Tekil Mesaj gösterimi
Alt 08 Ekim 2008, 12:32   Mesaj No:3

Emekdar Üye

Medineweb Emekdarı
Emekdar Üye - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
Durumu:Emekdar Üye isimli Üye şimdilik offline konumundadır
Medine No : 16627
Üyelik T.: 11 Şubat 2012
Arkadaşları:2
Cinsiyet:
Yaş:48
Mesaj: 4.079
Konular: 315
Beğenildi:49
Beğendi:0
Takdirleri:149
Takdir Et:
Standart Cvp: Fizilalil Kuran Ankebut Suresi Tefsiri

Kıssanın akışı içinde, genelde iman davasını inkâr eden tüm kâfirlere, özelde de Hz. İbrahim'in -selâm üzerine olsun- soydaşlarına yönelik bu ara hitaptan sonra, ayeti kerime Hz. İbrahim'in soydaşlarının verdiği cevabı açıklamaya dönüyor. Bu gerçekler karşısında onların verdiği cevap oldukça tuhaf ve ilginç olarak beliriyor. Küfür ve zorbalığın sahip olduğu maddi güç ve iktidara güvenerek büyüklük taslayışı, övünmesi şaşkınlık verici bir tutum olarak gözler önüne seriliyor!



24- Soydaşlarının İbrahim'e verdikleri cevap sadece "Bu adamı öldürünüz, ya da yakınız " biçiminde oldu. Fakat Allah onu ateşte yanmaktan kurtardı. Hiç kuşkusuz bu olayda mü'minlerin alacakları birçok ders vardır.

Öldürün bu adamı ya da yakın... İşte Hz. İbrahim'in -selâm üzerine olsun biraz önce davetin sunuluşu açısından son derece yararlı olduğunu belirttiğimiz tarzda kalplerine ve akıllarına yönelttiği açık, sade ve anlaşılır çağrıya verdikleri cevap buydu.
Azgın tağutlar çirkin yüzlerini gösterdikleri için ve İbrahim peygamber de bu azgınlığı savıp, ondan korunamadığı için, üstelik kendisini koruyacak bir çevresi ve maddi gücü bulunmadığı için, kudret eli olaya açıkça müdahale ediyor. İnsanlara göre alışılmışın dışında olan olağanüstü bir mucize ile işe el koyuyor!
"Fakat Allah onu ateşte yanmaktan kurtardı."
Hiç kuşkusuz Hz. İbrahim'in olağanüstü bir şekilde ateşten kurtuluşu, kalplerini imana hazırlayanlar için bir mucizedir. Ne var ki, onun soydaşları bu olağanüstü mucizeye rağmen ona inanmamıştı. Bu da gösteriyor ki, mucizeler, olağanüstü olaylar insanları doğru yola iletmezler. İnsanların mü'min olmalarını sağlayan, onların doğru yola girmeye ve iman etmeye olan yatkınlıklarıdır.
"Hiç kuşkusuz bu olayda mü'minlerin alacakları birçok ders vardır."
Bu olaydan çıkarılacak birinci ders; Hz. İbrahim'in ateşte yanmaktan kurtulmasıdır. İkincisi ise, yüce Allah'ın kurtulmasını istediği yalnız bir adama azgın zorbaların, eziyet edememeleridir. Üçüncü ders ise, mucizenin taşlaşmış inatçı kalpleri doğru yola iletemediği gerçeğidir. Davet hareketlerinin tarihini, kalplerin yönlendirilmesini, sapıklık ve hidayet etkenlerini araştırmak isteyenler bunun üzerinde uzun uzun düşünmelidirler.
Kıssanın akışı, Hz. İbrahim'in -selâm üzerine olsun- ateşte yanmaktan kurtulmasından sonraki gelişmeleri de aktararak devam ediyor. Hz. İbrahim, apaçık mucizenin bile kalplerini yumuşatmadığı soydaşlarından ümidini kesmiştir artık. Bu yüzden onlarla her türlü ilişkiyi kesmeden önce içinde bulundukları durumu olduğu gibi belirterek onlara karşılık veriyor!



25- İbrahim soydaşlarına dedi ki; "Sizler dünya hayatında birbirinizin hatırı için Allah'ı bir yana bırakarak putları ilah edindiniz. Ama ilerde kıyamet günü birbirinizi tanımazlıktan gelecek, birbirinize lânet okuyacaksınız. Varacağınız yer cehennemdir. Orada size yardım elini uzatan hiçbir kimse olmayacaktır.

Hz. İbrahim onlara şöyle diyor! Sizler Allah'ı bir yana bırakarak birtakım putları, heykelleri ilah edindiniz. Ama bu davranışınız o düzmece tanrılara ibadet etmenin yerinde olduğuna inandığınızdan yahut bu konuya ilişkin olarak kuşkudan uzak bir düşünceye sahip olduğunuzdan kaynaklanmıyor. Bu putlara ibadet ederken amacınız birbirinize hoş görünmektir. Yekdiğerinizi memnun etmektir. Siz gerçeği açıkça gördüğünüz halde arkadaşınızın ibadet ederek yöneldiği putu bırakmak istemiyorsunuz. Sırf aranızdaki sevgiyi korumak için, sırf birbirinizin hatırı için gerçeğin ve ilahi inanç sisteminin aksine bir tutum içindesiniz... Böyle bir durum inanç sistemini ciddiye almayan toplumlarda ortaya çıkar. Böylece toplumlarda kişi arkadaşını hoşnut etmek için inancından ödün verir. Arkadaşına muhalefet etmektense, inancın ilkelerini çiğnemeyi göze alır, onları daha önemsiz görür. Oysa inanç sistemi son derece ciddi ve önemlidir. Gevşekliği, başkalarını hoşnut etme uğruna onda ödün vermeyi, gereken önemi vermemeyi kesinlikle kabul etmez.
Sonra Hz. İbrahim onların ahiretteki durumlarını ortaya koyuyor. Bu sefer, inanç sisteminden ödün verme pahasına zarar görmesinden çekindikleri, sırf bunun için putlara ibadet etmeyi sürdürdükleri, onları korudukları sevgi ve arkadaşlık kıyamet günü düşmanlığa, lânetleşmeye ve ayrılığa dönüşüyor.
"Kıyamet günü birbirinizi tanımazlıktan gelecek, birbirinize lânet okuyacaksınız."
O gün liderler, kendilerini izleyenler, tanımazlıktan gelecekler. Dostlar birbirlerini inkâr edecekler. Her grup arkadaşını kendisini saptırmakla, yoldan çıkarmakla suçlayacaktır. Her azgın kendisini azdıran arkadaşına lânet okuyacaktır.
Üstelik bu küfürleşme ve lânetleşmeler hiçbir işe yaramayacak, hiç kimsenin azap görmesine engel olamayacaktır!
"Varacağınız yer cehennemdir. Orada size yardım elini uzatan hiçbir kimse olmayacaktır."
İbrahim'i içine atıp yakmak istedikleri, ama yüce Allah'ın yardım elini uzatıp kurtardığı ateşe kendileri gireceklerdir. Fakat kendilerine yardım elini uzatan hiç kimse olmayacaktır, ateşte yanmaktan kurtulamayacaklardır.
Hz. İbrahim'in soydaşlarına yönelik çağrısı ve hiçbir kuşkuya yer vermeyen somut mucize,. kendi karısının dışında Lût adında birinin kendisine inanması ile sonuçlanıyor. Bazı rivayetlerde belirtildiğine göre Lût peygamber, Hz. İbrahim'in kardeşinin oğludur. Hz. Lût, İbrahim peygamberle birlikte Irak Keldanileri'nin yaşadığı Ur kentinden Ürdün'ün öte yakasına göç etmiş ve ikisi oraya yerleşmiştir!


26- Bunun üzerine Lût ona inandı ve soydaşlarına "Ben sizden uzaklaşıp Rabb'ime gidiyorum. Hiç kuşkusuz O üstün iradelidir ve her yaptığı yerindedir" dedi.

Burada Hz. Lût'un niçin yurdunu terk edip hicret ettiğini anlamak için söylediği şu sözün üzerinde durmak istiyoruz! "Ben sizden uzaklaşıp Rabb'ime gidiyorum." Hz. Lût, müşriklerin baskısından kurtulmak için hicret etmiyor. Herhangi bir bölgeye yerleşmek ya da maddi bir kazanç elde etmek yahut ticari avantaj sağlamak amacı ile yurdunu bırakıp göç etmiyor. Sadece Rabb'ine hicret ediyor. O'na yakın olmak, O'nun korusuna sığınmak için hicret ediyor. Eti ve kanıyla hicret etmeden önce kalbi ile, inancı ile hicret ediyor. Herhangi bir şekilde soydaşlarının hidayet ve imana olumlu yaklaşmalarına ilişkin en ufak bir umut kırıntısı kalmadıktan sonra küfür ve sapıklık ülkesinden uzak ibadetini, kalbini ve tüm varlığını Rabb'ine özgü kılmak için O'na doğru hicret ediyor.
Yüce Allah, Hz. İbrahim'e -selâm üzerine olsun- geride bıraktığı yurdunun, soydaşlarının ve ailesinin yerine, içindeki canlı-cansız tüm varlıklarla birlikte yeryüzüne varis olacağı güne kadar Allah'ın mesajını insanlara sunacak bir soy bahşediyor. Nitekim Hz. İbrahim'den sonra gönderilen tüm peygamberler ve bütün davet hareketleri onun soyunun arasından çıkmıştır. Bu ise, hem dünyada hem de ahirette kaybedilenlere karşılık elde edilen büyük bir ödüldür.

27- İbrahim'e İshak'ı ve Yakub'u armağan ettik. O'nun soyuna peygamberlik ve kitap sunduk. O'nu dünyada ödüllendirdiğimiz gibi hiç kuşkusuz ahirette de iyi kullarımız arasındadır.

Hiç kuşkusuz bu, büyük bir lütuf, sonsuz bir bağıştır. Bu bağışta, her şeyiyle Allah'a adanmanın somut örneği olan; azgınların ateşte yakmak için etrafını kuşattığı buna karşılık çevresindeki her şeyin esenlik ve serinliğe, bağış ve nimete dönüştüğü bu adama yönelik Allah'ın hoşnutluğu belirginleşmektedir. Elbette bu ödül onun yaptıklarına yakışır bir karşılıktır.
Daha sonra, İbrahim kıssasının ardından Lût peygamberin kıssası yer alıyor. Kıssa, Hz. Lût'un, Hz. İbrahim'le birlikte Rabb'ine hicret edip Ürdün vadisinde konaklamalarından sonra Hz. Lût'un, yalnız başına ölü denizin ya da kendisinden sonrakï adıyla Lût gölünün kıyısına yerleşmiş kabilelerden birinin arasına katılıp yaşamını sürdürmesinden sonraki gelişmeleri içeriyor. Hz. 1ût'un aralarına katıldığı kabile Sodom kentinde yaşıyordu. Hz. Lût da uzun süre aralarında kalmaktan dolayı onlardan biri olmuştu.
Daha sonra bu toplumda tuhaf anormallikler baş gösterdi. Kur'an-ı Kerim böyle bir olayın insanlık tarihinde ilk kez meydana geldiğini belirtmektedir. Bu anormallik, yüce Allah'ın erkekler için yarattığı kadınlar yerine erkeklere karşı duyulan sapık cinsel eğilimdi. Oysa yüce Allah, her iki cinsi, aralarında bütün canlı türlerinde geçerli olan normal fıtri eğilime uygun olacak nesil yoluyla hayatın devamını garantileyen üretici doğal birleşmeler gerçekleştirsinler diye yaratmıştır. Çünkü yüce Allah bütün canlıları,dişi ve erkek olmak üzere çift çift yaratmıştır. Dolayısıyla Lût kavminden önce böyle bir anormallik, aynı cinse karşı duyulan böyle bir sapık eşcinsel eğilim görülmüş değildi.



28- Lût'u da peygamber olarak gönderdik. Hani o soydaşlarına şöyle demişti: "Sizler kesinlikle şimdiye kadar hiç kimsenin işlemediği, iğrenç bir eylemi yapıyorsunuz. "


29- "Sizler, kadınları bırakıp erkek-erkeğe cinsel ilişkide bulunuyor, kervanların yolunu kesiyor ve aranızda düzenlediğiniz toplantılarda o çirkin eylemi işliyorsunuz. Öyle mi?" Soydaşlarının tek cevabı "Eğer doğru söylüyorsan, Allah'ın azabını başımıza getir bakalım " demeleri oldu.


30- Lut dedi ki; "Rabb'im, şu bozgunculara karşı bana yardım et. "

Hz. Lût'un onlara yönelik sözlerinden kavminin arasında her türlü bozgunculuğun kol gezdiği anlaşılıyor. Onlar o güne kadar hiçbir insanın işlemediği anormal ve iğrenç bir eylem işliyorlardı.
Erkek-erkeğe cinsel ilişkide bulunuyorlardı. Bu ise fıtratın kökten bozulduğunu, sapıttığını gösteren iğrenç ve anormal bir eylemdir. Çünkü fıtrat kimi zaman kadınlarla normal ve temiz ili kinin sınırını aşmakla bozulabilir. Bu tür bir suç çirkin bir eylemdir. Ama yine de fıtri çerçeve içinde, onun mantığına uygun bir eylemdir. Fakat Lût kavminin gerçekleştirdiği öteki anormal ilişki ise, bütün canlıların fıtri eğilimlerinden uzaklaşmadır. İnsanın, hem ruhsal, hem de organik yapısının bozulmasıdır. Yüce Allah, en büyük hayat çizgisi ile âhenk oluşturacak şekilde iki eş arasındaki cinsel ilişkiye bir lezzet vermiştir. Aynı şekilde bu büyük hayat çizgisinin devamını da bu birleşmenin ürünü olan nesle bağlı kılınıyor. Yine bu ahenge uygun olarak her iki cinsi bu birleşmeden hem ruhsal, hem de bedensel olarak lezzet alabilecekleri yeteneklerle donatmıştır. Fakat bu anormal ilişkinin amacı yoktur. Bu tür bir ilişkinin herhangi bir amacının olmayışına bağlı olarak yüce Allah insan fıtratını bundan zevk alacak özellikte yaratmamıştır. Eğer bir insan bu tür bir ilişkiden zevk alıyorsa bunun anlamı, o insanın fıtrat çizgisinden nihai olarak sıyrıldığı, hayat çizgisi ile uyuşmayacak şekilde çarpık bir tabiata büründüğü, tersyüz olduğudur.
Ayrıca yolları kesip, soygunculuk yapıyorlardı. Gelip geçenleri korkutuyor, etrafa dehşet saçıyorlardı. Yakaladıkları erkeklere zorla tecavüz ediyorlardı. Bu ise, talan, soygunculuk ve yeryüzünde bozgunculuk yapmak gibi eylemlerin yanında, kötülük bakımından ilkinden bir adım daha ilerde bir kötülüktür.
Öte yandan bu iğrenç eylemi kendi aralarında düzenledikleri toplantılarda gerçekleştiriyorlardı. Açıktan açığa, hep beraber, birbirlerinden utanmayan toplu halde işliyorlardı. Bu ise kötülük bakımından daha ileri bir derecedir. Fıtratın büsbütün bozulmasıdır, dejenere olmasıdır. Artık düzelmesi mümkün olmayacak şekilde insanın rezaletle, iğrençlikle övünç duymasıdır.
Burada kıssa özetle sunuluyor. Ancak öyle anlaşılıyor ki, Hz. Lût önce onlara emrediyor, güzellikle bu eylemlerine engel olmak istiyor. Onlar ise bu eylemlerinde ısrar ediyorlar. Bu sefer Hz. Lût onları Allah'ın azabı ile korkutuyor, işledikleri bu büyük suçun iğrençliğini yüzlerine vuruyor!
"Soydaşlarının tek cevabı `Eğer doğru söylüyorsan, Allah'ın azabını başımıza getir bakalım' demeleri oldu."
Bu söz, uyarıya karşı küstahlıkta bulunmanın, uyarıyı yalanlamakla birlikte tehditlere meydan okumanın, dönüşü imkânsız bir kaçışın ifadesidir . Peygamberleri de elinden geleni yapmış ve Rabb'inden son olarak yardım dilemek üzere O'na yönelmekten başka yapacak bir şeyi kalmamıştır!
"Lût dedi ki; `Rabb'im şu bozgunculara karşı bana yardım et."
Burada Lût'un duasının üzerine perde iniyor ve duaya verilen cevabın sunulduğu sahne açılıyor. Bu arada Hz. Lût'un duasının karşılığı olarak kavminin işlediği iğrenç suçun cezasını infaz etmek üzere görevlendirilen melekler yolda Hz. İbrahim'e konuk oluyorlar. Daha önce kısır olan eşinden salih bir evlâdının olacağını müjdeliyorlar!



31- Elçilerimiz İbrahim'e oğlu olacağına ilişkin müjde ile geldiklerinde "Biz şu kentin halkını yok edeceğiz, çünkü oranın halkı zalimdir" dediler.


32- İbrahim "Ama orada Lût var" deyince, elçiler şöyle dediler: "Biz orada kimlerin olduğunu herkesten iyi biliyoruz. Lût'u ve yakınlarını kurtaracağız. Yalnız eşi orada kalarak azaba çarpılanlardan olacaktır. "

Bu sahnede, Hz. İbrahim'in yanındaki meleklere değinerek kısaca geçiliyor. Çünkü amaç, bu sahneyi detaylı olarak sunmak değildir. Daha önce İbrahim kıssasında yüce Allah'ın ona İshak ve Yakub'u evlât olarak bahşettiğine değinilmiştir. Burada ise, müjdeye konu olan İshak'ın doğuşudur. Bu yüzden kıssa ayrıntılı olarak sunulmuyor. Çünkü güdülen amaç burada Lût'un kıssasını tamamlamaktır. Meleklerin İbrahim'e uğramalarının amacının ona bir müjde vermek olduğuna değinilmişti. Sonra melekler ona asıl görevlerinin ne olduğunu bildiriyorlar.
"Biz şu kentin halkını yok edeceğiz, çünkü oranın halkı zalimdir dediler."
Hz. İbrahim'in duyarlılığı ve yumuşaklığı kendini gösteriyor ve meleklere o kentte Lût'un bulunduğunu, onunsa zalim biri olmayıp tam tersine salih bir insan olduğunu anlatmaya başlıyor.
Melekler onu rahatlatacak bir cevap vererek görevlerinin bilincinde olduklarını ve bunu herkesten daha iyi bildiklerini vurguluyorlar.
"Elçiler şöyle dediler; Biz orada kimlerin olduğunu herkesten iyi biliyoruz. Lût'u ve yakınlarını kurtaracağız. Yalnız eşi orada azaba çarpılanlardan olacaktır."
Çünkü karısının gönlü onun kavminden yanaydı. Onların çürümelerini ve sapıklıklarını onaylıyordu. Bu ise, tuhaf bir durumdu.
Sonra ayetlerin akışı üçüncü sahneye geçiyor. Bu sahnede Hz. Lût yer alıyor. Melekler de güzel, parlak delikanlılar görünümünde yanına gelmişler. O ise kavminin yaygın sapıklığını ve bu konukları bekleyen kötülüğü, üstelik onlara engel olamayacağını biliyor. Bu yüzden canı sıkılıyor, bu kötü şartlar altın-dayken konuklarının gelmiş olmasından huzursuz oluyor!



33- Elçilerimiz yanına varınca Lût'un canı sıkıldı, gelişleri yüzünden telaşa kapıldı. Bunun üzerine elçilerimiz ona dediler ki; "Korkma, tasalanma. Biz seni ve yakınlarını kurtaracağız. Yalnız eşin geride kalıp azaba çarpılanlardan olacaktır. "


34- "Biz bu kent halkının iğrenç sapıklığı yüzünden başlarına gökten ağır bir azap yağdıracağız. "


35- Biz o yıkık kentten, geriye düşünen kimselerin ders çıkarmalarına yarayacak belirgin izler bıraktık.

Burada Lût'un kavminin hastalık derecesine varan sapıklığın ateşiyle yanarak konuklara saldırmalarına, Hz. Lût'un onlarla söz düellosuna girmesine kısaca değiniliyor ve hemen olayın sonu sunuluyor. Melekler Hz. Lût'a gerçek kimliklerini açıklıyorlar. O bu sıkıntı içindeyken, canı bu kadar sıkılmışken ne için görevlendirildiklerini ona anlatıyorlar!
Bunun üzerine elçilerimiz ona dediler ki; "Korkma, tasalanma. Biz seni ve yakınlarını kurtaracağız. Yalnız eşin geride kalıp azaba çarpılanlardan olacaktır."
"Biz bu kent halkının iğrenç sapıklığı yüzünden, başlarına gökten ağır bir azap yağdıracağız."
Bu ayet, Hz. Lût ve ona inanan ailesi hariç, içinde oturanlarla birlikte o kentin yıkılış sahnesini canlandırıyor. Bu yıkılma sahnesi, yağmurlar ve çamura bulaşmış taşlarla gerçekleşmişti. Öyle anlaşılıyor ki, bu kenti altüst edip yutan felâket, volkanik bir patlamaydı. Bu patlamayla birlikte fışkıran lavlàr
üzerlerine yağmıştı.
Bu yıkılışın izleri halâ gözler önündedir. Yüzyıllardan beri aklını kullanıp düşünecek kimselere Allah'ın gücünün ayetlerinden söz etmektedir.
"Biz o yıkık kentten, geriye düşünen kimselerin ders çıkarmalarına yarayacak belirgin izler bıraktık."
Hiç kuşkusuz bu akıbet; bozulan, kokuşan ve ne meyve vermesi ne de yaşaması mümkün olmayan, kesilip yakılmaktan başka bir işe yaramayan bu pis ağaç için doğaldı.



HZ. ŞUAYB VE DAVETİ


36- Medyenliler'e de kardeşleri Şuayb'ı peygamber olarak gönderdik. Şuayb dedi ki; "Ey soydaşlarım, Allah'a kulluk sununuz, ahiret gününü hiç aklınızdan çıkarmayınız, yeryüzünde kargaşa çıkarıp dirliği bozmayınız. "


37- Fakat Medyenliler Şuayb'ı yalanladılar. Bunun üzerine ani bir yer sarsıntısına tutuldular da oldukları yerde yığılıp kalıverdiler.

Bunlar bütün peygamberlerin sunduğu mesajın bir olduğunu, insanların uymasını istedikleri inanç sisteminin özde bir olduğunu açıkça gösteren işaretlerdir. "Allah'a kulluk sununuz, ahiret gününü hiç aklınızdan çıkarmayınız." Gelmiş geçmiş tüm peygamberlerin sunduğu inanç sisteminin temel ilkesi tek ve ortaksız Allah'a kulluktur. Ahiret gününü akıldan çıkarmamak ise, insanların eksik tartmak ve ölçmek, haram kazanç elde etmek, ticaret amacı ile yolda gelip geçenlerin mallarına el koymak, insanlara eşya satarken onları aldatmak, yeryüzünde bozgunculuk yapmak ve Allah'ın kullarının haklarını çiğnemek gibi dünya hayatından bekledikleri duyguların değişmesi için bir garantidir.
Daha sonra kısaca peygamberlerini yalanladıkları, bu yüzden yüce Allah'ın peygamberleri yalanlayan toplumları cezalandırmaya ilişkin yasası uyarınca suçüstü yakalanıp yok edildikleri, yurtlarının yerle bir edildiği belirtiliyor:
"Bunun üzerine ani bir yer sarsıntısına tutuldular da oldukları yerde yığılıp kalıverdiler."
Onların ödlerini kopartan ve onları çarpılmış gibi hareketsiz bırakan, böylece evlerinde yığılıp kalmalarına neden olan korkunç gürültüden sonra yurtlarını şiddetle sarsıp yerle bir eden dehşet verici yer sarsıntısına ilişkin açıklama daha önce geçmişti. Hiç kuşkusuz bu ani gürültü onların insanları korkutup etrafa dehşet saçmalarına uygun bir karşılıktır. Nitekim onlar aniden ve nara atarak insanlara saldırırlardı.
Aynı şekilde Ad ve Semud kavimlerinin yerle bir edilişlerine de işaret ediliyor.



38- Adoğulları ile Semudoğulları'nı da yok ettik. Bunu vaktiyle oturdukları evlerin yıkıntıları size açıkça göstermektedir. Şeytan onlara işledikleri kötülükleri güzel göstererek kendilerini yoldan çıkardı. oysa isteselerdi gerçeği görebilirlerdi.

Ad kavmi Arap Yarımadası'nın güneyindeki Hadramut yakınlarında Ahkaf denilen bölgede yaşıyordu. Semud kavmi ise yarımadanın kuzeyindeki Vadil Kura yakınlarında Hicre denilen bölgede yaşıyordu. Ad kavmi ise, yeri-göğü titreten korkunç bir gürültü ile yerle bir edilmişti. Her iki toplumun harap olmuş yurtları Araplar tarafından biliniyordu. Ticaret amacı ile gerçekleştirdikleri yaz ve kış yolculuklarında buralardan geçiyorlardı. Bir süre sürdürülen üstünlük ve egemenlikten sonraki yok edilişin, yerle bir edilişin izlerini gözleri ile görüyorlardı.
Bu genel işaret onların sapıklıklarının sırrını gözler önüne seriyor. Bu, aynı zamanda diğer toplumların da sapıklıklarının altında yatan sırdır.
"Şeytan onlara işledikleri kötülükleri güzel göstererek kendilerini yoldan çıkardı. Oysa isteselerdi gerçeği görebilirlerdi."
Hiç kuşkusuz gerçeği kavramalarını sağlayacak akılları vardı. Doğru yola iletecek somut kanıtlar gözlerinin önünde duruyordu. Fakat şeytan onları baştan çıkarmış, işledikleri kötülükleri güzel göstermişti. Bu açık delikten girerek onları istediği gibi yönlendirmişti. Bu delik, kendi kendileri ile gurur duymaları, yaptıkları işlerle övünmeleri, sahip bulundukları maddi güç, mal ve nimetlere kanmaları idi: "Onları yoldan çıkardı." İnsanın iman etmesi ile sonuçlanan biricik doğru yola girmelerine engel oldu. Böylece fırsatı kaçırmış oldular. "Oysa isteselerdi gerçeği görebilirlerdi." Çünkü görecek gözleri, gördüklerini algılayacak kavrama yetenekleri ve akılları vardı.

BÜYÜKLENENLERİN SONU


39- Karun'u, Firavun'u ve Haman'ı yok ettik. Musa onlara açık kanıtlar getirdi. Fakat yeryüzünde büyüklük tasladılar, ama elimizden kurtulamadılar.

Karun, Hz. Musa'nın kavmi İsrailoğulları'na mensup biriydi. Sahip bulunduğu servetle ve bilgiyle onlara karşı büyüklük taslamış, azgınlaşmıştı. Kendisine iyilikte bulunmasını, dengeli hareket etmesini, alçak gönüllü olmasını, azgınlaşıp bozgunculuk yapmamasını öğütleyenlerin öğütlerini dinlememişti. Firavun ise, acımasız bir zorbaydı. Kötülüklerin en iğrencini, suçların en çirkinini işliyordu. İnsanları aşağılıyor, onları sınıflara bölüyordu. İsrailoğulları'nın erkeklerini zorbalıkla, zulümle öldürüyor, kadın1arını erkeksiz bırakmak suretiyle korkunç bir soykırım uyguluyordu. Haman ise, onun izleyeceği stratejileri belirleyen, bilgi ve becerisiyle zulüm ve diktatörlükte ona yardımcı olan veziri idi.
"Musa onlara açık kanıtlar getirdi. Fakat yeryüzünde büyüklük tasladılar."
Ama göz kamaştırıcı servetleri, caydırıcı güçleri, her şeyi en ince detayına kadar planlayan korkunç dehaları onları koruyamadı. Yüce Allah'ın onları suçüstü yakalamasına engel olamadı. Allah'ın korkunç azabından kaçıp kurtulmalarını sağlayamadı. Biraz sonra göreceğimiz gibi, yüce Allah onları suçüstü yakalayıp cezalandırdı.
"Ama elimizden kurtulamadılar."

ALLAH'IN AMANSIZ YOKEDİŞİ

İşte yüce Allah maddi güce, mal-mülke, sürekliliği ve üstünlüğü sağlayan araçlara sahip bulunan bu adamların her birini; uzun süre insanlara baskı uygulayıp eziyet ettikten sonra suçüstü yakalayıp cezalandırmıştır.



40- Her birini teker teker suçüstü yakaladık. Kimini önünde taşları savuran müthiş bir kasırgaya tuttuk, kimi korkunç bir gök gürültüsüne tutularak cansız yere düştü, kimini yerin dibine geçirdik, kimini de denizde boğduk. Allah'ın onlara zulmetmesi söz konusu değildi, fakat onlar kendilerine zulmettiler.

Ad kavmi, önünde taşları savurarak etrafı kırıp döken, çarptığı insanı öldüren korkunç bir kasırgaya tutuldu. Semud kavmi ise, insanın ödünü koparıp cansız bırakan bir gök gürültüsü ile yok edildi. Karun ve sarayı ise yerin dibine geçirildi. Firavun ve Haman da denizde boğuldular. Her biri zulmederken suçüstü yakalanıp cezalandırıldı! "Allah'ın onlara zulmetmesi söz konusu değildi; fakat onlar kendi kendilerine zulmettiler."

ÖRÜMCEK GİBİ ACİZ OLANLAR

Şimdi... Yüzyıllardan beri gelmiş geçmiş, kâfir, zalim ve fasık azgınların, diktatörlerin yerle bir edildikleri yerlerin gözlerimizin önünde bulunduğu şu anda... Ayrıca surenin baş taraflarında imtihan etmeye, denemeye ve baştan çıkarmaya ilişkin açıklamaların ardından... Evet şimdi, bu alanda çarpışan güçlerin gerçek mahiyetlerini gözler önüne sermek amacı ile bir örnek veriliyor... Kuşkusuz gerçek anlamda tek bir güç var, o da yüce Allah'ın gücüdür. Bunun dışında yaratıkların sahip bulunduğu güçler, basit ve önemsiz şeylerdir. Bu güçlere bağlanan veya sığınan biri, cılız iplerden örülü bir yuvaya sığınan zayıf-güçsüz örümcek gibidir. Örümcek de, sığındığı yuva da aynı derecede güçsüz ve çaresizdir.



41- Allah dışında başka dostlar, başka dayanaklar edinenlerin durumu; ağdan örülmüş bir yuva edinen örümceğin durumuna benzer. Hiç kuşkusuz en dayanıksız ev, örümcek yuvasıdır. Onlar keşke bunun bilincine erselerdi.


42- Hiç kuşkusuz Allah onların kendisini bir yana bırakıp ne gibi şeylere taptıklarını bilir. O üstün iradelidir ve her yaptığı yerindedir.


43- Biz insanlara bu örnekleri anlatıyoruz, ama onların anlamını bilgililerden başkası kavrayamaz.

Varlık alemindeki güçlerin gerçek mahiyetini gözler önüne seren son derece gerçekçi ve o kadar da ilginç bir tasvirdir bu. Ne yazık ki, insanlar zaman zaman bu gerçeği unuturlar. Bu yüzden, tüm değerlere ilişkin ölçüleri karışır, bütün bağlarla ilgili düşünceleri karmaşık hale gelir, ellerindeki tüm kriterler bozulur. Ne tarafa gideceklerini, neyi alıp neyi bırakacaklarını bilmez hale gelirler:
Bu durumda iktidar sahiplerinin ellerindeki caydırıcı güce aldanırlar. Bu otoriteyi yeryüzünde dilediğini yapabilen tek egemen güç sanırlar. Bu yüzden korku ile ümitle bu güce yönelirler. Ondan korkarlar, endişelenirler. Vereceği zarardan korunmak ya da onun koruyucu (!) kanatları altına girmeyi garantilemek için onu hoşnut etmeye çalışırlar.
Kimi zaman zenginliğin, mal varlığının sağladığı güce aldanırlar. Bu gücü insanların ve hayatın kaderine egemen tek güç sanırlar. Bu yüzden hem arzuyla hem de korkuyla karışık bir duyguyla mala yönelirler. Onun sayesinde üstünlük sağlamak için, tasarladıkları gibi insanların sırtlarına binmek için mal kazanmaya, servet elde etmeye çalışırlar.
Bazı kereler bilimin gücüne aldanırlar. Gücün, zenginliğin ve sahip bulunanların dilediklerini elde ettikleri, diledikleri gibi gezdikleri diğer tüm güçlerin ana kaynağının bilim olduğunu düşünürler. Bu yüzden mabedlerde ibadet eden kullar gibi koşu içinde, taparcasına bilime yönelirler.
Varlık alemindeki güçlerin gerçek mahiyetini bilmeyen insanlar bütün bu maddi güçlere aldanırlar. Fertlerin, toplumların ya da devletlerin elindeki bu güçler onların gözlerini kamaştırır, başlarını döndürür. Lambanın etrafında dönen, ateşin cazibesine kapılıp içine düşen pervane gibi bu göz alıcı, bu baş döndürücü maddi güçlerin etrafında dönüp içinde kaybolup giderler.
Diğer tüm küçük güçleri yaratan, onlara egemen olan, onları bahşeden, onları yönlendiren ve dilediği zaman dilediği kimsenin buyruğuna veren tek egemen gücü unuturlar.
Gerek fertlerin, gerek toplumların, gerekse devletlerin ellerindeki bu güçlere sığınmanın tıpkı örümceğin ağdan örülü yuvasına sığınması gibi olduğunu unuturlar. Halbuki bu zayıf, güçsüz ve çaresiz örümceği, gevşek yuva koruyacak değildir.. Bu zayıf eve sığınmakla tehlikelerden korunması mümkün değildir.
Allah'ın himayesinden başka bir himaye, O'nun güvenilir korusundan başka bir sığınak, O'nun sarsılmaz gücünden başka bir destek yoktur.
Kur'an-ı Kerim bu büyük gerçeği mü'min kitlenin ruhuna yerleştirmeye büyük özen gösterir. Böylece mü'min kitle, yoluna dikilen tüm güçlerden daha üstün bir duruma gelir. Yeryüzünde büyüklük taslayan zorbalar ayaklarının altında ezilir, kaleler ve burçlar önünde birer birer yıkılır.
Kuşkusuz bu büyük gerçek, o zamanlar bütün ruhlara yerleşmiş, kalplere kök salmış, kana karışarak damarlarda dolaşmıştı. Sadece dille söylenen bir sözden ibaret kalmamıştı. Tartışmalara sermaye olacak bir sorun olarak algılanmamıştı. Tam tersine son derece açık ve anlaşılır bir gerçek olarak ruhlara yerleşmişti. Duygu ve düşüncelerde bu gerçeğin dışında bir fikir dolaşmazdı.
Tek güç, Allah'ın gücüdür. Biricik dostluk Allah'ın dostluğudur. O'nun dışındakiler istediği kadar büyüklük taslasın, azgınlaşıp zorbalaşsın, istediği kadar zulüm, baskı ve işkence araçlarına sahip olsun kesinlikle zayıftırlar, güçsüzdürler, önemsizdirler.
İşte örümcek; ağından başka hiçbir güce sahip değildir: "Hiç kuşkusuz en dayanıksız ev, örümcek yuvasıdır. Onlar keşke bunun bilincine erselerdi." Birçok baskı ve işkenceden geçen, aldatma ve baştan çıkarmalarla karşı karşıya kalan dava adamları; çeşitli güçlerle yeryüzüne geldiklerinde bu büyük gerçeğin üzerinde durmalı ve onu hiçbir zaman akıllarından çıkarmamalıdırlar. Bu güçlerin bir kısmı onları dövmek, ezmek isteyecektir. Kimi aldatmaya, satın almaya çalışacaktır. Ama bu güçlerin tümü de Allah'a göre örümcek ağı konumundadır. İnanç sistemi açısından da öyle. Fakat dava adamının benimsediği inanç sisteminin doğru olması, varlık alemindeki güçlerin gerçek mahiyetini bilmesi, sağlıklı ölçüp değerlendirmesi şarttır.
"Hiç kuşkusuz Allah onların kendisini bir yana bırakıp ne gibi şeylere taptıklarını bilir."
Onlar Allah'ı bir yana bırakıp dost edindikleri kimselerden yardım istiyorlar. Oysa yüce Allah onların dost edindikleri bu düzmece tanrıların gerçek durumlarını çok iyi biliyor. Bu gerçek, az önce geçen örnekte somut olarak gözler 8nüne serildi. Ağdan örülü yuvasına sığınan örümcek örneği ile tasvir edildi.
"O üstün iradelidir ve her yaptığı yerindedir."
Üstün ve dilediğini yapabilen biricik egemen güç O'dur. O'dur bu varlık alemini en ince noktasına kadar planlayıp yönlendiren. 0'nun her yaptığı yerindedir.
"Biz insanlara bu örnekleri anlatıyoruz, ama onların anlamını bilgililerden başkası kavrayamaz."
Nitekim kalpleri ve akılları gerçeği algılamaya kilitli Kureyş kabilesine mensup bir grup müşrik, bu örneği küçümsemiş, alay konusu yapmışlardı. "Muhammèd'in Rabb'i sinekten, örümcekten söz ediyor" demişlerdi. Bu şaşırtıcı tasvir, duygularını sarsıp harekete geçirmemişti. Çünkü onlar akıllarını kullanmıyor, gerçekleri bilmiyorlardı! "Onların anlamını bilgililerden başkası kavrayamaz."

EVRENDEN İŞARETLER

Ardından ayetlerin akışı, az önce vurgulanan bu büyük gerçeği, tüm evrenin özünde, planında yer eden büyük gerçeğe bağlıyor. Zaten Kur'an-ı Kerim'in sunuş tarzı tüm gerçeklerin evrenin yapısında yer alan bu büyük gerçeğe bağlanmasını öngörür.


44- Allah gökleri ve yeri hak ilkesine dayalı olarak yarattı. Mü'minlerin bu olgudan alacakları birçok dersler vardır.

Bu ayet, peygamberlerin kıssalarından sonra, ayrıca varlık alemindeki güçlerin gerçek mahiyetini tasvir eden örneğin ardından yer alıyor. Hiç kuşkusuz bunlar birbirleriyle uyumlu ve birbirleriyle bağlantılıdırlar. Nitekim bu ilgi sürekli ön planda tutulmuştur. Bu bağ evrene serpiştirilen tüm gerçeklerle göklerin ve yerin yaratılışının dayanağı olan büyük gerçek arasındaki ilgidir. Gökler ve yer, en ince noktasına kadar belirlenmiş bir düzen çerçevesinde evrenin özünü oluşturan büyük gerçeğe dayanır. Bu gerçeğe duyarlı olarak planlanan evrensel düzen kesinlikle bozulmaz, aksamaz ve değişmez. Unsurları arasında çarpışma söz konusu olmaz. Çünkü bu, hiçbir eğri tarafı bulunmayan kendi içinde ahenkli evrensel gerçektir.
"Mü'minlerin bu olgudan alacakları birçok dersler vardır."
Evrenin katmanlarına ve göze görünmeyen bölmelerine serpiştirilmiş, ancak evrenin ahenkli yapısı ile, şaşmaz düzeni ile kendisini gösteren, gözün alabildiğince uzanan evrenin her yanına dağılmış bulunan Allah'ın evrensel ayetlerini algılamak üzere kalplerini açık bulunduran mü'minlerin bu olgudan alacakları birçok ders vardır. Zaten mü'minler bu ayetleri kavrayan kimselerdir. Çünkü onlar ayetleri algılamak ve kavramak üzere basiretleri ve duyguları açık kimselerdir.
Bölümün sonunda Peygamber efendimize indirilen Kitap ile namaz ve Allah'ın zikri ile göklerin ve yerin dayanağı olan gerçek ve Nuh peygamberden bu yana Allah'ın dinine yönelik davet zinciri arasında bağlantı kuruluyor.


45- Ey Muhammed! Sana vahiy yolu ile indirilen Kitab'ı oku ve namazı kıl. Hiç kuşkusuz namaz, insanı iğrenç işlerden, kötülüklerden alı-kor, Allah'ı anmak en büyük ibadettir. Allah ne yaptığınızı bilir.

Sonra vahiy yolu ile indirilen Kitab'ı oku. Çünkü insanları davet etmek için kullandığın araç, bu Kitap'tır. O'na eşlik eden ilahi ayettir, göklerin ve yerin yaratılışının dayanağı olan büyük gerçekle bağlantılı bulunan hak ilkesidir.
Bir de namazı kıl. Çünkü namaz -gerçekten kılındığı zaman- insanı iğrenç işlerden, kötülüklerden alı kor. Çünkü namaz Allah'a bağlanma durumudur. Bu yüzden kişi namazla birlikte büyük günah işlemekten, kötülüklere bulaşmaktan utanır, bu şekilde Allah'ın karşısına çıkmaktan sıkılır. Namaz arınmadır, kötülüklerden soyutlanmadır. Kötülüklerin kiri, iğrenç davranışların ağırlığı namazla uyuşmazlar: "Namaz kılan, buna rağmen namazı kendisini iğrenç işler-den ve kötülüklerden alıkoymayan birisinin kıldığı namaz, kendisini Allah'dan uzaklaştırmaktan başka işe yaramamıştır. (İbn-i Cerir rivayet etmiş ve "Bize Ali anlattı, ona da İsmail b. Meslem Hasan'dan aktararak anlattı. Hasan'da ona Resulullah şöyle buyurdu demiştir" der.) Böyle birisi namazı olduğu gibi kılmamıştır. Sadece namazın gerektirdiği davranışları yerine getirmiştir. Namazı gerçek anlamda kılmak ile, namazın gerektirdiği hareketleri yapmak arasında büyük fark vardır. Namaz gerçek anlamda kılındığı zaman Allah'ı anmaktır. "Allah'ı anmak en büyük ibadettir." Kesin olarak büyüktür, her türlü heyecandan, her türlü özlemden büyüktür. Bütün ibadetlerden ve içten yakarışlardan daha büyüktür.
"Allah ne yaptığınızı bilir."
Hiçbir şey, hiçbir durum O'na gizli kapaklı kalmaz. Siz O'na döneceksiniz. Yaptıklarınıza göre hakettiğiniz cezayı verecektir.

20. CÜZ SONU - 21. CÜZ BAŞLANGICI

Burası Ankebut suresinin son bölümüdür. Surenin iki bölümü ise, daha önce yirminci cüzde ele alınmıştı. Surenin ekseni, -daha önce değindiğimiz gibi- dilleri ile mü'min olduklarını söyleyenlerin imtihandan, denemeden geçirilmelerine ilişkin açıklamalardır. Bu imtihan ve denemelerle güdülen amaç, kalplere bulaşmış kötülüklerin giderilmesi, imtihan ve deneme esnasında gösterilen sabrı ölçü alarak iman konusunda doğru söyleyenlerle münafıkların birbirinden ayrılmasıdır. Bunun yanı sıra iman davasına ve mü'minlere karşı koyan, çeşitli baskı ve işkence yöntemlerini kullanarak onları davalarından vazgeçirmeye, doğru yoldan çıkarmaya çalışan yeryüzü menşeli güçlerin önemsizliğinin belirtilmesi de surenin genelinde ön plana çıkan gerçeklerden biridir. Bu arada yüce Allah'ın kötülük taraftarlarını suçüstü yakaladığı, denemelere karşı sabreden, imtihanların uzamasına karşı direnç gösteren mü'minlere yardım ettiği de vurgulanıyor. Bu, Hz. Nuh'dan -selâm üzerine olsun- bu yana gelmiş-geçmiş tüm davet hareketleri için geçerli olan Allah'ın koyduğu bir yasadır. Bu yasa kesinlikle değişmez ve bu yasa evrenin yapısına karışmış, aynı şekilde özelliği bakımından hiçbir değişikliğe uğramayan davet hareketi tarafından temsil edilen büyük gerçekle, hak ilkesi ile doğrudan ilişkilidir.
Geçen cüzün sonunda yer alan surenin ikinci bölümü, kendisine inanan mü'minlerle birlikte vahiy yoluyla kendisine indirilen Kitab'ı okumasına, Allah'ı anmak amacı ile namazı kılmasına, kulların her yaptığını bilen Allah'ı gözetmesine ilişkin Peygamber efendimize yönelik bir çağrıyla son bulmuştu.
Bu son bölümde ise tekrar Kur'an-ı Kerim'den ve daha önce indirilen kitaplarla aralarındaki ilgiden söz ediliyor. Bu arada müslümanlara kendilerine gönderilen kitapları değiştirip şirke sapan zalimler hariç, Yahudi ve Hıristiyanlarla tartışırken alabildiğince gönül alıcı ve etkili bir dil kullanmaları emrediliyor. Çünkü şirk en büyük zulümdür. Ayrıca müslümanların tarih boyunca gelmiş-geçmiş tüm davet hareketlerine inandıklarını, Allah tarafından gönderilen bütün kitapları kabul ettiklerini açıkça duyurmaları isteniyor. Çünkü daha önce gönderilen kitaplar da Allah katından gelmiş ve şu anda ellerinde bulunan Kitab'ı doğrulayan hak içeriklidirler.
Alıntı ile Cevapla