Durumu: Medine No : 16627 Üyelik T.:
11 Şubat 2012 Arkadaşları:2 Cinsiyet: Yaş:48 Mesaj:
4.079 Konular:
315 Beğenildi:50 Beğendi:0 Takdirleri:149 Takdir Et:
| Cvp: Fizilalil Kuran Mümin Suresi Tefsiri Bu son dokunuştur... Sabretmeye çağırmaktadır. Yalanlamaya karşı sabır. İşkencelere karşı sabır... Geçici bir zaman sürecinde batılın, haksızlığın çoğunluk ve kaba kuvvet ile borusunu öttürmesine karşı sabır... İnsanların birbirinden farklı olan karakterlerine, tabiatlarına, ahlaklarına ve hareketlerine karşı sabır. İnsanın kendi arzu ve sabırsızlıklarına, eğilimlerine, tereddütlerine, somut zafere ilişkin isteklerine ve aceleciliğine, beklentilerine ve umutlarına karşı sabır. Uzun olan yol boyunca düşman olan taraftan önce, dostların tarafından gelebilecek olan (eleştirilere, eziyetlere) kalleşliklere, dönekliklere karşı sabır! "Sabret, Allah'ın verdiği söz şüphesiz gerçektir." Süre ne kadar uzasa da işler ne kadar karmaşıklaşsa da, şartlar ne kadar değişse de. Bu gerçekleştirmeye gücü yetenin sözüdür. Dilediği için söz verenin sözüdür. Yolcusun! Yol azığını hazırla: "Suçunun bağışlanmasını dile; Rabbini sabah-akşam överek tesbih et." İşte yol azığın budur. Uzun ve zorlu olan sabır yolunda azık. Günahlarının bağışlanmasını dilemek. Rabbini övgü ile yad etmektir. Allah'ı takdis ile birlikte günahların bağışlanmasını dilemek bu dileği kabule yaklaştırır. Aslında bu insanın iç dünyasının terbiye edilmesi ve hazırlanmasıdır. Kalbin arınması ve temizlenmesidir. İşte kalpte gerçekleşen zaferin şekli budur. Bundan sonra hayatın pratiğinde gerçekleşen diğer zafer gelir. Bu eylem için sabah ve akşamın seçilmesi ya zamanın tamamını kinaye yolu ile ifade etmektedir -zira bunlar zamanın iki uç tarafıdır- ya da bunlar kalplerin arındığı, Allah'ı anarak düşünme ve gezinmenin müsait olduğu zamanlardır. İşte yüce Allah'ın zafere giden yolun hazırlığını tamamlama ve azığını almaya ilişkin seçtiği yol budur. Zaten her savaş için bir hazırlık yapılması ve azık alınması şarttır... Surenin önümüzdeki bölümü önceki bölümle tam bir ilişki içindedir. Bu geçen son dersin bir devamı niteliğindedir. Yalanlama, eziyet etme, hakkı engelleme ve batılda diretmeye karşı sabretmesi için Hz. Peygamber'e yöneltilen direktifi tamamlamaktadır. Bu direktiften sonra hiç delile ve sağlıklı belgeye dayanmadan Allah'ın ayetleri hakkında ileri-geri söz söylemenin nedeni ortaya konuyor. Buna göre asıl neden sahibini hakka teslim olmaktan alıkoyan kibirdir. Halbuki onlar göğüslerini kabartan kibire göre çok zavallı ve çok cılızdırlar. Bu nedenle yüce Allah'ın yarattığı bu evrenin büyüklüğüne, yerin ve göklerin büyüklüğü ile karşılaştırıldığında bütün insanların ne kadar küçüldüklerine dikkat çekilmektedir. Dersin devamında evrense1 (doğal) bazı ayetler sergilenmekte, bunların bazılarının insanlar onlardan küçük ve cılız oldukları halde Allah'ın bir lütfu olarak insanların hizmetlerine sunulduğuna dikkat çekilmekte, insanların bizzat kendi bünyelerinde yer alan Allah'ın lütuflarına işaret edilmektedir. Hem dış dünyadaki hem de iç dünyadaki gerçeklerin kendisine ortaklar koştukları yaratıcının birliğine tanıklık ettikleri belirtilmektedir. Bu arada Hz. Peygamber'e ilişkin Allah'ın birliğini açıklamaya ve onların Allah'ın dışında taptıkları düzmece ilahlardan yüz çevirmeye yönelik direktifi yer almaktadır. Bu bölüm çetin bir kıyamet sahnesiyle sona ermektedir. Müşrikler orada susturulmak ve aşağılanmak amacıyla Allah'a ortak koştuklarından sorguya çekilmektedirler. Bölüm önceki bölümün sonuçlandığı biçimde sonuçlanmaktadır. Burada da Hz. Peygamber sabretme direktifi alıyor. İster yüce Allah söz verdiklerinin bir kısmını ona gösterene kadar ömrünü uzatsın isterse Allah'ın bu sözü gerçekleşmeden vefat etsin fark etmez. Hüküm Allah'ındır. Ve onlar herhalde O'na döneceklerdir. Bu insan denen yaratık çoğu zaman kendi kendisini unutur. Kendisinin küçük, zayıf bir varlık olduğunu, gücünü kendisinden değil, gücün birinci kaynağı olan Allah'a bağlılığından aldığını unutur. Bu kaynakla olan bağını koparır. Sonra başını alıp gider. Kabarır, şişer, görkemlileşir, yükselir, göğsünü kibir doldurur. Bu kibir yüzünden helak olan şeytandan alır bu büyüklük taslayışını. O şeytan ki, insanın başına musallat olmuş ve bu kibir yolu ile ona yanaşmıştır: İşte bu insan Allah'ın ayetleri hakkında mücadeleye girişir ve büyüklenir. Halbuki bu ayetler fıtratın diliyle fıtrata hitap eden olgulardır. İnsan bir tartışmayı yaparken kalbi yatmadığı için irdelediğine, tam anlamı ile inanmadığı için mücadele ettiğine kendisini ve insanları inandırmaya özen gösterir. Halbuki yüce Allah kullarını bilmektedir. Onların en gizli şeylerine varıncaya kadar her şeylerine vakıf olan, işiten ve görendir. İşte o, bunun yalın kibir olduğunu belirtmektedir. İnkarcı insanın onun kalbini dolduran işte bu kibirdir. İnsanı tartışılması imkansız olan konularda daha da tartışmaya iten bu kibirdir. Büyüklük taslama ve olduğundan daha büyük görünmedir. Hak etmediği ve gerçekten layık olmadığı bir yere gelmeye çalışmadır. Onun kendisiyle tartışmasını sürdüreceği kesin bir delili yoktur. Ortaya koyacağı bir belgesi de yoktur. Bütün sermayesi bu yalın kibirdir. 56- Allah'ın ayetleri üzerinde kendilerine gelen bir delil olmadan tartışanların gönüllerinde, ulaşamayacakları bir büyüklenme vardır. Sen Allah'a sığın. O şüphesiz işitendir, görendir. Eğer insan kendi gerçek kimliğini ve bu varlığın gerçeğini kavrasaydı... Görevini öğrenip onu mükemmel biçimde yerine getirip onun sınırlarını zorlamaya çalışmasaydı... Kendisinin varlığın yaratıcısının emriyle ve kendisinden başka kimsenin bilmediği takdirine uygun olarak yaratılan ve onun emrine bağlı olan sayısız varlıklardan sadece birisi olduğuna tam kanaat getirseydi... Görevinin de bu varlığın yapısı içindeki gerçekliğiyle orantılı olduğunu anlasaydı... Evet eğer insan bunların hepsini anlasaydı gönül huzuruna kavuşacak ve rahat edecekti. Sakinleşecek ve alçak gönüllü olacaktı. Hem kendi iç alemiyle hem de etrafını kuşatan evrenle barış içinde yaşayacaktı. Allah'a boyun eğecek teslim olacaktı. "Sen Allah'a sığın. O şüphesiz işitendir, görendir." Kibirlenmenin karşısına Allah'a sığınmanın konulması onun çok çirkin ve çok korkunç bir hareket olduğunu göstermektedir. Çünkü insan ancak kötülük ve eziyete sebep olması beklenen çirkin ve korkunç şeylerden Allah'a sığınır. Kibirde bunların hepsi de vardır. Kibir, sahibini yorduğu gibi etrafındaki insanları da yorar. Hem içine girdiği göğsü hem de diğer insanların göğsünü daraltır, rahatsız eder. Nereden bakılırsa bakılsın kibir, gerçekten kendisinden Allah'a sığınılması gereken bir kötülüktür. "O şüphesiz işitendir, görendir." İşitir ve görür. Çirkin olan kibir de görülebilen hareketlerde işitilebilen sözlerde somutlaşan bir eylemdir. Bu nedenle insan, işini işiten ve gören Allah'a havale etmelidir. Allah onu istediği şekilde idare eder. Sonra bu koca evrende insanın gerçek konumu ortaya konuyor. İnsanların gözleriyle gördükleri, sade bir görmekle dahi muhteşem büyüklüklerini kavradıkları, gerçekliğini öğrendikten sonra onları daha güzel biçimde ele aldıkları Allah'ın bazı yaratıkları ile karşılaştırıldığında insanın ne kadar cılız ve küçük kaldığı belirtiliyor: 57- Göklerin ve yerin yaratılması, insanların yaratılmasından daha büyük bir şeydir. Fakat insanların çoğu bilmezler. Gökler ve yeryüzü insanın gözleri önüne serilmiştir. İnsan onları görür, kendisini onlarla karşılaştırabilir. Ancak insan oranların ve boyutların gerçeğini, hacimlerin ve kuvvetlerin gerçeğini "öğrendiğinde" büyüklük taslamaktan vazgeçer, küçülür, güçsüzlüğünü, cılızlığını kavradığından eriyip bitecek hale gelir. Yüce Allah'ın kendisinin bünyesine yerleştirdiği ve bu nedenle onu onurlandırdığı o yüce özü düşündüğünde evet işte ancak bunu düşündüğünde bu korkunç ve koca evrenin büyüklüğü önünde yine de ayakta kalabilir. Gökleri ve yeri yıldırım hızı ile gözden geçirmek dahi insanın bu gerçeğe ulaşması için yeterlidir. Üzerinde yaşadığımız bu dünya, güneşin büyük uydularından biridir. Dünyanın kütlesi güneşin kütlesinin milyonda üçü kadardır. Hacmi ise güneşin hacminin milyonda birinden azdır. Güneş ise bize yakın olan ve içinde yer aldığımız saman yolunda yer alan yüz milyon güneşten sadece birisidir. Bugüne kadar insanlık bu saman yollarından yüz milyon tanesini keşfetmiştir. Bunların hepsi korkunç genişlikteki uzaya serpiştirilmişlerdir. Ama yine de orada kaybolur gibi olmuşlardır! İnsanların keşfettikleri basit ve küçücük bir alanı kapsamaktadır. Evrenin bütünü içinde bunların sözünü etmeye bile değmez. İnsanların bu keşfettikleri bütüne oranla o kadar küçük olmasına rağmen sırf düşünülmesi dahi insanın başını döndürecek genişlikte ve korkunçluktadır. Bizimle güneş arasındaki uzaklık doksan üç milyon mil kadardır. Yani o, bizim küçük dünya gezegenimizin aile reisidir. Hatta o -tercih edilen görüşe göre- bu küçük dünyanın anasıdır. Bizim dünyamız anasının kucağından bu uzaklıktan daha uzağa gitmemiştir: Doksanüç milyon mil. Güneşin bağlı olduğu (Galaksiye) saman yoluna gelince, onun çevresi yüz milyon yıl kadardır... Işık yılı... Işık yılı ise, altıyüz milyar mili ifade eder! Zira ışığın saniyedeki hızı yüzseksen altı bin mildir! Bizim saman yolumuza en yakın Galaksi ise, bizden yediyüzelli bin ışık yılı kadar uzaklıktadır. Bir daha hatırlatıyoruz ki, bu uzaklıklar, bu boyutlar ve bu hacimler basit olan insan biliminin şu ana kadar keşfettikleridir. İnsanların bu bilimi itiraf ediyor ki, bu keşfettikleri şu uçsuz bucaksız evrenin ancak küçük bir parçasıdır. "Göklerin ve yerin yaratılması, insanların yaratılmasından daha büyük bir şeydir. Fakat insanların çoğu bilmezler." Allah'ın kudretine oranla daha büyük, daha küçük, daha zor daha kolay diye bir şey yoktur. O her şeyi tek kelime ile yaratandır. Ancak bunlar eşyanın yapısındaki gerçeklerdir. İnsanlar onları böyle tanırlar ve öyle değerlendirirler. Bu ölçülere göre insan nerede, dehşet verici evren nerede? Onun büyüklüğü nerde koca evrenin büyüklüğü nerde? 58- Körle gören bir olmaz. İnanan ve iyi işler yapanlarla, kötülük yapan bir olmaz. Ne kadar az düşünüyorsunuz. Gözü gören adam görür ve öğrenir. Kadrini, değerini bilir, olduğundan büyük görünmez. Kabarmaz, büyüklük taslamaz. Çünkü gerçeğe bakar ve görür. Kör olan ise görmez. Konumunu da bilmez. Çevresindeki varlıklarla oranını da anlamaz. Kendisini de, çevresindeki varlıkları da yanlış değerlendirir. Yanlış değerlendirmeden dolayı şurada burada boşuna uğraşıp durur... Aynı şekilde iman edip iyi işler yapanlarla kötülük yapan bir değildir. Birinci kesim gözlerini açmış görmüş ve tanımıştır. Bunlar güzel biçimde değerlendireceklerdir. Diğeri ise kör olmuş, cahil kalmıştır. O ise yanlış değerlendirecektir. Her şeyi yanlış değerlendirecek... Kendisi ise kötülük edecek. İnsanlara da kötülük edecek... Her şeyden önce kendi değerini ve çevresindekilerin değerini anlamada yanılgıya düşecektir. Kendisini, çevresindekilerle karşılaştırırken hataya düşecektir. Çünkü o kördür. Zaten asıl kör olma, kalplerin kör olmasıdır! "Ne kadar az düşünüyorsunuz." Eğer düşünseydik gerçeği anlardık. Çünkü mesele gözlerimizin önünde ve açıktır. Hatırlatma ve hatırlamadan öte bir şeye gerek yoktur. Sonra eğer biz ahireti hatırlasaydık, geleceğine tam güvenseydik, oradaki durumumuzu düşünseydik ve oradaki sahneyi gözlerimizin önüne getirseydik gerçeği kavrardık. 59- Kıyamet saati mutlaka gelecektir. Bunda asla şüphe yoktur. Fakat insanların çoğu inanmazlar. İşte bunun için tartışır ve büyüklenirler. Gerçeğe boyun eğmezler, gerçek konumlarını belirleyemezler, hadlerini aşarlar. İbadet ederek Allah'a yönelmek, O'na elini açıp niyazda bulunmak insanı kibirle kabaran, hiçbir delile ve kesin belgeye dayanmadan Allah'ın ayetleri hakkında ileri geri konuşmaya iten bu hastalıktan kurtarır. Yüce Allah O'na yönelelim ve niyazda bulunalım diye bize kapılarını açmakta, kendisine dua ederek yalvaranın duasını kabul etmeyi prensip edindiğini bize açıklamaktadır. Ona ibadet etmekten burun kıvıranları kendilerini bekleyen zillete ve cehenneme atılmaya karşı uyarmaktadır. 60- Rabbiniz buyurdu ki: "Bana dua edin, duanızı kabul edeyim. Bana kulluk etmeye tenezzül etmeyenler, aşağılık olarak cehenneme gireceklerdir. Duanın da kendisine özgü bir kuralı vardır. Bunlara uyulması gerekir. Bir kere insan samimi bir yürekle Allah'a yönelmelidir. Duasına karşılık verileceğine tam güvenmelidir. Fakat bu karşılığın herhangi bir şeklini öngörmemelidir. Herhangi bir yer veya zaman tayin etmemelidir. Zira bu türden bir ön şart ileri sürmek dileğin adabına uygun düşmez. İnsan, dua için Allah'a yönelmenin dahi Allah'tan bir yardım olduğuna ve duasına karşılık verilmesinin ise ayrı bir lütuf olduğuna inanmalıdır. Hz. Ömer (Allah O'ndan razı olsun) şöyle diyordu: "Ben duanın kabul edilmesi arzusunu değil, sadece duanın arzusunu taşırım yüreğimde. Çünkü bana gerçekten güzel bir dua nasib olduğunda peşinden kabul edilişinin de geleceğinden eminim." Bu söz gerçekten Allah'ı tanıyan irfan sahibi bir kalbin sözüdür. Bu kalb, yüce Allah'ın kabul etmeyi takdir ettiğinde onunla birlikte dua etmeyi de takdir ettiğini anlamaktadır. Allah denk düşürdüğünde dua ile kabul edilişinin birbirine uygun, birbiriyle uyumlu hale geleceğini kavramaktadır. Allah'a yönelmeyi onurlarına yedirmeyenlerin gerçek cezası aşağılanmış, horlanmış bïr biçimde cehenneme sürülmeleridir. İşte bu küçücük dünyada ve bu basit hayatta kalpleri ve göğüsleri kabartan, Allah'ın muazzam yaratıklarını buna ilave olarak yüce Allah'ın ululuğunu, büyüklüğünü ve geleceğinde hiçbir kuşku bulunmayan ahireti unutturan kibrin, üstünlük taslamanın sonu budur. Bu hareket, bir süre kabardıktan ve büyüklük tasladıktan sonra insanın ahirette uğrayacağı zillet durumunu da ona unutturmaktadır. Allah'a tapmayı onurlarına yedirmeyenlerden söz edildikten sonra yüce Allah'ın insanlara verdiği bazı nimetleri göz önüne sermeye başlıyor. Allah'ın ululuğunu, yüceliğini gösteren ve onların bunlara karşı Allah'a şükretmedikleri nimetlerden söz ediyor. Onlar bu nimetlere rağmen Allah'a tapmaktan ve O'na yönelmekten burun kıvırmaktadırlar. Gece ve gündüz kainatın önemli iki olayıdır. Yer ve gök de evrenin içinde iki varlıktır. Bunlar yüce Allah'ın insana güzel bir şekil vermesi, onları tertemiz rızıklarla beslemesi ile birlikte anlatılıyor. Bunların hepsi yüce Allah'ın insanlara verdiği nimetler ve lütuflar sadedinde, Allah'ın birliği ve dini yalnız O'na has kılma konusunda gündeme getirilmektedir. Bu da, söz konusu olayların, yaratıkların ve olguların arasında bir bağ bulunduğunu, onların sağlam bir biçimde birbirlerine bağlı olduklarını, bunların hepsini geniş çerçeveleriyle düşünmenin, bunlar arasındaki bağı ve uyumu göz önünde bulundurmanın zorunlu olduğunu göstermektedir. Bu yeryüzünde hayatın varlığına, gelişmesine ve ilerlemesine zemin hazırlayan, bildiğimiz şekildeki insan hayatının varlığına izin veren, bu insan dediğimiz varlığının ve fıtratının ihtiyaçlarına uygun şartlar oluşturan temel faktör, bu evrenin yapısının Allah'ın kendisi için belirlediği anayasaya uygun hareket etmesidir. Geceyi insan için yerleşme, rahat etme ve toplanma, gündüzü ise aydınlık, görmesi ve hareket etmesi için yardımcı kılan, yeryüzünü hayat ve hareket için güzel bir yerleşim alanı göğü ise, dağılmayan, yıkılmayan oranları ve boyutları birbirine karışmayan birbirine kenetlenmiş bir bina yapan da kainatın bağlı olduğu bu anayasadır. Eğer göğün yapısını oluşturan oranlar ve boyutlar karışacak olsa, bu yeryüzünde insanın varlığı hatta hayatın varlığı dahi imkansız hale gelirdi. Tertemiz rızıkların yerden çıkmasını ve gökten inmesine müsaade edip yüce Allah'ın şekil verdiği ve ona en güzel şekli verdiği, ona bu evrenin yapısıyla uyum sağlayan özellikler ve yetenekler bahşettiği böylece bu koca varlığa bağlı olarak ve içinde bulunduğu şartlara uyum sağlayarak yaşamasını garanti ettiği insanın bu nimetlerden yararlanmasını temin eden de yine bu anayasadır. Görüldüğü gibi bu olayların hepsi birbirine bağlı ve birbiriyle uyum içindedir. Bu nedenle Kur'an onların hepsini bu karşılıklı uyum içinde bir yerde anlatmaktadır ve onların hepsinden yaratıcının birliğine ilişkin kesin delilini çıkarmaktadır. Bunların ışığı altında insanın kalbini yalnız Allah'a çağırmaya, samimi bir şekilde onun dinine sarılmaya doğru yöneltmektedir. "Alemlerin Rabbi olan Allah'a hamd olsun" diye haykırmaktadır. Bütün bu varlıkları eşsiz bir uyumla yoktan var eden ve onlara şekil verenin ancak ilah olmaya layık olduğunu bunun da Allah olduğunu, alemlerin Rabbi olduğunu belirtmektedir. Böyleyken insanlar nasıl olur da bu apaçık gerçekten yüz çevirirler? Burada bu evrenin özündeki bağlılıkların bazı yönlerine ve insanın hayatı ile ilişkilerine kısaca bir göz atmak istiyoruz. Allah'ın kitabında yer alan bu özlü işarete paralel düşen kısa işaretlerde bulunacağız. "Eğer dünya, güneş karşısında kendi ekseni etrafında dönmeseydi gece ve gündüz meydana gelmezdi." "Eğer dün a kendi ekseni etrafında şu anki hızından daha hızlı dönseydi evler havaya savrulur, yeryüzü darmadağın hale gelir uzaya saçılırdı." "Eğer dünya kendi ekseni etrafında şimdikinden daha yavaş dönseydi insanlar sıcaktan ve soğuktan kırılırlardı. Dünyanın kendi ekseni etrafında dönme hızı yani şu anda sürekli olarak devam eden hızı yeryüzünde yaşayan bitkilerin ve canlıların hayatı için kelimenin tam anlamı ile en uygun olan hızdır. "Eğer dünya kendi ekseni etrafında dönmeseydi denizlerin ve okyanusların suyu boşalırdı:' "Eğer dünyanın ekseni dik ve dünya merkezi güneş olan daire biçiminde bir yörüngede dönseydi ne olurdu? O zaman mevsimler kaybolur, insanlar yaz nedir, kış nedir, ilkbahar nedir, sonbahar nedir bilmezlerdi. "Eğer yeryüzünün kabuğu şimdikinden birkaç karış daha kalın olsaydı karbonun ikinci oksidi oksijeni emer ve bitkilerin hayatının varlığı imkansızlaşırdı. "Eğer hava tabakası bugün olduğundan daha yüksekte bulunsaydı hava dışında yanmakta olan ve saniyede altı mil ile kırk mil arasında değişen bir hızla seyretmekte olan milyonlarca alevlerin bazıları yerkürenin bütün parçalarına çarpar ve yanabilecek olan her şeyi yakabilirdi. Eğer bu meteorlar tabancanın kurşunu hızıyla seyretmiş olsalardı hepsi yere çakılırdı. O zamanda sonuç korkunç olurdu. İnsana gelince, onun kurşun hızının doksan katı hızla gelmekte olan küçük bir göktaşı ile çarpışması, doğal olarak onu sırf hızının sıcaklığıyla paranı parça ederdi." "Eğer havadaki oksijenin oranı yüzde 21 yerine yüzde 50 olsaydı dünyadaki yanabilecek her şey hemen alevlenebilirdi. Yıldırımdan saçan bir kıvılcımın bir ağaca isabet etmesiyle bütün bir orman adeta patlayarak alevlenecekti. Havadaki oksijenin oranı yüzde 10'a ve daha da aşağıya düşseydi belki hayat asırlar boyunca kendisini ona ayarlayabilirdi ama o zaman da insanın alışageldiği ateş gibi medeniyet kaynaklarından (etkenlerinden) çok azını elde edebilirdi. Bu evrenin öz yapısında birbirine denk getirilmiş binlerce sistem vardır. Bunlardan herhangi biri az bir şey dengesini kaybetse hayat bildiğimiz şu şekliyle varlığını sürdüremez ve ortam insan hayatı için bu kadar uygun olmaz İnsanın kendisine gelince, onun güzel yaratılışının bir yönü onun bütün canlılar arasında bu kadar eşsiz bir şekilde yaratılması, bütün görevlerini rahatlıkla ve dikkatli bir biçimde yerine getirmesi için gereken cihazlar ve organlarla mükemmel biçimde donatılması, kendi yapısı ile genel olan evrensel şartları arasında, bu evrensel ortamda olduğu gibi varlığını ve hareket etmesini sağlayan imkanların oluşturulması evet işte bunların hepsi onun güzel yaratılışının belgeleridir. Bunun da ötesinde insanın en büyük özelliği yeryüzünde halife olmasıdır. Halifeliğin başta gelen araçlarıyla donatılmış olmasıdır: Bunlar akıldır, şekillerin ve sebeplerin ötesiyle ruhani bağlar kurabilmektir. Eğer biz insanın yapısındaki inceliğini parçalarının ve görevlerinin ahengini araştırma konusu yapsak ve bunların hepsini: "Size şekil verip de, şeklinizi güzel yapan" ayetinin kapsamında değerlendirsek, bu hayret verici ince yapıda yer aldığı için insanın her bir küçük organının ve hatta her hücresinin üzerinde durmak zorunda kalacaktık. Bu hayret verici inceliğe bir örnek olarak insanın çenesini ve oraya yerleştirilen dişleri sırf mekanik yönden ele alıyoruz. Çene o kadar ince hesaplarla yapılmıştır ki diş etlerinde veya dilde milimetrenin onda biri kadar bir çıkıklık olma bu diş etlerini ve dili rahatsız eder. Normal dişlerde ve azı dişlerinde de bu büyüklükteki bir çıkıklık, karşısındaki dişe çarpar ve onu tahriş eder! Alt çene ile üst çene arasına sigara kağıdı gibi bir kağıt konulup çeneler kapandığında bu kağıt üzerinde kapanmanın izleri görülür. Çünkü bu iki çene öyle bir incelikte yapılmıştır ki, sigara kağıdı inceliğindeki bir şeyi dahi çiğneyebilir ve öğütebilir! Ayrıca bu insan söz konusu olan bu yapısı ile bu evrende yaşasın diye donatılmıştır. İnsanın gözü, bu yeryüzünde görme vazifesini sağlayacak ışın dalgalarını alabilecek biçimde ayarlanmıştır. İnsanın kulağı, bu yeryüzünde işitme görevini sağlayacak ses dalgalarını alabilecek şekilde ayarlanmıştır. Bütün duyguları ve bütün iç organları hayatı için hazırlanan ortama uygun yaratılmıştır. Şartların değişmesi halinde, sınırlı da olsa, ona göre vaziyet alabilecek güçlerle donatılmıştır. Şüphesiz ki insan bu ortam için yaratılmıştır. Bu ortamda yaşasın. Bu ortamda etkilensin. Bu ortamı etkilesin diye yaratılmıştır. Öz itibariyle bu ortamın yapısı ile insanın yapısı arasında köklü bağlar da vardır. İnsanın bu şekilde tasvir edilmesi onun ortamı ile yani yer ve gökle yakından ilgilidir. Onun içindir ki Kur'an insanın bu tasvirini yer ve göğü anlattığı ayetin devamında söz konusu etmektedir. Bu da Kur'an-ı Kerim'in eşsiz anlatım sanatının (i'cazının) bir parçasıdır. Allah'ın sanatına ve bu sanatın gereği olarak evrenle insan arasında sağladığı uyuma ilişkin özlü olarak sergilediğimiz bu işaretler yeterlidir. Simdi Kur'an'ın ayetleri önünde kısa kısa durmaya geçiyoruz: 61 - Allah O'dur ki, geceyi içinde istirahat etmeniz için (serin ve karanlık) gündüzü de işinizi görmeniz için aydınlık yaptı. Şüphesiz Allah, insanlara lütufkârdır fakat insanların çoğu şükretmezler. Geceleyin sükunet her canlı için zorunludur. Her canlının ertesi gün tekrar hayata hareketli başlaması için canlı olan hücrelerinin içinde rahata kavuşacağı karanlık bir zaman diliminin olması şarttır. Bu sükunetin elde edilmesi için sırf uyku yeterli değildir. Gecenin olması da lazımdır. Karanlıklar gerekmektedir. Sürekli olarak ışıkta kalan hücreler sükunetin zorunlu olan payını alamadıkları için aşırı derecede yorulur ve dokuları bozulur. "Gündüzü işinizi görmeniz için aydınlık yaptı." Bu şekildeki bir ifade, tasvir edici ve somutlaştırıcı bir ifade biçimidir. Sanki gündüz bakabilen ve görebilen bir canlıdır. Aslında gündüzleri görebilenler insanlardır ama gündüzün genel niteliği aydınlık ve görünme olduğu için böyle ifade edilmiştir. Gece ile gündüzün böyle yer değişmesi nimet içinde nimettir. Eğer bunlardan biri sürekli olsaydı hatta bunlardan biri şimdi olduğundan bir kaç kat uzun olsaydı, hayat yok olurdu. Bunun için Kur'an-ı Kerim'in gece ile gündüzün ardarda gelişini insanların çoğunun şükretmediği bir nimet olarak ortaya koymasında garip bir şey yoktur. Bu iki evrensel (doğal) olaydan sonra Kur'an-ı Kerim bu iki olayı yaratanın ancak ilah olabileceğini ve bu ulu ismi hak edebileceğini belirtmektedir: 62- İşte her şeyin yaratıcısı Rabbiniz olan Allah budur. O'ndan başka ilah yoktur. Nasıl da aldatılıp döndürülüyorsunuz? İnsanların yüce Allah'ın elini her şeyde görüp, eşyanın varlığına bakarak aklın kesin ölçüleriyle O'nun her şeyin yaratıcısı olduğunu öğrenip, hiç kimsenin bunları yarattığını iddia edemeyeceğini, hiçbir yaratıcı olmadan onların var olduklarını söylemenin de tutarlı olamayacağını kavradıktan sonra... Evet bunların hepsini anladıktan sonra Allah'ı tanımamaları ve O'na iman etmemeleri gerçekten ilginçtir. Gerçekten hayret edilecek bir olaydır."Nasıl da aldatılıp döndürülüyorsunuz?" Fakat ne yazık ki, birtakım insanlar bu apaçık gerçekten böylece yüz çevirmişlerdir. Tıpkı Kur'an'la ilk defa muhatap olan insanların yaptıkları gibi. Bu tutum her zaman da böyledir. Sebepsiz, delilsiz, belgesiz bir tavırdır bu: 63- Allah'ın ayetlerini bile bile inkar edenler böylece döndürülüyorlardı. Şimdi ayetlerin seyri gece ve gündüz ayetlerinden yeryüzünün kendi özüne geçmekte onun bir yerleşim alanı olduğunu, göğe değinmekte ve onun da bir bina olarak kurulduğunu dile getirmektedir: 64- Sizin için yeri durak, göğü bina eden, size şekil verip de, şeklinizi güzel yapan, sizi temiz şeylerle rızıklandıran Allah'tır. İşte Rabbiniz olan Allah budur. Alemlerin Rabbi Allah ne yücedir. Yeryüzü daha önce öz olarak bazılarına değindiğimiz pek çok uygun şartlardan dolayı insanın hayatı için en uygun yerdir. Gök ise, oranlamaları, uzaklıkları, hareketleri ve dönmeleri değişmeyen bir yapıdır. Bu nedenle insan hayatı için istikrarı ve devamlılığı garanti etmektedir. Nitekim insan bu koca varlığın içinde hesabı kitabı yapılmış ve bu evrenin yapısında değeri biçilmiş bir varlıktır. Göğün ve yerin inşası, daha önce bazı önemli sırlarına işaret ettiğimiz biçimde, insanın yaradılışına ve temiz rızıklarla beslenmesine bağlanmaktadır. "Size şekil verip de şeklinizi güzel yapan, sizi temiz şeylerle rızıklandıran Allah'tır." Bu mucizelerden ve bağışlardan sonra, öncekilere olduğu gibi, şu ifade yer almaktadır: "İşte Rabbiniz Allah budur. Bütün alemleri yaratan Allah ne yücedir!" Yaratan, takdir eden, idare eden, sizi gözeten ve mülkünde size bir yer belirleyen bu Allah işte o sizin Rabbinizdir. "Allah, ne yücedir". Bereketi ne büyük ne çoktur! "Alemlerin Rabbidir!" Tüm alemlerin Rabbi. 65 - O diridir. O'ndan başka ilah yoktur. Dini yalnız O'na has kılarak O'na yalvarın. Övgü, alemlerin rabbi Allah içindir. Evet, diri olan yalnız O'dur. Sonra elde edilmeyen, yaratılmayan, başlangıcı ve sonu olmayan, geçici ve perdeli olmayan değişme ve başkalaşım göstermeyen hayatın sahibi O'dur. Hayat kendisindendir. Hiçbir varlığın bu özelliklere sahip hayatı yoktur. O'nu eksik sıfatlardan tenzih ederiz. Yegane hayat sahibi O'dur. İlahlıkta tek olan da O'dur. Zira yegane hayat sahibi yalnız O'dur. Öyleyse tek diri O'dur: Allah. Bu mucizeler, bağışlar ve onları izleyen yorumlar önünde ve birlik gerçeği, ilahlık gerçeği ve Rabblik gerçeği ile insanın iç dünyasının dolduğu anların en hararetlisinde Hz. Peygamber'e direktif veriliyor. Hemşehrilerinin Allah dışında çağırdıklarına tapmasının yasaklandığını, alemlerin Rabbi olan Allah'a teslim olmakla emrolunduğunu insanlara açıklamasını isteyen bir direktiftir bu. 66- Ey Muhammed! De ki: "Sizin, Allah'ı bırakıp da kulluk ettiklerinize kulluk etmek bana yasak kılınmıştır. Zira bana Rabbimden belgeler gelmiştir. Ben, alemlerin Rabbine teslim olmakla emrolundum." Allah'ın ayetlerinden yüz çevirip, O'nun bağışlarını inkar edenlere söyle ki: Senin onların Allah dışında çağırdıklarına tapman yasaklanmıştır. Onlara de ki: Bu iş bana yasak oldu. Ve ben de onu bitirdim. "Zira bana Rabbimden belgeler gelmiştir." Yani elimde belge var. Ve ben buna inanmışım. Bu belgenin hakkıdır ki, ben ona kanaat getireyim, onu tasdik edeyim sonra gerçek olan sözü açıklıyayım. Allah'tan başkasına kulluğu sona erdirmek -ki bu red etmektir- ve Alemlerin Rabbine teslim olmakla -ki bu da kabul etmektir- yani bu iki yönü ile ancak inanç sistemi tamamlanmış olur. Dış dünyadaki ayetleri böylece gözden geçirdikten sonra şimdi de yüce Allah'ın insanın iç dünyasına yerleştirdiği ayetlerinden birini sergilemektedir. Bu da insan hayatı ve onun geçirdiği evrelerle ilgili olan mucizedir. Bu hayat bir giriş yapılarak, Allah'ın önünde hayat gerçeğinin tümünün nasıl olduğunu açıklamaktadır: 67- Sizi topraktan, sonra nutfeden, sonra kan pıhtısından yaratan; sonra erginlik çağına ulaşmanız, sonra da yaşlanmanız için sizi yaşatan O'dur. Kiminiz daha önce öldürülür, kiminiz de belirlenmiş süreye ulaşırsınız. Belki artık düşünürsünüz. İnsanın yaratılışı konusunda insan biliminin ulaşmadığı konular vardır. Zira bu konuların bazıları insanın varlığından önce vardı. Bunun yanında insanın yaratılışı konusunda insanın gördüğü ve gözlemlediği konular da vardır. Ancak insanlar bu konularda Kur'an'ın indirilişinden asırlar sonra yeni yeni bilgi sahibi olmaktadırlar. İnsanın topraktan yaratılışı, insanın varlığından önce söz konusu olan bir gerçektir. Toprak bu yeryüzünde bütün hayatın temelidir. İnsanın hayatı da topraktandır. Bu harika olayın, dünya tarihinde ve hayat tarihinde çok önemli olan bu gelişmenin nasıl meydana geldiğini Allah'tan başkası bilemez. Bundan sonra insanların çiftleşme yoluyla çoğalmalarına gelince bu da erkeklik hücresi olan nutfenin (spermanın) yumurtacıkla buluşması, birleşmesi ve ikisinin rahimde embriyo şeklinde yerleşmeleri gerçekleşmektedir. Ceninlik aşamasının sonunda çocuk, ilk hücrenin yapısında çok büyük değişimler ve gelişimler gösterdikten sonra dünyaya gelir. Eğer ceninin ana rahminde geçirdiği bu aşamaları güzel bir biçimde incelersek bu aşamaların çocuğun doğumundan ölümüne kadar geçirdiği ve ayeti kerimelerin çocukluk, yaklaşık olarak otuz yaşlarına rastlayan olgunluk ve ihtiyarlık gibi bazı önemli aşamaları üzerinde durduğu merhalelerden daha karmaşık ve daha büyük olduklarını görürüz. Bunlar, zayıflığın iki tarafı arasında kuvvetliliğin en zirvede olduğunu somutlaştıran aşamalardır. "Kiminiz daha önce öldürülür." Bu aşamaların hepsine veya bir kısmına yetişmeden... "Kiminiz de belirlenmiş süreye ulaşırsınız." Belirlenmiş, bilinen bir süredir bu. Bir an dahi ne ondan ileri gidebilir ne de geri kalabilirsiniz. "Belki artık düşünürsünüz." Embriyonun ve yeni doğan çocuğun yolculuğunu izlemede, bu her iki yolculuğun gösterdiği güzel yaratmayı ve güzel oranlamayı-dengelemeyi düşünmekte aklın rolü gerçekten çok büyüktür. Embriyonun geçirdiği değişim süreci gerçekten ilginç ve düşündürücüdür. Biz bu değişimin çoğu aşamalarını tıbbın, özellikle cenin biliminin gelişmesinden sonra öğrendik. Fakat Kur'an-ı Kerim'in bundan yaklaşık ondört asır önce bu kadar incelikle ceninden (embriyodan) bahsetmesi hayli dikkat çekmektedir. Akli başında olan bir insanın bu olgu karşısında durup düşünmeden adam akıllı bir değerlendirme yapmadan geçip gitmesi imkansızdır. Ceninin ve çocuğun geçirdiği gelişim süreci hangi toplum içinde yaşarsa yaşasın ve akli olgunluğun hangi aşamasında bulunursa bulunsun beşeri duygu üzerinde etkili olmakta ve insanın kalbine dokunmaktadır. Her kuşak kendi bilgisi oranınca ve şartlarına göre bu dokunuşun etkisini yüreğinde hissetmektedir. Kur'an bu dokunuşla insanlığın bütün nesillerine hitap etmektedir... Onlar da bu dokunuşu hissetmektedirler... İster ona olumlu karşılık versinler ister olumsuz! Bunun hemen ardından diriltme ve öldürme gerçeğine, yaratma ve yoktan var etme gerçeğine bir arada yer verilmektedir. 68- Yaşatan ve öldüren O'dur. Bir işin olmasını istedi mi, ona sadece "ol" der o da olur. Kur'an-ı Kerim'de hayat ve ölüm mucizelerine çokça işaret edilir. Zira bu iki gerçek insanın kalbini sert bir biçimde ve derinden sarsar. Ayrıca bunlar insanın hissedip gördüğü her şeyde apaçık olarak tekrar tekrar gördüğü olaylardır, realitelerdir. Diriltmenin ve öldürmenin ilk bakışta göze çarpanın ötesinde büyük anlamları vardır. Hayatın çeşitleri vardır. Ölümün de çeşitleri. Hayatın hiçbiri izi bulunmayan kupkuru bir toprağı gördükten sonra onun hayat dolu olgunluğunu görmek... Bir mevsimde yaprakları ve dalları ile kupkuru olan bir ağacı görüp sonra da onun her tarafından hayatın kaynadığını, yeşerdiğini, yapraklandığını ve çiçek açtığını... Sanki her tarafından hayatın coşup taştığını görmek... Yumurtayı sonra da ondan çıkan yavruyu görmek... Bir de bu sürecin tersini izlemek. Ölümden hayata doğru giden süreç gibi bir de hayattan ölüme doğru giden süreci seyretmek. Evet bu olayların hepsi insanın kalbine dokunmakta ve onu harekete geçirmektedir. İnsanlar durumlarına ve iç alemlerinin hallerine göre farklılık gösteren derecelerde bu olaylar üzerinde düşünür ve onlardan etkilenirler. Hayat ve ölüm gerçeklerinden yaratma gerçeği ve yoktan var etme aracına geçilmektedir. Bu da Allah'ın dilemesidir. Yaratmaya yönelişinde somutlaşan iradesi. Herhangi bir şeyin yaratılması "ol" kelimesine bağlı. Onun ardından bir de bakmışsın ki, varlık "oluvermiş". En güzel yaratıcı olan Allah'ın şanı ne yücedir! İnsan hayatının yaratılması önünde, hayat ve ölüm sahnelerinin, yaratma ve yoktan var etme gerçeğinin gölgesi altında Allah'ın ayetleri hakkında ileri geri söz etmek çok abes ve çirkin kaçmaktadır. Peygamberleri yalanlamak hayret ve nefret verici bir hareket olarak ortaya çıkmaktadır. Onun için bu eyleme, ürpertici bir kıyamet sahnesi biçiminde sunulan korkunç bir tehdit ile karşılık veriliyor: 69- "Allah'ın ayetleri hakkında tartışanların nası1 Hak'tan çevrildiklerini görmedin mi?" 70- "O, Kitab'ı duyurulması için elçilerimize gönderdiğimiz şeyleri yalanlayanlar, yakında bileceklerdir." Bu, Allah'ın ayetlerinin sergilendiği bir ortamda O'nun ayetlerini kabul etmemek için tartışmaya girenlerin tutumlarına hayret etmenin ifadesidir. Bu hayret, ahirette onları bekleyen akıbetin açıklanması için bir giriş niteliğindedir. "Allah'ın ayetleri hakkında tartışanların nasıl Hak'tan çevrildiklerini görmedin mi?" "O, kitabı duyurulması için elçilerimize gönderdiğimiz şeyi yalanlayanlar..." |