Durumu: Medine No : 16627 Üyelik T.:
11 Şubat 2012 Arkadaşları:2 Cinsiyet: Yaş:48 Mesaj:
4.079 Konular:
315 Beğenildi:49 Beğendi:0 Takdirleri:149 Takdir Et:
| Cvp: Fizilalil Kuran Nahl Suresi Tefsiri KIZ ÇOCUĞU VE MÜŞRİKLER 57- Onlar, Allah'a kız çocuklarını mal ederler ki, O bu yakıştırmadan uzaktır, canlarının istediği erkek çocuklarını ise kendilerine ayırırlar. 58- Onlardan birine kız çocuğu olduğu müjdesi verildiğinde, üzüntüden yüzü simsiyah kesilir. 59- Aldığı kara haberden dolayı tanıdıklarına görünmekten kaçınır. Aşağılanmaya katlanarak onu alıkoysun mu, yoksa toprağa mı gömsün diye düşünür. Baksana, ne kötü hüküm veriyorlar! İnanç sistemindeki sapıklığın etkileri sadece inançla ilgili konularla sınırlı kalmaz... Hayat düzenine ve toplumsal geleneklere de yansır. Çünkü inanç sistemi hayatın birinci derecedeki dinamosudur. İster açık olsun, ister gizli olsun, hayatı harekete geçiren birinci güç inançtır. Cahiliye Arapları kendilerinin kız çocukları olmasını istemedikleri halde Allah'ın kızları olduğunu ve bunların da melekler olduğunu ileri sürüyorlardı. Kızlar Allah'ındı. Sevdikleri erkek çocukları ise kendilerinindi. Sağlıklı inanç sisteminden sapmaları yüzünden, kız çocuklarını diri diri toprağa gömmeyi veya zillet ve aşağılanmış bir biçimde onları sağ bırakarak onlara kötü muamele yapmalarını, onlara başka gözle bakmalarını kendilerine güzel göstermiştir! Çünkü onlar kız çocukları olduğu için yadırganmaktan ve fakirlikten korkuyorlardı. Zira kız çocukları ne savaşabilir ne de kazanç getirebilirlerdi. Bazen bir düşman saldırısı sırasında esir düşerler ve utanç aracı olurlardı. Veya ailelerine bir yük olarak yaşar, fakirliğe neden olurlardı! Sağlıklı inanç sistemi bütün bunlardan korur insanları. Çünkü rızık Allah'ın elindedir. Herkese rızık verir. Herkes ancak kendisi için rızkını elde edebilir. Sonra insan tür olarak Allah katında onurludur, şereflidir. İslâmın belirttiği şekliyle kadın, insanlığı açısından erkeğin kardeşi ve onun bir parçasıdır. Surenin akışı içinde cahiliye geleneklerinin çirkin bir tablosu da tasvir edilmektedir. "Onlardan birine kız çocuğu olduğu müjdesi verildiğinde üzüntüden yüzü simsiyah kesilir." Üzüntü, sıkıntı ve kederden yüzü simsiyah kesilmiştir. Buna rağmen o üzüntüsünü içine atmıştır. Öfkesini ve kederini gizlemiştir. Sanki başına bir bela gelmiş. Halbuki kadın da erkek gibi Allah'ın bir lütfudur. Rahimde kadın veya erkeği şekillendirmek, kimin haddine düşmüş! Bu rahimde ona hayattan bir salık üflemek kimin işidir? Basit bir su damlasından güzel bir insan yapmaya kimin gücü yeter! Bir su damlasından Allah'ın izniyle -bir insan oluncaya kadar, hayatın gelişimini ve evrelerini düşünmek bile- cinsi ne olursa olsun doğân çocuğu sevinç ve mutlulukla karşılamamız için yeterlidir. Çünkü bu Allah'ın tekrarlanan mucizesidir. Her an tekrarlanmasına rağmen, önemini yine de yitirmeyen mucizesidir! Bu durumda nasıl olur da, kız çocuğu olduğunu duyunca üzülebilir, onur kırıcı olarak algılanan bu müjde yüzünden insanlardan saklanabilir? Halbuki yaratan ve şekil veren kendisi değildir ki! Bu apaçık mucizenin meydana gelişinde ilahi kudretin bir aracı olmaktan öte bir fonksiyonu yoktur onun. Allah'ın hikmeti ve hayatın kuralı, hayatın kadın-erkek iki eşten meydana gelmesini öngörmüştür. Kadın da hayat düzeninde erkek kadar köklü bir fonksiyona sahiptir. Hatta erkeğin rolünden daha önemli bir işleve sahiptir. Zira hayatın karargâhı kadındır. Buna göre nasıl olur da kız çocuğu olduğu müjdelenen biri üzülebilir? Aldığı kötü müjde nedeniyle insanlardan gizlenebilir? Halbuki hayatın düzeni sürekli olarak iki eşin varlığı ilkesine dayanmaktadır. Böylece anlaşılıyor ki, inanç sistemindeki sapıklık toplumun düşüncelerinin ve geleneklerinin sapmasına da yolaçmaktadır. "Baksana, ne kötü hüküm veriyorlar." Hem de ne kötü hüküm ve değerlendirme! İşte böylece İslâm inanç sisteminin, sosyal düşünceleri ve sistemleri düzeltip sağlam temellere oturtmadaki değeri ortaya çıkmış oluyor. İslâmın kadına, hatta insana ilişkin gönüllere ve toplumlara yayıp yerleştirdiği değerli ve onurlu bakış açısı aydınlanmış oluyor. Puta tapıcı cahili toplumlarda haksızlığa uğrayan sadece kadın değildi. En geniş anlamlarıyla bütün bir "insanlık"tı hakları ellerinden alınan. Kadın bütün insanlığın sadece bir parçası idi. Onu aşağılamak ve hor görmek onurlu biçimde yaratılmış insanı hor görmek demekti. Onu canlı canlı toprağa gömmek, insanlığa karşı işlenmiş bir cinayetti. Hayatın yarısını yitirmekti. Yaratılışın asıl gayesi ile çelişmekti. Zira bu hikmetin gereği olarak sadece insan değil, bütün canlılar dişi ve erkekten yaratılmıştı. Her ne zaman toplumlar sağlıklı inanç sisteminden sapmışlarsa, cahiliye düşünceleri geri dönmüş ve boynuzlarını uzatmıştır... Bugün de, toplumların çoğunda bu cahiliye düşünceleri ortaya çıkmaya devam etmektedir. Pek çok çevrelerde, doğan bir kız çocuğu sevinç oluşturmaz, pek çok insanlar onun doğuşunu hoş karşılamazlar. Erkek çocuğuna gösterdikleri ilgi ve özeni, kız çocuğu için göstermezler. Bu putperest cahiliyenin kalıntılarından biridir. Bütün bu olumsuzluklar, İslâm inancına isabet eden sapmadan kaynaklanmıştır. Ne garip ve ilginçtir ki, bazı gruplar çevrelerindeki sapık toplumlara bakıp, kadın meselesinde İslâm inancını ve İslâm hukukunu eleştirerek çeşitli spekülasyonlara neden olmaktadırlar. İslâmı eleştirip karalamalara girişen insanlar, zahmet edip İslâmın bu konudaki görüşüne bile müracaat etmiyorlar. İslâm düşüncesinin kadın konusunda yaptığı devrimleri araştırıp oluşumlarda, sosyal sistemlerde, duygularda ye vicdanlarda meydana getirdiği devrimleri inceleme zahmetine katlanmıyorlar. İslâm düşüncesi bugün de hala üstün bir görüş olarak varlığını sürdürmektedir. İslâmın bu diriliğinin sebebi realiteye dayalı pratik bir zorunluluk, coğrafi bir çağrı, sosyal veya ekonomik birtakım ihtiyaçlar değildir. İslâm düşüncesi, insanı onurlandıran, Allah'dan kaynaklanan ilahi inanç sisteminden oluşmuştur. Dolayısı ile Allah'ın katındaki bu iki onurlandırılmış parça arasında ayırım yapmak ve birini üstün görmek sözkonusu değildir. Cahiliyenin görüşü ile İslâmın görüşü arasındaki yapısal fark ne ise, ahirete iman etmeyenlerle Allah'ın sıfatları arasındaki fark da odur. Allah ise yüceliğin örneğidir. 60- Ahirete inanmayanlar her konuda kötülüğün örneğini oluştururlar. Allah ise yüceliğin örneğidir. O üstün iradelidir vs her işi yerindedir. İşte burada Allah'a ortak koşmak meselesi ile ahireti inkâr problemi örtüşmektedir. Çünkü her ikisi de aynı kaynaktan ve aynı sapıklıktan kaynaklanmaktadır. İnsanın vicdanında birbirine karışıyor. İnsanın ruhunda, hayatında, toplumunda ve yönetim biçimlerinde etkilerini gösteriyor. Bu nedenle eğer ahirete inanmayanlar için bir örnek verilmesi gerekirse, bu kötü bir örnek olacaktır. Her şeyi ile sınırsız bir kötülük. Bilinçte, ahlâkta, inanç sisteminde, uygulamada, düşüncede ve karşılıklı ilişkilerde kötülük... Yerde ve gökte kötülük... "Allah ise yüceliğin örneğidir." Onunla kimse arasında bir karşılaştırma ve tartışma sözkonusu olamaz. Hatta ahirete inanmayan şu insanlarla bile... "O üstün iradelidir ve her işi yerindedir." Güç sahibidir, hikmet sahibidir. Her şeyi yerli yerince, koyması için hakem tutulan O'dur. Her şeyi hak, hikmet ve doğrulukla yerine yerleştirecek hükmü veren de O'dur. O insanların yaptıkları zulümlerle onları yakalayıp cezalandırma gücüne sahiptir. Eğer böyle yapacak olursa, dünyalarını başlarına geçirir. Fakat O'nun hikmeti zalimlere belli bir süre tanımayı uygun görmüştür. "Güç ve hikmet sahibi olan O'dur. 61- Eğer Allah, zalimce davranışlarından ötürü insanların, hemen yakasına yapışsa yeryüzünde bir tek canlıyı sağ bırakmazdı. Fakat o insanlara belirli bir sürenin sonuna kadar mühlet tanır. Süreleri dolunca onu, ne bir an erteleyebilirler ve ne de öne alabilirler. Yüce Allah, insan denen şu varlığı yaratmış ve onu nimetleri ile donatmıştır. Yeryüzünde bozgunculuk yapan ve zulmeden, Allah'ın yolundan sapıp O'na ortaklar koşan, birbirlerine zulmedebilen, kendileri dışındaki yaratıklara eziyet edebilen tek varlıktır... Yüce Allah bütün bunlara rağmen onlara yumuşak ve merhametli davranır. Onlara acıyarak biraz zaman tanır. Bu, kuvvetle birlikte olan hikmetin, adaletle birlikte olan rahmetin gereğidir. Ne var ki, insanlar kendilerine tanınan bu süreye aldanıyorlar. Kalpleri Allah'ın rahmetini ve hikmetini kavrayıp hissetmiyor. Sonuçta ilahi adalet ve kuvvet yüce Allah'ın bir hikmete göre belirlediği ve rahmetinden dolayı onlara tanımış olduğu süre dolunca, belirlenen ecel gelince onları kıskıvrak yakalıyor: "Süreleri dolunca onu ne bir an erteleyebilirler ve ne de öne alabilirler." İlginç ve tuhaftır ki, müşrikler bu konuda hoşlanmadıkları kız çocukları ve buna bènzer bazı şeyleri Allah'a yakıştırıyorlar, sonra bu yaptıklarına ve inançlarına karşılık birer yalancı olarak iyilik ve güzelliğe kavuşacaklarını sanıyorlar! Kur'an onları bekleyen şeyi açıkça ifade ediyor. Bu onların beklentilerinden çok farklıdır: 62- Hoşlarına gitmeyen şeyleri Allah'a yakıştırırlar. Buna rağmen en güzel akıbet kendilerinin olacak diye asılsız kuruntular gevelerler. Oysa, hiç kuşku yok ki, yerleri cehennemdir, oraya öncelikle gireceklerdir. Ayeti kerimede kullanılan ifade biçimi, onların dillerinin sanki yalanın kendisi olduğunu veya yalanın bir tablosu olduğunu vurgulamaktadır. Yani onların dilleri yalanı hem anlatmakta, hem de sıfatlarını sergilemektedir. Nitekim şöyle denilir: "Duruşu bir serendamı andırıyor, gözü ise huriyi andırıyor." Bu ifade ile bizzat duruşun serendamın ifadesi olduğu, onu andırdığı, gözün de tek başına huriyi ifade ettiği ve onu açıkladığı belirtilmek isteniyor... Aynı şekilde buyuruluyor ki; "Dilleri yalanı tasvir eder" yani bizzat dilleri yalanın ifadesidir. Onu açıklamakta ve onu tasvir etmektedir. Zira bu dil uzun zaman yalan söylemiş ve onu ifade etmeye çalışmıştır. Sonuçta yalanın sembolü ve işareti haline gelmiştir! Onların "En iyi akıbet bizimdir." demeleri dillerinin anlatmaya çalıştığı bu yalan türünden başka bir şey değildir. Çünkü onlar hoşlanmadıkları şeyleri Allah'a veriyorlar. Ayetin daha sona ermeden onların yüzlerine vurduğu gerçek ise, kuşkusuz ve tereddütsüz olarak onların cehennemlik olduklarıdır. Zaten onlar bunu çoktan haketmişler ve ona lâyık olmuşlardır: "Oysa hiç kuşku yok ki yerleri cehennemdir. Onlar oraya çabucak götürülecekler, geciktirilmeyeceklerdir: "Oraya öncelikle gireceklerdir." Ayeti kerimede geçen "ifrad" kavramı öne geçmeyi ifade eder. Müfrid ise, öne geçmek için ilerleyendir. Geri kalmayandır. YOL GÖSTERİCİ KİTAP Anlatılan bu insanlar yoldan sapanların ilki değiller. İlk defa gerçeklerden kaçanlar da değiller. Onlardan önce şeytanın kendilerini aldattığı, sapık düşüncelerini ve işlerini kendilerine süslediği, böylece kendilerine hükmeden ve işlerini idare eden dostları olduğu nice sapıklar ve gerçekten kaçanlar vardı. Yüce Allah'ın kendi elçisi olan Hz. Muhammed'i -salât ve selâm üzerine olsun- onlara göndermesinin amacı, onları şeytanın ağzından kurtarmak, onlara doğruyu ve yanlışı açıklamak, inançlarında ve yaşantılarında meydana gelen ve birbirlerine düşmelerine neden olan ayrılık konularını aydınlatmak ve iman edenler için bir doğru yol kılavuzu ve rahmet olmaktı: 63- Allah'a andolsun ki, senden önce de çeşitli ümmetlere de peygamberler gönderdik. Şeytan onlara yaptıkları kötülükleri güzel gösterdi. O, bugün de onların dostudur. Onları acıklı bir azap bekliyor. 64- Biz sana bu kitabı, insanlara anlaşmazlığa düştükleri meseleleri açıklayasın, mü'minlere ise yol gösterici ve rahmet kaynağı olsun diye indirdik. Son kitabın ve son peygamberliğin görevi, daha önceki kitap sahipleri ve gruplar arasındaki meydana gelen ihtilafları çözmek ve ayrılıklara son vermekti. Zira her şeyin temeli tevhiddir. Tevhide bulaşan her tür şüphe ve Allah'ın bir şeye benzetilmesi, bir şekilde gösterilmesi gibi şirkin bütün türleri asılsızdır. Kur'an bu tür konuları aydınlatmak ve yanlışları düzeltmek için gelmiştir. Ayrıca kalplerini imana hazırlayan ve onu kabul etmek için açan insanlara, doğru yol kılavuzu ve rahmet olmak amacı ile inmiştir. OLAĞANÜSTÜ DELİLLER Bu çizgiye gelindikten sonra surenin akışı içinde Allah'ın evrende yaratmış olduğu ayetlere, insanın bünyesine yerleştirdiği sıfatlara ve yeteneklere, ona bahşettiği nimetlere ve bağışlara ilişkin yaratıcının ilahlığını, birliğini gösteren ayetler sunuluyor. Bunlar Allah'dan başka kimsenin güç yetiremeyeceği ayetlerdir. Geçen ayette kitabın indirilişinden söz edilmişti. Bu kitap, Allah'ın insanlara gönderdiği en değerli nimettir. Ruhun hayatı ondadır. Şimdi de Allah'ın göklerden suyu indirmesi olayı anlatılıyor. Bunda ise bedenlerin hayatı vardır: 65- Allah gökten su indirerek, onunla yeri, ölümünden sonra diriltti. Gerçekleri işitebilecek kulakları olanlar için bunda ibret dersi vardır. Su, her canlının hayatıdır. Ayeti kerime suyu bütün yeryüzü için hayatın kaynağı olarak gösteriyor. Yeryüzünde bulunan her nesnenin ve her canlının hayatı. İşte ölümü hayata çeviren, gerçekten ilah olmayı haketmiştir. "Gerçekleri işitebilecek, kulakları olanlar için bunda ibret dersi vardır." İşittiklerini düşünenlere... Bu problemin yani ilahlık probleminin işaretlerini ve ölümden sonraki hayatta yeralan kanıtlarını Kur-an'ı Kerim pek çok yerde ele almış ve çoğu zaman bu noktaya dikkatleri çekmiştir. Bunda söylenen söze kulak veren, onu anlayıp düşünenler için ibret dersi vardır. Bir diğer ibret ise, yaratıcının olağanüstü sanatını gösteren ve bu hayret verici sanat ile Allah'ın ilahlığını gösteren hayvanlardır: 66- Sizin için süt hayvanlarında da ibret dersi vardır. Onların karınlarındaki (bağırsaklarındaki) posa ile kan arasından size halis ve tatlı içimli bir besin kaynağı olan sütü içiririz. Hayvanların memelerinde biriken bu süt neden, nasıl meydana gelmektedir? Bu kan ile dışkı arasından süzülüp gelmektedir. Dışkı ise, gıdaların, midede sindirilmesinden ve bağırsaklarda kana dönüşecek olan öz suyun emilmesinden sonra arta kalan şeylerdir. Vücutta bulunan her hücreye kadar ulaşan bu kan, memelerdeki süt bezlerine ulaştığında yüce Allah'ın hayret verici üstün sanatı ile süte dönüşür. Bu öyle bir sanattır ki, kimse onun nasıl meydana geldiğini bilemez. Bedende sindirilen gıda maddeleri, özlerinin kana dönüşmesi ve her hücrenin ihtiyaç duyduğu maddeleri bu kanın içinde seçerek beslenmesi gibi işlemler gerçekten son derece ilginç ve hayret verici işlemlerdir. Bu işlem, bedende her saniye devam edip gitmektedir. Aynı şekilde alınan gıdaların yakılıp enerjiye dönüştürülmesi de sürekli devam eder. Her an bu ilginç cihazda, sürekli devam eden bir yapma ve yıkma işlemi bulunmaktadır. Ve bu iki işlem, ruhun bedenden ayrılışına kadar hiç durmadan devam eder. Akli dengesi yerinde olan bir insanın bu hayret verici işlemler karşısında durup bu insan vücudunu yapan, yüce yaratıcının gücünün önünde eğilmemesi, bütün varlığıyla ve zerreleri ile titrememesi mümkün değildir. Yüce yaratıcı tarafından yaratılan insan vücudu, insan tarafından yapılmış en karmaşık aygıtlardan daha karmaşıktır ve onlarla kıyas bile edilemez. Hatta insanın vücudunda bulunan sayısız hücrelerden biri ile bile karşılaştırılamaz. Emilme, dönüşme ve yakma işlemlerinin ana hatlarına ilişkin özelliklerin ötesinde akılları durduran detaylar bulunmaktadır. Bu işleyişde vücuttaki tek bir hücrenin çalışması bile gerçekten hayret vericidir. İnsan O'nun yaptıklarını düşünmekle bitiremez. Bütün bunlar yakın bir zamana kadar bir sır olarak kalmışlardı. Burada Kur-an'ı Kerim bilimsel bir gerçeğe parmak basarak sütün kan ile dışkı arasından süzüldüğünü ifade etmektedir. Bu gerçekte yakın bir zamana kadar bilinmiyordu. Kur'an'ın bu gerçekleri tesbit ettiği dönemde, değil onları, böyle bilimsel bir şekilde tam ve eksiksiz olarak tesbit etmek, onu düşünebilmek bile mümkün değildi. Aklına saygı duyan bir insanın bu konuda kuşkuya düşmesi veya tartışmaya girmesi mümkün değildir. Bütün bu gerçeklerden biri bile bu Kur'an'ın Allah tarafından gönderilen vahiy olduğunu isbat için yeterlidir. Çünkü Kur'an'ın bu gerçeği bütün çıplaklığı ile ortaya koyduğu sırada insanlık ondan habersiz bulunuyordu. Kur-an'ı Kerim bu apaçık bilimsel gerçeği de geçerek Allah tarafından gönderilen vahyin delillerini başka özelliklerinde de göstermektedir. Bütün amaç, bu özellikleri anlayacak ve onları takdir edeceklere sunmaktadır. Fakat bu türden bir gerçeğin mükemmel bir şekilde sunulması bile inatçı tartışmacıları susturmaya yeterlidir. 67- Hurma ağaçlarının meyvaları ile üzümlerden içki ve yararlı besin elde edersiniz. Düşünenler için bunda ibret dersi vardır. Gökten inen yağmurun serpiştirdiği hayattan oluşan bu meyvalardan, sarhoşluk verici şeyler yapıyorsunuz. (Ayette geçen sekr; içki demektir. Bu sırada daha içki haram kılınmamıştı) Güzel bir rızık da yapıyorsunuz. Ayeti kerime güzel rızkın içkiden başka bir şey olduğuna ve içkinin güzel bir rızık olmadığına işaret etmektedir. Bu da daha sonra gelecek olan haram kılmanın bir girişidir. Ayet bu sırada yaşanan realiteyi tasvir etmektedir. Onların hurma ve üzüm meyvalarından içki yaptıklarını açıklamaktadır. Yoksa içkinin helal olduğunu ifade etmemekte aksine, onun haramlığına bir giriş yapmaktadır. "Düşünenler için bunda ibret dersi vardır." Aklını kullananlar, bu rızkı yapanın kulluk yapılmaya layık olduğunu anlarlar. Bu rızık veren de Allah'dır... BAL ARISI 68- Rabbin bal arısına ilham etti ki; "Dağ oyuklarında, ağaç kovuklarında ve asma yaprakları arasında petek ör. " 69- Sonra her meyvadan ye, Rabbinin önüne aştığı bütün yolları aş. " Arının karnından değişik renkli ve insanlar için şifa kaynağı olan bir içecek (bal) çıkar. Bu olayda düşünen kimseler için ibret dersi vardır. Arı Allah'ın kendisine bahşettiği içgüdülerinin direktifleriyle çalışır. Bu da bir çeşit vahiydir. Arı bu direktiflere göre çalışır. Gerçekten öyle hayret verici bir titizlikle çalışır ki, düşünebilen akıl bile, bu çalışma karşısında aciz kalır. İnsan aklı, arının yaptığı petekler, kozalar, kendi aralarındaki iş bölümü, saf balı yapma yöntemi konusunda açıklama yapmaktan aciz durumdadır. Arı, kendi yaratılışının gereği olarak, yuvalarını dağlarda, ağaçlarda ve yükseltilen yerlerde, yani asma ağacı ve benzerlerinde yapar. Yüce Allah onun fıtratına yerleştirdiği yetenekler ve etrafını kuşatan çevrenin uyum sağlamasıyla ona hayatın yollarını kolaylaştırmıştır. Balda insanlar için şifa olduğunu belirten ifadeyi bazı uzmanlar teknik açıdan açıklamışlardır. Bu gerçek sırf Kur'an'ın açıkça bildirmesiyle de sabit bir olgudur. Müslümanın Allah'ın kitabında sabit olan bu köklü gerçeğe dayanarak böyle inanması zorunludur. Buhari ve Müslim, Ebu Said Hudri'den rivayet ederler ki: Bir adam Peygamberimize -salât ve selâm üzerine olsun- geldi ve: "Kardeşim ishal oldu" dedi. Peygamberimiz -salât ve selâm üzerine olsun- "Ona bal içir" buyurdu. Adam gitti. Bal içirdi. Sonra yine geldi ve "Ya Resulullah; bu da onun ishalini arttırmaktan başka işe yaramadı" dedi. Resulullah -salât ve selâm üzerine olsun- bu sefer "Allah doğru söylemiştir, kardeşinin karnı ise yalan söylüyor. Git, ona bal içir" dedi. Adam gitti bal içirdi ve kardeşi iyileşti. Bu haberde Peygamberimizin -salât ve selâm üzerine olsun- gözler önündeki bir realite karşısında takındığı kesin tavır bizi dehşete düşürmektedir. Çünkü kardeşi ona bal içirdikçe adamın ishali de artmıştır. Bu kesin inanç sonunda realitenin de onu desteklemesi ve doğrulaması ile neticelenmiştir. İşte Allah'ın kitabında yeralan her konuda ve her gerçek hakkında müslümanın kesin inancı da böyle olmalıdır... Realite diye adlandırılan dış görünüş istediği kadar ona aykırı olsun farketmez. Allah'ın kitabındaki bir gerçek, dış görünüşteki bir realiteden daha doğrudur. Eninde sonunda dış görünüşten ibaret olan realite de onu doğrulayacaktır. Burada bir nebze de sergilenen nimetlerin uyum ve ahengi üzerinde duralım: Gökten suyun indirilişi, kan ile dışkı arasından sütün çıkarılışı, hurma ve üzüm meyvalarından hem sarhoş edici, hem de güzel rızıkların çıkarılmak istenmesi, arının karnından balın çıkarılışı... Evet bunların hepsi şekil bakımından birbirlerinden farklı yerlerden çıkarılan içeceklerdir. Buradaki hava, içeceklerin havası olduğundan, hayvanların sadece sütleri sözkonusu edilerek sahnenin tüm birimleri arasında bir uyum sağlanmıştır. Gelecek dersimizde hayvanların derilerinden, yünlerinden ve kıllarından da yararlanıldığını göreceğiz. Zira buradaki konular, çadırlar, normal evler ve giyim kuşam ile ilgilidir. Dolayısıyla hayvan ürünlerinden sahnenin birimleriyle uyum sağlayanların verilmesi, bütünün parçalarıyla uyumunun gereği olarak tercih edilmiştir... Bu da Kur'an'daki edebi ahengin ufuklarından biridir. BÜNYELERE KAZINMIŞ GERÇEKLER Hayvanlardan, ağaçlardan, meyvelerden, arıdan ve baldan söz eden ayetlerden sonra, şimdi de insan ruhunun derinliklerine daha yakın olan, bizzat onların bünyelerinde yeralan yaşamları, rızıkları, eşleri, çocukları ve torunlarından bahseden ayetlere geçiliyor. İnsanlar bu konuları büyük bir titizlikle ele alıyorlar, daha derin biçimde etkileniyorlar ve daha rahat karşılık veriyorlar: 70- Allah sizi yarattı, sonra canınızı alır; kiminizin ömrü en rezil, en güçsüz yaşlara kadar uzatılır da adam vaktiyle bildiklerinin hiçbirini bilmez olur. Hiç şüphesiz Allah her şeyi bilir ve her şeyi yapabilir. 71- Allah rızık alanında bir bölümünüzü diğerlerinizden üstün kıldı. Üstün konumdakiler rızıklarını, buyrukları altındaki yoksullarla paylaşmıyorlar ki, herkes eşit geçim düzeyine kavuşsun. Acaba Allah'ın nimetlerini inkar mı ediyorsunuz? 72- Allah size kendi türünüzden eşler sundu; bu eşlerinizden size çocuklar, torunlar verdi, size temiz rızıklar bağışladı. Durum böyleyken, onlar batıla inanıp Allah'ın nimetlerini inkâr mı ediyorlar? 73- Onlar Allah'ı bırakıp kendilerine göklerden ya da yerden hiçbir rızık veremeyen buna asla gücü yetmeyen düzmece ilahlara taparlar. 74- Allah'a benzerler yakıştırmaya kalkışmayınız. Çünkü Allah bilir, siz bilmezsiniz. Birinci dokunuş hayat ve ölümle ilgilidir. Bu konu herkesi ve her canlıyı yakından ilgilendirmektedir. Hayat sevimlidir. Hayat hakkında düşünmek katı kalpleri bile bir ölçüde yumuşatır, Allah'ın elini, nimetini ve kudretini daha bir duyarlıkla algılamasını sağlar. Hayatı yitirmekten korkmakla da hayatı verene karşı takva, sakınma ve sığınma duyguları ferdin vicdanını harekete geçirebilir. İnsanın yaşlanıp ihtiyarlaşmasına, daha önce bildiklerini unutmasına, acizlik, unutkanlık ve düşkünlük açısından tekrar çocuklaşmasına ilişkin yaşlılık tablosu, evet bu tablo insanın ruhunu hayatın evreleri üzerinde düşünmeye sevk edebilir. İnsan ruhunu hayatın değişimiyle etkilenmeye sevkedebilir. İnsanın büyüklük taslamasını, gücü, bilgisi ve imkânları ile üstünlük taslamasını önleyebilir. Ardından; "Hiç şüphesiz Allah her şeyi bilir ve her şeye gücü yeter." denilmektedir ki, insanın ruhunu bu büyük gerçeğe çevirir. Sürekli ve kuşatıcı ilim Allah'ındır. Zamandan etkilenmeyen, eksiksiz güç ve kudret Allah'ındır. İnsanın ilmi, eksiksiz güç ve kudret sahibi Allah'ındır. İnsanın ilmi gücü de belli bir zamanla sınırlıdır. Ayrıca her ikisi de eksik, sınırlı ve cüzidir. İkinci dokunuş, rızıkla ilgilidir. Rızık konusunda herkesin farklı durumda olduğu ortadadır. Ayeti kerime, bu farklılığı, Allah'ın rızık konusunda bir kesimi diğer bir kesime üstün kılmasına bağlamaktadır. Rızık konusundaki bu farklılığın Allah'ın yasasına bağlı bulunan sebepleri vardır. Bu konuda hiçbir şey başıboş ve gereksiz değildir. Bir insan akıllı, bilgin ve düşünür olduğu halde, rızık elde etme ve onu geliştirme yeteneği sınırlı olabilir. Zira onun yetenekleri başka alanlardadır. Aynı şekilde bir insan da cahil, basit ve fazla akıllı olmaz, fakat mal elde etme ve onu geliştirme yeteneği fazla olabilir. Her insanın kendisine göre enerjisi ve yetenekleri vardır. Bu konuyu derinlemesine incelemeyenler, rızkın güç ve imkânlarla hiç ilgisi olmadığını sanırlar. Halbuki rızık da hayatın diğer alanlarındaki konular gibi özel bir güç ve yetenekle tamamen ilgilidir. Rızkın bolluğu, Allah tarafından sınanma vasıtası da olabilir. Rızkın kısıtlanması da Allah'ın dilediği bir hikmet ve bunun sonucunda gerçekleşen bir sınama olabilir... Hangi açıdan bakarsak bakalım, rızık konusundaki farklılıklar, gözle görülen bir olaydır ve bu farklılıklar insanların yeteneklerinin farklılıklarına bağlıdır. Doğal olarak bu tezin tutarlı olabilmesi için, değişik toplumlarda bulunan zulüm esasına dayalı yapay ilkelerin ortadan kaldırılması gerekir. Nitekim ayeti kerime bu olayın, o zamanki Arap toplumunun realitedeki uygulamasına değinmektedir. Ayeti kerime bu olayı o zaman Araplarda sürdürülen puta tapıcı cahiliyenin bazı kuruntularını ortadan kaldırmak için kullanıyor. Sözkonusu kuruntulara daha önce değinmiştik. Şöyle ki: onlar Allah'ın kendilerine verdiği rızkın bir kısmını sahte tanrılarına ayırıyorlardı. Burada onlar hakkında diyor ki; "Onlar sahip oldukları malların bir kısmını elleri altında bulunan kölelerine vermiyorlardı. (Bu İslâmdan .önce fiilen yaşanan bir olaydı) Yani rızık konusunda köleleriyle eşit olmak istemiyorlardı. Peki ne diye Allah'ın kendilerine verdiği rızkın bir payını sahte ilahlarına ayırıyorlar? |