Tekil Mesaj gösterimi
Alt 08 Ekim 2008, 12:30   Mesaj No:3

Emekdar Üye

Medineweb Emekdarı
Emekdar Üye - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
Durumu:Emekdar Üye isimli Üye şimdilik offline konumundadır
Medine No : 16627
Üyelik T.: 11 Şubat 2012
Arkadaşları:2
Cinsiyet:
Yaş:48
Mesaj: 4.079
Konular: 315
Beğenildi:49
Beğendi:0
Takdirleri:149
Takdir Et:
Standart Cvp: Fizilalil Kuran Rum Suresi Tefsiri

DOSDOĞRU DİN BUDUR

Bu ayetlerde, izleyenlerin sapıtmadığı başka bir yol, yönelenlerin rüsvay olmadığı başka bir ufuk gösteriliyor:



43- Allah katından dönüşü olmayan bir gün gelmeden önce yönüne dosdoğru dine çevir! O gün insanlar bölük-bölük ayrılacaklardır.


44- Kim inkâr ederse inkârı kendi aleyhine olur. Yararlı bir iş yapanlar da cennette kendileri için yer hazırlamaktadırlar.


45- Çünkü Allah inanıp yararlı iş işleyenlere lütfundan karşılık verecektir. Doğrusu O, inkârcıları sevmez.

Doğru dine yönelmeyi belirleyen bu tablo, insanı doğrudan etkileyen yönü, olgunluğu ve ciddiyetini ortaya koyan bir tablodur: "Yönünü dosdoğru dine çevir" Görüldüğü gibi, özen, uyanıklık ve bilinçlik içeren, yüce hedef, engin ufuk ve yönelimin doğruluğunun gözetilmesini vurgulayan bir anlatım.
Bu direktif surede, önce yön birliği olmayan, dağınık psikolojik eğilimlere uymanın doğurduğu, çeşitli gruplara değinilirken gelmişti. Burada ise, Allah'a koşulan ortaklar, rızık ve artırılması, şirkten kaynaklanan kargaşa, insanların fesadın oluşması ve ortama egemen olması dolayısıyla dünyada tattıkları ve müşriklerin dünyadaki sonlarına ilişkin olarak gelmektedir. Ona bağlı olarak, ahirette görülecek karşılık ve mü'minlerle kâfirlerin oradaki nasiblerini bildirdikten sonra onları, insanların ilk grup, olacağı ve yaşanılacağı kesin olan gün konusunda uyarıyor. "Kim inkâr ederse inkârı kendi aleyhine olur. Yararlı iş yapanlarda cennette kendileri için yer hazırlamaktadır."
"Yemhed, yühemmed, yu'abbid" anlamında onlar gibi geçişli olup, dinlenilecek sediri hazırlama, yol veya yatağı düzeltme anlamlarına gelir. Bu anlamların hepsi de, salih emel işleyen, onu işlerken aynı anda, kendisi için rahat bulacağı bir yer hazırlamaktadır. Anlatımın insanda çağrıştırdığı budur. Çünkü mü'minlerin işledikleri salih amel, Allah'ın "inanıp salih emel işleyenlere karşılık-fazlından vermesi içindir" Allah fazlından verecektir, yoksa kimse cenneti ameliyle kazanamaz. Ne kadar çalışsa da Allah'ın bağışının herhangi bir cüzünün gerektireceği şükrü ödeyemez. Sonuç, Allah'ın mü'minlere katından verdiği rahmeti keremi kâfirlere hoşnutsuzluğunun ifadesidir. Sadece kâfirleri sevmez."

ALLAH'IN SONSUZ NİMETİ VE İNSAN'IN YAPISI

Burada onlarla, Allah'ın kimi ayetlerini göz önüne koyan başka bir geziye başlıyor. Allah'ın fazlı, keremi, onlara bağışladığı rızkı ve onlara inen hidayeti içeriyor. Onlarsa kimini araştırıyor kimini de inkâr ediyor. Ne şükrediyor ne de doğruya yöneliyorlar.



46- Rüzgârları müjdeciler olarak göndermesi, size rahmetini tattırması, buyruğu ile gemilerin yürümesi, lütfundan rızık istemeniz O'nun varlığının delillerindendir. Belki şükredersiniz.


47- Andolsun ki, biz senden önce de elçileri kavimlerine gönderdik, onlar belgeler getirdiler; dinleyip suç işleyenlerden öç aldık, zira inananlara yardım etmek bize hak olmuştur.


48- Rüzgârları gönderip, bulutları yürüten, onları gökte dilediği gibi yayan ve kısım-kısım yığan Allah'dır. Sen de aralarından yağmurun çıktığını görürsün. Derken onu kullarından dilediğine verince hemen sevinirler.


49- Oysa onlar, daha önce üzerlerine yağmur yağdırılmasından iyice ümitlerini kesmişlerdi.


50- Allah'ın rahmetinin belirtilerine bir bak. Nası1 yeri ölümden sonra diriltiyor? Şüphe yok ki, o ölüleri diriltir. O her şeye kadirdir.


51- Andolsun bir rüzgâr göndersekte ekini sararmış görseler, hemen nankörlüğe başlarlar.

Kur'an bu ayetlerde, rüzgârların müjdeleyici, peygamberlerin kanıtlarla gönderilmeleri, peygamberler aracılığı ile mü'minlerin zafere erdirilmeleri, ölü toprağı canlandırıcı yağmur indirilmesi, ölülerin diriltilmeleri ve mezardan çıkarılmalarını bir araya getiriyor. Bunun amacı var... Onların hepsi de Allah'ın bağışı olup, Allah'ın yasaları çerçevesinde oluşmaktadırlar. Evrenin sistemi ile peygamberlerin hidayeti içeren mesajları ve mü'minlerin zafer kazanmaları arasında güçlü bir bağ vardır. Hepsi Allah'ın ayeti, rahmeti ve nimetini temsil ederler. İnsanların hayatı onlara bağlıdır ve onların tümü evrenin özgün sistemiyle bağlantılıdırlar.
Yağmurun çağrıştırdığı toprağın verimlenmesi ve bitkilerin gelişmesi kanalıyla lütfundan rızık istemeniz "buyruğu ile gemilerin yürümesi" rüzgârların onları itmesi veya yürüyecekleri nehirleri oluşturması açılarından gerçeğe bağlı görünürler. Allah'ın evreni yarattığı yasası ve gemilerin su üstünde kalıp yürümeleri, rüzgârların onları suyun akıntısı yönünde veya akıntının ters yönünde yürütmesi de bu gerçeğe bağlıdır. Her şeyin özellik ve görevini belirleyen takdirin çerçevesinde yürümektedirler. Ticari geziler, tarım uğraşısı ve alışveriş aracılığı ile "lütfundan rızık istemeniz" ve Allah'ın bunlar aracılığı ile ulaştırdığı nimetlerine "şükretmeniz" için, "rüzgârları müjdeciler olarak göndermesi "O'nun varlığının delillerindendir. Yağmuru müjdelerler. İnsanlar deneyim ve edindikleri uzmanlık sayesinde yağmur getiren rüzgârı tanır, sevinirler. Görüldüğü gibi, bu çok bağışla Allah'ın nimetine gereğince karşılık verilmesi konusunda da teşviktir.
Rüzgârların müjdeleyici olarak gönderilmesi, peygamberlerin kanıtlarla gönderilmesinin benzeridir.
"Andolsun ki, biz senden önce de elçileri kavimlerine gönderdik, onlar belgeler getirdiler."
Fakat insanlar -daha önemli iken- Allah'ın bu rahmetini, ne müjdeleyici rüzgârları karşıladıkları gibi karşıladılar, ne de -daha yararlı ve sürekli olmasına karşın- yağmur ve sudan yararlandıkları gibi ondan yararlandılar! İnanmayan, sonlarını düşünüp taşınmayan, peygamberlere eziyet eden ve insanları Allah yolundan engellemekten geri kalmayan suçlular ve Allah'ın ayetlerini kavrayan, rahmetine şükreden, vaadine güvenen ve suç işleyenlerin (cürümkârların) eziyetlerine katlanan mü'minler olarak peygamberlerin karşısında iki grup oldular... Sonuç Allah'ın adaleti ve güvenilir vaadi ile uyumlu oldu:
"Dinleyip suç işleyenlerden öç aldık, zira inananlara yardım etmek bize hak olmuştur."
Mü'minlerin zafere erdirilmelerini kendisine gerekli kılan ve keremi ile onlara hak kılan Allah, eksikliklerden beridir. O, onlara tanıdığı hakkı kuşku olasılığına yer vermez bir anlatımla pekiştirmektedir. Zaten eksikliklerden uzaktır. O'nun geri çevrilmez iradesi, işlevinden geri kalmaz sistemi ve varlığı yöneten yasasına açıklık kazandırmak kabilinden söylemektedir.
İnsanların değerlendirmesi açısından kimi kez bu zafer gecikmektedir. Bu yöndeki yargıların oluşmasına; onların işlerin hesabını yaparken Allah'ın hesabını göz önüne almamaları, durumları değerlendirirken Allah'ın değerlendirdiği gibi değerlendirmemeleri yol açmaktadır. Oysa Allah her şeyi bilen, yaptığına tam egemen olandır. Vaadi, istediği ve bildiği zamanda, dilediği ve sistemi çerçevesinde gerçekleşmektedir. Zamanlaması ve insanlara biçtiği kaderin hikmeti, kimi kez açığa çıkmakta, kimi kez de gizli kalmaktadır. Fakat her zaman hayır O'nun istediği ve doğru olan da O'nun zamanlamasıdır. Vaadi somut biçimde gerçekleşir. Sabredenler, içleri yatışmış, güven içinde gözlerler.
Ayetlerin akışı ilerleyerek, rüzgârları gönderenin, yağmuru indirenin ve ölümünden sonra toprağı diriltenin Allah olduğunu vurguluyor.. Ölülerin de aynı sistem, aynı metod ve genel yasa zincirindeki halkalar çerçevesinde toprağın diriltilmesi gibi diriltileceklerini gözler önüne seriyor!
Evreni yaratması, sistemleştirmesi ve yönetmesindeki yasa doğrultusunda "Allah rüzgârları gönderir" onlar yerdeki su kütlesinden yükselen su buharı yüklü "bulutları yürütürler" ardından Allah "Onları gökte dilediği gibi yayar" ve "Kısım kısım yığar" bir araya gelmeleri, yoğunlaşmaları üst üste yığılmaları veya birbiriyle çarpışmadan veyahut tabakalar, parçalar arasında elektrik kıvılcımı akışını sağlar. Şimşek olayının ardından bulutun "Aralarından yağmurun çıktığını görürsün." Ayette geçen "vedga" sözü bulutun arasından inen yağmur anlamındadır. "Onu kullarından dilediğine verince sevinirler." Bu müjdeleme olayı, yağmurun yağışını doğrudan yaşayanların algıladığı gibi algılanamamaktadır. Araplar, hayatları gökten inen yağmura bağlı olduğu için, bu işareti en iyi kavrayan insanlardı. Şiir ve söylentilerinde, sevgi ve saygı ile söz edilirdi!
"Oysa onlar, daha önce üzerlerine yağmur yağdırılmasından iyice ümitlerini kesmişlerdi."
Bu ifade onları umutsuzluk ve sönüklükten kurtarıp, sevinç ve hareketliliğe götüren, yağmur inmeden önceki durumlarını tesbit ediyor. "Allah'ın rahmetinin belirtilerine bir bak" onun etkileri; umutsuzluğun ardından sevince gark olmuş nefisler, sönüklüğün ardından insana gülen yeryüzü, toprak ve kalplerde harekete geçen hayatta görün.
"Allah'ın rahmetinin belirtilerine bir bak."
Kuşkusuz bu, anlaşılması için bakmak ve düşünmekten öte bir şey gerekmeyen gözle görülen somut bir gerçektir. Diğer yandan ayet bu olguyu; kendisine görünen varlık sahneleri ile somut hayat olgularını, geniş evreni tartışma alanı edinen Kur'an'i tartışma metodu içerisinde, ölümden sonra dirilme ve mezardan çıkış konusu için kanıt olarak ileri sürmektedir.
"Şüphe yok ki O, ölüleri diriltir. O her şeye kadirdir."
İşte Allah'ın rahmetinin yerdeki etkileri, bu vaadin doğruluğunu söylüyor ve bu sonucu teyid ediyor.
Bu gerçeğin belirlenmesinin ardından, su yüklü rüzgârlarla müjdeleşen ve gökten indiğinde Allah'ın rahmetinin verileriyle rahatlığa kavuşan toplumun durumunun tasvirine yöneliyor... Rüzgârları, su ve bulut değil de toprak ve kum taşımasından ötürü -bu tarım ve hayvancılığı mahveden bir rüzgâr- sarı olarak veya onun etkisiyle yeşillikleri sararır gördükleri zamanki durumlarının tasviri yönünde ilerliyor.
"Andolsun bir rüzgâr göndersek de ekini sararmış görseler, hemen nankörlüğe başlarlar."
Allah'ın hükmüne teslim olup, belayı kaldırması için boyun eğerek O'na yönelecekleri yerde, kızgınlık ve umutsuzluğa kapılarak nankörlük ederler. Bu, Allah'ın takdirine inanmayan, basiretle Allah'ın tedbirindeki hikmetine yönelmeyen ve tümüyle bu evreni düzenleyen, birbiri ile bağlantılı cüzlerden oluşan varlığın kapsamlı düzeni çerçevesinde her olay ve pozisyonu takdir eden, olayların arkasındaki Allah'ın elini göremeyenlerin durumudur.

GÖRENLER VE KÖRLER

İnsanların, psikolojik eğilimlerinin güdümünde dengelerini kaybetmelerini, çevrelerindeki varlıkta somut olarak görürler. Allah'ın ayetlerinden ders almamaları, gördükleri olaylar ve oluşumların arkasındaki Allah'ın hikmetini kavrayamamalarının tasvirinde ulaşılan bu noktada hitabı, Allah'ın Resulüne yöneltiyor. Çevresindekilerin hidayete erdirilmeleri yönündeki gayretinin onların ekseriyetinde başarısız kalması konusunda O'nu teselli ediyor. Ve bunu, onların değişmeyen yapılarına ve basiretlerinin aşınması ile körlüklerine bağlıyor:



52- Ey Muhammed! Sen ölülere işittiremezsin; arkalarını dönüp giden sağırlara da çağrını işittiremezsin.


53- Ve sen, körleri de sapıklıklarından çıkarıp yola getiremezsin. Sen ancak ayetlerimize inananlara işittirirsin de onlar müslüman olurlar.

Varlık bütünüyle iletişimini kaybettiği için, onun yasaları ve sistemlerini kavrayamayan ölüdür. Onda hayat yoktur. Ondaki hayat hayvansal bir hayattır, hatta ondan daha sapık ve daha düzeysiz bir hayattır. Hayvan; ona çok az ihanet eden yapısıyla yolunu bulabilmektedir. Kalplere işleyen Allah'ın ayetlerini duyduğunda icabet etmeyen sağırın sağırıdır. Ses titreşimlerini işiten iki kulağı olsa da! Varlığı tüm pozisyonlarını kapsayan Allah'ın işaretlerini görmeyen, bir hayvan olarak iki gözü olsa da kördür!
"Sen ancak, ayetlerimize inananlara işittirirsin de onlar da müslüman olurlar."
İşte çağrıyı işitenler bunlardır. Çünkü kalpleri diri, sağduyuları açık ve kavrama yetkileri sağlamdır. Dolayısıyla onlar işitiyor ve müslüman oluyorlar. Çağrının yaptığı sadece yapılarını uyarmadır, onlar hemen karşılık veriyorlar.

ETKİLEYİCİ BİR GEZİNTİ

Surenin akışı onları yeni bir gezintiye çıkarmaya yöneliyor. Bu dış dünyanın sahnelerinde değil, kendi özlerinin içeriği ve yeryüzündeki yaratılış aşamalarında gerçekleşecek. Gezi sonunda, ahiret hayatı ve iki hayat arasındaki güçlü bağlantıya uzanıyor:


54- Sizi güçsüz olarak yaratan, güçsüzlükten sonra kuvvetli yapan, sonra da kuvvetliliğin ardından güçsüz ve ihtiyar yapan Allah'dır., Çünkü O, dilediğini yaratır; bilendir ve kudret sahibidir.


55- Kıyamet koptuğu gün, suçlular dünyada bir saatten fazla kalmadıklarına yemin ederler. İşte onlar dünyada da aldatılıp haktan böyle dönüyorlardı.


56- Kendilerine bilgi ve iman verilenler dediler ki; "Andolsun siz, Allah'ın yazgısınca tayin edilen yeniden dirilme gününe kadar kaldınız. İşte bu yeniden dirilme günüdür. Fakat siz bilmiyordunuz. "


57- Artık zulmedenlere o gün mazeretleri fayda vermeyecek, onlardan Allah'ı hoşnut etmeleri de istenmez.

Uzun bir gezinti. Başlangıç bölümlerini, yaşadıkları hayatta görüyorlar. Son bölümlerini ise, sanki önlerindeymiş duygusu veren tasvirlerde görüyorlar. Doğrusu bu; kalbi olan, tanık olan ve kulak verenleri doğrudan etkileyecek bir gezi.
"Sizi güçsüzlükten yaratan" sizi güçsüz olarak veya güçsüz durumda yarattı demiyor da "sizi güçsüzlükten yaratan" diyor. Sanki yapılarının oluştuğu hammaddeleri güçsüzlüktür... Ayetin değindiği bu `güçsüzlük' insanın yaratılmasında çeşitli aşamalar ve anlamlara temel oluşturur.
O, ceninin oluştuğu ince küçük hücrede temsil edilirken güçsüzdür. Ardından gelen cenin ve aşamaları döneminde ve ta gençlik dönemine kadar olan çocukluk döneminde de güçsüzdür.
Diğer yandan yaratıldığı madde açısından da güçsüzdür. Eğer çamur, Allah'ın ruhundan üflediği soluk olmasa idi, maddesellik veya hayvansallık düzeyinde kalacaktı. Bu da insanlığı oluşturan yapıya kıyasla çok zayıftır.
O, iç dürtüler, eğilimler, şehvetler ve arzular karşısında psikolojik yapı açısından da güçsüzdür. Eğer yüce soluk ve bu bünyede yarattığı irade gücü ve yetenekleri olmasaydı, bu varlık içgüdüye mahkûm hayvandan daha güçsüz kalırdı.
"Sizi güçsüzlükten yaratan, güçsüzlükten sonra kuvvetli yapan." Güçsüzlüğün güce dönüştürülmesi olayında, organik, insana özgü, psikolojik yapılar ve düşünsel oluşuma ilişkin tüm güçsüzlük öğeleri dönüşmüştür.
"Sonra da kuvvetliliğin ardından güçsüz ve ihtiyar yapar." İnsani yapının tümü güçsüzleştirilmiştir bu aşamada. Bilindiği gibi, ihtiyarlık tüm görünümleriyle çoğunluğa dönüşür. Kimi durumlarda ona, irade güçsüzleşmesinden kaynaklanan psikolojik çöküş eşlik eder. O kadar ki, kimi kez o da çocuk gibi coşkuya kapılır, iradesi onu koruyamaz. İhtiyarlıkta saçlar ağarır. Görüldüğü gibi ihtiyarlığı psikolojik ve nesnel açılardan tüm yönleriyle veriyor.
Bu evrelerden kimse kurtulamaz. Ömrü oldukça bu aşamalar hiçbir kimsede işlevlerinden geri kalmaz, yavaşlamaz ve kararlaştırılan düzenin dışında da gelmezler. Evreler insan yaratığını dönüşümlü olarak ele alırlar. Ki dilediğini yaratan, dilediği kaderi belirleyen, güvenilir bilgi ve duyarlı takdir çerçevesinde tüm yaratıklar için ecellerini, vaziyetlerini ve yaşam aşamalarını kararlaştıran bir avucun içinde olduğunu anlasın. "O dilediğini yaratır, O bilendir ve kudret sahibidir."
Bu planlanmış kusursuz yaratmanın, gene planlanmış bir sonu olması gerekir. Bu sonu, Kur'ani metodla, hareket ve diyalog yüklü kıyamet sahnelerinden bir sahnede veriyor:
"Kıyamet koptuğu gün, suçlular dünyada bir saatten fazla kalmadıklarına yemin ederler."
Kavrayışlarında o günün dışındaki zamanlar o ölçüde değersizleşirler ki, dünyada kısa bir anın dışında kalmadıklarına yemin ederler. Kalışlarının yeryüzünde diri ve ölü olarak geçirdikleri zamanın tümü olabildiği gibi, yeminlerinin mezarda kalış süreleri için söylenmiş olması olasılığı da vardır. "İşte onlar dünyada da aldatılıp haktan böyle dönüyorlardı." Doğru bilgi sahipleri onları doğru değerlendirmeye iletseler bile, haktan ve doğru değerlendirmeden ayrılıyorlardı:
Kendilerine bilgi ve iman verilenler dediler ki; "Andolsun siz, Allah'ın yazgısınca tayin edilen yeniden dirilme gününe kadar kaldınız. İşte bu yeniden dirilme günüdür. Fakat siz bilmiyordunuz."
Sözü edilen bu bilgi sahipleri, kıyamet gününe iman eden, dünya hayatının dış görünüşünün ötesini kavrayan mü'minler olup, gerçek bilgi etkin iman ehli onlardır. İşte onlar işi Allah'ın takdiri ve bilgisine dayandırmaktalar. Kendilerine bilgi ve iman verilenler dediler ki:
İste bu, o planlanmış andır. Uzun veya kısa olması önemli değildir. Kuşku yoktur ki, bu, o vaad edilen buluşma zamanıdır ve gerçekleşecektir.
"İşte bu yeniden dirilme günüdür. Fakat siz bilmiyordunuz."
Perde, din gününü yalanlayan zalimlerin başlarına gelenleri tasvir eden latif, özet ve genel bir yargıya ulaştırarak kapanıyor.
"Artık zulmedenlere o gün mazeretleri fayda vermeyecek, onlardan Allah'ı hoşnut etmeleri de istenmez."
Artık mazeretleri kabul edilmez, kimse yaptıkları konusunda onları uyarmaz veya özür dilemelerini istemez. Çünkü bu, uyarma değil, cezalandırma günüdür.
Onları bu umut kırıcı, can sıkıcı tablodan, içinde bulundukları inat ve yalanlamaya çeviriyor ki; seyrettikleri tablo bu inat ve yalanlamanın sonucu idi:


58- Andolsun; biz bu Kur'an'da insanlara her çeşit misali getirip anlattık. Onlara bir ayet getirdiğin zaman inkâr edenler; "Siz ancak geleneklerinizi iptal edenlerden başkası değilsiniz " derler.


59- İşte Allah, bilmeyenlerin kalplerini böyle mühürler.

Zaman ve mekân açısından çok farklı bir konuya geçiliyor, fakat anlatımın akışı içinde yakının yakınıymış gibi geliyor. Zaman, mekân dürülüyor bir de bakıyorlar ki, bir kere daha Kur'an'ın önündeler ve O'nda her örnek, her türlü hitap, kalpleri akılları uyarmak için her vasıta, derinden etkileyen ilham veren dokunuşlar mevcut. Yine O, her ortamda, her yörede, her akla ve her kalbe hitap ediyor. Fakat durumlarını ve hayat evrelerinin her birinde insan psikolojisine hitap ediyor. Fakat onlar -tüm bunlara karşın- her ayeti yalanlıyorlar. Yalanlamakla da yetinmiyor, gerçek bilgi sahiplerine saldırıyor, onlar hakkında: "Sïz ancak geleneklerinizi iptal edenlerden başkası değilsiniz" derler.
"İşte Allah, bilmeyenlerin kalplerini böyle mühürler."
İşte böyle. Kalplerinin ışığı sönmüş bilmeyenlerin, bu gidiş ve tutulan yoldan ötürü sağduyuları Allah'ın ayetlerini kavramaya açılmadığından bilgi ve hidayet ehline saldırmaktalar. Allah'ın göz ve kalplerinin durumunu bilmesine karşın, işin iç yüzünü kavrama yetkilerini körleştirmesi ve kalplerini damgala-masını hak ediyorlar da! ..

SABIR VE SONUÇ

Müşriklerle, evren, tarih, kendi özleri ve hayat evrelerinde geçen bu gezintilerin ve onların tüm bunlara karşın, küfür ve büyüklenmelerini sürdürmelerinin ardından suredeki son vurgu geliyor... Son vurgu Peygamberimiz ve O'nunla birlikte olan mü'minlerin kalplerine bir yön verme görünümünde geliyor:

60- Sen şimdi sabret. Bil ki, Allah'ın sözü gerçektir. Ïnanmayanlar seni telaşa ve gevşekliğe düşürmesinler.

Kimi durumlarda sonsuz görünen uzun dikenli yolda, mü'minlerin azığı; sabır, Allah'ın hak vaadine güven ve tedirginlik duymadan, sarsılmadan, şaşırmadan ve kuşkuya kapılmadan direnmedir. Diğerlerinin sarsılmaları, hakkı yalanlamaları ve Allah'ın vaadi konusunda kuşkuya kapılmalarına karşın sabır, güven ve direnme... Farklılığın nedeni, onların bilgi ve kesin imana ulaşma sebeplerinden yoksun oluşları... Allah'ın ipi ile bağlantıyı sürdürmeyi başaran ve ona tutunmuş olan mü'minlerin izleyecekleri yol; ne ölçüde uzun, sis ve bulutlardan ötürü ne ölçüde de sonu görünmez olursa olsun doğal olarak sabır, Allah'ın vaadine güvenme ve zorluklara direnme yoludur!
Birkaç yıl içinde Rumlar'ın ve mü'minlerin zafer kazanacaklarına ilişkin Allah'ın vaadi ile başlayan sure, Allah'ın vaadi gelene dek sabredilmesi ve inanmayanların imanı sarsma girişimlerine karşı direnilmesi buyruğuyla sona eriyor.
Görüldüğü gibi başlangıç ve sonuç bir uyum oluşturmaktalar. Sure sona ererken kalpte; Allah'ın vaadinin doğruluğu ve zayıflamaz, sarsılmaz kesin inancı, güçlü biçimde pekiştiren bir vurguyla kalıyor.
Alıntı ile Cevapla