Tekil Mesaj gösterimi
Alt 08 Ekim 2008, 13:39   Mesaj No:4

Emekdar Üye

Medineweb Emekdarı
Emekdar Üye - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
Durumu:Emekdar Üye isimli Üye şimdilik offline konumundadır
Medine No : 16627
Üyelik T.: 11 Şubat 2012
Arkadaşları:2
Cinsiyet:
Yaş:48
Mesaj: 4.079
Konular: 315
Beğenildi:49
Beğendi:0
Takdirleri:149
Takdir Et:
Standart Cvp: Fizilalil Kuran Rad Suresi Tefsiri

GERÇEĞİN ÜSTÜNLÜĞÜ

Surenin giriş kısmı, ele aldığı konuların özelliği, ayrıca surenin içerdiği direktiflerin çoğu... Evet bütün bunlar surenin Mekke'de indiğini göstermektedir. -Kimi rivayetlerde ve mushaflarda yer aldığı gibi Medine'de inmemiştir- Bu sure müşriklerin itirazlarının, yalanlamalarının, karşı çıkışlarının iyice arttığı bir dönemde inmiştir. Bu dönem de, peygamberden mucize göstermesine ve kendilerini korkuttuğu azabı çabucak indirmesine ilişkin istekler de artmıştı. İşte bütün bu olaylar hem Hz. Peygamberin -salât ve selâm üzerine olsun- hem de kendisiyle birlikte yüce Allah tarafından gönderilen gerçeğe sarılan mü'minlerin, kendilerine güvenlerini arttırmayı, onları yüreklendirmeyi hedefleyen büyük bir atılımı gerektiriyordu. Bu atılımla müşriklerden gelen itirazlar, meydan okumalar, yalanlama ve saldırı girişimlerinin bertaraf edilmesi, peygambere gönderilen gerçeğin üstünlüğünün vurgulanması, insanların sadece O'na sığınması, O'nun İlah ve Rabb olarak tek ve ortaksız olduğunun ilan edilmesi, bu gerçekte diretilmesi ve müşrikler yalanlasalar bile sadece bunun gerçek olduğuna inanılması hedeflenmişti. Bu atılımla gözetlenen hedeflerden biri de müşrikleri evrende, insanın iç dünyasında, insanlık tarihinde ve tarihsel olaylarda tevhid gerçeğine ilişkin kanıtlarla yüzyüze getirmek, bütün bu etkenleri bu nokta etrafında yoğunlaştırmak, insanın bünyesine bu etkenlerle etkileyici, canlandırıcı, derin iz(er bırakan ve kesin kanıtlı bir hitapla seslenmekti.
İşte sadece bu kitabın gerçeği içerdiğini, müşriklerin itirazlarının, yalanlamalarının, karşı çıkmalarının, kabullenmeyi ağırdan almalarının, yoluna engel koymalarının ve bu büyük gerçeği değiştiremeyeceğini vurgulayan ayetlerden örnekler...
Elif, Lâm, Ra. Bunlar kitabın ayetleridir. Rabbin katından sana indirilen mesaj gerçektir. Fakat insanların çoğu buna inanmazlar. (Ra'd Suresi 1)
Müşrikler senden iyilikten önce kötülük isterler, çarptırılacakları cezanın bir an önce başlarına gelmesini dilerler. Oysa onlardan önce nice ağır ceza örnekleri yaşanmıştır. Hiç kuşkusuz Rabbin, insanların zalimliklerine rağmen onlara karşı bağışlayıcıdır ve yine hiç kuşkusuz Rabbinin cezası da pek ağırdır.
Kâfirler "Muhammed'e, Rabbinden bir mucize indirilseydi ya" derler. Oysa sen sadece bir uyarıcısın ve her toplumun bir doğru yol göstericisi vardır. (Ra'd Suresi 6-7)
"Gerçek dua, yalnız Allah'a yöneltilen çağrıdır. Müşriklerin Allah dışında çağrı yönelttikleri putlar, onların hiçbir dileklerine cevap veremezler. Böyleleri ağzına su gelsin diye avuçlarını ona doğru açan kimseye benzerler ki, asla bu yolla ağzına su gelmez. İşte kâfirlerin çağrısı böylesine boşunadır." (Ra'd Suresi 14)
Allah hak ile batılı bu örnek aracılığı ile anlatır. Köpük, havaya uçup gider; fakat insanlara yarar sağlayan kısım yerde kalır. İşte Allah, böylesine örnekler verir." (Ra'd Suresi 17)
"Rabbin tarafından sana indirilen mesajın gerçek olduğunu bilen kimse hiç kör ile bir olur mu? .Ancak sağduyu sahipleri öğüt alırlar." (Ra'd Suresi 19)
"Kâfirler, Muhammed'e, Rabbi tarafından somut bir mucize indirilseydi ya" derler. Onlara de ki; "Allah, dilediğini saptırır ve kendisine yöneleni doğru yola iletir."
"Onlar iman etmişlerdir ve kalpleri Allah'ı anmakla huzura kavuşur. Haberiniz olsun ki, kalpler ancak Allah'ı anmakla huzura erebilirler." (Ra'd Suresi 27-28)
"Ey Muhammed sana vahyettiğimiz mesajı kendilerine okuyasın diye seni öyle bir gönderdik ki, onlardan önce birçok ümmetler gelip geçmiştir. Onlar rahmeti bol olan Allah'ı tanımıyorlar. Onlara de ki; "Benim Rabbim O'dur, O'ndan başka ilâh yoktur, ben yalnız O'na dayandım, dönüş O'nadır." ( Ra'd Suresi 3)
"Kendilerine kitap gönderdiğimiz kimseler, sana indirilen mesajı sevinçle karşılarlar. Fakat karşıt gruplar içinde bu mesajın bir bölümünü inkâr edenler vardır. Onlara de ki; "Bana Allah'a kulluk etmem, O'nâ ortak koşmamam emredildi; O'na çağırırım insanları; O'nadır dönüşüm."
"Bunun yanısıra biz onu Arapça bir hüküm sistemi olarak indirdik. Eğer sana gelen bu bilgiden sonra onların keyfi arzularına uyacak olursan, seni Allah'ın elinden kurtaracak bir destekçi, bir koruyucu bulamazsın." ( Ra'd Suresi 36-37)
"Kâfirlere yönelttiğimiz bazı tehditleri sana göstersek de ya da daha önce canını alsak da senin görevin mesajımızı duyurmaktır, insanları hesaba çekmek bize düşer." (Ra'd Suresi 40)
"Kâfirler "Sen peygamber değilsin" derler. Onlara de ki; "Sizin ile benim aramda Allah'ın ve kutsal kitap kaynaklı bilginlerin tanıklığı yeterli bir kanıttır." (Ra'd Suresi 43)
Buraya aldığımız ayetler grubunda, müşriklerin Hz. Peygambere -salât ve selâm üzerine olsun- ve Kur'an'a meydan okuyuşlarına karşı koymanın tabiatını öğreniyoruz. Ayrıca hem müşriklerin meydan okuyuşunun, hem de bunlara karşılık yeralan ilahi direktiflerin niteliğinden hareketle Mekke döneminde bu surenin indiği atmosferin özelliğini de öğreniyoruz.
Yüce Allah'ın Hz. Peygambere -salât ve selâm üzerine olsun- yönelik direktiflerde yeralan en belirgin işaretlerden biri, itirazlara, yalanlamalara, meydan okumalara, kabullenmeyi ağırdan almalara ve yoluna engeller koymalara karşı sahip olduğu gerçeği eksiksiz olarak açıklamasıdır. Bu, "Allah'dan başka ilah yoktur", "Allah'dan başka Rabb yoktur", "Allah'dan başka mabud yoktur." "Sadece Allah karşı, konulmaz güce sahiptir." "İster cennete, ister cehenneme gitsinler insanların dönüşü O'na olacaktır" ilkeleridir. İşte bunlar, müşriklerin inkâr ettiği, karşı çıktığı gerçeklerdir... Hz. Peygambere -salât ve selâm üzerine olsun- yönelik ilahi direktiflerde yeralan belirgin işaretlerden biri de onların arzularına uymamasıdır, gerçeği gizlemek ya da açıklamasını geciktirme!c suretiyle onlara taviz vermemesidir, onları memnun etmemesidir. Bunun yanında, kendisine gerçek gelmiş olmasına rağmen, onların arzularına uyması durumunda Allah katında kendisini bekleyen akıbete ilişkin bir tehdit de yeralıyor.
Bu belirgin işaret, aynı zamanda Allah'ın dinine davet edenler için davet metodunun tabiatını da ortaya koyuyor. Ki, davetçilerin, davet metodu hakkında fikir yürütmek gibi bir yetkileri yoktur. Onlara düşen, dinin temel gerçeklerini açıklamak, bu gerçeklerden hiçbirini gizlememek, hiçbirinin açıklamasını ertelememektir. Bu gerçeklerin başında da "İlahlık ve Rabblık Allah'dan başkası için olamaz, dolayısıyla Allah'dan başkasının egemenliğine girilmez, O'ndan başkasına itaat edilemez, boyun eğilemez, emirlerine uyulamaz" gerçeğidir. Karşı koymalar ve meydan okumalar hangi düzeyde olursa olsun, yalanlayanlar istedikleri kadar itiraz etsinler, yüz çevirsinler, yolun engelleri ve tehlikeleri ne kadar fazla olursa olsun, bu temel gerçeği olduğu gibi açıklamak kaçınılmazdır. Yeryüzüne egemen olan tağutlar (zorbalar), bu gerçekten hoşlanmıyorlar, onu açıkça dile getirenlere baskı uyguluyorlar veya bundan dolayı İslâma karşı çıkıyorlar, yahut hem İslâma hem de İslâm davetçilerine tuzaklar kuruyorlar diye bu gerçeğin bir kısmını gizlemek ya da açıklamasını sonraya bırakmak "hikmet ve güzel öğüt" ilkesinin kapsamına girmez. Bunlardan hiçbiri, bu dine davet edenlerin dinin temel gerçeklerini örtbas etmelerine ya da sonraya bırakmalarına neden olmamalıdır. Veya, İlahlığın ve Rabbliğin tek ve ortaksız olduğunu, bu yüzden sadece yüce Allah'ın egemenliğine girileceğini, O'ndan başkasına itaat edilmeyeceğini, boyun eğilmeyeceğini, emirlerine uyulmayacağını açıklamakla davete başlanacak olursa, bunun yeryüzüne egemen olan tağutların (zorbaların) öfkesine neden olacağı bahanesi ile ve tağutların (zorbaların) öfkesini çekmemek gerekçesi ile örneğin davet işine ibadetlerden, ahlâk ve davranış ilkelerinden ve ruhu arındırma faaliyetlerinden başlamamalıdırlar.
İşte yüce Allah'ın istediği şekilde bu inanç uyarınca harekete geçme metodu budur. Yine Rabbinin direktifleri doğrultusunda hareket eden efendimiz Muhammed'in -salât ve selâm üzerine olsun- uyguladığı şekliyle Allah'a davet metodu bundan ibarettir. Allah'a davet eden hiçbir kimse bu yoldan sapamaz, bu metodun dışında bir metod uygulayamaz. Allah -bundan sonra- dininin başarısını garanti etmektedir. Tağutların (zorbaların) şerrine karşı bu dine davet edenlere Allah'ın garantisi yeterlidir kuşkusuz.

KUŞATICI CANLI DELİLLER

Kur'an'ın davet metodu, okunan kitap -yani Kur'an- ile gözlemlenen açık evren kitabını birarada sözkonusu ediyor. Böyle bir bütün olarak evreni insan bedeninin titreyip kendine gelmesinin etkeni olarak sunuyor. Çünkü evrende yüce Allah'ın otoritesinin, takdir ve planlamasının kanıtları açıkça gözlemlenebilir. Bu iki kitaba, yüce Allah'ın otoritesinin, takdir ve planının, konuşan kanıtlarını koruyan insanlık tarihinin sicil defterini de ekliyor. Sonra da insanın kişiliğini tüm bunlarla karşı karşıya getiriyor. Onu her yönüyle kuşatıyor. Duygularına, kalbine ve aklına birlikte hitap ediyor.
Bu sure, insan varlığını her yönüyle karşılarken, (okunan kitap Kur'an'ın ardından) gözlemlenen kitap olan evrenden sayfalar sunmanın göz kamaştırıcı örneklerini içeriyor. İşte bu örneklerden birkaçı...
"Elif, Lâm, Ra. Bunlar kitabın ayetleridir. Rabbin katından sana indirilen mesaj gerçektir. Fakat insanların çoğu buna inanmazlar."
"Allah gökleri, gördüğünüz gibi direksiz olarak yükseltti, sonra arşa kuruldu, güneş ile ayı buyuruğu altına aldı. Herbiri belli bir sürenin sonuna kadar yörüngesinde hareket eder, O bütün bu gelişmeleri düzenler. Rabbinizin karşısına çıkacağınıza kesinlikle inanasınız diye O, size ayetlerini ayrıntılı biçimde açıklar."
"O yerin alanını geniş yaptı; orada köklü dağlar ve nehirler varetti; bütün ürünleri, bütün bitkileri çift olarak yarattı; O geceyi gündüzün üzerine örter. Hiç kuşkusuz bunlarda düşünen kimseler için ibret dersleri vardır."
"Yeryüzünde birbirine bitişik, farklı yapıda toprak parçaları; üzüm bağları, ekinler ve çatallı-çatalsız hurma ağaçları vardır; hepsi aynı su ile sulanır, fakat ürünleri arasında fark gözetiriz. Hiç kuşkusuz bunlarda aklı erenler için birçok ibret dersleri vardır." (Ra'd Suresi 1-4)
Surenin akışı tüm evreni yüce Allah'ın yaratma, meydana getirme, takdir etme ve planlamadaki gücünün, gözlemlenen ve konuşan tanığı haline getirmek amacı ile biraraya getiriyor bu evrensel sahneleri. Ardından tanıklık eden bunca sahneyi gözleriyle gördükleri, diriliş ve yeniden yaratma olayını sık sık yaşadıkları halde bu yakın gerçeği vurguluyor diye vahyi yalanlayanların bu tutumu şaşkınlıkla karşılanıyor... Evet bu gerçek şu olağanüstü sahnelerin ışığında daha bir yakın görünmektedir.
"Eğer şaşacaksan, kâfirlerin `Biz ölüp toprak olunca mı yeniden diriltileceğiz?' demelerine şaşmak gerekir. Onlar Rabblerini inkâr edenlerdir, onların boyunlarına demir halkalar geçirilecektir; onlar, orada ebedi olarak kalmak üzere, cehennemliktirler." (Ra'd Suresi 5)
"Şimşeği size hem korku ve hem de umut kaynağı olarak gösteren, yağmur yüklü bulutları oluşturan O'dur."
"O'nu gök gürültüsü övgü ile ve melekler korku içinde tesbih ederler, noksanlıklardan uzak tutarlar. O yıldırımlar salarak bunlarla dilediklerini çarpar." (Ra'd Suresi 12-13)
Evrensel varlık aleminden bu sayfalar, Allah hakkında tartışmaya giren ve O'na ortak koşan toplumun tavrının tuhaflığının vurgulanması için sunuluyor. Halbuki onlar yüce Allah'ın Rabblığının, gücünün ve otoritesinin, tüm evrenin O'nun hükümranlığı altında oluşunun, evrende yaşayan kulların işlerini düzenleyip tasarrufta bulunmasının, onun dışındaki herkesin yaratma, planlama ve takdir gücünden yoksun oluşunun etkilerini her an için gözleriyle görüyorlar.
"Allah'ın sillesi son derece sert olduğu halde onlar, O'nun hakkında tartışıyorlar."
"Gerçek dua, yalnız Allah'a yöneltilen çağrıdır. Müşriklerin Allah dışında çağrı yönelttikleri putlar, onların hiçbir dileklerine cevap veremezler. Böyleleri ağzına su gelsin diye avuçlarını ona doğru açan kimseye benzerler ki, asla bu yolla ağzına su gelmez. İşte kâfirlerin çağrısı böylesine boşunadır."
"Göklerdeki ve yerdeki tüm varlıklar ile bu varlıkların gölgeleri gönüllü ya da zorunlu olarak sabah-akşam Allah'a secde ederler."
"De ki; "Göklerin ve yerin Rabbi kimdir?" De ki; "Allah'dır." De ki; "O'nun dışında kendilerine bile ne fayda ve ne de zarar veremeyen birtakım ilahlar, korucular mı edindiniz?" De ki; "Hiç kör ile gören bir olur mu? Ya da karanlıklar ile aydınlık bir midir? Yoksa Allah'a koştukları ortaklar tıpkı Allah gibi birtakım yaratıklar yarattılar da müşrikler bu iki yaratma eylemini birbirinden ayırd edemediler mi?" De ki; "Her şeyin yaratıcısı Allah'dır; O tektir ve iradesi önünde her şeye boyun eğdirendir." (Ra'd Suresi 13-16)
Böylece evren, yüce Allah'ın gücünün kanıtları ile imanın işaretlerinden oluşan göz kamaştırıcı bir sergiye dönüşüyor. Bu sergi fıtrata kapsamlı ve derin bir mantıkla hitap ediyor. Şaşırtıcı bir uyum içinde, kendisinde mevcut olan gizli-açık tüm kavrayış güçleri ile birlikte bir bütün olarak insan bünyesine hitap ediyor. Ardından gözlemlenen evren kitabının sayfalarına insanlık tarihinin sayfalarını ekliyor. İnsan hayatında yüce Allah'ın gücünün, otoritesinin, egemenliğinin, her şeyi kontrolünde tutmasının, takdir ve planlamasının izlerini sunuyor:
"Müşrikler senden iyilikten önce kötülük isterler, çarptırılacakları cezanın bir an önce başlarına gelmesini dilerler. Oysa onlardan önce nice ağır ceza örnekleri yaşanmıştır." (Ra'd Suresi 6)
"Allah, her dişinin rahminde taşıdığını, bu rahimlerin erken doğurdukları ile fazla tuttuklarını bilir. Her şey O'nun katında belirli bir ölçüye bağlıdır." "O, görülür-görülmez her şeyi bilen, yüceler yücesidir."
"İçinizden sözünü gizli tutanla açıkça söyleyen, geceye bürünüp saklanan ile gündüzleyin ortalıkta gezen arasında O'nun için hiçbir fark yoktur."
"İnsanı önünden ve arkasından izleyen (melekler) vardır, onu Allah'ın emri ile gözetlerler. Herhangi bir toplum tutumunu değiştirmedikçe, Allah onun konumunu değiştirmez. Allah, bir toplumun herhangi bir kötülüğe uğramasını dileyince, onu hiç kimse önleyemez. İnsanların Allah'dan başka hiçbir koruyucusu, kayırıcısı yoktur. (Ra'd Suresi 8-11)
"Allah dilediğine bol rızık verir ve dilediğinin rızkını kısıtlar. Onlar dünya hayatı ile böbürlendiler. Oysa dünya hayatı, ahiretin yanında basit bir meta'dan başka bir şey değildir." (Ra'd Suresi 26)
"İşledikleri kötülükler yüzünden kâfirlerin başlarına sürekli olarak belalar gelir, ya da bu belalar yurtlarının yakınına iner. Sonunda Allah'ın verdiği söz gerçekleşir. Kuşku yok ki, Allah sözünden caymaz."
"Senden önceki birçok peygamber ile de alay etmişlerdi. Ben o kâfirlere bir süre meydan verdim, fakat sonra yakalarına yapıştım. O zaman azabım nice oldu?" ( Ra'd Suresi 31-32)
Kur'an'ın ifade tarzı, insanlık tarihinden aktardığı bu tanıkları ve işaretleri böylece uyarıcı birer etkene ve ilahi gücün birer göstergesine dönüştürerek bunlarla bir bütün olarak uyumlu ve düzenli bir şekilde ahenkli ve sırası ile insana hitap ediyor.
Biraraya getirilen sahneler ve tanıklıkları aracılığı ile bilinçli olarak Allah'a davet etmenin işaretlerinden birini algılıyoruz. Bu dava, bir bütün olarak insan varlığına hitap etmektedir. O, kavrama yeteneklerinin sadece bir yönüne, yani düşünsel ve zihinsel yönüne, ya da ilham ve sezgi yönüne veya duygu ve şuur yönüne hitap etmez.
Bu davanın kitabı Kur'an olmalıdır. Diğer bütün kaynaklara yönelmeden önce Allah'a davet edenler bu kitaba dayanmalıdırlar. Bundan sonra insanları nasıl davet edeceklerini, uyumuş kalpleri ne şekilde uyandıracaklarını, ölmüş ruhları nasıl dirilteceklerini, O'ndan öğrenmelidirler.
Bu Kur'an'ı, insanı yaratan, oluşumunun tabiatını bilen, ruhunun derinliklerinden ve bilinmezliklerinden haberdar olan yüce Allah vahyetmiştir. Allah'ın dinine davet edenler, öncelikle Allah'ın ilahlığının, rabblığının, hakimiyetinin ve otoritesinin açıklanması konusunda Allah'ın metoduna uymak zorunda oldukları gibi insanlara gerçek Rabblerini tanıtırken de Kur'an'ın yolunu takip ederek kalplere yönelmek zorundadırlar. Ancak bu şekilde bu gönüllerin tek başına Allah'ın egemenliğine girmelerini, O'nun ortaksız Rabblığını ve otoritesini tanımalarını sağlayabilirler.

PEYGAMBERLİK VE İLAHLIK SORUNU

İnsanlara gerçek Rabblerini tanıtmak ve her türlü şirk kuşkusunu ortadan kaldırmak için Kur'an'ın ifade metodu peygamberliğin ve peygamberin tabiatını açıklamaya özen gösteriyor. Çünkü ehli kitapta başgösteren itikadi düşünce sapması, ilahlığın tabiatı ile peygamberliğin tabiatını karıştırmaya yeltenmelerinden sonra başlamıştı. Bu sapma özellikle Hz. İsa'ya İlahlık ve Rabblık özelliklerini yakıştırmaları suretiyle Hristiyanlarda yaygındır. İşte bu gerçek dışı karıştırmà nedeniyle itikadi, ve mezhebi farklılıklardan hareketle değişik kiliselerin mensupları birbirlerinin boğazına sarılmışlardı.
Sadece Hristiyanlar düşmediler bu inanç buhranına. Değişik putperest inanç sistemleri de bu bataklığa daldılar. Peygamberler için belirsiz özellikler tasavvur ettiler. Kimileri peygamberlikle sihiri birbirine benzetirken, kimileri de peygamberlikle gaipten haber veren kahinliği birbirine benzetti. Bazısı da peygamberlikle cinler ve gizli ruhlar arasında bir ilgi kuruyordu.
Bu düşüncelerin çoğu Arap putçuluğuna da karışmıştı. İşte bu yüzden bazıları Hz. Peygamberden gaipten haber vermesini istiyordu. Bazıları da gözle görülür maddi bir mucize gerçekleştirmesini öneriyordu. Nitekim O'na, -salât ve selâm üzerine olsun- sihirbaz ve "mecnun" yani "cinlerle ilişki halindedir" de diyorlardı. Kimileri de beraberinde bir melek bulundurmasını istiyordu. Peygamber ve peygamberliğin tabiatına ilişkin olarak putperest düşüncelerde yereden daha nice öneriler, meydan okumalar ve ithamlar!..
Kuşkusuz bu Kur'an, peygamber ve peygamberliğin, resul ve risaletin yüce Allah'a özgü tek ve ortaksız ilahlığın, ayrıca yaratılmış olan herkes ve her şeyi kapsayan kulluğun tabiatına ilişkin gerçeği eksiksiz olarak ortaya koymak, iyice belirginleştirmek, bu konuda karanlık bir nokta bırakmamak ïçin gelmiştir. Kulluğun kapsamına giren kimseler arasında Allah'ın görevlendirdiği nebi ve resuller de vardır: Onlar salih birer kuldurlar. İnsanlardan farklı yaratıklar değildirler. İlahlığa özgü hiçbir özellik taşımazlar. Cinler alemi ile ya da sihirli gizlilikler dünyası ile bir ilişkileri sözkonusu değildir. Yalnızca Allah'dan vahiy alıyorlar ve bunun ötesinde -Allah, dilediği zaman için vermedikçe- bir mucize gösterme gücüne sahip değildirler. Onlar da birer insandırlar. Peygamber olarak seçilmişler ama, Allah'ın yarattığı diğer varlıklar gibi Allah'a kul oluşları kalıcıdır.
Bu sırada nübüvvet ve risaletin tabiatını, nebi ve resulün hareket alanlarını belirginleştiren, akıl ve fikirleri putçuluğun tüm birikintilerinden arındıran, daha önce ehli kitabın inançlarını bozan ve onları hurafeleriyle, efsaneleriyle putçuluğa geri götüren örnekler de mevcuttur.
Saydığımız bu gerçekleri belirginleştiren örnekler, müşriklerden kaynaklanan pratik meydan okumaları karşılama amacına yönelikti. Hiçbir zaman zihinsel bir tartışma içïn inmemişti ayetler. Metafizik Fizik ötesi felsefi bir araştırma sözkonusu değildi. Bu gerçekleri belirginleştirme, iyice vurgulama eylemi realiteyi karşılayan bir hareketti. Bu, realiteyle girişilmiş fiili bir cihattı.
"Kâfirler "Muhammed'e, Rabbinden bir mucize indirilseydi ya" derler. Oysa sen sadece bir uyarıcısın ve her toplumun bir doğru yol göstericisi vardır. "(Ra'd Suresi 7)
-"Kâfirler "Muhammed'e, Rabbi tarafından somut bir mucize indirilseydi ya" derler. Onlara de ki; Allah dilediğini saptırır ve kendisine yöneleni doğru yola iletir." (Ra'd Suresi 27)
-"Ey Muhammed, sana vahyettiğimiz mesajı kendilerine okuyasın diye seni öyle bir ümmete gönderdik ki, onlardan önce bir çok ümmetler gelip geçmiştir. Onlar rahmeti bol olan Allah'ı tanımıyorlar. Onlara de ki; "Benim Rabbim O dur. O'ndan başka ilah yoktur, ben yalnız O'na dayandım, dönüş O'nadır." (Ra'd Suresi 30)
-"Biz senden önce de nice peygamberler gönderdik, onlara da eşler ve çocuklar verdik. Allah'ın izni olmadıkça hiçbir peygamber mucize göstermeye yetkili değildir. Her belirli sürenin, her dönemin ayrı bir kitabı vardır." (Ra'd Suresi 38)
"-Kâfirlere yönelttiğimiz bazı tehditleri sana göstersek de ya da daha önce canını alsak da senin görevin, mesajımızı duyurmaktır, insanları hesaba çekmek bize düşer." (Ra'd Suresi 40)
Böylece risaletin tabiatı ve resulün yetki alanı belirginleşmiş oluyor. Peygamber sadece bir uyarıcıdır. Açıklamaktan, kendisine vahyedilen gerçekleri insanlara okumaktan başka bir görevi yoktur. Allah izin vermedikçe bir mucize gerçekleştirmesi mümkün değildir. O bir kuldur. Allah da O'nun Rabbidir. O'na dönecektir, O'na sığınacaktır. O, her insan gibi evlenir, çoluk çocuk sahibi olur. İnsanlık neyi gerektiriyorsa, hepsini yapabilen bir insandır. Yüce Allah`a yönelik kulluğunu bütün gerekleri ile birlikte sürdürür her zaman.
İslâm inancındaki bu yalınlık, sadelik sayesinde, peygamber ve peygamberliğin tabiatı etrafında tasavvur edilen düşünsel boşluk ve karanlık ortamdan beslenen bu hurafe ve efsaneler sona erdi. Tevhid inancı bu tür şaşkın düşüncelerden kurtarıldı. O zamanlar kiliselerin benimsediği inanç sistemi ve çeşitli putperest inanç sistemleri, bu tür karışık düşüncelerle dolup taşmıştı. Bu karışık düşünceler, Hz. İsa (a.s.)'nın getirdiği semavi inanç sistemi olan Hristiyanlığı, otaya çıkışının birinci yüzyılından itibaren tabiatı ve gerçek mahiyeti bakımından putperest bir inanç sistemine dönüştürdüler. Gerçek Hristiyanlığa göre Hz. İsa, Allah'ın bir kuluydu ve Allah izin vermedikçe bir mucize gösteremezdi!
Yüce Allah'ın şu sözünde yeralan apaçık gerçeği de ele almadan bu konuyu bitirmek istemiyoruz:
"Kâfirlere yönelttiğimiz bazı tehditleri sana göstersek de ya da daha önce canını alsak da senin görevin mesajımızı duyurmaktır, insanları hesaba çekmek bize düşer." (Ra'd Suresi 40)
Bu söz kendisine Rabbi tarafından vahiy gelen ve insanlara bu inanç sistemini duyurmakla sorumlu tutulan Hz. Peygambere -salât ve selâm üzerine olsun söyleniyor. Özetle şu denmek isteniyor: Bu dinin durumu O'nu ilgilendirmez. Bu davanın sonunu tayin etmek O'nun yetkisinde değildir. Onun görevi açıklamaktır, insanları doğru yola iletmek değil. İnsanlara hidayet etme yetkisi tek başına Allah'a aittir. İster yüce Allah, onun milletinin akıbetine ilişkin olarak yönelttiği tehditlerin bir kısmını gerçekleştirsin, ister bunları gerçekleştirmeden önce O'nun canını alsın farketmez... Hangisi olursa olsun, hiçbiri O'nun görevinin mahiyetini değiştiremez. Evet O'nun görevi duyurmaktır. Bundan sonra onları hesaba çekmek de Allah'a aittir. Bunun dışında davetçinin tabiatına ilişkin bir soyutlama ve görevine ilişkin bir sınırlandırma sözkonusu değildir. O'nun görevi belirlenmiştir. Bu davaya ilişkin her meselede ve diğer tüm konularda karar yetkisi yüce Allah'a aittir.
Bununla Allah'ın dinine davet edenler, Allah'ın yetkisinde olan bir şeye karşı saygılı olmayı öğreniyorlar. Elde edilecek sonuçlar ve gelecekte varılacak noktalar konusunda acele etmemelidirler. İnsanların doğru yola gelmesi için acele etmek onlara düşmez. Yüce Allah'ın doğru yolu bulanlara ve onu yalanlayanlara ilişkin vaadinin çabucak gerçekleşmesini istememelidirler. Şöyle dememelidirler: "Çok davet ettik, ama az kişi bizim davetimizi kabul etti." Ya da "uzun süre sabrettik, ama yüce Allah biz hayatta iken zalimleri zulümlerinden dolayı cezalandırmadı"... Onların görevleri sadece açıklamaktır... İnsanların dünya ya da ahiretteki hesabı ise kulların yetkisinde değildir. İnsanların hesabını görmek yüce Allah'ın yetkisindedir. O halde -yüce Allah'ın yetki alanına saygılı olmanın gereği ve O'na kul olduklarını itiraf etmenin ifadesi olarak- bu sahayı yüce Allah'a bırakmalıdırlar: O dilediğini ve seçtiğini yapar...
Ayrıca bu sure Mekke'de inmiştir... Bu yüzden Hz. Peygamberin -salât ve selâm üzerine olsun- Mekke'deki görevini "duyurma" ile sınırlandırmaktadır. Çünkü "cihad" henüz farz kılınmamıştı. Bundan sonra da duyurunun ardından cihad etmesi emredildi. Bunu da bu dinin hareket metodunun tabiatı ile birlikte değerlendirmek gerekir. Bu surede yeralan hükümler hareketliliği öngören ve davet hareketi ile realitesi içiçe olan hükümlerdir. Ayrıca davetin ihtiyacını ve pratik durumu karşılayan hükümlerdir. İşte bu nokta günümüzde, bu din hakkında "araştırma" yapanların çoğunun habersiz olduğu bir noktadır. Onlar sürekli "araştırma" yapıp hiç "hareket" etmediklerinden dolayı Kur'an hükümlerinin konumlarını ve bu dinin pratik realitesiyle olan ilgisini kavrayamıyorlar.
Birçoğu "senin görevin mesajımızı duyurmaktır, insanları hesaba çekmek bize düşer" gibi ayetleri okuyup davetçilerin görevlerinin duyurma ile sınırlı olduğu sonucunu çıkarıyorlar. Mesajı duyurdular mı üzerlerine düşeni yapmışlar demektir. Cihada gelince, vallahi bu adamların düşüncelerinde yeri var mı yok mu? bilmiyorum!
Nitekim bu ayeti ve benzeri ayetleri okuyanların bir kısmı da cihadı tamamen geçersiz saymıyorlar ama, sınırlandırma getiriyorlar ve bu ayetin Mekke'de cihadın farz kılınmasından önce indiğini anlamıyorlar. Kur'an ayetlerinin İslâma davet hareketi ile olan ilişkilerini kavrayamıyorlar. Bunun nedeni onların bu dinle birlikte hareket etmemeleri, sadece onu yerlerinde oturup sayfalar arasında okuyup incelemeleridir. Oysa bu dini yerlerinde oturanlar kavrayamaz. Oturanların dini değildir İslâm.
Bununla beraber, `açıklama' Hz. Peygamberin -salât ve selâm üzerine olsun- uygulamasının temelidir. Ondan sonra bu dine davet edenlerin her zaman uyguladıkları bir ilkedir. Ayrıca tebliğ, cihadın ilk aşamasıdır ve bu ilke sağlıklı bir şekilde uygulandığı, yani ayrıntı sayılan gerçeklerden önce bu dinin temel gerçeklerinin açıklanması hedeflendiği zaman... Diğer bir ifade ile daha ilk adımdan itibaren yüce Allah'ın tek ve ortaksız ilahlığının, Rabblığının ve egemenliğinin ilanı hedeflendiği zaman... İnsanların sadece yüce Allah'a kulluk yapması, ona boyun eğip ondan başkasına boyun eğmemelerini sağlamayı amaçladığı zaman... Evet bunları hedeflediği zaman "duyurma" hareketi sağlıklıdır demektir. Hiç kuşkusuz cahiliye, Allah'ın dinine davet edenleri, duyurma görevini yerine getirenleri karşı çıkma, meydan okuma, sonra eziyet etme ve savaş açma gibi reaksiyonlarla karşılayacaktır. İşte o zaman cihad aşaması gündeme gelir. Bu durum sağlıklı bir tebliğin doğal ve kaçınılmaz sonucudur:
"Böylece her peygamberin karşısına ayı günahkârlardan bir düşman çıkardık." (Furkan Suresi 31)
İşte yol budur... Bunun dışında izlenecek başka bir yol yoktur.

SEBEP SONUÇ İLİŞKİSİ

Sonra surenin içerdiği bir diğer işaret üzerinde duruyoruz. Sure insanın niyeti ile hareketi, eğilimi ile akıbetinin sınırlandırılması arasındaki ilgi konusunda kesin sözü söylüyor. İnsanın davranışları sonucu yüce Allah'ın iradesinin yerine geldiğini vurguluyor. Bunun yanında olup biten her şeyin Allah'ın belirlediği özel bir kaderle meydana geldiğini, gerçekleştiğini belirtiyor. Bu konuya ilişkin olarak surede yeralan ayetlerin bütünü, bu önemli sorun hakkındaki İslâmın bakış açısını olanca niteliği ile ortaya koymaktadır. Aşağıya alacağımız örnekler bunu yeterince göstermektedir.
"Herhangi bir toplum tutumunu değiştirmedikçe Allah onun konumunu değiştirmez. Allah, bu toplumun herhangi bir kötülüğe uğramasını dileyince onu hiç kimse önleyemez. İnsanların Allah'dan başka hiçbir koruyucu, kayırıcısı yoktur." (Ra'd Suresi 11)
"Rabblerinin çağrısına olumlu cevap verenlere karşılıkların en güzeli verir. O'nun çağrısına olumlu karşılık vermeyenlere gelince, eğer dünyada bulunan her şey, bir kat fazlası ile ellerinde olsa, bütün bunları kurtuluş fidyesi olarak verirlerdi. Böylelerini kötü bir hesaplaşma işlemi bekliyor, varacakları yer cehennemdir; orası ne fena bir barınaktır." (Ra'd Suresi 18)
"...Onlara de ki; "Allah, dilediğini saptırır ve kendisine yöneleni doğru yola iletir."
"Onlar iman etmişlerdir ve kalpleri Allah'ı anmakla huzura kavuşur. Haberiniz olsun ki, kalpler ancak Allah'ı anmakla huzura erebilir." (Ra'd Suresi 27) "...Dilese, Allah'ın bütün insanları doğru yola ileteceğini, mü'minler hala kesinlikle anlamadılar mı? (Ra'd Suresi 31)
"... Aslında kâfirlere entrikaları, düzenbazlıkları çekici göründü de doğru yoldan saptırıldılar. Allah'ın saptırdığını hiç kimse doğru yola iletemez. (Ra'd Suresi 33)
Bu ayetlerin ilkinden açıkça anlaşılıyor ki, bir toplum durumunu değiştirmeye ilişkin yüce Allah'ın iradesi, yine bu toplumun kendi hareketleri niyet ve eylemlerinde yaptıkları pratik ve bilinçli değişiklikler doğrultusunda devreye giriyor, fonksiyonunu yerine getiriyor. Bu toplumun niyet ve eylem olarak sahip olduğu şeyi değiştirdiği zaman yüce Allah, onların kendi kendilerine yaptıkları değişiklik doğrultusunda durumlarını değiştirir. Eğer durumları yüce Allah'ın onlara kötülük dilemesini öngörüyorsa, bu dileme gerçekleşir ve hiç kimse bunu engelleyemez. Hiçbir şey onları Allah'a karşı koruyamaz. O'nun dışında bir dost; bir yardımcı da bulamazlar.
Fakat, eğer onlar Rabblerinin çağrısına olumlu karşılık verirlerse ve bu olumlu yaklaşım doğrultusunda kendi kendilerini değiştirirlerse, yüce Allah, onlara iyilik dileyecek ve bu iyiliği onların lehinde dünya hayatında ya da ahirette veya her ikisinde gerçekleştirecekti. Rabblerinin çağrısına olumlu karşılık vermediklerinde ise, onlar hakkında kötülük dileyecek, dolayısıyla kötü bir cezayı hakedeceklerdir. Onun çağrısına olumlu karşılık vermeyen kişiler olarak hesap verme günü, O'nun huzuruna geldiklerinde hiçbir şey onları bu kötü akıbetten kurtaramayacaktır.
İkinci ayetten de açıkça anlaşılıyor ki, insanların yüce Allah'ın çağrısına olumlu ya da olumsuz karşılık vermeleri onların niyet ve eylemleriyle doğrudan bağlantılıdır. Yüce Allah'ın onlara ilişkin iradesi onların bu niyetleri ve eylemleri doğrultusunda gerçekleşir.
Alıntı ile Cevapla