Durumu: Medine No : 16627 Üyelik T.:
11 Şubat 2012 Arkadaşları:2 Cinsiyet: Yaş:48 Mesaj:
4.081 Konular:
315 Beğenildi:49 Beğendi:0 Takdirleri:149 Takdir Et:
| Cvp: Fizilalil Kuran Neml Suresi Tefsiri Bu ifade o sırada Hz. Süleyman'ın kalbine dokunan Allah'ın nimetini ortaya koyuyor. Ondan nasıl etkilendiğini, yönelişinin gücünü, vicdanının ürperişini tasvir ediyor. Allah'ın bu geniş lütfunu hissettiriyor. Allah'ın kendisi ve babası üzerindeki rahmet elini somutlaştırıyor. Korku ve ürperti içinde rahmetin ve nimetin dokunuşunu hissettiriyor. "Ya Rabbi, gerek bana ve gerekse ana babama bağışladığın nimetlere olanca gücümle şükretmemi ve hoşnut olacağın iyi işler yapmamı nasib eyle" Güzel amel işlemek de ayrıca Allah'ın bir lütfudur. Yüce Allah verdiği nimetlere şükreden kullarını bu güzel amelleri nasip eder. Tüm varlığı ile yönelmesi, verdiği nimetlere şükretmesi için Rabb'inden yardım dileyen Süleyman da Rabb'ine yakarıyor ki razı olacağı işler yapması için kendisini başarıya ulaştırsın. O da çok iyi biliyor ki, iyi işler yapmak yüce Allah'ın eşsiz bir nimeti ve yardımıdır. "Rahmetinle beni iyi kullarının arasına kat." Beni rahmetine kat. Çünkü o salih kullar arasına girmenin Allah'ın bir rahmeti olduğunu biliyor. Kulun imdadına yetişen ve onu iyi işler yapmaya muvaffak eden, böylece iyi insanların arasına katan rahmeti... O bunu biliyor. Merhamet olunanlardan başarıya ulaşanlardan olması ve salihler kafilesine katılması için Rabb'ine yalvarıyor. Allah'ın azabından emin değil, endişe ediyor... Peygamber seçildikten sonra bile az olmasından ve şükrünün noksan kalmasından korkuyor. Allah'a karşı takva bilinci ve korkuyla hareket eden, O'nun rızasını ve rahmetini gönülden arzu eden bir duyarlılık ile O'nun nimeti olduğu gibi ortaya çıkıyor. Burada karınca söylüyor. Hz. Süleyman, Allah'ın lütfu ve öğretmesiyle onun dediklerini anlıyor. Burada sadece bir değil iki mucizeyle karşılaşıyoruz. Birincisi Hz. Süleyman'ın karıncanın kendi topluluğunu sakındırmasını anlaması. İkincisi ise, karıncanın bu gelenin Hz. Süleyman ve askerleri olduğunu anlamasıdır. Birincisi yüce Allah'ın Hz. Süleyman'a öğrettiği ilimden kaynaklanan bir mucizedir. Hz. Süleyman ise hem bir insan, hem bir peygamberdir. Bu mucize vadideki karıncalar yüce Allah'ın hayatlarını korumaları için bünyelerine yerleştirdiği içgüdülerin etkisiyle tehlikeden kaçabilirler. Ama bu karaltıların, Hz. Süleyman ve orduları olduğunu anlaması ise gerçekten insanların şimdiye kadar eşine rastlamadıkları bir mucizedir. Bu tür durumlarda konuyu mucizelerden saymaktan başka çare yoktur. Şimdi Hz. Süleyman'ın Hudhud ve Sebe kraliçesi ile ilgili kıssasına geliyoruz. Bu bölüm altı sahneden oluşuyor. Sahne aralarında edebi boşluklar vardır. Ve bu boşluklar sunulan sahnelerle bir uyum oluşturup onlarla anlam kazanmaktadır. Sahneler edebi sunuş güzelliğiyle tamamlanıyor. hikâyede bazı sahnelerden sonra verilen bir takım yorumlarda yer alıyor. Bunlarla da kıssada sahnelerin ne amaçla sergilendikleri ortaya konuyor. Ve Kur'an'daki genel özellik uyarınca hikâyelerden çıkarılması gereken ibret ve derslerde belirtiliyor. Bu yorumlar, sahneler ve boşluklarla mükemmel bir uyum içine giriyor. Hem edebi güzellik yönü hem de vicdani yönü ile tam bir ahenk sergiliyor. Kıssada Hz. Süleyman'dan söz açıldığı için onun emri altındaki cinlere , insanlara ve kuşlara değinmek gerektiği gibi ilim nimetine de işaret gerekiyor. Zira cinlerin, insanların ve kuşların ilim konusundaki fonksiyonları üzerinde duruluyor. Ve ilmin fonksiyonu özellikle ön plana çıkarılıyor. Sanki bu giriş ile kıssada önemli rol alan herkese bir işarette bulunuyor. Bu ise Kur`an kıssalarında gerçekten önemli bir edebi özelliği oluşturuyor. Aynı şekilde bu girişte kişilerin özel karakterleri ve bu karakterlerin en belirgin özellikleri de açıklık kazanıyor. Hz. Süleyman'ın kişiliği, kraliçenin kişiliği, hudhud'un kişiliği ve kraliçenin yakın çevresinin kişiliği bu arada netlik kazanıyor. Bunun yanında değişik tablolarda ve durumlarda bu şahsiyetlerin psikolojik durumları ve tepkileri de ortaya çıkıyor. HZ. SÜLEYMAN VE HUDHUD KUŞU Birinci sahne Hz. Süleyman'ın ve ordusunun askeri durumunu sergilemektedir. Ayrıca karınca vadisine geldikten ve onun sözlerini duyup anladıktan, şükür, dua ve niyaz ile Rabb'ine yöneldikten sonraki o'nun durumunu sergiliyor. 20- Süleyman, ordusunun kuşlardan oluşan birliğini denetleyince dedi ki "Hudhud'u niçin göremiyorum, yoksa burada değil mi? 21- Onu ya ağır bir cezaya çarptıracağım, ya keseceğim ya da bana mazeretini belgeleyen açık bir kanıt getirecek. İşte hem hükümdar hem peygamber olan Hz. Süleyman. Güçlü ve büyük ordusu içinde. Şimdi o kuşları denetliyor fakat göremiyor. Buradan anlıyoruz ki, bu kuş denetleme sırasında özel bir görevi olan bir hudhud'du. Yoksa bu kuş yeryüzünde bulunan yüz binlerce, milyonlarca hudhud kuşu içerisinde sıradan bir kuş değildi. Hz. Süleyman'ın özellikle bu kuşu araması da onun bu ayırıcı bazı özelliklerini ortaya koymaktadır. Bu dikkatli, uyanık bir kuştur. Cinlerden, insanlardan ve kuşlardan oluşan onca büyük kalabalık içinde bir tek askerinin kaybolması Hz. Süleyman'ın gözünden kaçmıyor. Çünkü o ordusunun baştan sona denetim altında tutuyor. Böylece ayrılma ve geride kalmanın önüne geçiyor. Bu nedenle hudhud kuşunu esnek, şahane ve mükemmel bir cümle ile soruyor: "Hudhud'u niçin göremiyorum, yoksa burada değil mi? Hudhud'un kaybolduğu anlaşılıyor. Hükümdarın onu sorması üzerine herkes, hudhud'un izinsiz olarak ordudan ayrıldığını öğreniyor! Öyleyse konu, anarşizmin engellenmesi için kesin bir tavır almayı gerektiriyor. Hükümdarın bu sorusundan sonra mesele bir sır olmaktan çıkıyor. Eğer bu konuda iş sıkı tutulmazsa diğer askerlere kötü bir örnek olabilirdi. İşte bu nedenle disiplinli bir hükümdar olan Hz. Süleyman emrine aykırı olarak ortadan kaybolan bu askerine tehditler savuruyor. "Onu ya bir cezaya çarptıracağım ya keseceğim" Fakat biz biliyoruz ki, Hz. Süleyman yeryüzünde zorbalık yapan bir kral değildir. O Allah'ın bir elçisidir. Ve henüz ortadan kaybolan hudhud'un söylediğini dinlememişti. Onu dinlemeden ve sebebini araştırmadan hakkında son hükmü vermesi doğru olmazdı. İşte burada adil olan peygamberin karakteri ortaya çıkıyor "Ya da bana, mazeretini belgeleyen açık bir kanıt getirecek."Suçsuzluğunu açığa çıkaran ve cezalandırılmasını önleyen güçlü bir delil getirir belki. Birinci sahne henüz sona ermeden hudhud kuşu çıkageliyor. Yanında çok ilginç hatta Hz. Süleyman'ı şok eden büyük bir haber var. Aynı şekilde gözlerimiz önüne serilen hikâyedeki bu olay bizi de şaşkınlığa düşürüyor. 22- Hudhud çok geçmeden çıkagelerek dedi ki: "Senin bilmediğin bir şeyi öğrendim, sana Saba'dan çok önemli bir haber getirdim. " 23- "Ben o yörenin halkını yöneten bir kadınla karşılaştım. Allah ona her şeyi vermiş, görkemli bir tahtı var. " 24- "Onun ve soydaşlarının Allah'ı bir yana bırakarak güneşe secde ettiklerini gördüm. Şeytan, yaptıkları yanlış işleri onlara güzel göstererek kendilerine doğru saptırmış, bu yüzden doğru yolu bulamıyorlar. " 25- Şeytanın amacı, onları göklerdeki ve yeryüzündeki gizli şeyleri meydana çıkaran gerek saklı tuttukları ve gerekse açığa vurdukları tüm duygularını bilen Allah'a secde etmelerini engellemektir. 26- O Allah ki, kendisinden başka ilah yoktur ve yüce Arş'ın Rabb'idir. Hudhud hükümdarın kesin kararlılığını ve disiplinini biliyor. Bu nedenle ortadan kayboluşunu açıklayacak ve hükümdarın dinlemesini sağlayacak sürpriz bir haberle sözlerine başlıyor: Senin bilmediğin bir şeyi öğrendim, sana Saba'dan çok önemli doğru bir haber getirdim. Halkından biri "senin bilmediğin bir şey biliyorum" dediği halde, hangi hükümdar bu adamı dinlemez ki? "Senin bilmediğin bir şeyi öğrendim." Bu şok etkiyle hükümdarın kendisini dinlemesini sağladıktan sonra sebe tarafından getirdiği kesin haberi ayrıntılarıyla anlatmaya başlıyor. Sebe ülkesi arap yarımadasının güneyinde bulunan Yemen'in bir bölgesidir. Orada bu ülkeyi bir kadının idare ettiğini bildiriyor. "Allah ona her şeyi vermiş, görkemli bir tahtı var. Bu ifade kraliçenin hükmünün ve servetinin kuvvet ve güzel yaşam şartlarını en mükemmel biçimde gerçekleştirdiğini ifade ediyor: "Görkemli bir tahtı var."Zenginliği, refahı, teknolojik gelişmeyi gösteren ihtişamlı debdebeli bir hükümdarlık tahtı olduğu belirtiliyor kraliçenin. Kraliçe ve milletinin Allah'ı bırakıp güneşe secde ettiklerini belirtiyor. Burada onların sapıklığa düşüşlerini, şeytanın onlara yaptıklarını güzel göstermesine bağlanıyor. Bu nedenle onlar her şeyi bilen ve her şeyden haberi olan Allah'a kulluk etmeye fırsat bulamadıklarını açıklıyor. Onun ve soydaşlarının Allah'ı bir yana bırakarak güneşe secde ettiklerini gördüm. Şeytan yaptıkları yanlış işleri onlara güzel göstererek kendilerine doğru saptırmış, bu yüzden doğru yolu bulamıyorlar. Ayeti kerimede geçen "Hab'e" kavramı özlü bir ifade ile gizlenmiş şey demektir. İster gökten inen yağmur ve yerdeki bitkiler olsun, isterse yerin ve göklerin sırları olsun fark etmez. Bu sözcük; uçsuz-bucaksız evrende gayp perdesinin ötesinde gizlenmiş bulunan her şeyi içeren kinayeli bir sözdür. "Gerek saklı tuttukları ve gerekse açığa vurdukları tüm duyguları bilen Allah'a" Bu da göklerde ve yerde gizlenmiş olan sırların insanın iç aleminden gizlenmiş olan sırlar ile karşılaştırılmasıdır. Psikolojik dünyasının, gizli-açık her şeyini kuşatmaktadır bu ifade. Şu ana kadar hudhud, henüz hakkında kralın hüküm vermediği bir sanık konumundadır. Hudhud burada, anlattığı hikâyenin ardından her şeye gücü yeten, herkesin Rabb'i olan, yüce Arş'ın sahibi, tahtı ile hiçbir insan tahtının karşılaştırılamayacağı Allah'a işaret etmektedir. Böylece hükümdarın insani gücünü, Allah'ın büyüklüğü karşısında bastırmak, gölgede bırakmak istemektedir. "O Allah ki, kendisinden başka ilah yoktur ve yüce Arş'ın Rabb'idir. Kraliçenin ve milletinin yaptıklarının yorumu ile birlikte bu gizli işaret ile Hz. Süleyman'ın kalbine tesir etmektedir! Biz şimdi kendimizi ilginç bir kuşla karşı karşıya buluyoruz. Bu, anlayış, zeka ve inanç sahibi bir hudhud'dur. Haberi ustalıkla anlatmakta, konumunun özelliğini bilmektedir. Mabirane işaretlerde, değinmelerde bulunmaktadır. Secdenin ancak yerin ve göklerin gizliliklerini açığa çıkaran, yüce tahtın sahibi olan Allah'a yapılabileceğini kestirebilmektedir. Ama normalde hudhud kuşları anlayamazlar. Bu özel bir hudhuddur. Kendisine bu özel yetenek verilmiştir. Bu ise alışılan şeylere ters düşen, mucizevi bir olgudur! Hz. Süleyman, hemen onu tasdik etmeye veya yalanlamaya kalkınıyor. Getirdiği büyük haberi hafife almıyor. Hemen araştırmaya geçiyor. Haberin sağlık derecesini belirlemeye çalışıyor. Zaten adil bir peygambere, işini sağlam yapan bir hükümdara yakışan 27- Süleyman, hudhud'a dedi ki; "Göreceğiz bakalım, doğru mu söylüyorsun yoksa yalancının birimisin?" 28- "Şu mektubumu götürüp onlara at, sonra seni göremeyecekleri bir yere çekil de bak bakalım ne gibi bir sonuca varacaklar?" Burada mektubun içeriği açıklanmıyor. İçeriği de mektubun kendisi gibi gizli tutuluyor. Oraya gidiyor. Açıklıyor ve ilan ediliyor. Korkutma sanatı da en uygun yerinde sunuluyor! MEKTUP VE SEBE'NİN KRALİÇESİ Böylece bu sahnenin perdesi kapanıyor. Açıldığında birden kraliçeyi görüyoruz karşımızda. Mektup kendisine ulaşmış, bu önemli iş konusunda kraliçe halkının ileri gelenleriyle bunu değerlendiriliyor. 29-Kraliçe dedi ki; "Ey devletin ileri gelenleri, bana havadan çok önemli bir mektup atıldı. 30-Mektup, Süleyman'dan geliyor, Rahman ve Rahim olan Allah'ın adı ile başlıyor. 31-İçinde "Bana karşı büyüklük taslamayınız, boyun eğerek huzuruma geliniz " diyor. Kraliçe kendisine bir mektubun gönderildiğini onlara haber veriyor. Bu ifadeden biz onun bu mektubun kim tarafından gönderildiğini bilemediğini çıkarabiliriz. Eğer tefsir bilginlerinin belirttiği gibi kraliçe bu mektubun hudhud tarafından getirildiğini bilseydi normalde meydana gelmeyen bu ilginç olayı onlara açıklardı. Fakat kimin getirdiğini bilmediği için gönderme fiilini edilgen biçimde kullanmıştır. (Gönderildi) Bu da, kraliçenin mektubun kim tarafından ve nasıl ulaştırıldığını bilmediğini tercih etmemize neden olmaktadır. Kraliçe mektubu "değerli" bir mektup diye niteliyor. Bu nitelik belki mektubun mühründen belki şeklinden belki de ileri gelenlere açıkladığı içerikten kaynaklanmaktadır: "Mektup Süleyman'dan geliyor. Rahman ve Rahim olan Allah'ın adı ile başlıyor." İçinde Bana karşı büyüklük taslamayınız, boyun eğerek huzurumuza geliniz diyor." Kraliçe Allah'a tapmıyordu. Fakat Hz. Süleyman'ın namı bu bölgede de yayılmıştı. Kur'an'ın aktardığı mektubun ifade biçiminde bir üstünlük, ustalık ve kesinlik vardır. Bu da kraliçenin gönderilen mektubu "değerli bir mektup" şeklinde nitelemesinde etkili olmuş olabilir. Mektubun içeriği gayet kolay anlaşılmakta ve etkili olmaktadır. Esirgeyen, bağışlaşan Allah'ın adı ile başlamaktadır. Ve sadece bir şeyin yerine getirilmesini istemektedir: Mektubu gönderene karşı büyüklük taslamayın, ona karşı dikilmeyin. Kendilerine adı ile hitab ettiği Allah'a teslim olarak gelsin. Kraliçe mektubun içeriğini milletinin ileri gelenlerine anlattıktan sonra yeniden söze giriyor. Onların düşüncelerini almak istiyor. Toplu bir değerlendirme yapılmadan kesin kararı vermeyeceğini açıkça bildiriyor. 32- Kraliçe "Ey devletin ileri gelenleri, bu konuda ne yapmam gerektiğine ilişkin görüşlerinizi söyleyiniz, ben sizin görüşünüzü almadan hiçbir işi kesin sonuca bağlamam. Buradan da kraliçenin tedbirli, ileri görüşlü karakteri ortaya çıkıyor. Açıktır ki o ilk andan itibaren bilinmeyen bir şekilde kendisine gönderilen, üstünlüğü ve kesinliği ortada olan bu mektuba kendisini kaptırmıştır. Milletinin ileri gelenlerine bu mektubun "değerli" bir mektup olduğunu açıklarken bu etkisinde kalışı ileri gelenlerin gönüllerine de aşılamıştı. Anlaşılıyor ki o, cephe almak ve düşmanlık yapmak istemiyor. Fakat bunu açık olarak söylememektedir. Fakat mektubu bu şekilde nitelemekle görüşüne zemin hazırlamaktadır. Daha sonrada onların görüşlerini istemekte ve olayı değerlendirip ortak bir fikir ortaya çıkarmalarını beklemektedir. Devlet başkanının emri altında çalışan adamlar genel kararlara bağlı olarak iş yapmaya hazır olduklarını açıklamakta, fakat asıl kararın kraliçeye ait olduğunu belirtmektedirler: 33- İleri gelen devlet adamları dediler ki; "Biz güçlüyüz, yaman savaşçılarız, ferman senindir, düşün de ne buyuracağına karar ver. " Burada kraliçenin kişiliğinin ötesinde `kadının kişiliği ortaya çıkmaktadır. Kadın karakter olarak savaşlardan ve yıkımlardan hoşlanmaz. Kuvvet ve sertlik silahını kullanmadan hile ve yumuşaklık silahını kullanır: 34- Kraliçe dedi ki; "Hükümdarlar bir ülkeye ayak bastıklarında oranın düzenini alt-üst ederler ve halkının seçkinlerini hor ve itibarsız duruma düşürürler. Onlar hep böyle yaparlar. " 35- "Şimdi ben onlara bir hediye göndereceğim ve elçilerimin nasıl bir cevapla döneceklerini göreceğim. " Kadın biliyor ki, bir kente girdiklerinde orada bozgunculuğu yaymak, yakıp yıkmak, ırza-namusa tecavüz etmek, orayı savunan güçleri ve bunlara komuta eden düşkünleri, ileri gelenleri ezip geçmek, direnişin ana kaynağını oluşturdukları için onları horlamak ve aşağılamak kralların genel karakteridir. Hediye kalbi yumuşatır ve sevginin sembolüdür. Savaşın önlenmesine de yol açabilir. Bu aynı zamanda bir denemedir. Eğer Hz. Süleyman onu kabul ederse, bu onun dünyalık peşinde olduğunu ve dünya vasıtalarının fayda verebileceğini gösterir. Yok eğer kabul etmeye yanaşmazsa o zaman bu bir inanç meselesidir. Hiç bir mal onu engelleyemez. Yeryüzünün en değerli varlıkları bile onu durdurmaz. Böylece sahnenin perdesi iniyor ve sonra yeni bir sahne için tekrar açılıyor. Bir de bakıyoruz ki, kraliçenin elçileri ve hediyeleri Hz. Süleyman'ın huzurunda. Hz. Süleyman onların kendisini mal ile satın almaya yönelmelerine fena halde kızıyor. Kendisini bu yolla islama çağırmaktan vazgeçirmeye çalışmalarını şiddetle reddediyor. Sert biçimde ve ısrarla son sözünü söylüyor ve tehdidini savuruyor. 36- Kraliçenin elçisi gelince Süleyman ona dedi ki; "Beni mal ile mi kandıracaksınız? Allah'ın bana bağışladığı ayrıcalıklar size verdiklerinden daha üstündür. .Siz bu hediyenizle övünebilirsiniz?" 37- "Şimdi efendilerine dön. Yemin ederim ki, karşı koyamayacakları kadar güçlü bir ordu ile üzerlerine yürürüz. Ve onurlarını çiğneyerek burunlarını yere sürte sürte onları yurtlarından çıkarırız. " Tekliflerinin red edilişinde malın basite alındığı, yeri ve zamanı olmayan bu teklifin abesliği ortaya konuyor. İnanç ve dava alanında bu tür tekliflerin saçma olacağı belirtiliyor. "Beni mal ile mi kandıracaksınız? " Siz bana bu basit ve değersiz malları mı takdim ediyorsunuz? "Allah'ın bana bağışladığı ayrıcalıklar size verdiklerinden daha üstündür." Yüce Allah, elinizdekinden çok daha değerlisini bana vermiştir. Bana maldan daha değerli olduğu kesin olan şeyleri vermiştir. İlim ve peygamberlik. Cinlerin ve kuşların emrine verilişi. Onun için yeryüzünün diğer değerleri ve malları beni mutlu etmiyor. "Siz bu hediyenizle övünebilirsiniz? Siz ancak yüce Allah ile bağları bulunmayan, onun hediyelerine mazhar olmayan, toprağa bağımlı insanları ilgilendiren bu tür basit değerleri arzu edersiniz? Böylece onların tekliflerini reddettikten sonra tehdide başvuruyor: "Şimdi efendilerine dön. Ve korkunç olan akibeti bekleyin" Yemin ederim ki, karşı koyamayacakları kadar güçlü bir ordu ile üzerine yürürüz." Hiçbir insanını sahip olamayacağı hiçbir kraliçe ve milletinin karşı koyamayacağı ordularla geliriz. "Ve onurlarını çiğneyerek, burunlarını yere sürte sürte onları yurtlarından çıkarırız. Onları aşağılanmış ve horlanmış bir biçimde oradan çıkarırım. Onları sürerim. Böylece bu çetin sahnenin de perdesi kapanıyor. Elçiler geri dönüyorlar. Olay içinde onların görevi bitiyor. Ve artık onlardan hiç söz edilmiyor. Sanki her şey bitmiş ve bu konudaki söz sona ermiştir. Sonra Hz. Süleyman'a -selâm üzerine olsun- yöneliyoruz. O, böyle bir karşılamanın düşmanlık isteyen kraliçenin işinin bitireceğini anlıyor. -Nitekim kraliçenin Hz. Süleyman'ın etkili mektubunun bir hediye ile karşılık vermesi de bunu gösteriyor!- Kraliçenin bu teklifi kabul edebileceğini kesinkes biliyor. Zaten öyle de oluyor. |