Durumu: Medine No : 16627 Üyelik T.:
11 Şubat 2012 Arkadaşları:2 Cinsiyet: Yaş:48 Mesaj:
4.081 Konular:
315 Beğenildi:49 Beğendi:0 Takdirleri:149 Takdir Et:
| Cvp: Fizilalil Kuran Enbiya Suresi Tefsiri Bu üçüncü bölüm, peygamberler ümmetini sunuyor. Dar bir çerçevede değil elbette. Bazısına yalnızca işaret ediyor. Bazısından ayrıntılı olarak söz ediliyor, uzun uzun anlatılıyor, bazen de özetle değiniliyor. Bu işaretler ve halkalar arasında yüce Allah'ın peygamberlerine yönelik rahmeti ve yardımı, buna karşın kendilerine apaçık kanıtlar geldikten sonra peygamberleri yalanlayan toplumların uğradığı akıbetler belirginleşiyor. Ayrıca bazı peygamberlerin iyilik ve kötülükle denenmelerine ve bu imtihanı nasıl aştıklarına değiniliyor. Aynı şekilde yüce Allah'ın peygamberlerini insanlardan seçip göndermesine ilişkin yasası, bütün peygamberlerin aynı inanç sistemini ve aynı yolu izledikleri, zaman ve mekân farklılığına rağmen tek bir ümmet oldukları vurgulanıyor. İşte bunlar harikalar yaratan ilahlığın, her şeyi planlayan iradenin ve evrensel yasa sisteminin birliğinin kanıtlarıdır. Bu yasalar sistemi, Allah'ın evrene hükmeden kanunlarını birbirine bağlıyor, onları kaynaştırıyor, onları tek bir hedefe, tek bir mabuda yöneltiyor. "Benden ,başka ilah yoktur, sırf bana kulluk ediniz." PEYGAMBERLER ZİNCİRİ 48- Andolsun ki, biz Musa ile Harun'a doğru ile eğriyi ayırdeden ve takvalılar için ışık ve öğüt olan kitab'ı verdik. 49- Onlar Rabb'lerinden görmeden korkarlar ve kıyamet gününün dehşetinden ürkerler. 50- Bu Kur'an, tarafımızdan indirilmiş kutsal bir öğüttür. Siz onu inkâr mı ediyorsunuz? Surenin akışı içinde müşriklerin bir insan olduğundan dolayı Hz. Peygamberi -salât ve selâm üzerine olsun- alaya aldıklarından, vahyi yalanladıklarından, "bu olsa olsa büyüdür ya da şiirdir veya kendisi uydurmuştur" dediklerinden söz edilmişti. İşte burada onlara peygamberlerin insanlar arasından seçilip gönderilmesinin her zaman için yürürlükte olan bir kanun olduğunu gösteriyor. Bu kanunun geçmişte yaşanan örnekleri vardır. O halde peygambere kitapların gönderilmiş olması yadırganacak bir şey değildir. İşte bakın Musa ve Harun peygambere de yüce Allah kitap göndermiştir. Bu kitap "Furkan" (Hak ile batılı birbirinden ayıran) olarak nitelendiriliyor. Bu aynı zamanda Kur'anın da niteliğidir. İki kitabın birliği isimlerinde bile kendini gösteriyor. Çünkü indirilen bütün kitaplar, hak ile batılı, hidayet ile sapıklığı, bir hayat sistemi ile ötekini, hayatta gözetilen bir amaç ile ötekini birbirinden ayırmak üzere indirilmişlerdir. O halde bu kitapların hepsi de "furkan"dırlar. İşte bu nitelik Tevrat ve Kur'anın ortak niteliğidir. Tevrat'ın bir "ışık" kılınmasından, kalp ve inancı kaplayan karanlıkları, sapıklığın ve batılın karanlıklarını dağıtması kastediliyor. Bunlar içinde insan aklının ve vicdanının şaşkınlıkla bocaladığı karanlıklardır. İçinde iman aydınlığı parlamadıkça, her tarafı aydınlanmadıkça, hareket sistemi belirmedikçe, hedefi belirlenmedikçe, değerleri, anlam ve planlamaları birbirine karışmaktan kurtulmadıkça, insan kalbi hep karanlıklar içinde kalır. Tevrat da Kur'an gibi "Allah'dan korkanlar için bir uyarı" kılınmıştır. Onlara Allah'ı hatırlatmaktadır. İnsanlar arasında bir saygınlık kazanmalarını, sözü dinlenir bir toplum olmalarını sağlamaktadır. Tevrat inmeden önce İsrailoğulları neydiler? Firavun'un kırbacı altında eziliyorlardı. Firavun, oğullarını öldürüp kadınlarını erkeksiz bırakıyordu. Çeşitli işkencelerle, horlamalarla onları aşağılıyordu. Ayette kendilerinden söz edilen muttakiler, "Onlar Rabb"lerinden görmeden korkarlar" diye tanımlanıyorlar. Çünkü Allah'ı görmedikleri halde, kalpleri Allah'ın korkusu ile ürperenler "Kıyamet gününün dehşetinden ürken" kimselerdir. O gün için çalışırlar, bu özellikleri ile onlar aydınlıktan yararlanırlar. Bu aydınlığın kılavuzluğunda yol alırlar. Allah'ın kitab'ı da onlar için bir uyarı olur. Onlara Allah'ı hatırlatır. İnsanlar arasında kendilerinden söz edilmesini sağlar. Bu Musa ve Harun'un durumu... "Bu Kur'an, tarafımızdan indirilmiş kutsal bir öğüttür." İlk defa meydana gelmiş, alışılmamış bir olay değildir. Daha önce benzeri yaşanmış ve bilinen bir kuraldır. "Siz onu inkâr mı ediyorsunuz?" Bu kitabın indirilmiş olmasını neden yadırgıyorsunuz, bundan önce de peygamberler gönderilmişlerdi. Musa ve Harun'a ve ayrıca onlara verilen kitaba yönelik kısa bir işaretten sonra surenin akışı, İbrahim peygamberin kıssasının bir halkasını bir bütün olarak sunmaya başlıyor. Hz. İbrahim Araplar'ın büyük atasıdır, putlarla doldurdukları, içinde putlara ibadet ettikleri Kâ'be'nin kurucusudur. Oysa Hz. İbrahim -selâm üzerine olsun- daha önce putları kırmıştı. Surenin akışı burada Hz. İbrahim'i, şirk'e karşı çıkarken, putları kırarken tasvir etmektedir. Burada bilinen halka peygamberlik misyonunun sunulduğu halkadır. Bu halka aralarında küçük aralıklar bulunan ardarda sıralanan sahnelere bölünmüştür. Bu halka, Hz. İbrahim'in daha önce olgunluğa, doğruluğa kavuşmuş olmasına işaret ederek başlıyor. Olgunluğa erişmekle tevhidi bulmak kastediliyor. Çünkü en büyük olgunluk tevhittir. Burada bir hikmetten dolayı "olgunluk" olarak tanımlanmaktadır. 51- Andolsun ki, daha önce de İbrahim'e doğru ile eğriyi ayırdetme yeteneği vermiştik. Onun peygamberliğe elverişli olduğunu biliyorduk. Biz onu olgunlaştırdık. Biz onun durumunu, daha önceki peygamberlerin yüklendikleri peygamberlik emanetini yüklenebileceğini biliyorduk. 52- Hani O babasına ve soydaşlarına "Şu karşılarında saygı duruşu yaptığınız heykeller nedir?" dedi. Bu sözleri, onun olgunlaştığının kanıtıdır. Ağaçtan ve taştan yontulmuş nesneleri gerçek isimleri ile tanımlıyor "Bu heykeller" diyor. Bunların "tanrılar" olduğundan söz etmiyor. Onlara ibadet edilmesini de kınıyor. Ayette geçen "Âkifûn" kelimesi sürekli bağlılığı, üzerine düşmeyi ifade etmektedir. Aslında onlar bütün vakitlerini putlara ibadet etmekle geçirmiyorlardı. Ama hayatın her alanında onlarla ilgiliydiler. Bu da manevi bir sürekliliktir, zaman açısından değil buradaki bağlılık. Hz. İbràhim, bu heykellere yönelik kesintisiz ilgilerini, iğrenç eğilimlerini kınamaktadır. Verdikleri cevap, ileri sürdükleri gerekçe ise şundan ibaretti: 53- Onlar da "Babalarımızı onlara tapar bulduk " dediler. Bu cevap, imanın sağladığı özgürlüğe, bakış ve düşünce serbestliğine, eşya ve olayları geleneğe göre değil gerçek değerleri ile değerlendirmeye karşılık ölü geleneğin kalıpları içinde meydana gelmiş, akli ve ruhsal taşlamaya kanıt oluşturmaktadır. Çünkü Allah'a inanmak, geleneksel kuruntulara dayanan kutsallıklardan, hiçbir kanıta dayanmayan donuklaşmış alışkanlıklardan kurtulmak, özgür olmak demektir. 54- İbrahim "Gerek siz, gerekse babalarınız gerçekten koyu bir sapıklığa düşmüşsünüz" dedi. Ataların onlara yönelik ibadetleri bu heykellere sahip olmadıkları bir değeri kazandıramaz. Haketmedikleri halde, üzerlerine kutsallık kisvesini giydirmeye neden oluşturamaz. Çünkü değerler, ataların geleneklerinden ve onların ileri sürdüğü kutsallıktan kaynaklanmaz. Özgür ve serbestçe yapılan bir değerlendirmeden kaynaklanır. İbrahim bu ölçme serbestliği ile kesin hükümlülüğü ile onlara karşı koyunca, şu şekilde sormaya başlıyorlar. 55- Onlar "Ciddi mi söylüyorsun, söylediğin gerçek midir, yoksa bizimle dalga mı geçiyorsun?" dediler. İyice düşünmediğinden, gerekli araştırmayı yapmadığından inancının dayanaklarına güvenmeyen, bu yüzden sarsılmış bir inanca sahip birinin soracağı bir sorudur bu. Bununla beraber, kuruntulara dayalı geleneklerin etkisi ile düşünsel ve ruhsal olarak donuklaşmış biridir bu adam. Hangi sözlerin gerçek olduğunu bilmiyor çünkü. İbadet kesin bir bilgiye dayanır, hiçbir kanıta dayanmayan asılsız kuruntulara değil. İşte aklın ve vicdanın dengeli, kesin ve açık kararlar vermesini sağlayan tevhidi inanç sistemine uymayanlar böyle bir bataklık içinde yüzerler. Ama İbrahim Rabb'ine kesinlikle inanmaktadır, O'na bağlıdır ve O'nu biliyor. Bu bilgi ve inanç aklında ve belleğinde somutlaşmıştır. Bunu inanan ve inandığına güvenen bir mü'minin üslubu ile ifade etmektedir. 56- İbrahim dedi ki; "Hayır, Rabb'iniz göklerin ve yerin Rabb'idir, onları yoktan vareden O'dur. Ben bu gerçeğin tanıklarından biriyim. " O tek bir Rabb'tır. Hem insanların hem de göklerin ve yerin Rabb'idir. O'nun Rabb'lığı yaratıcı oluşundan kaynaklanmaktadır. Çünkü bunlar, birbirlerinden ayrılmaz sıfatlardır. "Hayır, Rabb'iniz göklerin ve yerin Rabb'idir, onları yoktan vareden O'dur." Açık ve doğru inanç sistemi budur, müşriklerin birtakım tanrıların olduğuna inanmaları, aynı zamanda bu bunların herhangi bir şey yaratmadıklarını, her şeyi yaratanın Allah olduğunu söylemeleri değil... Ve halâ hiçbir şey yaratmadıklarını bildikleri bu düzmece tanrılara ibadet ederler. Hz. İbrahim, içinde kuşkuya yer bulunmayan realiteyi bizzat gözlemleyen birinin güveni içindedir. "Ben bu gerçeğin tanıklarından biriyim." İbrahim Peygamber -selâm üzerine olsun- göklerin ve yerin, kendisinin ve milletinin yaratılışını görmüş değildir. Ama durum mü'minlerin güvenle şahitlik edecekleri kadar kesin ve gerçektir... Evrende olan her şey, her şeyi planlayan yaratıcının birliğini dile getirmektedir. İnsanın yapısındaki her şey, yaratıp planlayan yüce Allah'ın evreni yönetip yönlendiren yasalar sisteminin birliğini kabul etmeyi telkin etmektedir insana. Sonra İbrahim kendisi ile bu tartışmayı yapanlara, tanrıları hakkında geriye dönülmez bir karar verdiğini açıkça duyurmaktadır: 57- "Vallahi siz arkanızı dönüp gittikten sonra putlarınıza bir oyun oynayacağım, bir komplo düzenleyeceğim. " Ama putlara kurmayı planladığı komployu açıklamıyor, kapalı bırakıyor. Surenin akışı onların bu sözlere ne gibi bir tepki gösterdiğini de anlatmıyor. Belki de onlar İbrahim'in, düzmece tanrılarına herhangi bir komplo kuramayacağından emindiler. Bu yüzden kendi haline bırakıp gitmişlerdir. 58- Arkasından o putları kırıp parça parça etti, fakat bilgisine (!) başvursunlar diye en büyük putu sağlam bıraktı. Kendilerine ibadet edilen düzmece tanrılar kırık dökük ağaç parçalarına, taş parçalarına dönüştüler. Büyükleri hariç... İbrahim -salât ve selâm üzerine olsun"bilgisine başvursunlar" diye ona dokunmamıştır. Olayın nasıl meydana geldiğini, kendisi de oradayken bu ufak tanrıları neden savunmadığını sorarlar diye onu kırmamıştır. Belki de o zaman meseleyi yeni baştan ele alırlar, doğruyu bulurlar. Bu putlara ibadet etmenin saçmalığını, tutarsızlığını kavrarlar diye. Halk geri döndüğünde, bu putun dışındaki bütün düzmece tanrılarının paramparça edildiğini görmüş, ama ne ona ne de kendilerine şunu sormayı düşünmemişlerdir. Eğer bunlar tanrı iseler, neden başlarına böyle bir şey geldi? Ve neden kendilerini savunmadılar? Bu büyükleri niye onları savunmadı peki?... Ama bu soruyu kendilerine sormayı akıl etmediler. Hiçbir gerçekliğe dayanmayan, tamamen efsaneden kaynaklanan boş inanç sistemi akıllarının düşünme yeteneğini devre dışı bırakmıştı. Çünkü gelenekler, düşünme, düşündüğünü anlama, anladığını değerlendirme yeteneklerine zincir vurmuştu. Ama onlar, bu doğal soruyu, tanrılarının parçalayan, onları bu hale getiren kişiden intikam almak için soruyorlar. 59- Soydaşları "Bu işi ilahlarımıza kim yaptı? Kim yaptı ise o gerçekten bir zalimdir" dediler. O zaman Hz. İbrahim'in -selâm üzerine olsun- babasının ve onunla birlikte bulunanların bu heykellere ibadet etmelerine karşı çıkışını "Gittiğinizde bu tanrılarınıza bir komplo düzenleyeceğim" dediğini duyanlar, bu konuşmaları hatırlıyorlar: 60- "Duyduğumuza göre `İbrahim adında bir delikanlı bu ilahlarımıza dil uzatıyordu' dediler. " Onların bu sözlerinden anlaşılıyor ki, yüce Allah İbrahim'i putlara ibadet etmeyi ayıplayacak, onları kırıp parçalayacak bir olgunluğa eriştirdiğinde henüz çok gençti. Ama acaba o sıralarda yüce Allah ona vahiy göndermiş miydi? Yoksa peygamberlik göndermeden önce kendisini gerçeğe iletecek bir ilham mı bahşetmişti? Babasını buna dayanarak mı tevhide davet etmişti, kavminin hayat biçimini bundan dolayı mı iğrenç bulmuştu? Tercih edileni ikinci ihtimaldir. "Duyduğumuza göre `İbrahim' adında bir delikanlı bu ilahlarımıza dil uzatıyordu." Bu sözleri ile belki de onu tanımazlıktan gelip fazla önemsemediklerini vurgulamak istiyorlar. Nitekim "İbrahim adında bir delikanlı" demeleri de bunu gösteriyor. Onun fazla önemli olmadığını, hiç kimsenin kendisini tanımadığını vurgulamak istemiş olabilirler. Ne var ki biz, bu sıralarda Hz. İbrahim'in henüz yaşı küçük bir delikanlı olduğunu kabul ediyoruz. 61- "O halde onu yakalayıp halkın karşısına getiriniz ki, herkes bu suçunun tanığı olsun" dediler. Onu teşhir etmek, yaptıklarını halka göstermek istiyorlardı. 62- Soydaşları O'na "Ey İbrahim, bu işi ilahlarımıza sen mi yaptın?" dediler. Paramparça edildikleri halde halâ onların tanrı olduklarında ısrar ediyorlar. Ama İbrahim onları hafifsiyor, kınayıcı ve iğneleyici konuşuyor. Halbuki İbrahim tek başınadır, onlarsa çokturlar. Çünkü O, açık aklı ile ve Allah'a bağlı kalbi ile bakıyor, bu yüzden onları alaya almaktan hor görmekten başka bir şey gelmiyor elinden. Akıllarının yuvarlandığı bu aşağılık,düzeye uygun bir cevap vermekten başka seçeneği yok. 63- İbrahim soydaşlarına dedi ki; "Aslında bu işi şu en büyükleri yapmıştır. Bunu onların kendilerine sorunuz. Tabii ki, eğer konuşabiliyorlarsa. " Bu alaylı cevapta Hz. İbrahim'in onlarla dalga geçtiği açıkça görülmektedir. Dolayısı ile, bunu Hz. İbrahim'in söylediği bir yalan olarak nitelendirmek ve tefsircilerin üzerinde görüş ayrılığına düştükleri çeşitli meşru gerekçeler aramak yersizdir. Mesele bundan çok daha basittir. Hz. İbrahim onlara şunu söylemek istemiştir: Şu heykelleri kimin kırdığını bilmiyorsunuz. Ben mi, yoksa onlar gibi hareket edemeyen şu büyük put mu? Bu heykeller düşünme yeteneğinden yoksun katı cisimlerdir. Sizde onlar gibi düşünme yeteneğinizi yitirmişsiniz, normal ile anormali birbirinden ayırd edemiyorsunuz. Bu yüzden ben mi kırmışım yoksa bu heykel mi kırmış bilmiyorsunuz. O zaman "Kendilerine sorunuz. Tabii ki, eğer konuşabiliyorsalar." Öyle anlaşılıyor ki, bu horlama amaçlı alay onları hafifçe sarsmış, birazcık düşünmeye, akıllarını kullanmaya yöneltmiştir. 64- Bunun üzerine vicdanlarına başvurarak birbirlerine "ası! zalimler sizlersiniz " dediler. İçinde bulundukları durumun saçmalığını, şu heykellere yönelik kulluğun zulüm oluşunu, ilk kez basiretlerini açıp düştükleri komik durumu düşünmeleri; içinde yüzdükleri zulmü görmeleri iyi bir iyilik belirtisiydi. Ama bu sadece bir parıltıydı ve arkasından yine her tarafı koyu bir karanlık basmıştı. Bu sadece bir kıpırdanma idi. Ardından kalpleri yine eski donukluğuna dönmüştü 65- Fakat sonra yine eski dik kafalılıklarına dönerek İbrahim'e "Sen de iyi bilirsin ki, bunlar konuşamazlar, dediler. Önce ruhlarına dönmüş, vicdanlarının sesine kulak vermişlerdi. Sonra da baş üstü yere çakılır gibi eski inatçılıklarına dönmüşlerdi. Kur'an-ı Kerim'in olağanüstü, tasvirli ifade tarzının dile getirdiği gibi. Birincisi bakmak ve düşünmek için insanın içinde uyanan bir hareketti. İkincisi ise, düşünmeden, aklını kullanmadan tepe üstü yuvarlanmaktır. Yoksa bu son sözleri onların aleyhine bir kanıttır. Bu putların konuşmamasından daha büyük bir kanıt mı vardı İbrahim'in elinde? Bu yüzden bilinen sabırlılığının ve yumuşaklığının dışında alışılmamış bir sıkıntıyla sert çıkıyor. Çünkü içine düştükleri bu gülünesi durum yumuşak huylu İbrahim'in sabrını taşırıyor: 66- Bunun üzerine İbrahim dedi ki; "Allah'ı bırakıp size ne fayda ve ne de zarar dokunduramayan bu putlara mı tapıyorsunuz?" 67- "Yuh olsun size ve Allah'ı bir yana bırakıp taptığınız putlarınıza! Sizin hiç kafanız çalışmıyor mu?" Bu sözler bir sıkılmanın, öfkelenmenin ve normal düzeyi aşmış bir gülünçlüğe düşenlerin durumuna şaşmanın ifadesidir. Bu noktada iğrençliklerini, onurlarını kurtarma duygusuna kapılıyorlar. Tıpkı bütün gerekçelerini yitirdiklerinde, ellerinde kendilerini savunacak bir kanıt bulunmadığında, kaba kuvvet kullanmaya, korkunç işkenceler uygulamaya başlayan tağutların her zaman yaptığı gibi. 68- O zaman soydaşları "Eğer ilahlarınızın tarafını tutacaksanız İbrahim'i ateşe atınız da böylece onları destekleyiniz" dediler. Şu sözde tanrılara bakın! Kendilerine yararları ya da zararları dokunmuyor da, ne kendilerine ne de kendilerine kullukta bulunanlara yardım edemiyorlar da, kulları onlara yardım ediyor. "İbrahim'i ateşe atınız." "Ama bir diğer söz de söylenmiştir. Bu söz, bütün söylenenleri boşa çıkarmıştır. Bütün komploları bozmuştur. Çünkü bu, yüksek bir yerden gelen ve geri çevrilmesi mümkün olmayan bir sözdür. 69- Bunun üzerine biz dedik ki; "Ey ateş, İbrahim'e karşı yakıcılığını yitir, O'na zarar verme. " Ateş de İbrahim'e karşı serin ve zararsız oldu... Nasıl?.. Niye sadece bunu soruyoruz ki?.. Çünkü bütün varlıklar bu "ol" kelimesi ile varolmuşlar, alemler onunla meydana gelmişler, evrene egemen olan yasalar onunla yaratılmışlar. "O'nun, bir şeyin olmasını istedi mi, ona sadece `ol' demektir, hemen oluverir." (Yasin Suresi, 82) Bu yüzden, "Ateşin canlı bedenleri yaktığı her zaman görülen ve bilinen bir şeydir, peki nasıl oluyor da ateş İbrahim'i yakmaz?" diye sormuyoruz. Çünkü ateşe "yak" diyen bu sefer "serin ve zararsız ol" demiştir. Bu kelime söylenir söylenmez, kastettiği anlam ne olursa olsun hemen gerçekleşir, insanların bu anlamı bilip bilmemeleri, alışık olup olmamaları durumu değiştirmez. Yüce Allah'ın yaptıklarını insanların yaptıkları ile karşılaştıranlar, "Bu nasıl olur", "Şu nasıl olabilir?" gibi sorular sorarlar. Ama her iki tabiatın farklılığını, her iki tabiatın başvurduğu araçların başkalığını bilenler, kesinlikle böyle sorular sormazlar, gerek bilimsel gerek bilimsel olmayan gerekçeler uydurmaya çalışmazlar. Mesele kesinlikle bu alanla ilgili değildir. İnsanların kullandıkları ölçülere ve kriterlere göre yüce Allah'ın yaptıklarını analiz etme, yorumlama ile ilgili değildir. Bu mucizeleri yüce Allah'ın sınırsız gücüne bırakmanın dışında bu mucizeleri yorumlamak amacı ile başvurulan bütün düşünce sistemleri temelden bozuk sistemlerdir. Çünkü yüce Allah'ın yaptıkları insanların kriterlerine, az ve sınırlı bilgilerine uymaz. Bize düşen bunun olduğuna inanmaktır. Çünkü bunu yapanın böyle bir şeyi yapmaya gücü yeter. Ama, ne yaptı da ateş serin ve zararsız oldu? Aynı şekilde İbrahim'e ne yaptı ki ateş onu yakmadı?.. İşte Kur'an ayeti buna bir açıklık getirmiyor. Çünkü sınırlı insan aklı ile bunu kavramak mümkün değildir. Elimizde de Kur'an ayetinden başka kanıt yoktur. Ateşin İbrahim'e karşı serin ve zararsız olması, her gün değişik şekillerde yaşanan benzeri olaylara bir örnektir sadece. Ama bu geçici ve belirgin örnekte olduğu gibi, insanların duyguları bu olaylar karşısında o kadar sarsılmıyorlar. Fertleri ve toplumları zaman zaman kuşatan sıkıntılı anlar olur, krizler olur. Her şey altüst olur, darmadağın olur, böyle anlarda. Ama çok kısa bir anda, ansızın büyük değişiklikler olur. Ölecekken dirilir, uyuşacakken canlanır. Az önce her tarafı kaplayan bir kötülükten şimdi iyiliğe dönüşmüştür. |