Durumu: Medine No : 16627 Üyelik T.:
11 Şubat 2012 Arkadaşları:2 Cinsiyet: Yaş:48 Mesaj:
4.079 Konular:
315 Beğenildi:49 Beğendi:0 Takdirleri:149 Takdir Et:
| Cvp: Fizilalil Kuran Nur Suresi Tefsiri Surede yer alan bundan önceki iki derste, ayetlerin akışı, insanın en katı,en kaba yönlerini inceltmek, arındırmak ve nurlu ufuklara yükseltmek için ele alıp tedavi etmek şeklinde idi. Et ve kanın ihtirasını, göz ve cinsel organların şehvetini, tahrik ve teşhircilik eğilimini, öfke ve kin dürtüsünü tedavi ediyordu. Fuhuşun nefiste, hayatta ve günlük konuşmalarda yaygınlaşmasını önlüyordu. Zina cezasını, mesnetsiz zina suçlamasında bulunmanın cezasını sert ve sıkı uygulamakla, hiçbir şeyden haberi olmayan iffetli mü'min kadınlara zina suçlamasında bulunmanın en iğrenç, en aşağılık örneklerini sunmakla tedavi ediyordu. Çeşitli korunma yöntemlerini devreye sokarak; evlere girmek için izin istemek, bakışları harama bakmaktan sakındırmak, süsleri saklamak, baştan çıkarıcı ve şehevi duygulan uyarıcı davranışları yasaklamak suretiyle tedavi ediyordu. Sonra evlilikle, fuhuşu önlemekle, kölelere özgürlük kazandırmakla tedavi ediyordu. Bütün bunlar kan ve etten kaynaklanan dürtülerin önünü kapamak, nefislere iffet, üstünlük, şeffaflık ve aydınlık yöntemlerini hazırlamak içindi. Yine surenin akışı, geçen iki derste Hz. Aişe'ye yönelik o büyük iftira olayından sonra geride kalan kin ve öfkeleri, kriterlerin karışmışlığını ve ruhların içine düştüğü sıkıntıları tedavi ediyordu. Artık Peygamberimizin Muhammed'in -salât ve selâm üzerine olsun- nefsi tatmin olmuş, sakinleşmiştir. Hz. Aişe'nin -Allah ondan razı olsun- nefsi durulmuş, memnun olmuştur. Hz. Ebubekir'in -Allah ondan razı olsun- nefsi daha hoşgörülü, bağışlayıcı ve arınmıştır. Safvan b. Muattal'ın -Allah ondan razı olsun- nefsi yüce Allah'ın şahitliği ve aklaması ile huzur bulmuştur, ikna olmuştur. Müslümanların nefisleri böyle bir iftiraya bulaşmaktan pişman olmuş, tövbe etmişlerdir. Çünkü içine düştükleri bataklığı görmüş, ondan kurtulmuşlardı. Rabblerinin kendilerine yönelik lütfuna, rahmetine ve yol göstericiliğine karşılık şükrederek ona dönmüşlerdi. İşte bu eğitimle, bu donatımla, bu yönlendirme ile insanın bünyesi tedavi edilmiştir. Bu sayede nurla aydınlanmış, aydınlık ufuklara yükselmiştir. Göklerin ve yerin ufuklarındaki o büyük nuru görmüştür. Bütünüyle aydınlık, bütünüyle nur olan o alemdeki her tarafı kaplayan her tarafı bürüyen bol nimetleri algılayacak yeteneğe sahip olmuştur. 35-Allah göklerin ve yerin nurudur. O'nun nuru, içinde kandil yanan bir projektöre benzer, kandil bir fanus iğindedir ve bu fanus sanki inci gibi parıldayan bir yıldızdın Bu kandil yakıtını, bereketli bir zeytin ağacının yağından sağlar. Ağaç, ne doğuya ve ne de batıya bakmayan ve bu yüzden sürekli güneş alan bir arazide yetiştiği için yağın, hiç ateşe değmese bile kendiliğinden tutuşup ışıyacak kadar saftır. O nur üzerine nurdur. Allah dilediği kimseleri bu nura iletir. Allah insanlara somut örnekler verir. Allah herşeyi bilir. Bu dehşet verici ayet, adeta insana huzur veren, insanı aydınlatan bir nur fışkırıyor. Bu nur bütün evreni kaplıyor; bütün duyguları, bütün organları etkiliyor, bütün köşelere, bütün dönemeçlere akıyor: Koskoca evren göz kamaştırıcı bir nur denizinde yüzüyor, yudumluyor, bütün perdeler kalkıyor, kalpler şeffaflaşıyor, ruhlar kanatlanıyor. Her şey bu engin okyanusta yüzüyor; her şey bu nur denizinde temizleniyor, her şey kirinden ve ağırlıklarından arınıyor. Bu bir serbestlik, dilediğince kanat çırpmadır. Bakışma ve bilişmedir. Kaynaşma ye yakınlaşmadır. Sevinç ve coşkudur. İçindeki canlı cansız tüm varlıklarla evren artık her türlü bağdan ve sınırdan kurtulmuş bir nur haline gelmiştir. Baştan başa nur olan bu evrende gökler yerle, canlılar cansız varlıklarla, uzaklar yakınlarla birleşmiştir. Bu evrende vadiler yollarla, gizlilikler açıklıklarla,duygular kalplerle buluşmuştur. "Allah göklerin ve yerin nurudur." Göklerin ve yerin yapısı ve düzeni bu nura dayanır. Varlıklarının özünü bahşeden, onların hareket tarzlarını belirleyen sistemi koyan bu nurdur. Son zamanlarda insanlar-atomun parçalanmasından sonra- ellerindeki maddenin, ışık enerjisinden başka hiçbir dayanakları, ışık enerjisinden başka bir "madde"likleri bulunmayan hareketli ışınlara dönüşmesi ile birlikte bu büyük gerçeğin bir yönünü kavrama imkanına kavuştular. Çünkü maddenin özünü oluşturan atom, nötron ve elektronlardan oluşur. Atomun parçalanması ile birlikte bu nötron ve eléktronlar özü itibariyle nur olan ışın dalgaları halinde dağılırlar. Oysa insan kalbi bilimden asırlar önce bu büyük gerçeği kavramıştı. Şeffaflaşıp kanatlandığı, nurdan ufuklara doğru yol aldığı her seferinde kavramıştı bu gerçeği. Hiç kuşkusuz Peygamberimizin -salât ve selâm üzerine olsun- kalbi bu gerçeği tam ve her yönüyle kavramıştı. Taiften dönerken ellerini insanlardan silkeleyip ve Rabbine yönelirken bu nuru ifade etmişti: "Allah'ım karanlıkları aydınlattığın, dünya ve ahiret işlerini onunla düzenlediğin yüzünün nuruna sığınırım." İsra ve Miraç yolculuğu dönüşünde de bu nuru ifade etmişti. Hz. Aişe "Rabbini gördün mü?" diye sorduğunda "O nurdur, nasıl görebilirim ki?" diye cevap vermişti. Ne var ki insanın bünyesi uzun süre bu sürekli kaynayan, her tarafı bürüyen nuru algılamaya güç yetiremez. Uzun süre bu uzak ufku seyredemez. Bu yüzden ayeti kerime bu engin gösterdikten sonra mesafesini yaklaştırmaya başlıyor. Yakın ve somut bir örnekle onu insanın sınırlı kavrama yeteneğini ilgi alanına yaklaştırıyor: "Onun nuru, içinde kandil yanan bir projektöre benzer, kandil fanus içindedir ve bu fanus sanki inci gibi parıldayan bir yıldızdır. Bu kandil yakıtını, bereketli bir zeytin ağacının yağından sağlar. Ağaç ne doğuya ne de batıya bakmayan ve bu yüzden sürekli güneş alan bir arazide yetiştiği için yağı, hiç ateşe değmese bile kendiliğinden tutuşup ışıyacak kadar saftır. O nur üzerine nurdur." Bu, sınırsız bir tabloyu insanın sınırlı kavrama yeteneğine yaklaştırmak amacıyla verilen bir örnektir. Özünü kavramaktan yoksun olana algıladığı şeyin küçük bir örneğini çizmektir bu. İnsanın boyutlarını ve çaresiz kavrama yeteneğini aşan engin ufukları izleyememesi gerçeği karşısında bu örnek, nurun mahiyetini, özelliğini insanın kavrayışına yaklâştırmaktadır. Göklerin ve yerin genişliğinden ışık sızdırmayan bir duvarda, projektör işlevi gören küçücük oyuğa geçiliyor. Bu oyuğa kandil konur, böylece, ışığı yoğunlaşır, sıklaşır, daha güçlü ve daha parlak olur. "İçinde kandil yanan bir projektör gibi." "Kandil bir fanus içindedir." Bu fanus onu rüzgârdan korur, yığını parlatır, daha aydınlık ve daha gür görünür. "Bu fanus sanki inci gibi parıldayan bir yıldızdır." Bizzat kendisi de şeffaf ince, parlak ve aydınlatıcıdır. Burada düşünce, küçük bir modele takılıp kalmasın diye; küçük bir fanustan büyük bir yıldıza yükselirken örnekle gerçek, modelle asıl birleşiyor. Çünkü bu model, zihinleri büyük ve asıl gerçeğe yaklaştırsın diye gösterilmiştir. Bu kısa ayrılıktan sonra ayetin akışı tekrar modele, yani kandile dönüyor.. "Bu kandil yakıtım bereketli bir zeytin ağacının yağından sağlar." Zeytin yağının ışığı, bu ayete ilk defa muhatap olanların bildiği en parlak yıktı. Ancak sırf bunun için seçilmemiştir bu örnek. Aynı zamanda bu bereketli ağacın yaydığı kutsallık havası da ön planda tutulmuştur. Bu Tur dağındaki vadinin kutsallığıdır ve burası Arap yarımadasına zeytin ağacının yetiştiği en yakın bölgedir. Kur'an-ı Kerim'de buna ve çevresine yaydığı kutsallık havasına işaret edilir: "Asıl kaynağı Tur-i sina olan ve yiyenlere yağ ve katık sağlayan ağacı da yarattık." Zeytin ağacı oldukça verimli ve uzun ömürlü bir ağaçtır. İnsanlar bu ağacın her şeyinden yağından, odunundan, yapraklarından ve meyvesinden yararlanırlar. Bir kez daha asıl ve büyük gerçeği hatırlatmak için küçük modelden uzaklaşılıyor. Bu ağaç bilinen anlamda bir ağaç değildir. Bir yere ve bir yöne bağlı değildir. Ve sırf yaklaştırma amaçlı soyut bir örnektir. "Bu ağaç ne doğuya ne de batıya bakar." Yağı da görülen ve bilinen yağlardan değildir. Bu, değişik ve ilginç bir yağdır. "Yağı hiç ateşe değmese bile kendiliğinden tutuşup ışıyacak kadar saftır." Şu halde bu yağ bizzat şeffaflıktır, başlı başına bir parlaklıktır, bu yüzden neredeyse yakmadan tutuşup ışıyacaktır. "Ateşe değmese bile" "O nur üzerine nurdur." Ve biz yolculuğun sonunda derin ve engin nura yeniden dönüyoruz. Bu, göklerin ve yerin karanlıklarını aydınlatan Allah'ın nurudur. Ve biz bu nurun mahiyetini ve boyutunu kavrayamayız. Sadece kalpleri ona bağlama, onu görmelerini sağlama çabasıdır bizimki. "Allah dilediği kimseleri bu nura iletir." Kalplerini açıp onu görenleri bu nura iletir. Çünkü bu nur gökleri ve yeri kaplamıştır. Göklerde ve yerde her zaman fışkırmaktadır. Bu nur hiç eksik olmaz göklerde ve yerde. Kesilmez, sınırlandırılmaz ve gizlenmez bu nur: Bir kalp ne zaman bu nura yönelmek isterse onu görür. Bir yol şaşkını, ne zaman bu ışığın farkına varırsa yolunu bulur, bu nura bağlanırsa Allah'ı bulur. Yüce Allah'ın kendi nuru için verdiği örnek, insanların kavrayışlarını bu nur yaklaştırmanın bir yoludur. Çünkü yüce Allah insanların kapasitelerini bilir. "Allah insanlara somut örnekler verir. Allah her şeyi bilir." Bu engin nur, gökleri ve yeri kaplayan, göklerde ve yerde çağlayan bu nur, kalplerin Allah'la buluştuğu, O'na kavuştuğu, O'nu anıp korktuğu, O'nun için her şeyden soyutlandığı, onu hayatın tüm nimetlerine tercih ettiği Allah'ı evlerinde belirginleşir, billurlaşır. 36- Bu projektör; Allah'ın yüceltilmelerini ve içlerinde adının anılmasını emrettiği evlerde yanar. Bu evlerde birtakım kimseler sabah ve akşam Allah'ı her tür noksanlıktan tenzih ederler. 37- Bu kimseleri ne ticaret, ne alış-veriş,Allah'ı anmaktan, namazı kılmaktan ve zekâtı vermekten alıkoymaz. Onlar kalplerin hoplayacakları ve gözlerin donakalacağı bir günün dehşetinden korkarlar. 38- Amaçları, Allah'ın kendilerini işledikleri amellerin en güzel karşılığı ile ödüllendirmesi ve lütfu ile bundan da daha fazlasını vermesidir. Allah dilediği kimselere hesapsız rızık bağışlar. Kur'an'ın birbirinin aynısı ya da yakın özelliklere sahip sahneleri sunmada başvurduğu uyumlu hale getirme yöntemi uyarınca, oradaki kandil sahnesi ile buradaki Allah'ın evleri sahnesi arasında tasviri bir bağ kuruluyor. Bir projektör içinde nura parlayan kandil ile Allah'ın evlerinde nurla parlayan kalpler arasında da benzeri bir bağ vardır. "Allah bu evlerin yüceltilmesini emretmiştir." Allah'ın izni uygulanması gereken bir emirdir. Dolayısıyla bu evler, yüceltilmiş, onarılmışlardır. Temiz ve yücedirler. Bu evlerin yüceltilmelerine ilişkin sahne ile göklerde ve yerde parıldayan nur, ifade içinde birbirlerine uygun düşüyor. Aynı şekilde bu evlerin üstün mahiyetleri, nurun parlak ve aydınlık mahiyetiyle anlam itibariyle uygunluk oluşturmaktadır. Bu evler yücelik .duygusu ile, yüceltme ile, içlerinde Allah'ın adı anılsın diye kurulmuşlardır. "Allah bu evlerde adının anılmasını emretmiştir." Bu evlerde, aydınlık, temiz, titreyerek Allah'ı tesbih eden, ürpererek namaz kılan kalpler toplanır. Bu evlerde buluşan, biraraya gelen "kimseleri ne ticaret, ne alış-veriş Allah'ı anmaktan, namazı kılmaktan ve zekâtı vermekten alıkoyamaz." Ticaret ve alışveriş para kazanma ve servet biriktirme içindir. Fakat onlar bunlarla uğraşmakla beraber, namaz kılmak suretiyle-Allah'ın hakkını, zekât vermek suretiyle de kulların hakkını ödemekten geri kalmazlar. "Onlar kalplerin hoplayacakları ve gözlerin donakalacağı bir gücün dehşetinden korkarlar." Korkudan, sıkıntıdan ve ızdıraptan dolayı bir türlü sakinleşmezler, yerlerinden fırlarlar. Onlar böylesine dehşetli bir günün azabından korktukları için ne ticaret ne de alı,-veriş onları Allah'ı anmaktan alıkoyamaz. Bu etkin korkuya rağmen onlar Allah'ın sevabına umut bağlarlar. "Amaçları Allah'ın kendilerini işledikleri amellerin en güzel karşılığı ile ödüllendirmesi ve lütfu ile bundan da daha fazlasını vermesidir." Onların Allah'ın lütfuna yönelik bu ümmetleri karşılıksız kalmayacaktır. "Allah dilediği kimselere hesapsız rızık bağışlar." Sınırsız ve de kayıtsız lütfundan bağışlar. Göklerde ve yerde belirginleşen, Allah'ın evlerinde billurlaşan ve iman ehlinin kalplerinde parıldayan bu nura karşılık surenin akışı bir diğer ortamı gözler önüne seriyor. İçinde hiçbir aydınlık bulunmayan kapkaranlık bir ortamdır bu. Burası güvenlikten yoksun, korkunç bir ortamdır. Bu ortamda her şey boşunadır hiçbir fayda sağlamaz. İşte burası kâfirlerin yaşadığı küfür ortamıdır. 39- Kâfirlerin amelleri ise engin çöllerdeki serap gibidir. Susuz kimse onu su zanneder, fakat oraya varınca hiçbir şey bulamaz. Kâfir karşısında Allah'ı bulur. O da hesabını eksiksiz olarak görür. Zaten Allah'ın hesaplaşması çabuktur. 40- Kâfirlerin amellerinin bir başka benzeri engin bir denizin karanlıklarıdır. Bu denizi üstüste binen dalgalar ve dalgaları da bulut örter. Orada karanlıklar üstüste binmiştir. Öyle ki insan elini uzatsa onu farkedemez bile. Allah'ın nur vermediği kimsenin nuru olamaz. İfade kâfirlerin durumlarını ve akıbetlerini hareket ve canlılık dolu iki ilginç sahnede canlandırıyor. Birinci sahne onların amellerini geniş ve açık bir arazide yanıltıcı bir şekilde parıldayan bir serap şeklinde canlandırıyor. Bu serap susuz kişiyi kendine doğru çekiyor. O da kendisini bekleyen akıbetten habersiz olarak oraya doğru koşuyor. Aniden sahne hareketleniyor. Şu serabın peşinde koşan adam, su içmek umuduyla yola düşen susuz... Orada kendisini bekleyen akıbetten habersiz kişi... İstediği yere ulaşıyor ama beklediğini bulamıyor... Aniden aklına bile getirmediği şaşırtıcı, tüm bağları koparan, insanı iliklerine kadar titreten korkunç bir şeyle karşılaşıyor. "Kâfir karşısında Allah'ı bulur." İnkâr ettiği,reddettiği hasım kesildiği, düşmanlık yaptığı Allah'ı orada kendisini bekler durumda bulur. İnsanoğlundan bir düşmanı bile bu şekilde karşısına çıksaydı yine de çok korkacaktı. Peki şu şaşkın gafil ve hazırlıksız adam güçlü öç alıcı ve her şeye gücü yeten Allah'ı karşısında bulunca ne yapar? "O da hesabını eksiksiz görür." Bu sürpriz ve ani buluşmaya uygun düşecek şekilde, beklemeden ve çabucak görür hesabını. "Zaten Allah'ın hesaplaşması çabuktur." Bu ifade insanı şaşkına uğratan korkunç sahneye uygun bir değerlendirmedir. İkinci sahnede, az önceki yanıltıcı parıltıdan sonra ortalığı karanlık kaplıyor. Engin bir denizdeki dehşet verici korku somutlaştırılıyor. Üstüste binen dalgalar, onları da örten bulut... Böylece karanlıklar birbirine biniyor. Öyle ki, insan elini gözünün önüne uzatsa korku ve karanlığın şiddetinden onu farketmez bile. Hiç kuşkusuz küfür yüce Allah'ın evrende çağlayan nurundan kopuk bir karanlıktır. Kalbin en yakın, en basit bir hidayet belirtisini göremediği bir sapıklıktır. Huzur ve güvenin bulunmadığı korkulu bir ortamdır. "Allah'ın nur vermediği kimsenin nuru olmaz." Allah'ın nuru kalp için hidayettir, basiret açıklığıdır,.fıtratın Allah'ın göklere ve yere egemen kıldığı evrensel yasalar sistemine bağlanmasıdır, yine fıtratın gökleri ve yeri bürüyen Allah'ın nuru ile buluşmasıdır. Kim bu nura bağlanmamışsa o, dağılması sözkonusu olmayan bir karanlık içindedir, huzur ve güvenden yoksun karanlık bir ortamdadır, dönüşü olmayan bir sapıklık içindedir. İşin sonu insanı yok olmaya, azaba sürükleyen boş bir seraptır. Çünkü inanç sistemine dayanmayan amelin geçersiz olması sonucu, imansız iyilik de olmaz. Gerçek yol göstericilik, Allah'ın yol göstericiliğidir. Esas nur Allah'ın nurudur. İnsanlık alemindeki küfrün, sapıklığın ve karanlığın canlandırıldığı bu sahneyi, uçsuz bucaksız evrendeki imanın, hidayet ve aydınlığın gözler önüne serildiği sahne izliyor. Bu sahnede canlısı ve cansızıyla tüm varlıklar; insanlar, cinler, melekler, yıldızlar, canlılar, cansızlar Allah'ı tesbih eder durumda sunuluyorlar. Birden varlıklar alemi karşılıklı tesbih sesleri ile çınlıyor, hém de derin düşünüldüğü zaman vicdanı titreten son derece etkileyici bir sahnede... 41- Göklerdeki ve yerdeki tüm varlıkların ve havada süzülen kuşların Allah'ı noksanlıklardan tenzih ettiklerini görmüyor musun? Bu varlıkların tümü, Allah'a nasıl dua edeceğini, O'nu nasıl noksanlıklardan tenzih edeceğini bilir. Allah da onların ne yaptıklarını bilir. Şu uçsuz bucaksız evrende insan tek başına değildir. Çevresinde sağında, solunda, üstünde, altında,bakışının ve hayalinin uzandığı her yerde, farklı özelliklere, değişik görüntü ve şekillere sahip yüce Allah'ın yarattığı kardeşleri, yoldaşları vardır. Bu varlıklar farklı özellik ve yapılara sahip olmakla beraber Allah'ı anma noktasında buluşurlar, O'na yönelirler. O'nu överek noksanlıklardan tenzih ederler. "Allah da onların ne yaptıklarını bilir." Kuran insanı, çevresinde yer alan Allah'ın sanatına, göklerde ve yerde yarattıklarına bakmaya yöneltiyor. Çünkü bu varlıklar Allah'ı överek noksanlıklardan tenzih ediyorlar, ondan korkuyorlar. Yine Kuran insanların özellikle her gün gördükleri bir sahneye dikkatlerini çekiyor. Bu, havada saf tutarak süzülen ve Allah'ı överek noksanlıklardan tenzih edén kuşların sahnesidir. "Bu varlıkların tümü, Allah'a nasıl dua edeceğini, O'na nasıl noksanlıklardan tenzih edeceğini bilir." Sadece insandır, Rabbini noksanlıklardan tenzih etmeyen. Oysa varlıklar içinde öncelikli olarak Allah'a inanması, O'nu noksanlıklardan tenzih etmesi O'na yalvararak dua etmesi gereken insanoğludur. Evren tümüyle bu sahnede ürpererek yaratıcısıysa yönelen, onu överek tesbih eden, O'na dua eden bir durumda canlandırılıyor: Aslında evren özü, yapısı itibariyle, kendisine hükmeden yasalarda somutlaşan yüce yaratıcının iradesine uyması itibariyle de sahnede canlandırıldığı durumdadır. |