Durumu: Medine No : 16627 Üyelik T.:
11 Şubat 2012 Arkadaşları:2 Cinsiyet: Yaş:48 Mesaj:
4.079 Konular:
315 Beğenildi:49 Beğendi:0 Takdirleri:149 Takdir Et:
| Cvp: Fizilalil Kuran Ankebut Suresi Tefsiri Daha sonra müşriklerin yüce Allah'ın kendilerine gönderdiği peygambere indirilen Kitab'ı inkâr ettikleri, bu büyük iyiliği gereği gibi değerlendirmedikleri, kendi içlerinden bir peygambere indirilen bu Kitap'la somutlaşan ilahi lütfa gereken olumlu karşılığı veremedikleri bir sırada Ehl-i Kitab'a mensup bazı kimselerin bu son Kitab'a inandıklarından söz ediliyor. Oysa bu Kitap'la kendilerine hitap eden, Allah'ın sözlerini aktaran bu peygamber daha önce ne bir kitap okumuş ne de yazmıştı. Bu Kitab ı onun yazdığına, kendi emeğinin ürünü olduğuna ilişkin en ufak bir kuşku yoktu ortada. Öte yandan müşrikler, Allah'ın azabının çabucak kendilerine ilişmesini istemekten sakındırılıyorlar. Bu azabın ansızın gelebileceği belirtilerek tehdit ediliyorlar. Bu arada Allah'ın azabının aslında ne kadar yakınlarında olduğu, cehennem ateşinin nasıl kendilerini kuşattığı ve ilahi azabın başlarından aşağı ve ayaklarının altından kendilerini sardığı günkü durumları tasvir ediliyor. Sonra Mekke'de davalarından vazgeçmeleri için baskı gören, çeşitli işkencelerden geçirilen mü'minlere dönülüyor. Sadece Allah'a kulluk sunabilmeleri için dinleri uğruna Allah'a hicret etmeye teşvik ediliyorlar. Mü'minlere hitap edilirken öyle enteresan bir üslup kullanılıyor ki, vicdanlarını kemiren her türlü olumsuz düşünce, onları bulundukları yere bağlayan her türlü engel bir çırpıda gideriliyor. Bir iki psikolojik uyarı amaçlı fiske ile kalpleri Rahman'ın parmakları arasında şekilden şekile sokuluyor. Kalplerde bu kadar kısa sürede meydana gelen olağanüstü değişiklik de gösteriyor ki, bu Kur'an'ı indiren Allah bu kalplerin yaratıcısıdır. Çünkü bu kalplerin gizli giriş ve çıkış noktalarını, ancak onları yaratan bilebilir. Sırf latif ve her şeyden haberdar olan yüce Allah bu kalplere bu şekilde dokunabilir. Ardından surenin akışı, buradan müşriklerin tutumlarındaki çarpıklığın şaşırtıcılığını gözler önüne seren bir konuya geçiyor. Müşriklerin karmaşık ve çelişkili bir düşünceye sahip olduklarını somut olarak vurguluyor. Müşrikler, yüce Allah'ın gökleri ve yeri yarattığını, güneşi ve ayı buyruğu altına alıp iradesi doğrultusunda yönlendirdiğini, gökten yağmur yağdırdığını, bu yağmur aracılığı ile ölü toprağı dirilttiğini kabul ediyorlar. Gemiye bindikleri zaman dini bütünüyle Allah'a özgü kılarak sadece O'na yalvarıyorlardı. Sonra aynı müşrikler, birtakım düzmece ilahı Allah'a ortak koşuyor, O'nun indirdiği Kitab'ı inkâr ediyorlardı. Allah'ın Peygamberine eziyet ediyor, O'na inananları dinlerinden vazgeçirmek için işkenceden geçiriyorlardı. Öte yandan müşriklere Allah'ın kendilerine yönelik nimeti hatırlatılıyor. Çevrelerindeki insanlar korku ve endişe içinde yaşarlarken, onların güvenceli ve dokunulmaz Mekke'de yaşamalarının Allah'ın kendilerine yönelik bir lütfu olduğu vurgulanıyor. Ama onlar Allah`a iftira ediyorlar, uydurma tanrıları O'na ortak koşuyorlar. Bu tutumlarından dolayı cehenneme atılacakları, buranın kâfirlerin barınağı olduğu belirtiliyor. Sure, Allah yolunda cihad eden, bütün ibadet şekillerini sadece O'na özgü kılmak isteyen, engelleri, imtihanları olun uzunluğunu ve engelleyicilerin çokluğunu birer birer aşan kimselerin; doğru yola iletileceklerine ilişkin Allah'dan gelen vurgulu ve pekiştirilmiş bir vaad ile noktalanıyor. DAVETTE HOŞGÖRÜ 46- Yahudilerin ve Hıristiyanların zalim olanları dışında kalanları ile tartışırken olabildiğince gönül alıcı ve etkili bir dil kullanınız. Onlara deyiniz ki, "Bizler hem bize ve hem de size indirilen kitaplara inanıyoruz. Bizim de sizin de ilahınız birdir, biz O tek ilaha teslim olmuşuz. " Hz. Nuh'dan itibaren son peygamber Hz. Muhammed'e kadar gelmiş-geçmiş tüm peygamberlerin insanlara sunmak üzere yüklendikleri mesaj tek bir ilah tarafından gönderilmiş değişmez bir çağrıdır. Bu davanın tek hedefi vardır. O da sapıtmış insanlığı gerçek Rabb'ine döndürmektir, O'nun yoluna iletmek ve O'nun belirlediği yöntemle eğitmektir. Allah tarafından gönderilmiş bütün peygamberlerin sundukları mesaja inanan mü'minler, önceki peygamberlere inanan diğer mü'minlerle kardeştirler. Çünkü bütün mü'minler tek ilaha kulluk sunan bir ümmetin bireyleridirler. Gelmiş-geçmiş tüm kuşaklarıyla insanlık iki sınıfa ayrılır! Birincisi, Allah'ın taraftarlarını (Hizbullah'ı) oluşturan mü'minler, ikincisi de şeytanın taraftarlarını (Hizbuşşeytan'ı) oluşturan Allah karşıtları... Bu sınıflandırma her türlü zaman ve mekân sınırlandırmasının dışında insanlığın tüm kuşaklarını içine alan genel bir durumdur. Buna göre mü'minlerin her bir kuşağı yüzyıllar boyunca uzanan bu silsilenin bir halkasıdır. Bu, İslâm'ın dayandığı temel ilkeyi oluşturan ve bu Kur'an ayetinde ifadesini bulan büyük, üstün ve yüce gerçektir. Bu gerçek insanlar arasındaki ilişkiyi sadece kan, soy, ırk, vatan; alış-veriş veya ticarete bağlı kalmanın düzeyinden daha yukarılara çıkarır. İnsanlar arasındaki ilişkiyi tek bir inanç sistemine bağlılık şeklinde somutlaştırarak yüce Allah'a ulaştırır. Bu inanç sisteminde bütün ırklar ve renkler kaynaşır gider, kavim ve ülke farklılıkları ortadan kalkar. Zaman ve mekân değişikliği, kardeşlik noktasında hiçbir anlam ifade etmez. Orada her şeyi boyunduruğu altına alan yüce yaratıcının kopmaz ipinden başka hiçbir şey kalmaz. Bu yüzden müslümanlar Ehl-i Kitap'la tartışırken, olabildiğince gönül alıcı ve etkili bir dil kullanmaya teşvik ediliyorlar. Amaç, yeni gönderilen risaletin geliş hikmetini açıklamaktır. Bu yeni risaletle önceki risaletler arasındaki bağı ortaya koymaktır, bir de kendisinden önceki davetlerle uyuşan, yüce Allah'ın hikmeti ve insanların ihtiyaçlarına ilişkin eksiksiz bilgisi doğrultusunda onları bütünleyen Allah'ın gönderdiği mesajlardan bu sonuncusuna uymanın zorunluğuna inandırmaktır. Ancak "Yahudilerin ve Hıristiyanların zalim olanları" bu genellemenin dışındadırlar. Çünkü onlar, kalıcı inanç sisteminin temel kuralı olan Tevhid, yani Allah'ın ilahlıkta ve Rabb'lıkta birliği ilkesinden sapmışlardır. Allah'a birtakım düzmece ilahları ortak koşmuşlardır, O'nun hayat sistemini bir kenara bırakıp insan aklının ürünü başka sistemlere uymuşlardır. Bu yüzden böyleleri ile tartışılmaz, iyi ilişkiler içine girmek gerekmez. Nitekim İslâm Medine'de bir devlet kurar kurmaz böylelerine savaş ilan etmiştir. Bazıları, Peygamber efendimizin Mekke'de müşrikler tarafından dışlanmışken Yahudi ve Hıristiyanlara hoş göründüğünü, onlarla iyi ilişkiler içine girmeye özen gösterdiğini, fakat daha sonra Medine'de belli bir güç elde edilince Mekke'deyken onlarla ilgili olarak söylediği tüm sözleri unutarak kendilerine savaş açtığını söyleyerek Hz. Peygambere büyük bir iftira atarlar. Hiç kuşkusuz Mekke'de inen bu ayet, onların bu sözlerinin açık bir iftira olduğunu ortaya koymaktadır. Çünkü Ehl-i Kitap'la tartışırken olabildiğince gönül alıcı ve yumuşak bir dil kullanmak, sadece onların zalim olmayanları ile, Allah'ın gerçek dininden sapmayanları ile, bütün peygamberlerin sunduğu risaletlerin içerdiği katışıksız Tevhid, yani Allah'ın ilahlıkta ve Rabb'lıkta birliği ilkesinin dışına çıkmayanları ile sınırlıdır. "Onlara deyiniz ki; `Bizler hem bize ve hem de size indirilen kitaplara inanıyoruz. Bizim de sizin de ilahınız birdir, biz O tek ilaha teslim olmuşuz." Şu halde çekişmeye, bölünmeye gerek yoktur. Tartışmak, münakaşa etmek yersizdir. Hepsi de bir ilaha inanıyor. Müslümanlar da hem kendilerine hem . , de kendilerinden önceki toplumlara indirilen kitaplara inanırlar. Bu kitaplar özleri itibariyle birdirler. İlahi sistemin tüm halkaları birbirine bağlıdır. 47-Ey muhammed, sana indirdiğimiz Kitab'ın niteliği işte budur. Buna göre daha önce kitap verdiklerimiz ona inanırlar. Şu müşriklerden de ona inananlar vardır. Bizim ayetlerimizi inkâr edenler, sadece inatçı kâfirlerdir. 48- Sen Kur'an'dan önce hiçbir kitap okumuş ya da eline kalem alarak yazmış biri değilsin. Öyle olsaydı batıl yanlısı inkârcılar kuşkulanırlardı. Sana bu Kitab'ı öteden beri başvurduğumuz bir yöntem, değişmez bir yasa uyarınca indirdik. Allah'ın peygamberlerine vahiy indirdiği yolu kullanarak gönderdik bu Kitab'ı. "Ey Muhammed, sana indirdiğimiz Kitab'ın niteliği işte budur." Bu Kitap karşısında insanlar iki safa ayrılır. Birinci safı Ehl-i Kitap'tan ve Kureyş kabilesinden inananlar oluşturur. İkinci safı ise, Ehl-i Kitab'ın bu Kur'an'ın doğruluğuna ve ellerindeki kitapları doğruladığını şahitlik etmelerine rağmen inkâr edip inatçılıklarını sürdürenler oluşturur. "Bizim ayetlerimizi inkâr edenler, sadece inatçı kâfirlerdir." Çünkü bu ayetler o kadar açık ve tutarlıdırlar ki, onları görmesin ve kavramasın diye kendi eliyle ruhunu örten, üzerini perdele en inatçılardan başkası inkâr edemez. Nitekim küfrün sözlük anlamı bir şeyi örtmek, gizlemektir. Buna benzer ifadelerde küfrün bu anlamı göz önünde bulundurulmuştur. "Sen Kur'an'dan önce hiçbir kitap okumuş ya da eline kalem alarak yazmış biri değilsin. Öyle olsaydı batıl yanlısı inkârcılar kuşkulanırlardı." İşte Kur'an-ı Kerim çocukça kuruntulara varana kadar, onların tüm kuşkularını ele alarak birer birer çürütüyor. Çünkü Hz. Peygamber hayatının uzun bir dönemini aralarında geçirmişti. Ve bu süre içinde ne bir kitap okumuş, ne de yazmıştı. Sonra da okur-yazar olanları dehşete düşüren bu olağanüstü Kitab'ı onlara getirmişti. Eğer daha önce okur-yazar biri olsaydı bu konuda kuşkuları bulunacaktı. İşte onun aralarında geçen geçmiş hayatı. Bu konuda bir kuşkuları varsa söylesinler. Biz de diyoruz ki, Kur'an-ı Kerim, onların çocukça itirazları dahil her türlü kuşkularını ele alıp çürütüyor. Söz gelimi O'nun daha önce okur-yazar biri olduğunu varsayarsak bile yine de onların bu kitaptan kuşku duymaları doğru olmazdı. Çünkü bizzat bu Kur'an'ın kendisi, insan emeğinin ürünü olmadığının somut tanığıdır. Çünkü Kur'an gerçekten insan takatının, bilgisinin, ufuklarının çok çok üstündedir. Kur'an'ın içerdiği gerçekte tıpkı evrenin yaratılışının dayanağı olan gerçek gibi sınırsızdır. Bir insan Kur an ayetlerinin karşısında durduğu zaman bu ayetlerin arkasında gizli bir güç bulunduğunu, ifadelerinin insanı etkileyen özellikte olduğunu, bunlarınsa bir insandan kaynaklanamayacağını 49- Aslında Kur'an, kendilerine bilgi verilenlerin içlerine sinen açık ayetlerden, inandırıcı kanıtlardan oluşmuştur. Bizim ayetlerimizi inkâr edenler, sadece inatçı zalimlerdir. 50- Onlar "Allah Muhammed'e mucizeler indirseydi ya' derler. Onlara de ki; "Mucizeler, Allah'ın tekelindedir. Ben sadece açık sözlü bir uyarıcıyım. " Kur'anın ayetleri, yüce Allah'ın kendilerine bilgi bahşettiği kimselerin içlerine sinen, gizli kapaklı yönü bulunmayan, hiçbir şekilde şüpheye yer bırakmayan açık ve anlaşılır kanıtlardır. Bu kanıtları olanca çıplaklığı ile içlerinde hissederler kalpleri onlarla yatışır. Onlar varken başka delil arama gereğini duymazlar. Bu isimlendirmeyi hakkeden ilim mü'min gönüllere yerleşen, burada özümsenen, olgunlaşıp yayılan, yollarını aydınlatan ve onları hedefe götüren kopmaz ipe bağlayan bilgidir. "Bizim ayetlerimizi inkâr edenler, sadece inatçı zalimlerdir." Bizim ayetlerimizi inkar edenler, gerçekleri ölçerken, olayları değerlendirirken adalet ilkesini gözetmeyen, hak ilkesini çiğneyen, dosdoğru yolun sınırlarını aşan zalimlerdir. Onların kastettiği, insanlığın henüz emeklediği çağlarda gelen peygamberlerin getirdiği ilahi mesajların yanı sıra gösterdikleri ve sadece o anda seyreden kuşaklar için kanıt oluşturan somut mucizelerdir. Oysa Hz. Muhammed'in getirdiği mesaj, yüce Allah'ın içindeki canlı-cansız tüm varlıklarla birlikte yeryüzünün varis olacağı güne kadar ulaştığı herkes için bir kanıttır. Bu yüzden onun peygamberliğini destekleyen olağanüstü ayetler Kur'an-ı Kerim'in okunan ayetleridir. Bunlar olağanüstülükleri hiçbir zaman tükenmeyen mucizelerdir. Bu Kur'an'ın hazineleri tüm kuşaklara açıktır. Bunlar kendilerine bilgi verilenlerin içlerine sinen açık ve anlaşılır ayetlerdir. Bu ayetlerin üzerinde düşündükçe olağanüstülüklerini, mucizeliklerini hissederler. Bu ayetlerin sahip oldukları hayret verici etkileyiciliğin kaynağını düşünürler. "Onlara de ki; mucizeler Allah'ın tekelindedir." Takdir ve planı uyarınca gerek duyulduğu zaman mucizeleri O gösterir. Ben bu konuda Allah'a herhangi bir şey öneremem. Böyle bir şey benim yetkimin dışındadır. Benim Rabb'ime karşı takınmam gereken edep de buna elvermez. "Ben sadece açık sözlü bir uyarıcıyım." Benim görevim uyarmaktır, sakındırmaktır. Gerçekleri ortaya koyup açıklamaktır. Ben ancak üstlendiğim görevi yerine getiririm. Bundan sonrası Allah'a aittir. Gelişmeleri dilediği gibi planlar. Bu ifade inanç sistemini her türlü kuruntudan ve şüpheden soyutluyor. Peygamberin etki alanını seçilmiş, görevlendirilmiş bir insan olarak açık şekilde belirliyor. Peygamberin, caydırıcı güce sahip yüce Allah'ın sıfatlarına bürünmesi imkansızdır. Böylece somut mucizeler gösterildikten sonra geçmişteki risaletlerin etrafını saran şüphe bulutları bu son peygamberliğin üzerinde yoğunlaşmamış olur. Nitekim bu şüphe bulutları insanların duygularına karışmış gitgide kuruntu ve efsanelere bürünmüştür. Sapmaların ana kaynağı da burası olmuştur. Bu türde somut mucizelerin gösterilmesini isteyenler, kendilerine bu Kur'an'ı indirmekle yüce Allah'ın ne büyük bir lütufta bulunduğunu değerlendirme yeteneğinden yoksundurlar. 51- Kendilerine okunan bu Kitab'ı sana indirmiş olmamız onlara yetmiyor mu ? Bu olay, mü'minler için ders alınacak, düşündürücü bir rahmettir. Hiç kuşkusuz bu davranışları Allah'ın nimetini küçümsemenin, şımarmanın ifadesidir. Onun insanları gözetmesini değerlendirememenin belirtisidir. Oysa yüce Allah'ın bu Kur'an'ı indirmekle onlara bahşettiği nimet her türlü şükür ve takdirin üstündedir. Bu Kur'an sayesinde gökle içiçe yaşamaları yetmiyor mu? Kendilerine gökten inen, kendi iç dünyalarından söz eden, çevrelerinde olup bitenleri gözler önüne seren, Allah'ın gözlerinin üzerlerinde olduğunu düşünmelerini sağlayan, yüce Allah'ın kendilerinden söz edecek kadar, kendilerine bir takım kıssalar anlatıp kendilerini eğitecek kadar kendileriyle ilgilendiğini vurgulayan bu kitap yetmiyor mu? Oysa onlar, Allah'ın sonsuz mülkünde küçük, önemsiz ve basit yaratıklardır. Onlar da, dünyaları da dünyalarının etrafında döndüğü güneşleri de ancak yüce Allah'ın ayakta tutabildiği korkunç uzay boşluğunda gözle görülmeyecek kadar küçük ve önemsiz cisimlerdir. Buna rağmen yüce Allah, kendilerine okunmak üzere sözlerini indirerek onları onurlandırıyor. Onlarsa bununla yetinmiyorlar. "Bu olay, mü'minler için ders alınacak, düşündürücü bir rahmettir. Çünkü bu rahmeti somut olarak içlerinde hissedenler mü'minlerdir. Onlar yüce Allah'ın bu Kitab'ı indirmekle insanlığa ne büyük bir lütufta bulunduğunu, onlara ne güzel bir nimet gönderdiğini düşünürler. O, yüce ve ulu yaratıcının kendilerini huzuruna, sofrasına davet etmekle, kendilerine ne büyük bir onur bahşettiğinin bilincindedirler. Ve onlar bu Kur'an'dan yararlanırlar. Çünkü Kur'an kalplerinde diridir. Hazinelerini onlar için açar, sırlarını ortaya döker. Ruhlarında bilgi ile, nur ile parlar. Fakat bütün bunları anlamayanlar, bu sonsuz nimetin değerinin bilincinde olmayanlar, bu Kur'anı doğrulayacak mucizeler isterler. Bunlar kör olmuş kimselerdir. Kalpleri Kur'an'ın aydınlığına açılmaz. Böyleleri ile uğraşmaya değmez. Şu halde Hz. Peygamber kendisi ile onlar arasındaki sorunun çözümünü Allah'a bırakmalıdır. 52- Onlara de ki; "Benimle sizin aranızda Allah'ın tanıklığı yeterlidir. O göklerde ve erde ne varsa hepsini bilir. Batıla eğriye inanıp Allah'ı inkar edenler var ya, onlar hüsrana uğrayacak kimselerdir." Hiç kuşkusuz göklerde ve yerde ne varsa hepsini bilen yüce Allah'ın şahitliği en büyük şahitliktir. Ve O onların batıla uyduklarını biliyor: "Batıla, eğriye inanıp Allah'ı inkâr edenler var ya, onlar hüsrana uğrayacak kimselerdir." Büsbütün kaybedecekler. Her şeylerini yitirecekler. Dünyada ve ahirette hüsrana uğrayacaklar. Hem kendilerini, hem doğru yolu kaybedecekler. Dengeli ve huzurlu bir hayattan uzak olacaklar. Gerçekten ve aydınlıktan yoksun kalacaklar. Allah'a inanmak bir kazançtır. Başlı başına bir kârdır. Buna rağmen Allah'a inanan birinin bu inancından dolayı ödüllendirilmesi Allah'ın bir lütfudur. Çünkü iman, kalp için huzur kaynağıdır. Yolda şaşmadan güven içinde yürümektir. Olaylar karşısında sarsılmamaktır. Sağlam bir dayanağa yaslanmaktır. Koruyucuya güvenmektir. Akıbetten emin olmaktır. Bu ise, başlı başına bir kazançtır. İşte kâfirler bunu kaybetmektedirler. "Onlar hüsrana uğrayacak kimselerdir." Bundan sonra surenin akışı içinde yer alan müşriklerle ve onların cehennem yanı başlarında olduğu halde azabın çabucak kendilerine ilişmesini istemeleriyle ilgili konu sürüyor! 53- Onlar senden azabımın bir an önce gerçekleşmesini isterler. Eğer azabımın belirli bir vadesi olmasaydı, hemen başlarına gelirdi. Fakat azabım hiç beklemedikleri bir anda, farkında olmadan başlarına gelecektir. Müşrikler uyarıcıyı duyuyorlardı, ama yüce Allah'ın bir süre kendilerine ilişmeden öylece bırakmasının arka planındaki gerekçeyi, hikmeti kavrayamıyorlardı. Bu yüzden meydan okurcasına Peygamber efendimizden kendilerine ilişeceğini iddia ettiği azabı çabucak getirmesini istiyorlardı. Oysa çoğu zaman yüce Allah'ın onlara mühlet tanıması, daha çok saldırganlaşıp bozgunculuk yapsınlar diye zalimlerin yavaş-yavaş akıbetleriyle yüzyüze gelmeleri veya imanları ve dayanma güçleri artsın, safları arasında sabır ve direnmeye katlanamayanlar ayıklansın diye mü'minlerin sınavdan geçirilmeleri amacına yöneliktir. Ya da bu sapıtmışlar arasında yer alıp da yüce Allah'ın kendilerinde hayır olduğunu bildiği bazı kimselerin doğru yolla eğri yolun birbirinden iyice ayrılmasından sonra hidayete ermeleri, böylece zalimlerin uğrayacakları azaptan kurtulmaları amacına yöneliktir. Ya da bu zalimlerin soyundan Allah'a kulluk sunan, babaları sapık da olsa Allah'ın yolunu izleyenlere katılan yapıcı, salih bir nesil ortaya çıkarma amacına yöneliktir. Veya bütün bunların dışında Allah'ın gizli planının öngördüğü bir başka amaç gözetilmektedir. Ne var ki, müşrikler yüce Allah'ın hikmetinden ve planından herhangi bir şey kavramıyorlardı. Bu yüzden meydan okuyarak sözü edilen azabın bir an önce gelmesini istiyorlardı. "Eğer azabımın belirli bir vadesi olmasaydı, hemen başlarına gelirdi." Burada yüce Allah bir an önce gelmesini istedikleri azabın önceden belirlenmiş vadesi dolunca hemen başlarına geleceğini, ama beklemedikleri, farkında olmadıkları bir sırada onları kıskıvrak yakalayacağını, böylece şaşırıp kalacaklarını vadediyor! Nitekim bir süre sonra Bedir savaşında bu azabı tatmışlardı. Böylece yüce Allah'ın va'di doğru çıkmıştı. Onlar da yüce Allah'ın va'dinin nasıl yerine geldiğini gözleriyle görmüşlerdi. Ne var ki, yüce Allah onlardan önceki milletler-den Allah'ın ayetlerini yalanlayanlarda olduğu gibi onları kökten yok etmemişti. Yine somut mucizenin gösterilmesinden sonra yalanlayanların kökten yok edilmelerine ilişkin yasanın uygulanması zorunlu hale gelmesin diye onların bu isteklerine maddi bir mucizeyle karşılık verilmişti. Çünkü onlardan bir çoğunun daha sonra müslüman olmaları, İslam askerlerinin en iyilerinden olmaları takdir edilmişti. Onların soyundan gelen birçok kuşak uzun süre İslam bayrağını taşımıştı. Hiç kuşkusuz bütün bunlar Allah'tan başka hiç kimsenin bilmediği bir plan uyarınca gerçekleşmişti. Müşrikleri farkında olmadıkları bir sırada kendilerini ansızın yakalayıverecek dünya azabı ile tehdit ettikten sonra ayet-i kerime, cehennem kandillerini gözetlediği halde azabın bir an önce başlarına gelmesini istemelerinin tuhaf bir tutum olduğunu yineliyor! 54- Onlar senden azabımın bir an önce gerçekleşmesini isterler. Oysa cehennem, kâfirleri çepeçevre kuşatmıştır. Kur'anın tasvir yöntemi, gelecek zamanda meydana gelecek bir olayı şu anda yaşanıyormuş gibi canlandırmaya ilişkin sunuş tarzı uyarınca kâfirleri çepeçevre kuşatmış bulunan cehennemi gözlemleyebilecekleri şekilde tasvir ediliyor. Cehennemle onların ölçülerine göre ilerde karşılaşılacak ve şu anda gaybın kapsamındadır. Ama yüce Allah'ın bilgisine açık realiteye göre şu anda hazır durumdadır. Cehennemin gaybın kapsamındaki gerçek şekliyle tasvir edilmesi duygularda bir ürperti meydana getiriyor. Azabın bir an önce başlarına gelme-sini istemelerinin tuhaflığını daha bir belirginleştiriyor. Cehennem tarafından kuşatılmış biri, hangi azabın çabuklaştırılmasını ister? Farkında olmadan, aldanarak cehennem tarafından tutulmak üzereyken neyin bir an önce olmasını ister? Onlar bu şekilde sözü edilen azabın bir an önce başlarına gelmesini isterken, şu anda kendilerini çepeçevre kuşatmış bulunan cehenneme atıldıkları zamanki durumları canlandırılıyor: 55- O gün azap, tepelerinden inerek ve ayakları altından çıkarak onları sarar ve kendilerine "yaptığınız kötülüklerin karşılığını tadınız bakalım " denir. Son derece korkunç bir sahnedir bu. Bu sahnede küçük düşürücü, onur kırıcı şekilde itilip kakıldıkları çok acı bir azar işittikleri vurgulanıyor! "Yaptığınız kötülüklerin karşılığını tadınız bakalım" İşte azabın bir an önce başlarına gelmesini istemelerinin, uyarıları küçümsemenin akıbeti budur. HİCRET VE MÜKAFATI Surenin akışı, ilahi mesaj karşısındaki inatçı tutumlarını sürdüren, Allah'ın peygamberini yalanlayan, kötülükleri pervasızca işleyen müşrikleri azabın tepelerinden indiği, ayaklarının altından çıkıp kendilerini sardığı korkunç azap sahnesinde bırakıyor. Bu sefer mü'minlere, Allah'ın ayetlerini yalanlayanlar ta-rafından dinlerinden dönmeleri için baskıya uğratılan, Rabb'lerine kulluk sunmaktan alıkonulan mü'minlere yöneliyor. Surenin akışı onlara yöneliyor ve onları dinleri için hicret etmeye, inançlarını kurtarmaya çağırıyor. Ama bu çağrı çok sevimli bir ifade ile, insanı çepeçevre bürüyen bir koruyuculuk anlayışı ile, kal-bin bütün tellerine dokunan bir hitap üslubu ile gerçekleştiriliyor! 56- Ey mü'min kullarım, benim yarattığım bu yeryüzü geniştir. O hal-de gerektiğinde yurt değiştirmeyi göze alarak sırf bana kulluk ediniz. Bu Kalpleri yaratan, onların giriş noktalarından haberdar olan, onların gizli bölmelerini, içlerinde depreşen duyguları, içlerinde tutup açığa vurmadıkları düşünceleri bilen yüce Allah... Evet bu kalpleri yaratan yüce Allah onlara bu sevimli çağrı ile sesleniyor: "Ey mü'min kullarım" Onları dinleri uğruna hicret etmeye çağırırken böyle sesleniyor. Amaç daha ilk andan itibaren kendi gerçekliklerini hissetmelerini sağlamaktır. Bu da Rabb'lerine dayandırılmaları ile, sahiplerinin adına eklenmeleri ile gerçekleştiriliyor: "Ey kullarım!" Bu kalplerde uyandırılmak istenen ilk duygu, verilmek istenen ilk mesajdır. İkinci mesaj ise şudur: "Benim yarattığım bu yeryüzü geniştir." Siz benim kullarımsınız. Bu da benim yarattığım yeryüzü. Ve bu yeryüzü geniştir. Sizi barındırmaya müsaittir. Şu halde sizin için sıkıntılı bir durumu alan, dininizden dönmeniz için baskı gördüğünüz; dostunuz, sahibiniz, Allah'a gereği gibi kulluk sunamadığınız bu bölgede sizi tutan nedir? Ey kullarım, bu dar, bu sıkıntılı yerden çıkıp benim yarattığım geniş yeryüzüne dağılın. Dininizi kurtarın. Özgürce ibadet edin! "Sırf Bana kulluk ediniz." Kuşkusuz hicret etmeye çağırılan bir insanın içinde uyanan ilk duygu, vatandan ayrılmanın doğurduğu sıkıntıdır. İşte bu durum göz önünde bulundurularak bu iki uyarı ile bu gönüllere mesaj verilmek isteniyor. Önce yakınlık duygusunu uyandıran sevimli ve okşayıcı çağrı: "Ey kullarım" Sonra yeryüzünün geniş olduğu hatırlatılarak içlerine güven ve huzur aşılanıyor "Benim yarattığım yeryüzü geniştir." Madem ki, tüm yeryüzü Allah'ındır, o halde yeryüzünün en sevimli bölgesi sadece Allah'a kulluk sunma imkanının bulunduğu yerdir. Sonra ayetlerin akışı kalplerin içinde geçen duyguları, düşünceleri birer birer ele alarak gerekli mesajları veriyor. Bu açıdan kalplerin duyduğu endişelerden biri tehlike dolu hicret yolculuğu korkusudur. Göç etmeye kalkışmakla karşı karşıya kalınan ölüm tehdididir. -Müşrikler mü'minleri Mekke'de alıkoyuyor ve ilk muhacirlerin şehri terk etmesi ile oluşturdukları tehlikeyi sezdikten sonra onların hicret etmelerine müsade etmiyorlardı- Öte yandan, Mekke'den çıkmayı başarsalar bile yolda kendilerini bekleyen birçok tehlike vardı. Bu noktada ikinci mesaj yöneltiliyor! 57- Her canlı ölümü tadacak ve sonra hepiniz benim huzuruma döndürüleceksiniz. Ölüm her yerde kaçınılmazdır. Şu halde atılacak adımda ölüm riskini hesaplamak yersizdir. Çünkü onlar ölümün nedenlerini bilmiyorlar. Dönüş Allah'adır. En sonunda O'nun huzurunda toplanılacaktır. Üstelik onlar Allah'ın yarattığı geniş yeryüzünde O'nun himayesine doğru hicret ediyorlar. Ömürlerinin sonunda da O'na döneceklerdir. Onlar dünyada da ahirette de Allah'a dönmekten başka seçeneği bulunmayan kullardır. Bu yatıştırıcı mesajlardan sonra artık kimin içinden ölüm korkusu geçebilir? Hicret buyruğu karşısında kimin içi daralabilir? Buna rağmen yüce Allah sadece kendisine döneceklerini vurgulamakla yetinmiyor. Bir de Ahirette kendileri için hazırlanan nimetleri açıklıyor. Onlar bir ülkeyi terk etmek durumunda kalıyorlar. Buna karşılık geniş bir yeryüzü bekliyor kendilerini. Evlerini barklarını geride bırakıyorlar. Karşılığında ise cennete konuyorlar. Geride bıraktıklarının türünde ama daha büyük bir karşılık elde ediyorlar! 58- İman edip iyi ameller işleyenleri, altlarından çeşitli ırmaklar akan ve içlerinde sürekli kalacakları yüksek köşklere yerleştiririz. İyi işler yapanların alacakları ödül ne güzeldir! 59- Onlar ki, sıkıntılar karşısında sabrederler ve sadece Rabb'lerine güvenirler. 60- Nice hayvanlar var ki, rızıklarını sağlamaya güçleri yetmez. Onların ve sizin rızkınızı Allah sağlar. O her şeyi işitir, her şeyi bilir. Buradaki ifadede iyi işler yapmaları, zorluklara katlanıp sabretmeleri, her hususta yüce Allah'a güvenip dayanmaları ima ediliyor! "İyi işler yapanların alacakları ödül ne güzeldir. Onlar ki, sıkıntılar karşısında sabrederler ve sadece Rabb'lerine güvenirler." Bu ifade, güven aşılayıcı ve cesaretlendirici sözlere ihtiyaç duyulan son derece sıkıntılı ve korkulu bir ortamda bu kalplere güven aşılamayı, cesaret vermeyi amaçlayan bir mesaj içeriyor. Bunun ardından vatan, mal, alışılan iş ve çalışma alanı, bilinen rızık kazanma yöntemleri terk edildikten sonra kalplerde rızık korkusu baş gösterir. Kalplere hafiften dokunduktan sonra bu endişeye de yer kalmıyor! "Nice hayvanlar var ki, rızıklarını sağlamaya güçleri yetmez. Onların ve sizin rızıklarınızı Allah sağlar." Bu mesaj, kendi hayatlarından gözlemlenebilen bir realiteyi hatırlatarak kalplerini uyarmayı amaçlıyor. Çünkü nice hayvanlar var ki, kendi rızıklarını sağlamaya, toplamaya, taşımaya ve kendi başına ilgilenmeye güçleri yetmez. Nasıl geniş rızık imkanları elde edeceklerini ve nasıl koruyacaklarını bilmezler. Buna rağmen yüce Allah bu canlıların rızıklarını gönderir ve açlıktan ölmelerine izin vermez. Aynı şekilde, insanlar rızıklarını kendilerinin kazandıklarını, kendilerinin ortaya çıkardıklarını sansalar bile, onları da yüce Allah rızıklandırıyor. Yüce Allah onlara rızık elde etmelerini sağlayacak araçlar ve yöntemler bahşetmiştir. Bu ise Allah tarafından bahşedilmiş başlı başına bir rızıktır. Çünkü Allah'ın ardımı olmaksızın bunları elde etmeleri imkansızdır. Şu halde hicret esnasında rızık darlığı yaşanacağına ilişkin korku yersizdir. Çünkü onlar Allah'ın yarattığı yeryüzünün herhangi bir yerine göç eden Allah'ın kullarıdırlar. Nereye giderlerse gitsinler Allah onları rızıklandıracaktır. Tıpkı kendi rızkını taşıma gücünden yoksun bulunan hayvanları rızıklandırdığı gibi. Yüce Allah bu güçsüz ve çaresiz canlıları rızıklandırıyor ve kendi hallerine bırakmıyor. Bu sevecen ve derin etkili mesajlar, onların Allah'a bağlanmaları ile, Allah'ın gözetim ve yardımını düşünmeleri ile son buluyor. Çünkü yüce Allah onları işitiyor ve ne durumda olduklarını biliyor. Bu yüzden onları kendi başlarına bırakmıyor: "O her şeyi işitir, her şeyi bilir." Bu kısa gezinti de böylece sona eriyor. Bu gezintide kalplerin bütün bölmelerine, köşe-bucaklarına dokunulmuş, yurdu terk etme durumunda içlerinde uyanan tüm düşüncelere, endişelere cevap verilmiştir. Böylece tüm korkular sonsuz bir güvene, sıkıntılar huzura, zorluklar rahata dönüşmüştü. Kalpler sonsuz merhamet sahibi, kullarına nimetler bahşeden Allah'ın himayesinde yakınlık, gözetim ve güven duygularına bürünmüş, huzura kavuşmuşlardı. Dikkat edin! Kalpleri yaratan yüce Allah'dan başkası kalplerde depreşen duyguları bu şekilde bilemez. Kalplerin içindeki duygu ve düşünceleri bilen Allah'dan başkası onları yatıştıramaz tedavi edemez. MÜŞRİKLERİN SAÇMALAMALARI Mü'minlerle çıkılan bu gezintiden sonra surenin akışı yeniden müşriklerin tutum ve davranışlarındaki çelişkileri gözler önüne seriyor. Müşrikler yüce Allah'ın gökleri ve yeri yarattığını, güneşi ve ayı insanların yararına sunduğunu, gökten su indirip bu su aracılığı ile ölü toprağı canlandırdığını kabul ediyorlardı. Bu kabullenmeye bağlı olarak O'nun kendi rızıklarını bollaştırıp azalttığına da inanıyorlardı. Korktukları zamanlar da sadece Allah'a dua ederek yöneliyorlardı. Bütün bunlardan sonra da kalkıp Allah'a ortak koşuyorlardı, sırf O'na kulluk sunan mü'min kullarına çeşitli baskılar uyguluyorlardı. Bu mü'min kulları çelişkiden ve karışıklıktan uzak inanç sistemlerinden vazgeçirmek için her türlü işkence ve sindirme yöntemlerine başvuruyorlardı. Yüce Allah'ın kendi saygın ve dokunulmaz evinin (Kabe'nin) çevresinde onların güvenli bir ortamda hayatlarını sürdürmelerini sağlamakla kendilerine bahşettiği nimeti unutarak, bu dokunulmaz ve saygın evde O'na kulluk sunanları korkutuyor, terör estiriyorlardı. 61- Eğer müşriklere "Gökleri ve yeri yaratan, güneşi ve ayı insanların yararına sunan kimdir?" diye sorarsan kesinlikle "Allah'tır"derler. Öyleyse nasıl gerçekten saptırdıyorlar? 62- Allah, dilediği kulunun rızkını bol verir, dilediği kulunun rızkını da kısar. Hiç kuşkusuz Allah her şeyi bilir. 63- Eğer müşriklere "Gökten yere su indirerek onun aracılığı ile ölmüş toprağı canlandıran kimdir?" diye sorarsan kesinlikle "Allah'dır" derler. De ki, "Hamd olsun Allah'a"Aslında onların çoğu düşünme yeteneğinden yoksun kimselerdir. Bu ayetler o zamanki Arapların bağlı bulundukları inanç sisteminin bir tablosunu çiziyor. Bu da gösteriyor ki, Araplar'ın inanç sistemlerinin temeli tevhidi, yani Allah'ın ilahlıkta ve Rabb'lıkta birliği ilkesiydi. Sapmalar daha sonra baş göstermişti. Bunda şaşılacak bir şey yok. Çünkü Araplar Hz. İbrahim'in oğlu İsmail'in soyundan geldikleri gibi İbrahim'in dinine bağlı olduklarına da inanıyorlardı. Bu noktadan harekétle bağlı bulundukları inanç sistemini üstün görüyorlardı. Yine Hz. İbrahim'in dinine bağlı olmakla övünerek yarımadada kendileri ile birlikte yaşayan Yahudi ve Hristiyanların inançlarını küçümsüyorlardı. Tabii kendi inançlarındaki çelişki ve sapmaları görmüyorlardı. Gökleri ve yeri yaratanın, Güneş'i ve Ay'ı insanların yararına sunanın, gökten su indirip bu su aracılığı ile ölü toprağı canlandıranın kim olduğu sorulduğunda bütün bunları yapanın yüce Allah olduğunu söylüyorlardı. Buna rağmen onlar kendi elleriyle yonttukları putlara ya da cinlere yahut meleklere kulluk sunuyorlardı. Bu saydıklarımızı yaratma işleminde Allah'a ortak koşmamakla beraber kulluk sunarken bunları O'na ortak koşuyorlardı. Bu ise, tuhaf bir çelişkiydi. Yüce Allah bu çelişkinin tuhaflığını bu ayetlerde dile getiriyor. "Öyleyse nasıl gerçekten saptırılıyorlar" Yani nasıl oluyor da gerçek inançtan saptırılıp böylesine karmaşık, tuhaf bir inanca bağlanıyorlar? "Aslında onların çoğu düşünme yeteneğinden yoksun kimselerdir." Çünkü böylesine karmaşık, böylesine çelişkili bir inancı kabul eden birinin aklı çalışmıyor, düşünme yeteneğinden yoksun demektir. Gökleri ve yeri yaratanın, Güneş'i ve Ay'ı insanların yararına sunanın kim olduğuna ilişkin soru ile gökten su indirip bu su aracılığı ile ölü toprağı canlandıranın kim olduğuna ilişkin olarak yöneltilen soru arasında yüce Allah'ın kullarından dilediğinin rızkını bollaştırdığı, dilediğinin de daralttığı vurgulanıyor. Böylece rızıkla ilgili ilahi yasa ile göklerin ve yerin yaratılışı ve diğer ilahi güç ve yaratmanın etkin olaylar arasında bağlantı kuruluyor. Bu da Allah'ın büyük küçük her şeyi kapsayan bilgisine dayandırılıyor: "Hiç kuşkusuz Allah her şeyi bilir." Rızıkla gök cisimlerinin dönmesi arasındaki bağlantı; hayatla su ile ekin ve bitkilerle ilgisi açıktır. Rızkın bollaşıp daralması da yüce Allah'ın elindedir. Bu da yukarıdaki ayetlerde sözü edilen gerçekler, evrensel gizli olaylara uygun olarak gerçekleşir. Çünkü gökten inen su, akarsular, yeşeren bitkiler, üreyen hayvanlar, yer altı madenleri ve cevherler, kara ve deniz avcılığı gibi genel rızık kaynakları bütünüyle gökleri ve yeri yönlendiren evrensel yasalar sistemine, güneşin ve ayın insanların yararına sunulmuş olmasına bağlıdırlar. Bu bağlılık açık ve dolaysızdır. Bu evrensel yasalar sisteminde en ufak bir değişiklik meydana gelecek olursa, bu değişikliğin etkileri tüm yeryüzündeki hayata ve yer altındaki doğal zenginlik kaynaklarına anında ve aynı oranda yansır. Hatta yer altındaki bu kaynakların oluşumu, bir yerde toplanması, bir yerden diğerine aktarımı yeryüzünün yapısından kaynaklanan sebeplere ve yerin güneş ve ayın hareketlerinden etkilenmesine bağlantılı olarak gerçekleşir.(Daha geniş bilgi için Furkan suresinin 2. ayetinin tefsirine bakınız) Kur'an-ı Kerim, kendi gerçekliğinin kanıtı ve delili olarak dikkatleri koskoca evrene ve onun görkemli sahnelerine çeker. Kendi içerdiği gerçeği düşünmenin, gözlemlemenin sergi alanı olarak evreni gösterir. İnsan kalbinin bu evren karşısında durup etraflıca düşünmesini, evrendeki dehşet verici gelişmeler karşısında uyanık bulunmasını, yaratıcı eli ve sonsuz gücünü hissetmesini, O'nun koyduğu olağanüstü ahenge sahip yasalar sistemini kavramasını sağlar. Bunun için düzgün ve basit bir bakış yeterlidir. Zor ve yorucu bilimsel araştırmaya da gerek yoktur. Sadece uyanık bir duyguya, basîretli bir kalbe ihtiyaç vardır. Kur'anı Kerim evren içinde Allah'ın ayetlerinden birini somut olarak belirginleştirdiği zaman insanı bu sahne karşısında durdurur. Allah'ı överek tesbih etmesini sağlar. Sonuçta bütün kalpleri Allah'a bağlar: De ki; "Hamd olsun Allah'a aslında onların çoğu düşünme yeteneğinden yoksun kimselerdir." Dünya hayatından, dünyadaki rızıkların bollaşıp daralmasından söz edilmişken Kur'an-ı Kerim insanın özüne bütün değer yargıları için son derece duyarlı bir ölçü koyuyor. Birden bütün nimetleriyle rızıklarıyla dünya hayatı, ahiret yurdundaki hayatla karşılaştırıldığında bir oyun ve eğlence olarak beliriyor! 64- Bu dünya hayatı oyundan ve eğlenceden başka bir şey değildir. .4.sıl hayat ahiret yurdundaki hayattır. Kâfirler keşki bunun bilincine varsalardı. 65- Onlar gemiye bindikleri zaman sırf Allah'a yönelik bir inançla O'na yalvarırlar. Fàkat Allah onları denizin tehlikelerinden kurtararak karaya çıkarınca hemen eski puta tapan inançlarına dönerler. Yaşandığı zaman ahiret göz önünde bulundurulmazsa, dünya hayatı insanların en yüce hedefi haline belirse, hayatın gayesi dünya nimetlerinden yararlanma olarak öngörülürse bütünüyle hayat oyun ve eğlenceden ibaret olur. Ahiret yurdundaki hayat ise, canlılık fışkırıyor. Canlılıkla dopdolu olmasından dolayı asıl hayat odur. ' Kur'an-ı Kerim burada insanları hayatın nimetlerinden vazgeçirmeyi, dünya'dan kaçıp ondan el-etek çekmeyi öngören mistisizme teşvik etmeyi amaçlamıyor. Böyle bir şey İslam'ın ruhuna ve asıl amacına terstir. Burada, hayatın nimetlerinden yararlanılırken Ahiret'in gözetilmesini ve yüce Allah'ın belirlediği sınırların aşılmamasını amaçlıyor. Aynı şekilde dünya nimetlerinin basit düzeyinin üstüne çıkılmasını, dünya hayatının zevklerinden yararlanma konusunda itirazsız her dediği yerine getirilecek şekilde nefse tutsak olunmamasını kastediyor. Buradaki mesele değerlerin şaşmaz ölçüsü ile ölçülecekleri kriter meselesidir. Şunlar dünya değerleri, şunlar da ahiret değerleri. Mü'min bunları bilmek zorundadır. Bu bilginin ışığında dengeli bir bakış açısına sahip olarak tam bir özgürlükte dünya hayatının nimetlerinden yararlanır. Kuşkusuz dünya ona göre bir oyun, bir eğlencedir. Ahiret ise, canlılık dolu sonsuz bir hayattır. Ölçme ve değerlendirme amaçlı bu duraklamadan sonra surenin akışı müşriklerin içinde bulundukları çelişkileri sayıp dökmeye devam ediyor! "Onlar gemiye bindikleri zaman sırf Allah'a yönelik bir inançla O'na yalvarırlar. Fakat onları denizin tehlikelerinden kurtararak karaya çıkarınca hemen eski puta tapıcı inançlarına dönerler." Bu da onların çelişkili ve anlaşılmaz inançlarından biridir. Müşrikler gemiye binip suda dalgalar tarafından sürüklenen bir oyuncak gibi sallanıp durdukları zaman Allah'tan başka hiçbir şeyi hatırlamazlar. O anda sığınılacak tek güç düşünürler. O da yüce Allah'ın gücüdür. Kafalarında sadece O vardır. Dillerinde yalnızca O'nun adı geçer. Allah'ın birliğini kabu1 edecek yetenekte olan fıtratlarına uyarlar: "Fakat Allah denizin tehlikelerinden kurtararak karaya çıkarınca hemen eski puta tapıcı inançlarına döner." Fıtratın kendilerine fısıldadığı doğru ve tutarlı mesajı, tehlike anının dışında dini Allah'a özgü kılarak sadece O'na yalvarıp dua etmelerini unuturlar. Allah'ın birliğini itiraf edip kayıtsız şartsız teslim olduktan sonra tekrar putçu inançlarına saparlar. Bu sapma yüce Allah'ın kendilerine bahşettiği nimetleri, fıtratı ve belgeleri inkâr edip belli bir süre için sınırlı dünya hayatının nimetlerinden yararlanma ile sonuçlanıyor. Bundan sonra meydana gelmesi kaçınılmaz olan kötü akıbet gerçekleşiyor. 66- Böylece kendilerine verdiğimiz nimetlere nankörlük etsinler ve dünyada zevkleri ile oyalansınlar bakalım! Nasıl olsa ilerde gerçeği öğreneceklerdir.! 67- Çevrelerindeki beldelerde oturan insanlar kaçırılırken, can güvenliğinden yoksun bir hayat yaşarken onların kentini dokunulmaz ve güvenli bir belde yaptığımızı görmüyorlar mı? Buna rağmen hâlâ asılsız ilahlara inanıp Allah'ın nimetlerini inkâr mı ediyorlar? 68- Allah hakkında yalan uydurarak O'na iftira edenden ya da gerçeği yalanlayandan daha zalim kim olabilir? Kâfirlerin yeri cehennem değil mi? "Böylece kendilerine verdiğimiz nimetlere nankörlük etsinler ve dünya zevkleri ile oyalansınlar bakalım! Nasıl olsa ilerde gerçeği öğreneceklerdir." Bu ifade bir yönden ilerde karşılaşacakları kötü akıbeti ima eden gizli bir tehdittir. Sonra müşriklere, yüce Allah'ın kendilerini şu anda yaşadıkları güvenli ve dokunulmaz evin çevresine yerleştirmekle bahşettiği nimet hatırlatılıyor. Ama onların Allah'ın nimetini hatırlamadıkları O'nun birliğine inanmak ve sadece O'na ibadet etmek suretiyle O'na yönelik şükür görevini yerine getirmedikleri tam tersine burada yaşayan mü'minleri korkuttukları, onları sindirmeye çalıştıkları vurgulanıyor! "Çevrelerindeki beldelerde oturan insanlar kaçırılırken, can güvenliğinden yoksun bir hayat yaşarken onların kentini dokunulmaz ve güvenli bir belde yaptığımızı görmüyorlar mı? Buna rağmen hâlâ asılsız ilahlara inanıp Allah'ın nimetlerini inkâr mı ediyorlar?" Dokunulmaz ve güvenli bir belde olan Mekke'de oturanlar hayatlarını güven içinde sürdürüyorlardı. İnsanlar Allah'ın evinden dolayı onlara saygı gösteriyorlardı. Öte yandan çevrelerinde yaşayan kabileler birbirlerini boğazlıyor, birbirlerinden korkarak can güvenliğinden yoksun bir hayat sürdürüyorlardı. Ancak Allah'ın içinde yaşayanlarla birlikte güvenli yaptığı evinin bulunduğu Mekke kentinde güvenlik içinde yaşayabiliyorlardı. Buna rağmen Allah'ın evini putların sergilendiği bir yere dönüştürmeleri, orada Allah'tan başka herhangi bir yaratığa ibadet etmeleri tuhaftır: "Buna rağmen hâlâ asılsız ilahlara inanıp Allah'ın nimetlerini inkâr mı ediyorlar?" "Allah hakkında yalan uydurarak O'na iftira edenler ya da gerçeği yalanlayandan daha zalim kim olabilir? Kâfirlerin yeri cehennem değil mi?" Kuşkusuz onlar yüce Allah'ın ortaklarının bulunduğu iddia etmekle O'na iftira ediyorlardı. Kendilerine sunulan gerçeği yalanlayıp inatla karşı çıkıyorlardı. Hem cehennem kâfirlerin yeri değil midir? Evet, kesinlikle... Ankebut suresi bir başka grubun yer aldığı bir tabloyu sunmakla son buluyor. Bunlar Allah'a ulaşmak, O'na bağlanmak için O'nun yolunda cihad eden kimselerdir. Allah'a giden yolda karşı karşıya kaldıkları zorluklara katlanan, hiçbir sorumluluktan kaçınmayan, asla ümitsizliğe düşmeyen kimselerdir. Kendi nefislerinin baştan çıkarıcı oyunlarına, insanların dinden döndürme amaçlı baskılarına karşı sabreden kimselerdir. Yüklerini omuzlayıp yabancısı oldukları uzun ve meşakkatli yola koyulan kimselerdir. Kuşkusuz Allah onları yalnız başlarına bırakmayacaktır. İmanlarını geçersiz saymayacak, cihadlarını unutmayacaktır. Yüce katından onları görüp hoşnut edecektir. Kendi uğrunda giriştikleri cihad hareketini görecek ve onları kendi yoluna iletecektir. kendisine ulaşmak için nasıl çabaladıklarını görecek ellerinden tutacaktır. Zorluklara karşı sabredişlerini, her zaman iyi davranışlar içinde oluşlarını görecek ve onları nimetlerin en iyisi ile ödüllendirecektir. 69- Uğrumuzda cihad edenleri, kesinlikle bize ulaştıran yollara erdiririz. Hiç kuşkusuz Allah iyi işler yapanlarla beraberdir |