunun gereklerini eksiksizce üslenmeye, ciddiyetle, özenle başkalarına duyurulmasına iten ezici etkinlikte yeni bir şeyle dolan kimsenin durumudur:
"Ey kavmimiz dediler, biz Musa'dan sonra indirilen, kendinden öncekileri doğrulayan, Hakk'a ve doğru yola götüren bir kitap dinledik:'
Hızla kavimlerine dönerek: Biz Musa'dan sonra indirilen, temel ilkeleri açısından Musa'nın kitabını doğrulayan yeni bir kitap dinledik diyorlar. Bundan anlaşılıyor ki onlar Musa'nın kitabını biliyorlardı. Dolayısıyla Kur'an'dan salt birkaç ayet dinlemekle iki kitap arasındaki bağlantıyı kavrıyorlar. Dinledikleri ayetlerde Musa'nın ve kitabının sözü geçmemiş de olabilir. Fakat yapıları onların Musa'nın kitabının kaynağından olduklarını ele vermektedir. Göreceli olarak insan hayatının etkenlerinden uzak olan cinlerin, Kur'an'ın ayetlerini salt tatmakla böyle bir tanıklıkta bulunmaları, yol göstericilik ve doğrudan etkileme öğeleri içerir.
Sonra, duygularının etkilenişini ve vicdanlarının ona ilişkin hissettiklerini şöyle dile getiriyorlar:
"Hakk'a ve doğru yola götürüyor."
Kur'an'daki hak ve hidayet vurgusu çok etkilidir. Körelmemiş bir kalbin ona dayanması düşünülemeyeceği gibi; inatkar, kendini beğenmiş ve iğrenç havailikle eli kolu bağlı olmayan ruhun da ona direnmesi mümkün değildir. Diğer yandan bu kalplere ilk kez dokunmasına karşın, bakıyoruz onlar hemen böyle bir tanıklıkta bulunuyor, onun kendilerini etkilemesini böyle dile getiriyorlar.
Ardından, uyarmaları konusunda mutlaka yerine getirmeleri gereken bir görevleri olduğuna inanarak coşku ve iç yatışkanlığı cesareti içinde kavimlerini uyarmaya koyuluyorlar:
"Ey kavmimiz, Allah'ın davetçisine uyun. O'na inanın ki Allah günahlarınızdan bir kısmını bağışlasın ve sizi, acı bir azabtan korusun."
Bu kitabın yeryüzüne inişini, insan ve cinlerden ulaştığı herkes için Allah'tan bir çağrı ve Hz. Muhammed'i de -salât ve selâm üzerine olsun- salt Kur'an okuması ve insanlarla cinlerin onu dinlemesine dayanarak Allah'a çağıran davetçi kabul ederek kavimlerine sesleniyorlar: "Ey kavmimiz, Allah'ın davetçisine uyun ve O'na inanın."
Sözlerinden ahirete inandıkları da anlaşılıyor. Görüldüğü gibi, inanma ve Allah'ın çağrısına uymanın, günahların bağışlanması ve azabdan korunmayı sağlayacağını biliyor, bu bildikleriyle de kavimlerini uyarıyor, müjdeliyorlar.
İbni İshak, cinlerin sözlerinin bu ayetin sonuna gelindiğinde bittiğini söylüyor. Fakat sözün akışı gelen iki ayetin de bu grubun sözleri olduğunu gösteri-yor. Biz bunu tercih ediyoruz, özellikle de gelen ayeti:
"Kim Allah'ın davetçisine uymazsa, yeryüzünde başına inecek belaya engel olamaz. Onlar apaçık bir sapıklık içindedirler."
Görüldüğü gibi, ayet bu grubun kavimlerine yönelttikleri uyarmalarının doğal tamamlayıcısı görünümündedir. Onlar kavimlerini, çağrıya uymaya ve inanmaya çağırdıklarına göre; onlara, çağrıya uymamanın sonucunun çok kötü olacağı, çağrıya uymayanın, Allah'ı ona bela indirip acı azabı taddırmadan aciz bırakamayacağı, onun Allah'tan başka, başarıya ulaştıracak veya yardım edecek dostlar da bulamayacağı ve bu hakka yüz çeviren sapıkların doğru yoldan uzaklaşmış olduklarının açık olduğunu açıklamaları tercih edilir bir durum olarak görünüyor.
Kurtulacakları veya hesaba çekilip sonucuna göre karşılık görmenin olmadığı hesabı ile Allah'ın çağrısına uymayanların tutumuna duyulan şaşkınlığı dile getiren, onun ardından gelen ayet de onların sözlerinden olma ihtimali gösteriyor:
"Gökleri ve yeri yaratan, bunları yaratmakla yorulmayan Allah'ın, ölüleri diriltmeğe de kadir olduğunu görmediler mi? Evet O her şeye kadirdir."
Bu, surenin başında ele alınan, gözlemlenen varlık kitabına dönüştür. Kur'an üslubu; surede doğrudan verilen görüşle, hikaye içinde gelen görüş arasında bu tür ardarda gelişleri çokca içerir. Böylece aynı gerçeği dile getiren iki kaynak arasındaki paralellik ortaya konulmuş olur.
Göklerle yerin oluşturduğu bu görkemli yaratıktan başlamak üzere varlık kitabı bütünüyle yaratıcı kudrete tanıklık eder ve insan hissine ölümden sonra diriltilmenin kolaylığını ilham eder. Vurgulanmak istenen bu diriltmenin gerçekliğidir. Bu gerçeğin zihinlere yerleştirilmesi konusunda en etkin yöntem de meselenin soru cevap üslubuyla dile getirilmesidir. Ardından kapsamlı yorum geliyor: "O her şeye kadirdir". Görüldüğü gibi ölümden sonra diriltme ve başkaları, olmuş olacak her şeyi kapsamına alan bu kudretin çerçevesi içine girmektedir.
HESAP GÜNÜ


34- İnkar edenler ateşe sunulacakları gün Allah onlara: "Nasıl bu ger-çek değil miymiş?" der. '`Evet Rabb'imizin hakkı için gerçekmiş" derler. "Öyleyse inkar etmenizden dolayı azabı tadın" der.

Tablonun çizimi; öykü veya öyküye başlangıç tarzı bir anlatımla başlıyor: "İnkar edenler ateşe sunulacakları gün..."
Dinleyici, olacakların nitelenmesi beklentisi içindeyken, ansızın tablo karşısında beliriyor. Aynı beklentisizlik içinde tablonun hesap günü cereyan edecek diyalogların içeriğiyle de karşılaşıyorlar: "Nasıl, bu gerçek değil miymiş?"
Hakkı yalanlayan, alaya alan ve uyarıldıkları azabı acele isteyenlerin karşılaştıkları soru ne korkunç, esasen soru değil bela! Bugün inkar ettikleri hak karşısında boyunları büküktür.
Rüsvalık, ezilmişlik ve korku içinde gelen cevap: "Rabb'imiz hakkı için gerçekmiş: '
"Rabb'imizin hakkı için" sözleriyle yemin ediyorlar bugün. Davetçisine uymadıkları, peygamberini dinlemedikleri ve varlığını tanımadıkları Rabblerine yemin ediyorlar... Evet şimdi inkar ettikleri gerçeğe O'nun adıyla yemin edenler onlardır! ..
Rezil rüsvay etme ve dehşete düşürme konusunda soru bu noktada amacına ulaşıyor, iş bitiyor diyalog noktalanıyor:
"Öyleyse, inkar etmenizden dolayı azabı tadın' der."
İş tamamdır. Suç açık, suçlu suçunu itiraf etmiş durumda haydi cehenneme. Burda tablonun hızlı hareketi özellikle planlanmıştır. Artık yaptıklarının sonucuyla yüzleşme kaçınılmaz olup kabul veya reddetme konusunda seçim yapmalarına yer kalmamıştır. Geçmişte inkar ediyorlardı, şimdi ise, itiraf ediyorlar, öyle ise hemen tadacaklar!
Kafirlerin Kur'an-ı Kerim ve Resulullah'a ilişkin tekerlemelerinin üzerinde durulduğu an surenin sonunda; kafirlerin sonuna ilişkin bu keskin çizgili tablo ile başka alem mensuplarının iman etme sahnelerinin ardından son vurgu geliyor. Vurgu Resulullah'a kafirlerin tutumlarına sabredip onlara azabın çabuk gelmesini istememesi konusunda verilen direktifin içerdiği anlamın ortaya koyduğu vurgudur. Onları bekleyen akıbeti görüyor ve bu akıbet onların yakınındadır.

35- O halde peygamberlerden azim sahibi olanların sabrettiği gibi sen de sabret. Onlar hakkında acele etme, onlar va'dedildikleri azabı gördükleri gün sanki dünyada gündüzün sadece bir saat kadar kaldıklarını sanırlar. Bu, bir tebliğdir. Yoldan çıkmışlardan başkası helak edilir mi hiç?

Ayetteki her kelime kabarık bir içeriği, her ibarenin arkasında da; görüntüler, gölgeler, anlamlar, doğrudan etkileme öğeleri, meseleler ve değerlerden oluşan bir alem var.
"Peygamberlerden azim ve irade sahiplerinin sabrettikleri gibi sen de sabret. Onlar hakkında acele etme."
Ölçüsüz zorluklara katlanmış ve kavminin eşi görülmemiş zulmüne göğüs germiş Hz. Muhammed'e gelen direktif bu! O ki; veli ve koruyucudan yoksun yetim büyümüş; her türlü dayanak veya arkalılıktan yoksun olduğu gibi, baba, anne, dede,amca ve şefkatli eş olmak üzere, dünyaya ilişkin sevgi öğelerinden ve her türlü meşgul edici şeylerden soyutlanarak kendisini yalnız Allah ve çağrısına adamıştır. O, müşrik akrabalarından, ellerden gördüğü kötülüğün daha beterini görmüştür. Kabile ve fertlerden birçok kere yardım isteğinde bulunmuş, her keresinde yardımsız geri çevrilmiş, bazılarında ise; beyinsizlerin alayı ve mübarek ayaklarının yaralanması ölçüsüne varan taşlamaları ile karşılaşmış fakat bu O'nu; yukarıda geçen güzel saygılı yakarışı ile Rabb'ine yönelmesinin dışında bir tavıra itmemiştir.
Tüm bu özelliklerine rağmen O bile Rabb'inin yönlendirmesi ihtiyacındadır: "Peygamberlerden azim ve irade sahiplerinin sabrettikleri gibi sen de sabret, onlar hakkında acele etme."
Dikkat edilmelidir ki o, zorlu bir yoldur. Bu davetin yolu. Acı bir yol. Öyle ki; Allah sevgisinde içtenliği, arılığı; cihatta metaneti, direnci; dava için her şeyden soyutlanması Hz. Muhammed'in nefsi gibi olan bir nefis; sabır ve davanın inatçı hasımlarına azabın çabuk gelmesi konusunda acele etmemesi için ilahi direktife gerek duymaktadır.
Evet, bu yolun meşakkati, teselli; zorlukları, sabır ve acılığı da ilahi kaynaklı sevgi şarabından tatlı bir yudum almayı gerektirir.
"Peygamberlerden azim ve irade sahiplerinin sabrettikleri gibi sen de sabret, onlar hakkında acele etme..."
Yüreklendirme, sabra çağırma, teselli... Sonra tatmin:
"Onlar, va'dedildikleri azabı gördükleri gün, sanki dünyada gündüzün sadece bir saat kadar kaldıklarını sanırlar..: '
Kuşkusuz dünyada kalış kısa bir süredir. Günün bir anı kadar. O çabuk geçecek bir hayattır, şu ahiretten önce yaşayacakları. Değersizdir de. Arkasında, nefislerde gündüzün bir saatinin bıraktığı izlenimden daha çok bir şey bırakmaz. Sonra kaçınılmaz sonuçla karşılaşacaklar ve orada sürekli kalacaklardır. Onlara verilen bu süre, helak ve acı azabın gerçekleşmesinden önce duyurunun sağlanması içindir:
"Bu bir tebliğdir. Yoldan çıkmışlardan başkası helak edilir mi hiç?"
Hayır. Allah kullara zulmetmek istiyor değil. Asla. Davetçi karşılaştığına sabretmelidir. Çünkü bu hayatının günün bir anı kadar önemi vardır. Sonra olan olacak...
AHKAF SURESİNİN SONU
Alıntı ile Cevapla