Tekil Mesaj gösterimi
Alt 08 Ekim 2008, 12:26   Mesaj No:7

Emekdar Üye

Medineweb Emekdarı
Emekdar Üye - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
Durumu:Emekdar Üye isimli Üye şimdilik offline konumundadır
Medine No : 16627
Üyelik T.: 11 Şubat 2012
Arkadaşları:2
Cinsiyet:
Yaş:48
Mesaj: 4.079
Konular: 315
Beğenildi:50
Beğendi:0
Takdirleri:149
Takdir Et:
Standart Cvp: Fizilalil Kuran Ahzap Suresi Tefsiri

"Ne bir dost ne de bir yardımcı bulamayacaklardır."
Onların ateşteki durumlarını yansıtan sahne ise, iç karartıcı ve acı bir sahnedir:
"Yüzleri ateşe çevrildiği gün."
Ateş etraflarını sarmıştır onların. Olayın bu şekilde ifade edilmesi ile hareketin tasviri ve somutlaştırılması istenmektedir. Bir yandan da onların içinde bulundukları azabın aşağılayıcılığını iyice belirginleştirmek amacı ile ateşin onların yüzlerinin her tarafına hırsla uzandığı anlatılmaktadır.
"Eyvah bize! Keşke Allah'a itaat etseydik, peygambere itaat etseydik" derler.
Bu, boş bir istektir. Hem yersiz hemde kabul olma imkanı yok. Çünkü iş işten geçmiştir. Bu sadece geçmişte kaçırılan fırsatlardan dolayı ahlanmanın, vahlanmanın belirtisidir.
Sonra, dünyadayken kendilerini saptıran önderlerine ve büyüklerine karşı intikam duygusu uyanıyor içlerinde. Pişmanlığın, tevbenin işe yaramadığı bir sırada yalnızca Allah'a dönüp tevbe ediyorlar.
"Rabbimiz! Biz yöneticilerimize ve büyüklerimize itaat etmiştik, fakat onlar bizi yoldan saptırdılar" derler. "Rabbimiz! Onlara iki kat azab ver ve onları büyük bir lanetle rahmetinden kov".
İşte kıyamet budur. Peki neyini soruyorlar? Bu uğursuz akıbete karşı tek kurtarıcı, o gün için işe yarayacak ameller işlemektir.
Öyle anlaşılıyor ki, Peygamber efendimizin Zeynep bint-i Cahş ile evlenmesi, islamın bu fiili uygulama ile ortadan kaldırmağa çalıştığı bu cahiliye geleneğine ters düşmesi... Öyle anlaşılıyor ki Peygamber efendimizin bu evliliği pek kolay ve sakin geçmemiştir. Münafıklar, kalplerinde hastalık bulunanlar, islamın kesin, net ve sade düşüncesini sindirememiş, kavrayamamış kararsızlar bu evliliği dillerine dolamışlar. Ağız, burun etmişler, mırın kırın ederek memnuniyetsizliklerini belirtmişler, yanlış yorumlar yapmışlar, karşı çıkmışlar. Gizlice konuşmuşlar, vesvese çıkarmışlardır. Büyük sözler etmişlerdir.
Münafıklar ve bozguncular susmak nedir bilmiyorlardı. Zehirlerini kusmak için her fırsatı ganimet biliyorlardı. Tıpkı, Ahzap savaşında, Hz. Aişe'ye atılan iftira olayında, ganimetlerin paylaşılmasında olduğu gibi. Her münasebette haksız yere Peygamber efendimizi incitecek davranışlarda bulunuyorlardı.
Bu sırada -Beni Kureyze kabilesinin bundan önce de diğer yahudilerin Medine'den uzaklaştırılmalarından sonra- Medine'de açıktan açığa kafir olan hiç kimse kalmamıştı. Şehirde yaşayanların tümü artık müslüman görünüyordu. Bunların bir kısmı müslümanlığında samimiydi, diğer bir kısmı ise münafıktı. İşte bu tür söylentileri yayan, yalanları ortalıkta dillerine dolayanlar bu münafıklardı. Bazı mü'minler de onların tuzaklarına düşüyorlardı, çıkardıkları bazı söylentilere alet oluyorlardı. Burada Kur'an-ı Kerim, İsrailoğullarının Hz. Musa'yı incitmeleri gibi onları Hz. Peygamberi incitmekten sakındırıyor, ölçmeden, biçmeden gelişi güzel konuşmaktan sakındırıp doğru konuşmaya yöneltiyor. Onları Allah'a ve Peygambere itaat etmeye teşvik edip bu davranışın ardından kendilerini bekleyen büyük nimeti, lütfu hatırlatıyor:
69- "Ey inananlar! Siz de Musa'yı incitenler gibi olmayın. ,Allah onu, onların dedikleri şeyden temize çıkardı. O Allah'ın yanında gözde, itibarlı bir kul idi."


70- "Ey inananlar! Allah'tan korkun ve doğru söz söyleyin."


71- "Ki Allah işlerinizi düzeltsin ve günahlarınız bağışlasın. Kim Allah'a ve Peygamberine itaat ederse, şüphesiz büyük bir kurtuluşa ermiş olur."

Kur'an-ı Kerim burada Hz. Musa'ya yönelik incitme eyleminin türünü belirtmiyor. Ancak eylemin türünü belirleyen bazı rivayetler var. Ne varki, Kur'anı Kerim'in kısaca geçtiği bu konuyu uzun uzadıya anlatmamızın gereksiz olduğuna inanıyoruz. Bununla yüce Allah mü'minleri Hz. Peygamberi incitecek her türlü davranıştan sakındırmayı dilemiştir. Kur'an-ı Kerim'in birçok yerinde İsrailoğulları kaypaklığın, yamukluğun somut örnekleri olarak gösterilmişlerdir. Mü'minlerin Kur'an-ı Kerim'in her münasebette sapıklık ve kaypaklığın açık örneği olarak sunduğu bu sapık ve kaypak kimselere benzemekten sakınıp tiksinmeleri için onların Peygamberlerini incittiklerine işaret edilmesi yeterli oluyor.
Kuşkusuz yüce Allah Hz. Musa'yı kavminin iftirasından aklamıştı: "O Allah'ın yanında gözde, itibarlı bir kul idi." Seçkin bir yeri ve itibarı vardı. Yüce Allah, Peygamberlerini her türlü yalan ve iftiradan korur, onları temize çıkarır. Hz. Muhammed (s.a.s.) de Peygamberlerin en üstünüdür, yüce Allah'ın aklamasına, savunmasına en çok layık olanıdır.
Kur'an-ı Kerim mü'minleri doğru ve uygun söz söylemeye, sözlerini ölçüp biçmeye, münafıkları ve bozgunculuk peşinde koşanları dinlemeden önce, Peygamberleri, yol göstericileri ve yöneticileri hakkında bir beyinsiz sapığın veya art niyetli bir pisliğin lafına kulak vermeden önce söylenenlerin amacını ve hedefini bilmeye yöneltiyor. Çünkü yüce Allah doğru söz söyleyenleri gözetir, onların adımlarını yönlendirir, doğru ve yararlı söz söylemelerinin karşılığı olarak işlerini düzeltir. Yüce Allah güzel söz söyleyip salih amel işleyenlerin günahlarını bağışlar. Ademoğullarının işlemekten kurtulamadıkları ve bağışlama ve örtmenin dışında yakalarını sıyıramadıkları kötülüklerini örter.
"Kim Allah'a ve Resulüne itaat ederse büyük bir kurtuluşa ermiş olur."
Allah'a ve Peygambere itaat, başlı başına bir başarıdır. Çünkü itaat Allah'ın hayat sistemine göre hareket etmektir. Allah'ın hayat sistemine göre hareket etmek huzur ve güven kaynağıdır. Gerisinde bir başka ödül olmasa bile açık, hedefe ulaştırıcı ve doğru bir yolda yürümekte başlı başına bir mutluluktur. Düz ve aydınlık bir yolda yürüyüpte çevresinde Allah'ın yarattığı tüm varlıkların kendisine eşlik ettiği, yardımcı olduğu kimse, dar, dolambaçlı ve karanlık bir yolda yürüyüpte çevresinde Allah'ın yarattığı tüm varlıkların saldırdığı, çarptığı, incittiği bir kimse gibi değildir. Allah'a ve Peygambere itaat etme eylemi özünde kendi ödülünü de taşımaktadır. Buna göre Allah'a ve Peygamberine itaat etmek, hesaplaşma gününden ve cennetteki sınırsız nimetlerden önce elde edilen büyük bir başarıdır. Ahiretteki nimetler ise itaatin ödülünün. yanında artı bir lütuftur. Yüce Allah'ın kereminden ve bol nimetlerinden kaynaklanan bir lütuftur. Yüce Allah dilediğine sınırsız rızık verir.
Belki de yüce Allah bu lütfu bahşetmekle insanın zayıflığını, omuzlarına yüklenen sorumluluğun ağırlığını, büyüklüğünü göz önünde bulundurmuştur. Göklerin, yerin ve dağların yüklenmekten kaçındığı ama kendisinin yüklendiği bu emanete bakmıştır. İnsan bu büyük emaneti yüklenmiş, tek başına taşımaya söz vermiştir. Fakat insan zayıflığın, ihtirasların, eğilim ve arzuların baskısı altında olması ile birlikte yetersiz bir bilgiye, kısa bir ömre, yer ve zamandan kaynaklanan engellerle kuşatılmıştır. Öte yandan engel ve mesafelerin ötesine ilişkin tam bir bilgiye ve görüşe sahip değildir.

72- "Biz emaneti, göklere, yere ve dağlara sunduk; onu yüklenmekten kaçındılar, sorumluluğundan korktular. Pek zalim ve cahil olan insan onu yüklendi."

Kur'an-ı Kerim'in burada (örnek olsun diye) sözünü ettiği gökler, yeryüzü ve dağlar... İnsanın içinde veya bir köşesinde yaşadığı bu dehşet verici varlıklar küçük ve basit şeyler olarak beliriyorlar. Bu yaratıklar, herhangi bir çabaya gerek duymadan, dolaysız olarak yaratıcılarını bilirler. Yaratıcının koyduğu ve kendi yaratılışlarına, yapılarına ve düzenlerine hükmeden yasaya uygun olarak hareket ederler. Düşünmeye ve aracıya gerek duymadan dolaysız olarak yaratıcının koyduğu yasaya itaat ederler. Bu yasaya uygun olarak ve bir saniye bile geri kalmadan sürekli hareket ederler. Bilinçsizce ve seçme hakkına sahip olmadan yaratılışları ve tabiatları doğrultusunda görevlerini yerine getirirler.
Şu güneş, kendi yörüngesinde her zamanki dönüşlerini hiçbir zaman aksatmadan sürdürüyor. Işınlarını göndererek yüce Allah'ın kendisi için planladığı görevini yerine getiriyor. Bunun yanı sıra kendisinden kaynaklanan bir irade söz konusu olmaksızın kendi sisteminde yer alan uydularını kendine çekiyor, böylece evrensel rolünü eksiksiz olarak yerine getiriyor...
Şu yeryüzü kendi yörüngesinde dönüyor, ekinlerini, bitirip yeşertiyor. Üzerindeki canlıları besliyor, ölülerini bağrında saklıyor, kaynaklarını fışkırtıyor... Ama kendi iradesi dışında yüce Allah'ın evrensel yasası uyarınca...
Şu ay... Şu yıldızlar ve gezegenler. Şu rüzgarlar ve bulutlar. Şu hava ve şu su. Şu dağlar. Şu tepeler. Hepsi... Hepsi bir şeyler yapıyor. Rabbinin izniyle işini görüyor. Yaratıcısını biliyor, kendinden bir çaba, bir emek ve bir girişim olmak-sızın yaràtıcısının iradesine boyun eğiyor. Bunlar sorumluluk emanetini, irade emanetini, kendini bilme emanetini, özel girişim emanetini yüklenmekten kaçınmışlardı:
"Onu insan yüklendi"
Kendi kavrama gücü ve bilinciyle Allah'ı tanıyan insan. Kendi düşüncesi ve görüşüyle Allah'ın yasasını bulan insan. Kendi çabası ve girişimleriyle bu yasaya göre hareket eden insan. Kendi iradesiyle, kişisel sorumluluğu ile, sapma ve azgın arzulara karşı direnci ile, eğilim ve ihtiraslara karşı verdiği mücadele ile Allah'a eden insan bu emaneti yüklendi. İnsan attığı bütün bu adımlarda bilerek ve isteyerek hareket eder.. Yolunu seçerken bu yolun kendisini nereye götüreceğini bilir.
Hacmi küçük, gücü az, çalışması yetersiz, ömrü sınırlı, çeşitli ihtirasların, arzuların, eğilim ve isteklerin etkisinde kalan bu yaratığın yüklendiği bu emanet hiç kuşkusuz büyük ve ağır bir emanettir.
Kuşkusuz insanın bu ağır yükün altına girmesi büyük bir tehlikedir. Bu yüzden "çok zalim" yani kendine haksızlık eden ve "çok cahil" yani kendi gücünü ve kapasitesini bilmeyen birisi olarak nitelendirilmiştir. İnsanın kendi isteğiyle yüklenmeye koştuğu bu ağır yük karşısında bu husus geçerlidir. Ama sorumluluğunu yerine getirince... Kendisini yaratıcısına ulaştıracak, doğrudan doğruya O'nun yasasına iletecek, eksiksiz bir şekilde Rabbinin iradesine boyun eğmesini sağlayacak bir bilgiyi elde edince... Doğrudan doğruya bilen, yollarını bulan, boyun eğen, kendileri ile yaratıcıları ve onun yasası arasına hiçbir engel girmeyen sayısız yaratıkların göklerde, yerde ve dağlarda kolayca, rahat ve eksiksiz bir şekilde tabiatları ve davranışları ile yollarını bulmalarını sağlayan bilgiye, hidayete ulaşıp, eksiksiz olarak itaat edince... Hiçbir şekilde itaatten; boyun eğmekten ve görevini yerine getirmekten geri durmayınca. İnsan bilinçli olarak, bilerek ve isteyerek bu dereceye ulaşınca, gerçekten onurlu bir makama, yüce Allah'ın yarattığı varlıklar içinde eşsiz bir dereceye ulaşır.
Kuşkusuz, özgür irade, kavrama yeteneği, kişisel girişim ve sorumluluk yüklenme... İşte bunlardır insanı, yüce Allah'ın yarattığı birçok varlıktan ayrıcalıklı kılan. Yüce Allah'ın yüceler aleminde duyurduğu ve onunla melekleri Ademe secde ettirdiği bu onurun gerekçesi budur. Yüce Allah, insana verilen bu onuru kalıcı kitabı olan Kur'an'da şu sözlerle duyuruyor: "Biz Ademoğullarını gerçekten çeşitli ayrıcalıklarla donattık." (İsra suresi, 70) Şu halde insan, yüce Allah'ın katındaki ayrıcalığının gerekçesini bilmelidir, göklere, yere ve dağlara sunulan ama onların yüklenmekten kaçınıp, korktukları ve fakat kendisinin isteyerek yüklendiği emaneti yerine getirmelidir...!
Yüce Allah bu ayrıcalığı insanlara vermiştir ki;

73- "Bunun sonucu olarak, Allah münafık erkek ve kadınlara, müşrik erkek ve kadınlara azab edecektir. Mümin erkek ve kadınların tevbelerini kabul edecektir. Allah çok bağışlayan, çok merhamet edendir."

Emaneti insanın tek başına yüklenmesi, kendi kendine bilmek, kendi kendine yolunu bulmak, kendi kendine hareket etmek ve kendi kendine sonuca varmak üzere bu yükü omuzlaması. Bunlar insanın kendi tercihinin akıbetine katlanması, alacağı karşılığın yaptığı işe göre olması amacına yöneliktir. Münafık erkek ve münafık kadınların, müşrik erkek ve müşrik kadınların azabı hakketmeleri içindir. Yüce Allah'ın mü'min erkek ve mü'min kadınlara yardım elini uzatması, kendi içlerinde taşıdıkları zaaf ve eksikliklerin, yollarına dikilen engel ve barikatların, kendilerini sıkan cazibe ve ağırlıkların baskısı altında düştükleri hatalardan dolayı tevbelerini kabul etmesi içindir. Hiç kuşkusuz bu yüce lütfu ve yardımıdır. Çünkü O, kullarını bağışlamaya, onlara merhamet etmeye daha yakındır: "Allah çok bağışlayan, çok merhamet edendir."
Peygamber efendimize yönelik Allah'a itaat etmeye, kafir ve münafıklara karşı çıkmağa, Allah'tan gelen vahye uymaya, başkasına değil sadece O'na güvenip dayanmaya ilişkin bir direktifle başlayan, bunun yanı sıra kendini Allah'a adayan, sadece O'na yönelik olarak hareket eden, O'nun direktiflerine uyan islam toplumunun sosyal düzeninin dayandığı çeşitli direktif ve yasaları içeren bu sure şu derin etkili ve dehşet verici mesajla son buluyor.
Sorumluluğun ağırlığını, emanetin büyüklüğünü tasvir eden, ağırlık noktasını ve büyüklüğün kaynağını belirleyen ve tümünü insanın Allah'ı bilmesi, O'nun yasasına göre yol alması ve O'nun iradesine boyun eğmesi noktası etrafında yoğunlaştıran bu mesajla son buluyor.
Sure bu mesajla son buluyor. Surenin başı ile sonu surenin içerdiği konular ve varmak istediği hedeflerle ahenk oluşturuyor. Zaten bu olağanüstü ahenkte bizzat bu kitabın kaynağına işaret etmektedir.
Alıntı ile Cevapla