Tekil Mesaj gösterimi
Alt 08 Ekim 2008, 12:47   Mesaj No:2

Emekdar Üye

Medineweb Emekdarı
Emekdar Üye - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
Durumu:Emekdar Üye isimli Üye şimdilik offline konumundadır
Medine No : 16627
Üyelik T.: 11 Şubat 2012
Arkadaşları:2
Cinsiyet:
Yaş:48
Mesaj: 4.081
Konular: 315
Beğenildi:49
Beğendi:0
Takdirleri:149
Takdir Et:
Standart Cvp: Fizilalil Kuran Şuara Suresi Tefsiri

Bu sırada Firavun -sözü değiştirerek Hz. Musa'ya davasının özünü sormaya yönelmiştir. Fakat yüce Allah hakkında bilmezlikten gelerek, alaya alarak ve edepsizlik ederek soru yöneltmiştir:



23- Firavun, "alemlerin Rabb'i dediğin nedir?" dedi.

Firavun -Allah cezasını versin- soruyor: Ben kendisinin elçisiyim dediğin Alemlerin Rabbi de kimdir? Bu ancak sözü temelden red eden sözü ve söyleyeni aşağılayan, meseleyi bütünü ile hayretle karşılayıp düşünülmesini bile imkansız gören, söz konusu yapılmasının doğru olmadığını kabul etmiş birinin yaklaşımı olabilir.
Hz. Musa -selam üzerine olsun- ona cevap veriyor. Allah'ın görülen bütün evrenin ve içindekilerin Rabbi olduğunu, Rabblık sıfatının herşeyi kuşattığını dile getiriyor:

24- Musa "Eğer kesin gerçeği öğrenmek istiyorsanız, O göklerin, yerin ve bu ikisi arasındaki bütün varlıkların Rabbidir" dedi.

Bu cevap Firavunun bilmezlikten gelişini karşılayan ve ağzını kapatan bir cevaptır. Ey Firavun, yüce Allah senin gücünün ve ilminin ulaşamayacağı bu dehşet verici evrenin Rabbidir, sahibidir. Firavun'un iddiası bu milletin ve Nil vadisinin bu bölümünün tanrısı olduğuna ilişkindi. Bu ise, göklerin, yerin ve ikisi arasındaki varlıkların içinde toz tanesi veya zerre kadar küçük ve sözü bile edilmeye değmez bir mülk demekti. Aynı şekilde Hz. Musa'nın -selam üzerine olsun- cevabı da Firavun'un iddiasını küçümsüyor, asılsız olduğunu ortaya koyuyor, dikkatlerini bu korkunç evrene yöneltiyor ve bunun Rabbinin kim olabileceği üzerinde düşünmesini sağlamaya çalışıyordu.. İşte Alemlerin Rabbi O'dur.. Bu yönlendirmeden sonra Hz. Musa'nın sözü şöyle hikaye ediliyor . "Eğer kesin gerçeği öğrenmek istiyorsanız" İşte sadece bu kesin anılmaya ve tasdik edilmeye layıktır, uygundur.
Firavun etrafındakilere dönüyor, onların bu söze hayretlerini izhar etmelerini istiyor. Veya, apaçık, rahat anlaşılabilen gerçek sözlerin kalblere ulaşmasından endişe eden, zalimlerin, zorbaların geleneğine uygun olarak Hz. Musa'nın sözlerinden etkilenmemelerini sağlamaya çalışıyor.

25- Firavun çevresindekilere "dediklerini duyuyor musunuz?" dedi.

Şimdiye kadar duymadığımız ve tanımadığımız hiç kimsenin söylemediği bu ilginç ve hayret verici söze kulak veriyor musunuz?
Bu sırada Hz. Musa zaman kaybetmeden ona ve etrafındakilere tekrar saldırarak Alemlerin Rabb'inin başka bir sıfatından söz ediyor.

26- Musa: "O hem sizin hem de sizden önceki atalarınızın Rabbidir" dedi.

Bu sıfat Firavun'a iddiasına ve konumuna yönelik daha büyük bir darbe indirmektedir. Açık açık belirtiyor ki, Alemlerin Rabbi, firavunun da Rabbidir. Firavun onun kullarından biridir. Yoksa kendisi milletine karşı iddia ettiği gibi bir ilah falan değildir. Onun milletinin rabbi de O'dur. Firavun iddia ettiği gibi onların ilahı değildir? Önceki atalarının Rabbi de Allah'tır. Firavunun ilahlığına gerekçe yapmaya kalkıştığı veraset sistemi kuru bir iddiadır. Öteden beri Alemlerin Rabbi Allah'tan başkası değildi!
Açıklama Firavun için öldürücü bir darbe oldu. Etrafında bulunan kabinesiyle bunu sessiz biçimde dinlemesi mümkün olmamıştır. Hemen böyle bir sözle ortaya çıkan adamı delilikle itham etmeye kalkmıştır:

27- Firavun çevresindekilere: "Size peygamber olarak gönderilen bu adam kesinlikle bir delidir" dedi.

Size peygamber olarak gönderilen bu adam elçiniz.. diyerek bizzat peygamberlik meselesini hafife almak ve bu aşağılama ile kalbleri onu tasdik etmekten uzaklaştırmak istemektedir. Onu kabul etmek ve olabileceğini itiraf etmek için böyle demiyor. Hz. Musa'yı -selam üzerine olsun- delilikle itham ediyor ki, Firavunun dinini ve siyasal konumunu kökten tehdit eden, eleştiren, insanları kendi rabbleri ve önceki atalarının rabbi olan Allah'a çağıran sözlerinin etkisini yok etsin.
Yalnız, bu aşağılama ve bu iftira Hz. Musa'nın azmini kesmiyor. Yoluna devam ediyor. Azgınların ve zorbaların tahtını sarsan gerçek sözlerini haykırmaya devam ediyor.



28- Musa, "Eğer düşünme yeteneğiniz varsa anlarsınız ki, O doğunun, batının ve bu ikisi arasındaki bütün varlıkların Rabb'idir. dedi.

Doğu ve Batı hergün gözler önünde serili bulunan iki olgu, iki görüntüdür. Sürekli tekrarlandıkları ve alışılageldikleri için kalbler onlara dikkat ile yönelmez. Bu sözcükler doğuşa ve batışa işaret ettikleri gibi, doğuş ve batış yerlerine de işaret edebilirler. Firavun ve benzeri zorbalar, zalimler bu dehşet verici büyük olayların kendi kontrollerinde olduklarını iddia etmeye cesaret edemezler. Öyleyse bu iki hükmeden, onları gecikmeksizin ve belirlenen süresinden geri kalmaksızın sürekli bir şekilde meydana getiren kimdir? Soğuk olan kalbler bu yönlendirme ile birden sarsılmakta, uykuda olan akıllar birden uyanmaktadırlar. Hz. Musa -selam üzerine olsun- onların duygularını harekete geçirmekte ve onları düşünmeye, değerlendirmeye çağırmaktadır, "Eğer düşünme yeteneğiniz varsa"
Gayri meşru idareler, ulusların uyanmasından, kalblerin dirilmesinden korktukları kadar hiçbir şeyden korkmazlar. Uyanıklığa ve bilinçli harekete çağrı yapan davetçilerden rahatsız oldukları kadar kimseden rahatsız olmazlar. Uykudaki vicdanları sarsmaya çalışanları cezalandırdıkları kadar kimseyi cezalandırmazlar. İşte bunun içindir ki, Firavun az önceki sözleriyle kalblerin tellerine dokunan Hz. Musa'ya karşı öfkelenip heyecana kapılmıştır. Sert bir tehdit, apaçık bir saldırı ile, onunla konuşmasını kesiyor. Bu yöntem, güvendikleri dalların kırıldığı ve delillerin aleyhlerine döndüğü sırada bütün tağutların, zalim iktidar sahiplerinin başvurdukları bir yoldur:

29- Firavun "Eğer benden başka bir ilah edinirsen yemin ederim ki, seni hapse attırırım " dedi.

İşte gerekçe ve işte sebep. Zindanda bulunanların arasına katma tehdidi! Zindan ondan uzakta değildir. Ve o, ilk suçsuz zindana gönderilen kişi olmayacaktır! Bu aynı zamanda acizliğin delilidir. Atak halde bulunan gerçek karşısında batılın zayıflığını kavramanın işaretidir. Eski-yeni bütün azgınların değişmez çehresi ve şaşmayan yoludur!
Şu kadar var ki, bu tehdit Hz. Musa'nın ödünü koparacak değildi. Allah'ın elçisi olduğu, Allah onunla ve kardeşi ile birlikte olduğu halde nasıl korkabilirdi? İşte o firavunun kapatıp rahatlamak istediği noktaya tekrar parmak basıyor. Yeni bir söz ve yeni bir delille tekrar bu konuya dönüyor.

30- Musa "Sana doğru söylediğimi kanıtlayan apaçık bir delil göstersem de mi? dedi.

Yani ben sana peygamber olduğumu doğrulayan apaçık bir delil göstermiş olsam da mi beni zindana atılanlardan edeceksin? Bununla Firavun Hz. Musa'nın daha önceki sözlerini dinleyen kabine önünde zor duruma düşürülmüştür. Eğer bu aşamada onun apaçık deliline kulak vermeyi red etse, bu onun delilinden korktuğu anlamına gelecekti. Halbuki az önce o Hz. Musa'nın deli olduğunu iddia etmişti. Bu nedenle Firavun kendisini ondan delilini istemeye mecbur hissetmişti.

31- Firavun "Eğer doğru söylüyorsan kanıtını göster bakalım " dedi.

Eğer iddianda doğru-dürüst isen veya elinde apaçık bir delil bulunduğuna ilişkin sözlerin doğru ise.. Yani o hâlâ Hz. Musa hakkında kuşkular yaymaya çalışıyor. O'nun delilinin topluluğun kalbi üzerinde bir etki bırakmasından korkuyor.
Burada Hz. Musa maddi olan iki mucizesini ortaya atmıştır. Onları Firavun'un meydan okuyuşu son haddine varmadan çıkarmamıştır.


32· Bunun üzerine Musa elindeki değneği yere attı, değnek o anda sahici bir yılan oluverdi.


33- Ve elini yeninin altından çıkardı; bakanlar, onun ak bir parıltı saçtığını gördüler.

Buradaki ifade, Asa'nın bilfiil hayat dolu bir ejderhaya dönüştüğünü, elini kaldırdığında gerçekten bembeyaz olduğunu göstermektedir. Ayetin "O anda o" ifadesi bunun gösteriyor. Yani burada mesele büyüde olduğu gibi hayalde canlandırılmış değildi. Büyü ise, eşyanın tabiatını değiştirmez Duyu organlarına gerçekliği olmayan şeyleri hayal ettirir.
İnsanın akıl erdiremediği biçimde meydana gelen hayat mucizesi her an gerçekleşen bir mucizedir. Fakat insanlar, sürekli tekrarladığı ve alıştıkları için ona gerekli ilgiyi göstermezler. Veya bu değişikliğin meydan okuma şeklinde gerçekleştiğini görmedikleri için onun üzerinde kafa yormazlar. Bu tablodaki mucize ise bambaşkadır. Hz. Musa -selam üzerine olsun- bu iki mucizeyi Firavunun yüzüne çarpmaktadır. Bu ise sarsıcı ve ürkütücü bir sahnedir.
Firavun, mucizenin büyüklüğünü ve güçlülüğünü hissetmiş, hemen karşısına geçip direnmeye, onu etkisiz hale getirmeye çalışmıştı. Bu arada kendi durumunun kritikliğini ve milletin kendi etrafından dağılmasına az kaldığını da kestiriyordu. Hz. Musa'dan ve taraftarlarından korktuklarını ileri sürerek bu sarsıcı mucizenin etkisinden kurtulmalarını sağlamaya çalışıyordu.

34- Bunun üzerine Firavun, çevresindeki seçkin yakınlarına dedi ki, "bu adam bilgili bir büyücüdür"


35- Sizi büyücülüğü ile yurdunuzdan çıkarmak istiyor. Peki ne buyuruyorsunuz?"

Firavunun bu sözlerinden anlaşılıyor ki, o, buna büyü adını verse de mucizenin büyüklüğünü kabul ediyordu. Çünkü o, bu mucizenin sahibini "bilgin" bir büyücü olarak niteliyordu. Yine anlaşılıyor ki, o milletin bu mucizeden etkilenmesinden endişe ediyor ve bu nedenle onları kışkırtıyordu. "Sizi büyücülüğü ile yurdunuzdan çıkarmak istiyor" Ayrıca burada Firavunun kendisini onlara ilah olarak takdim ettiği millete karşı ne kadar güçsüz, iradesiz, hale gelip yıkıldığı, zillete düştüğü açığa çıkmaktadır. Şimdi milletin emrini beklemekte ve onlara danışmaktâdır: "Ne buyuruyorsunuz?". Firavun kendisine uyanların buyurmalarını beklediği sırada, onlar kendisine secde ediyorlardı!
Bu ayaklarının altındaki yerin sarsıldığını hisseden azgın iktidar sahiplerinin değişmez karakteridir. O zamana kadar zorbalıkla işleri yönetirken kritik durumlarda yumuşarlar. Çizmeleri ile ezip geçtikleri uluslara sığınırlar. Daha önce kendi arzularını dikta ile kabul ettirirken, böyle durumlarda göstermelik olarak halka danışırlar. Tehlikeli bölgeyi geçinceye kadar böyle davranırlar. İşlerini düzeltince bir de bakarsın ki, onlar aynı zorbalar, diktatörler ve aynı zalimlerdir! Firavun'un oyununa gelen, hiçbir sağlıklı temele dayanmayan, iktidarlarında da ona ortak olan, kendilerini Firavun'un taraftarı ve yakınları haline getirip nüfuz ve otorite sahibi kılan mevcut statükonun değişmeden devam etmesinde kendilerinin büyük yararı bulunan kodamanlar Firavuna yol göstermişlerdir. Bunlar halk kitlelerinin Hz. Musa'nın iki mucizesini görüp onun sözüne kulak verdikleri taktirde Hz. Musa ve İsrailoğullarının kendi toprakları üzerinde bile kendilerine galip geleceğinden endişe etmişlerdir.. İmkanları birleştirip hazırlık yapıldıktan sonra Hz. Musa'nın büyüsüne aynen onunkisi gibi bir büyü ile karşılık verilmesini önermişlerdir.

36- Dediler ki; "Onu kardeşi ile birlikte oyala ve adam toplayacak elçilerini bütün kentlere gönder.


37- Bütün bilgili büyücüleri bulup sana getirsinler.

Yani sen o'na ve kardeşine bir süre tanı. Bu arada Mısır'ın belli başlı şehirlerine elçiler gönder. Profesyonel büyücüleri toplasınlar. Sonra bu büyücüler ile Musa arasında bir büyü yarışması düzenle.
Bu sahnenin perdesi burada kapanıyor. Perde açıldığında mesajı alan büyücülerin kafile kafile geldiklerini, bu yarış için halk kitlelerinin toplandıklarını görüyoruz. Halk kitlelerine büyücüleri desteklemeleri aşılanıyor. Onların ardında ise, iktidar sahipleri yer alıyor. Hak ile batılın veya iman ile isyanın yarış alanı hazırlanıyor.

38- Bir süre sonra büyücüler belirli bir günün kararlaştırılan saatinde biraraya geldiler.


39- Halka da dediler ki, haydi toplanın bakalım.


40- Toplanın da eğer büyücüler galip gelirlerse onların peşinden gideriz.

İfadeden halk kitlelerinin nasıl dolduruşa getirilip duygularının sömürüldüğü kendiliğinden ortaya çıkıyor. "Halka da dediler ki, haydi toplanın bakalım" "Toplanın da eğer büyücüler galip gelirlerse onların peşinden gideriz
Büyücülerin İsrailoğulları'ndan olan Musa'ya karşı zaferlerini gözetlemek için toplanır mısınız? Sakın o günden geri kalalım demeyin! Halk kitleleri sürekli olarak bu tür işler için toplatılırlar. Bu halk kitleleri zalim yöneticilerinin kendilerini aldattıklarını, kendileriyle oynadıklarını, bu tür yarışlar, törenler ve toplantılar ile kendilerini meşgul ettiklerini, böylece kendilerine uygulanan zulüm, baskı ve kötü hayat şartlarını unutturmak istediklerini anlamazlar. İşte Mısırlılar da bu şekilde toplandılar. Büyücüler ile Hz. Musa -selam üzerine olsun- arasındaki yarışı seyretmek için!
Sonra yarışma öncesinde gerçekleşen büyücülerin Firavun huzurundaki sahnesi geliyor. Galip geldikleri tàktirde alacakları ücret ve mükafatı dolgun buluyorlar. Firavun onlara bol bol ücret sağlayacağını ve şerefli tahtının yakınlarından olacaklarına söz veriyor!

41- Büyücüler gelince Firavun'a "Eğer biz yenecek olursak herhalde bize bir ödül verilecek değil mi? dediler.


42- Firavun evet, yakın adamlarım arasına gireceksiniz, dedi.

İşte burada azgın Firavun'un kendilerinden destek aldığı ücretli topluluğun asıl kimliği de ortaya çıkıyor. Bunlar bütün ustalıklarını, maharetlerini kendilerini bekleyen ücret karşılığında satıyorlar. Bunların inançla, hiçbir ilgileri yoktur. Sorunla da ilgileri bulunmuyor. Ücret ve çıkar dışında, kendilerini ilgilendiren bir olay yoktur. İşte her yerde ve her zaman zalim, azgın iktidar sahiplerinin kullandıkları kişiler de bu tür kişilerdir!
Şimdi onlar insanları aldatmak için sergiledikleri oyunlarının, ustalıklarının ve emeklerinin karşılığını alacaklarını sağlama bağlamış bulunuyorlar. İşte Firavun da onlara ücretin fazlasını söz veriyor. Her birinin kendisinin yakınları arasına gireceklerini söz veriyor. Ki o hem kraldır hem de ilahlık iddiasında bulunan bir azgındır.
Sonra büyük yarışma ve onu izleyen büyük gelişmeler sahnesi geliyor.



43- Musa, "Ne atacaksanız atın, hünerinizi gösterin bakalım"dedi.


44- Büyücüler, "Firavun'un ululuğuna andolsun ki, üstün gelen taraf biz olacağız" diyerek iplerini ve değneklerini attılar.


45- Arkasından Musa değneğini atınca, değnek büyücülerin bütün göz boyayıcılıklarını yutuverdi.


46- Bunun üzerine bütün büyücüler secdeye kapandılar.


47- Ve "bütün varlıkların Rabbine inandık.


48- Musa ile Harun'un Rabbine dediler.


49- Firavun, "ben izin vermeden O'na inandınız, öyle mi? Hiç kuşkusuz O size büyücülüğü öğreten elebaşınızdı. Ama yakında başınıza neler geleceğini öğreneceksiniz. Andolsun ki, sağlı-sollu birer el ve ayağınızı kesecek ve arkasından hepinizi asacağım" dedi.


50- Büyücüler de dediler ki, "zararı yok, nasıl olsa Rabb'imize döneceğiz.


51- Bizler ilk inananlar olduğumuz için Rabb'imizin kusurlarımızı bağışlayacağını umarız. "

Sahne normal ve sakin bir şekilde başlıyor. Baştan beri Hz. Musa'nın üzerinde bulunduğu gerçeğe tam güveni olduğu, meydanları dolduran, elde ettikleri maharetin en üstün marifetlerini ortaya koymaya hazırlanan büyücülerin topluluklarından, arkalarında yer alan Firavun ve yandaşlarından ve onların etraflarını kuşatan saptırılmış, aldatılmış, halk kitlelerinden etkilenmediği anlaşılıyor. Hz. Musa'nın bu kendine güveni önce sözü onlara bırakmasında ortaya çıkıyor.
Musa, Ne atacaksanız atın, hünerinizi gösterin bakalım dedi.
İfadenin kendisinde bile, bir aşağılama ve hafife alma olduğu gözlenmektedir. "Ne atacaksanız atın, hünerinizi gösterin dedi" Aldırmadan önemsemeden herhangi bir sınır koymadan.
Büyücüler, maharetlerinin en büyük kozlarını, tuzaklarının en büyüklerini ortaya koydular. Firavunun adı ve şerefi ile meydana atıldılar.
"Büyücüler, "Firavun'un ululuğuna andolsun ki, üstün gelen taraf biz olacağız" diyerek iplerini ve değneklerini attılar".
Onların iplerinin ve sopalarının ne oldukları burada A'raf ve Taha surelerinde anlatıldığı gibi anlatılmıyor. Böylece Hakka duyulan güven ve sebatın gölgesi olduğu gibi korunuyor. Hemen Hak ile batıl arasındaki yarışmanın sonucuna geçiliyor. Zira bu surenin asıl amacı budur.
"Arkasından Musa değneğini atınca, değnek büyücülerin bütün göz boyayıcılıklarını yutuverdi."
Büyücülerin ileri gelenlerinin beklemedikleri dehşet verici olay meydana geliyor. O güne kadar içinde yaşadıkları ve tam anlamı ile öğrendikleri sanatlarının en büyük ürününü ortaya koymaya çalışmışlar, büyücülerin yapabileceklerinin en büyüğünü yapmışlardı. Üstelik onlar büyük bir gruptu. Her yerden toplatılıp getirilen büyük bir topluluktu. Musa ise tekti. Yanında sadece Asası vardı. Buna rağmen Asası onların uydurduklarını birden yutuvermişti. Yutuvermek, yemenin en çabuk şeklidir. Onlar şimdiye kadar büyüde göz boyamanın esas olduğunu biliyorlardı. Fakat şimdi bu Asa onların iplerini ve sopalarını gerçekten yutuyordu. Hiçbir izleri kalmıyordu. Eğer Hz. Musa'nın yaptığı da büyü olsaydı, onlara ve insanlara Hz. Musa'nın yılanının onları yuttuğu hayal halinde gösterildikten sonra ipleri ve sopaları ortada kalırdı. Fakat onlar bakıyorlar ve bunların izlerine bile rastlamıyorlardı!
İşte bu durumda artık tartışma götürmeyen apaçık gerçeğe boyun eğmemek için kendilerine hakim olamıyorlar. Çünkü onlar herkesten daha çok onun gerçek olduğunu biliyorlardı:
"Bunun üzerine bütün büyücüler secdeye kapandılar."
"Ve bütün varlıkların Rabb'ine inandık" "Musa ile Harun'un Rabb'ine dediler."
Onlar az önce paralı askerlerdi. Ustalıklarına karşı Firavun'dan karşılık bekliyorlardı. Bir inanç ve problem sahibi değillerdi. Yalnız kalblerine dokunan gerçek onları birden değiştirmişti. Benliklerini titreten bir sarsılıştı bu. Birden onları herşeyden vazgeçirmişti. Ruhlarının derinliklerine, kalblerinin merkezine ulaşmıştı. Oranın üzerini kaplayan sapıklığın tortularını silip götürmüştü. Onları tertemiz yapıp diriltmiş, Hakka boyun eğer hale getirmiş, imanla onarmıştı. Hem de kısa bir zaman diliminde. Bir de bakıyoruz ki, onlar gayri ihtiyari secdeye kapanıyorlar. Dilleri depreniyor. Apaçık yakın bir ifade ile iman gerçeğini haykırıyorlar.
"Ve bütün varlıkların Rabb'ine inandık." "Musa ile Harun'un Rabb'ine dediler."
İnsanın kalbi gerçekten hayret edilecek bir varlıktır. Merkezine ulaşan tek bir dokunuş bile onu kökten değiştirebilir. Allah'ın peygamberi -salat ve selam üzerine olsun- doğru söylemiştir: "Her kalb Rahman'ın iki parmağı arasındadır. Dilerse onu düzeltir (doğrultur) dilerse eğriltir (saptırır)" (Buhari-Müslim) İşte bu şekilde paralı asker olan büyücüler, mü'minlere, seçkin mü'minlere dönüştüler. Hem de yığınlarca halk kitlelerinin, Firavun'un ve kurmaylarının gözleri önünde ve işitecekleri bir şekilde.. Azgın, zalim bir iktidarın karşısında apaçık iman etmelerinin ne gibi sonuçları ve cezaları olacağını düşünmeden, zorba iktidar sahibinin ne söyleyeceğine, ve ne yapacağına aldırmadan, bu imana gelmeyi gerçekleştirdiler.
Bu beklenmedik değişikliğin Firavun ve kurmayları üzérinde şok etkisi yapmış olması gerekir. Firavun'un piyonları halk kitlelerini toplamış, onları bu yarışı izlemek için toplarlarken onları hazırlamış, şartlandırmışlardı. İsrailoğulları'ndan olan Musa'nın büyücü olduğu, büyüsü ile kendilerini yurtlarından çıkarmak istediği, iktidar ve yönetimi kendi kavmine vermek istediği, Firavun tarafından toplanan büyücülerin onu mağlup edecekleri ve onun tezini çürütecekleri yalanına inanmaya hazır hale getirilmişlerdi.. Sonra bu halk kitleleri işte görüyorlar ki, büyücüler Firavun'un adı ve şerefi ile atacaklarını atıyorlar. Halbuki onlar az önce ona hizmet etmek için gelen, onun ücretinde gözü olan ve onun şerefi ile işe koyulan paralı askerleriydi!
Bu, Firavun'un tahtını tehdit eden bir değişiklikti. Zira bu tahtın üzerinde kurulduğu dini efsaneyi (mitolojiyi) ilahlık veya tanrıların oğlu olma efsanesini tehdit ediyordu. Bazı asırlarda bu tur dini efsaneler yaygınlık kazanmıştır. Bunlar da işte o dindeki büyücülerdi. Büyücülük kutsal bir meslekti. Bu sanat, ülke çapında, sadece tapınakların kahinlerine serbestti. İşte onlar da şimdi Alemlerin Rabbine, Musa ve Harun'un Rabbine iman ediyorlardı. Halk kitleleri inançları noktasında kahinlerin peşinde giderlerdi. Kahinler de böylece onları oyalarlardı. Artık Firavun'un tahtının dayanağı sadece bire inmişti. Bu da kaba kuvvetti. Bu kaba kuvvet ise, inanç olmadan bir tahtı ayakta tutamaz ve bir rejimi koruyamaz.
Biz Firavun ve etrafındaki kurmaylarının bu korku ve endişelerinin nedenini kestirebiliyoruz. Yeter ki, bu gerçeği doğru anlayıp değerlendirebilelim. Kahin ve büyücü olarak gelip böyle açık, net, etkileyici, bir biçimde iman etmeleri kabul ederek ve gönülden boyun eğip bağlanarak, secdeye kapanmadan edemeyen bu kitlenin iman etmelerini düşündüğümüzde, Firavun ve kurmaylarının korkusunu haklı buluruz.
İşte bu sırada Firavun'un cinleri tepesine çıkmıştır. Öfke dolu tehdidini savurmuş, işkence ve intikama başvurmuştur. Öncelikle büyücüleri Musa ile işbirliği yaparak kendisine ve milletine karşı komplo düzenlemekle suçlamıştır!
"Firavun "Ben izin vermeden O'na inandınız, öyle mi?" Hiç kuşkusuz O size büyücülüğü öğreten elebaşınızdı. Ama yakında başınıza neler geleceğini öğreneceksiniz. Andolsun ki, sağlı-sollu birer el ve ayağınızı kesecek ve arkasından hepinizi asacağım dedi."
"Ben size izin vermeden ona inandınız öyle mi?" Siz ona inandınız dememiş, onların bu hareketini kendisi izin vermeden Musa'ya teslim olma şeklinde değerlendirmiştir. Bu iradesine sahip, hedefini bilen, sonucu kendisi hazırlayan, herşeyini kendisi planlayan birinin manevralarına benzer bir hareket tarzıdır. Onun kalbi büyücülerin kalbine dokunan mesajı hissetmemiştir. Zaten zorbaların, zalimlerin kalbleri ne zaman bu tür aydınlatıcı dokunuşları hissetmiştir ki? Sonra o, bu tehlikeli dönüşümü etkisiz bırakmak için, büyücüleri anında suçlamaya başlıyor. "Hiç kuşkusuz o size büyücülüğü öğreten elebaşınızdı." Bu gerçekten hayret edilecek suçlamadır. Yegane yorumu da şu olabilir: Aynı zamanda kahin olan bu büyücülerden bazıları, Firavun onu evlat edindiği için sarayda Musa'nın eğitimini üstlenmişlerdi. Veya Hz. Musa'nın bazen tapınaklarda onlarla başbaşa kaldığı oluyordu. İşte Firavun, Hz. Musa ile büyücüler arasındaki bu uzak ilişkiye sığınıyor. Ayrıca bu ilişkiyi de ters yüz ediyor: "O sizin öğrencinizdir" diyeceği yerde "O sizin elebaşınızdır" diyor. Böylece halk kitlelerinin gözünde işin önemini ve dehşetini arttırmaya çalışıyor!
Tehditlerini savurduktan sonra mü'minleri bekleyen acımasız işkence ile korkutmağa başlıyor.
"Ama yakında başınıza neler geleceğini öğreneceksiniz. Andolsun ki, sağlı sollu birer el ve ayağınızı kesecek ve arkasından hepinizi asacağım" dedi.
İşte bütün zorbaların tahtının ve şahsının tehlikede olduğunu hissettiklerinde başvurdukları aptalca çözüm budur. Kalbleri ve vicdanları titremeden öfke, katı yüreklilik ve iğrençlikle bu cinayete başvururlar. Bu, söylediklerini anında uygulayabilme gücü olan azgın ve zorba, Firavun'un sözüdür.. Peki bu söz karşısında aydınlığı gören, inanmış kesimin sözü ne olacak bakalım!
Bu, Allah'ı bulan ve bu buluştan sonra artık neleri kaybedeceğine kulak vermeyen, bunlara aldırmayan kalbin sözüdür. Allah ile temasa geçen, izzetin zevkine eren kalp artık azgın iktidar sahiplerine değer vermez. Ahireti kazanma peşinde olan kalbi, bu dünya işlerinin ne azı, ne de çoğu ilgilendirmez.
"Büyücüler dediler ki, zararı yok. Nasıl olsa Rabb'imize döneceğiz.''' "Bizler ilk inananlar olduğumuz için Rabb'imizin kusurlarımızı bağışlayacağını umarız."
Zararı yok. Sağlı sollu birer el ve ayağımızın kesilmesi önemli değil. Asılmanın ve işkencenin önemi yok. Öldürüleceğimize ve şehid edileceğimize aldırış etmiyoruz. Önemi yok, çünkü biz Rabbimize dönüyoruz.. Artık biz Rabbimize döndükten sonra bu yeryüzünde ne olursa olsun. Bizi ilgilendiren, olmasını umduğumuz tek şey: "Rabbimizin günahlarımızı bağışlamasıdır." "Müminlerin ilkleri olduğumuz için" Herkesten önce bu mesaja sarıldığımız için.
Aman Allah'ım! İman vicdanları aydınlatınca, ruhları coşturunca gönüllere huzur doldurunca, çamur balçığını yücelerin yücesine yükseltince, kalbleri zenginlik, bolluk ve azık ile doyurunca ne dehşet verici güce dönüşüyor, yeryüzündeki herşeyi ne kadar değersiz, basit ve önemsiz hale getiriyor.
Anlatımın seyri içinde bu parlak edebi güzelliğin üzerine, perde kapanıyor. Daha fazla birşey anlatılmıyor. Böylece sahnenin hayranlık veren güzelliği ve derin etkisi olduğu gibi kalıyor. Bu anlatım ile Mekke'de zorluğa, sıkıntıya ve işkenceye katlanan, bunlara göğüs geren ruhlar, gönüller eğitiliyordu. Azgınlığa, zulme ve işkenceye karşı koyan her inanç sahibi de onunla eğitilir.
Bundan sonra ise yüce Allah inanan kullarını yönlendiriyor. Firavun ise, komplosunu hazırlıyor ve bütün ordularını topluyor.


52- Arkasından Musa'ya "Bana inanan kullarımı geceleyin yola çıkar; sizi takip edecekler" diye vahyettik.


53- Firavun asker toplamakla görevli adamlarını şehirlere saldı.


54- Toplanan askerlerine dedi ki, "Bu adamlar, 'bir avuçluk, az sayıda bir toplulukturlar. "


55- Fakat bizi öfkelendiriyorlar.


56- Biz ihtiyatlı bir toplumuz.

Olaylar ve zaman açısından bir boşluk var burada. Bunlar bu sırada ele alınmıyor. Bu yarıştan sonra Hz. Musa ve İsrailoğulları Mısır'da bir süre yaşadılar. Yüce Allah Hz. Musa'ya milletinin göçmesini bildirmeden önce A'raf suresinde anlatılan diğer mucizeler de bu süre içinde meydana gelmişti. Fakat buradaki ayetler onlara değinmiyor ki, surenin konusuna ve asıl yönelişine uygun düşen sonuca ulaşsın.
Bu sırada yüce Allah Hz. Musa'ya Allah'ın kullarını geceden yola koymasını, planlamasını ve düzenlemesini tamamladıktan sonra onların geceden göç etmelerini sağlamasını bildirmiştir. Firavun'un kendilerini izleyeceğini haber vermiş ve milletini deniz kenarına doğru harekete geçirmesini emretmiştir. (Herhalde bu deniz kenarı Süveyş körfezinin göller bölgesi ile buluştuğu yerdir.)
Firavun İsrailoğullarının aniden kaçtıklarını öğrenmişti. "Genel Seferberlik" diye adlandırılabilecek bir hal ilan étti. Şehirlere elçiler gönderdi. Kendisine ordular toplamalarını istiyordu. Hz. Musa ve milletini yakalamak onların planlarını başlarına geçirmek istiyordu, fakat o bu planın, plan sahibi olan yüce Allah tarafından planlandığını bilmiyordu!
Firavun'un kuklaları ona asker toplamaya koyulmuşlardı!.. Yalnız böyle bir toplama hareketi Firavun'un korktuğunu, Hz. Musa ve onunla birlikte olanların güçlülüğünü ve büyük bir tehlike olduklarını, bu nedenle sözde ilah bir kralın böyle bir genel seferberliğe girişmeye gereksinim duyduğu imajını verebilir. Öyleyse mü'minlerin halini basite indirgemek gerekmektedir.
"Bu adamlar, bir avuçluk, az sayıda bir toplulukturlar"
Öyleyse onların işleriyle bu kadar ilgilenilmesinin, onlar için bu kadar kalabalık güçlerin toplanmasının ne anlamı var. Halbuki onlar bir avuç kadar insandır!
"Fakat bizi öfkelendiriyorlar"
Onları öfkelendiren, harekete geçiren ve kin beslemeye neden olan sözlere ve eylemlere girişmektedirler.
Öyleyse her halde onların bir önemi vardır ve onlar bir tehlikedir! İşbirlikçiler istedikleri kadar "bu önemli değil" desinler. Biz yine de onları gözetlemeliyiz. "Biz ihtiyatlı bir toplumuz"
Onların tuzaklarına karşı uyanık, çalışmalarına karşı ihtiyatlı olmalıyız. İşlerin dizginlerini sıkı tutmalıyız!
Bu inanç sahibi mü'minler karşısında zorbalığa başvuran batılın değişmeyen, sürekli şaşkınlığıdır!
Son sahneye geçmeden önce, Firavun ve kurmaylarının içinde yüzdükleri bol nimetlerin arasından çıkarılmalarını ne gibi bir sonucun izlediği öncelikle belirtiliyor. Ezilmiş olan İsrailoğullarının onlara varis oldukları haber veriliyor:


57- Böylece biz, Firavun ve soydaşlarını bahçelerden ve pınar başlarından çıkardık.


58- Hazinelerden ve konforlu köşklerden de.


59- Böylece bunlara, İsrailoğullarını mirasçı kıldık.

Onlar Hz. Musa ve milletinin peşine düşmüşlerdi. Onların izlerini sürmüşlerdi. İşte bu onların son çıkışları oldu. İçinde yaşadıkları bağlardan-bahçelerden, ırmakların, yer altı zenginlik kaynaklarından ve güzel yerleşim bölgelerinden bu şekilde çıkarılmışlardı. Bundan sonra o nimetlere tekrar dönemediler! Bu nedenle onların mü'minlerin izlerini sürerek peşlerine düşmelerinin sonu öncelikle belirtiliyor. Zulmün, şımarmanın ve temelli azgınlığın cezası anında' belirtilmiş oluyor böylece.
"Böylece bunlara, İsrailoğullarını mirasçı kıldık."
İsrailoğullarının kutsal topraklara göç ettikten sonra tekrar Mısır'a Mısır'ın yönetimine ve Firavun ile milletinin hazinelerine varis oldukları bilinmiyor. Bu nedenle Kur'an'ı yorumlayan bilginler: Onlar Firavun ve kurmaylarının sahip olduklarının bir benzerine varis oldular. Yani onlar bunların sahip oldukları bahçeler, ırmaklar, hazineler ve güzel yerleşim bölgeleri türünden nimetlere sahip oldular" demişlerdir,
Arada verilen bu açıklamadan sonra kesinlik ifade eden son sahne geliyor.
Alıntı ile Cevapla