Durumu: Medine No : 16627 Üyelik T.:
11 Şubat 2012 Arkadaşları:2 Cinsiyet: Yaş:48 Mesaj:
4.079 Konular:
315 Beğenildi:49 Beğendi:0 Takdirleri:149 Takdir Et:
| Cvp: Fizilalil Kuran Rad Suresi Tefsiri Üçüncü ayete gelince; ayetin baş tarafı, yüce Allah'ın dilediği kimseyi saptırmada özgür iradeye sahip olduğunu vurgulamaktadır. Ayetin devamında ise; "Allah kendisine yöneleni doğru yola eriştirir" deniliyor. Böylece yüce Allah'ın kendisine yönelen kimse için hidayete erdirmeyi takdir ettiği gerçeği ortaya çıkıyor. Bu da gösteriyor ki, yüce Allah kendisine yönelmeyeni, çağrısına olumlu karşılık vermeyeni saptırır. Dolayısıyla kendisine yönelip olumlu karşılık vereni saptırmaz. Bu gerçek yüce Allah'ın şu ayette yeralan vaadine uygun düşmektedir: "Bizim uğrumuzda çaba sarfedenleri yollarımıza iletiriz." (Ankebut Suresi 69) Bu münasebetle şu hidayetle şu sapıklık yüce Allah'ın kullara ilişkin iradesinin sonucudur. Bu irade de kulların kendi kendilerine yaptıkları değişiklik ile Allah'ın çağrısına olumlu karşılık verme ya da karşı çıkma niyetleri doğrultusunda devreye girer. Dördüncü ayet, şayet yüce Allah dileseydi bütün insanları doğru yola iletebilirdi gerçeğini vurgulamaktadır. Bu ayetlerin tümünün ışığında şu anlama geldiği ortaya çıkmaktadır: Şayet yüce Allah dileseydi bütün insanları sadece doğru yolu bulma yeteneğine sahip kimseler olarak yaratırdı. Ya da onları doğru yola girmeye zorlardı. Ne var ki, yüce Allah onları şimdi olduğu gibi hem doğru, hem de eğri yola yönelebilme yeteneğine sahip kimseler olarak yaratmış, bundan sonra da onları doğru yola girmeye ya da eğri yola girmeye zorlamamıştır. (Yüce Allah böyle yapmaktan uzaktır, yücedir) Sadece onlara ilişkin iradesini, onların doğru yolun kanıtlarına, imanın işaretlerine karşı olumlu ya da olumsuz yaklaşımları doğrultusunda yürürlüğe koymuştur. Beşinci ayet, kâfirlerin İslâm ve müslümanlara karşı kurdukları tuzakların kendilerine hoş göründüğünü ve bu yüzden doğru yola girmekten alı konduklarını ifade etmektedir. Bu ve benzeri ayetleri tek başına ele almak insanları, İslâm düşünce tarihinde cebir (zorlama) ve ihtiyar (özgür seçim) sorunu etrafında bilenen tartışmalara sürüklemiştir. Oysa bu ve benzeri ayetleri, Kur'an'ın bütünü içerisinde ele almak, insana kapsamlı bir düşünce kazandırmaktadır. Buna göre, bu hoş görünme ve doğru yoldan alıkonma kâfir olmaktan ve Allah'ın çağrısına olumlu karşılık vermemekten kaynaklanmaktadır. Yani kâfirlerin yüce Allah'ın kendileri aleyhinde yaptıklarını, süslü göstermeyi ve doğru yoldan. alıkoymayı irade etmesini gerektirecek şekilde, kendi kendilerine yaptıkları değişiklikten kaynaklanmaktadır. Konunun iyice anlaşılması için vurgulanması gereken son bir şey daha kalıyor... Bu konu etrafında bütün mezheplerde, düşünce akımlarında birçok tartışmalar olmuştur... Bu mesele şudur: İnsanların kendilerine ilişkin besledikleri niyetler bizzat sonuçları doğurmaz. Çünkü sonuçlar ancak yüce Allah'ın takdiriyle meydana gelen olaylardır. Evrende olup biten her şey ancak yüce Allah'ın belirlediği özel bir kader uyarınca meydana gelmekte, olup bitmektedir. O'nun isteği ile gerçekleşmekte, O'nun iradesiyle tamamlanmaktadır. "Kuşkusuz biz her şeyi bir plan uyarınca yaratmışız." (Kamer Suresi 49) Evren düzeninde mekaniklik yoktur. Bizzat sonuçları vareden sebeplerin kaçınılmazlığı sözkonusu değildir. Çünkü sebep de sonuç gibi belli bir kader uyarınca yaratılmış şeylerdir. İnsan niyetinin kendi kendine bütün yapabildiği, ilahi iradenin bu niyet uyarınca gerçekleşmesini sağlamasıdır. Fakat bu iradenin yürürlüğe girmesi ve meydana getirdiği pratik sonuçları, olup biten her şeyi kapsayan Allah'ın kaderi doğrultusunda gerçekleşmektedir. "Her şey O'nun katında belirli bir ölçüye bağlıdır." (Ra'd Suresi 8) Bu düşünce -surenin akışı içinde ayeti ele alırken de değindiğimiz gibi- insan denen varlığın tüm evren düzeni içindeki üstünlüğünü, şerefini arttırdığı gibi, omuzlarına yüklenen sorumluluğun büyüklüğünü de arttırmaktadır. Çünkü bütün yaratıklar içerisinde, yüce Allah'ın iradesinin kendi niyeti ve eylemi doğrultusunda gerçekleşmesini hakeden sadece insandır. Ne büyük sorumluluk!.. Ve tabii ne büyük onur!.. BOZULMAMIŞ FITRAT Ayrıca bu sure, küfrün ve bu dinin getirdiği gerçeği kabul etmemenin; insan bünyesinin bozulmuşluğunu, insanın bünyesinde yeralan fıtri alıcı cihazların işlevsiz hale gelişini ve insan tabiatının çürüyüp dengesiz bir hale geldiğini açıkça ifade etmektedir. Çünkü dengeli olduğu, silik bir karakter arzetmediği, devre dışı bırakılmadığı ve dejenere olmadığı taktirde kendisine bu gerçek sunulduğunda, Kur'an'ın yönteminde olduğu gibi açıklandığında, iman edip müslüman olmak suretiyle bu gerçeğe olumlu karşılık vermeyecek bir insan fıtratı sözkonusu değildir. İnsan fıtratı bu gerçeğe yatkın bir tabiata sahiptir. Şayet insan fıtratı bu gerçeği kabullenmekten alıkonuyorsa bu, kişinin yakalandığı bir hastalıktan dolayıdır. Bu yüzden kişi, kendisi için hidayetten başkasını seçmektedir. Bu hastalık insanın sapıklığı haketmesine, sonuçta da azaba uğramasına neden olmaktadır. Nitekim yüce Allah bir başka surede şöyle buyurmaktadır: "Dünyadaki haksız yere büyüklük taslayanları ayetlerimden uzak düşüreceğim. Onlar görecekleri hiçbir ayete inanmazlar, eğer doğru yolu görseler de o yola girmezler. Fakat sapık yolu görünce hemen ona koyulurlar. Bunun sebebi onların ayetlerimizi yalanlamaları, umursamamalarıdır." (A'raf Suresi 146) Bu surede, küfrün özelliğini gözler önüne seren, inkâr etmenin körlük ve basiretin kapanması olduğunu vurgulayan benzeri ayetler çokça yeralmaktadır. Surede yeralan bu ayetler, doğru yolda olmanın, hidayete ermenin insan bünyesinin bu körlük hastalığından uzak olduğunu, içindeki algılama yeteneklerinin sağlıklı olduğunu gösterdiğini de vurgulamaktadır. Yine bu ayetler bu evrenin safhalarında düşünenler, aklını kullananlar için gerçeği gözler önüne seren sayısız kanıt bulunduğunu ifade etmektedir. "Rabbim tarafından sana indirilen mesajın gerçek olduğunu bilen kimse hiç kör ile bir olur mu? Ancak sağduyu sahipleri öğüt alırlar." "Onlar Allah'a verdikleri sözü tutarlar, anlaşmalarını bozmazlar." "Yine onlar, Allah'ın sürdürülmesini emrettiği ilişkileri sürdürürler, Rabblerinden korkarlar ve kötü hesaplaşmadan ürkerler." "Yine onlar, Allah'ın hoşnutluğunu kazanmak amacı ile sabrederler, namazı kılarlar, kendilerine verdiğimiz rızıktan gizlice ve açıkça hayır yolunda harcarlar, kötülüğü iyilikle savarlar. İşte geçici dünyanın ardından gelecek olan mutlu akıbet onları bekliyor." (Ra'd Suresi 19-22) "Kâfirler "Muhammed'e, Rabbi tarafından somut bir mucize indirilseydi ya" derler. Onlara de ki; "Allah, dilediğini saptırır ve kendisine yöneleni doğru yola iletir." "Onlar iman etmişlerdir ve kalpleri Allah'ı anmakla huzura kavuşur. Haberiniz olsun ki, kalpler ancak Allah'ı anmakla huzura erebilirler." "İman edip iyi ameller işleyenlere ne mutlu, onları güzel bir gelecek beklemektedir." (Ra'd Suresi 27-29) "O yerin alanını geniş yaptı; orada köklü dağlar ve nehirler varetti; bütün ürünleri, bütün bitkileri çift olarak yarattı; O geceyi gündüzün üzerine örter. Hiç kuşkusuz bunlarda düşünen kimseler için ibret dersleri vardır." "Yeryüzünde birbirine bitişik, farklı yapıda toprak parçaları; üzüm bağları, ekinler ve çatallı-çatalsız hurma ağaçları vardır; hepsi aynı su ile sulanır, fakat ürünleri arasında fark gözetiriz. Hiç kuşkusuz bunlarda aklı erenler için birçok ibret dersleri vardır." (Ra'd Suresi 3-4) Yüce Allah'ın şahitliği ile gerçeğe olumlu karşılık vermeyenlerin körler oldukları vurgulanmış oluyor. Buna göre onlar düşünmüyorlar, akıllarını kullanmıyorlar. Yüce Allah tarafından gönderilen gerçek içerikli mesaja olumlu karşılık verenler ise, yine Allah'ın şahitliği ile akıl sahipleridirler. Onların kalpleri Allah'ı anmakla huzura kavuşur. Kalpleri bu gerçeği hemen tanır. Daha önce fıtratın derinliklerinden kabul etmeye yatkın olduğu bu gerçekle hemen ilgi kurar, durulur, böylece huzura kavuşur. İnsan yüce Allah'ın bu sözünün kanıtlarını Allah'ın dininin içerdiği ve Allah'ın peygamberi Hz. Muhammed'in -salât ve selâm üzerine olsun- eksiksiz şekliyle getirdiği gerçekten yüz çevirenlerle karşılaştıkça görüyor. Bunlar hastalıklı, sağlıksız, dejenere olmuş nesillerdir. Olsa olsa bünyeleri en önemli faktörünü yitirmiş, bu yüzden çevresindeki varlık bütününün yüklendiği mesajı algılamayan kimselerdir bunlar. Çevrelerinde yeralan varlık bütünü, Rabbini hamdederek tesbih ettiğinin; O'nun birliğini, gücünü, plan ve takdirini ifade ettiğinin farkında değildirler. Bu gerçeğe inanmayanların yüce Allah'ın şahitliği ile kör oldukları kesinleştikten sonra, Allah'ın peygamberine inandığını ve bu Kur'an'ın Allah katından vahyedildiğine iman ettiğini iddia eden bir müslümanın hayatla ilgili herhangi bir meselede bu körlere başvurması olacak iş değildir. Özellikle bu başvuru, insan hayatına hükmeden sosyal düzenle ya da insan hayatına dayanan değer yargıları ve ölçülerle veya toplumu şekillendiren gelenekler, örfler, töreler, görenekler, davranış biçimleri ve hayat kurallarıyla ilgili olunca... İslam dışı bütün düşüncelere karşı topyekün tavrımız bundan ibarettir. Elbette pozitif bilimler ve bunların pratik uygulamaları bu genellemenin dışındadır. Nitekim Allah'ın elçisi -salât ve selâm üzerine olsun- bu gerçeği şu şekilde işaret etmektedir: "Dünyanızın işlerini siz benden daha iyi bilirsiniz." O halde yüce Allah'ın yol göstericiliğini bilen, Allah'ın peygamberinin getirdiği bu gerçeği anlayan bir müslümanın yol göstericiliğini onaylamayan ve bunun gerçek olduğunu bilmeyen birine bir öğrenci gibi bir şeyler öğrenmek üzere başvurması kesinlikle mümkün değildir. Çünkü, bu Allah'ın şahitliği ile kördür ve bir müslüman Allah'ın şahitliğini reddedemez. Böyle yaparsa müslüman olduğunu iddia edemez. Hiç kuşkusuz bu dini ciddiye almalıyız. Direktiflerine kesin gözüyle bakmalıyız. Bu tür meselelerde beliren en ufak bir ciddiyetsizlik, cıvıklık, inancın ciddiyetsizliğini, cıvıklığını gösterir. Eğer yüce Allah'ın şahitliği reddedilmiyorsa, mesele bu şekilde algılanmalıdır. Bu şekildeki durum apaçık küfürdür çünkü. En garip olanı da, günümüzde birtakım insanların müslüman olduklarını iddia etmeleri, sonra da hayat sistemlerini, yüce Allah'ın haklarında "bunlar kördür" dediği bu veya şu kimselerden edinmeleri, buna rağmen de kendilerinin müslüman olduklarını iddia etmeye devam etmeleridir. Bu din ciddi bir dindir. Cıvıklığa, kaypaklığa tahammül edemez. Tüm hükümleri kesindir ve ciddiyetsizlik kabul etmez. Her hükmü ve her kelimesi gerçeğin ta kendisidir. Kendisinde bu ciddiyeti, bu kararlılığı ve bu sağlamlığı bulamayan biriyle bu dinin hiçbir ilgisi yoktur. Ve yüce Allah'ın alemlere ihtiyacı yoktur. Cahiliyeye göre şekillenen insan hayatının realitesi müslümanın duygularına baskı yapıp, onu, hayat sistemi için cahiliyeye başvurmaya zorlamamalıdır. Hz. Muhammed'in -salât ve selâm üzerine olsun- getirdiği dinin gerçek olduğunu ve bunun gerçek olduğunu bilmeyen birinin "kör" olduğunu bildiği halde bu köre uymamalıdır. Yüce Allah'ın şahitliğine rağmen herhangi bir konuda ona başvurmamalıdır. HAYATI YÖNLENDİREN GERÇEK Sözü bağlarken bu surenin zihinlere yerleştirdiği ve bu dinin yapısında önemli bir yol tutan son bir işaret önünde duruyoruz. Kuşkusuz şu yeryüzünde insanlık hayatında başgösteren fesatla, yüce Allah'ın insanları iyiye, güzele, doğruya iletmek için gönderdiği gerçeği görmeme arasında sıkı bir ilişki vardır. Çünkü yüce Allah'ın fıtratla yaptığı sözleşmeye olumlu karşılık vermeyenler ve gerçek olduğunu bildikleri halde onun katından gelen hak dini kabul etmeyenler, evet yeryüzünde bozgun çıkaranlar bunlardır. Ama Allah katından gelenin gerçek olduğunu bilenler ve O'na olumlu karşılık verenler yeryüzünü ıslah edip hayatlarını tertemiz kılan kimselerdir. "Rabbin tarafından sana indirilen mesajın gerçek olduğunu bilen kimse hiç kör ile bir olur mu? Ancak sağduyu sahipleri öğüt alırlar." "Onlar Allah'a verdikleri sözü tutarlar, anlaşmalarını bozmazlar." "Yine onlar, Allah'ın sürdürülmesini emrettiğini sürdürürler, Rabblerin den korkarlar ve kötü hesaplaşmadan ürkerler." "Yine onlar, Allah'ın hoşnutluğunu kazanmak amacı ile sabrederler, namazı kılarlar, kendilerine verdiğimiz rızıktan gizlice ve açıkça hayır yolunda harcarlar, kötülüğü iyilikle savarlar.. İşte geçici dünyanın ardından gelecek olan mutlu akıbet onları bekliyor." (Ra'd Suresi 19-22) "Allah'a vermiş oldukları sözü kesin bir taahhüt haline getirdikten sonra bozanlara, Allah'ın sürdürülmesini emréttiği ilişkileri kesenlere ve yeryüzünde bozgunculuk çıkaranlara gelince onlara lânet vardır ve dünyayı izleyecek olan kötü akıbet kendilerini beklemektedir." (Ra'd Suresi 25) İnsanlığın, yönetimin önderliğini Hz. Muhammed'e -salât ve selâm üzerine olsun- indirilen kitabın gerçek olduğunu bilen, dolayısı ile yüce Allah'ın insan fıtratından, Adem ve zürriyetinden, sadece kendisine kulluk yapacaklarına, onun egemenliğine gireceklerine, hiçbir konuda ondan başkasına başvurmayacaklarına sadece onun emir ve yasaklarına uyacaklarına ilişkin olarak aldığı söze bağlı kalan, bu yüzden yüce Allah'ın sürdürülmesini emrettiği ilişkileri sürdüren, Rabblerinden korkan ve O'nun yasakladığı ve öfkelendiği bir şeyi işlemekten çekinen, hesap gününde kötü bir akıbetten korkan, her davranışlarında her yaptıklarında ahireti hesaba katan, dosdoğru olmanın gerektirdiği tüm yükümlülükleri ile birlikte Allah'la yapılan bu sözleşmeye eksiksiz uymada sabır gösteren, namazı kılan, yüce Allah'ın kendilerine rızık olarak verdiği şeylerin bir kısmını gizli-açık Allah yolunda ihtiyaç sahiplerine veren, yeryüzünde iyiliği ve doğruluğu egemen kılmakla kötülüğü, fesadı bertaraf eden basiretli akıl sahipleri ele almadıkça, insanlık hayatı ıslah olmaz. İnsanlığın dünya üzerindeki hayatı, sadece Allah'ın yol göstericiliğine göre hareket eden hayatı O'nun sistemi ve yol göstericiliği doğrultusunda şekillendiren bunun gibi basiretli bir önderliğin yönteminde ancak ıslah olur. Bu hayat, kör sapıkların yönetiminde ıslah olmaz. Sadece Hz. Muhammed'e -salât ve selâm üzerine olsun- indirilenin gerçek olduğunu bilmeyen, bu yüzden yüce Allah'ın salih kulları için hoşnut olduğu sistemin dışındaki sistemlere uyan bu adamların yönetiminde insana yakışır, sağlıklı bir hayat sürdürmek mümkün değildir. İnsan hayatı feodalizmle, kapitalizmle ıslah olmadığı gibi, komünizmle, bilimsel sosyalizmle de ıslah olmaz. Bunların tümü de Hz. Muhammed'e salât ve selâm üzerine olsun- indirilenin gerçek olduğunu bilmeyen körlerin ortaya koyduğu sistemlerdir. Evet sadece Hz. Muhammed'e -salât ve selâm üzerine olsun- indirilen sistem gerçektir ve bu sistemden vazgeçmek ya da bu sistemi değiştirmek doğru değildir. İnsanlık hayatı diktatörlük ya da demokrasi yönetimleri ile normal ve düzenli şekilde sürmeyeceği gibi, teokrasi idaresi ile de normal ve düzenli şekilde yoluna devam etmez. Bunlar, körlerin, ortaya koyduğu sistemler olmaları bakımından aynıdırlar. Allah'ı bir yana bırakıp kendi Rabblıklarını ilan eden sapık körlerin koyduğu sistemlerdir bunlar. Bu sistemlerdeki yönetim ve hayat metodunu belirleyen bu körlerdir. Bunlar yüce Allah'ın izni olmaksızın insanlar için kanunlar koyarlar. İnsanlar da konulan bu kanunlara kulluk ederler. Böylece Allah'dan başkasının dinine girmişlerdir. Kur'an ayetine dayanarak yaptığımız bu açıklamanın kanıtı, yirminci yüzyılın cahiliyesinde tüm yeryüzünü kaplayan azgın fesattır. Yeryüzünün doğusunda, batısında zavallı insanlığı kıskacına alan uğursuz bedbahtlıktır. Bu açıdan feodalist ve kapitalist rejimlerle komünist ve bilimsel sosyalist rejimler arasında fark yoktur. Yönetim biçiminin diktatörlük ya da demokrasi olması farketmiyor. Bu rejimlerin ve yönetim biçimlerinin tümü de insanlığa fesat, çöküntü, mutsuzluk ve bunalım getirmekle eşittirler. Çünkü tümü de sadece yüce Allah tarafından Hz. Muhammed'e -salât ve selâm üzerine olsun- indirilen dinin gerçek olduğunu bilmeyen, yüce Allah'la yapılan fıtri sözleşmeye ve O'nun şeriatına bağlı kalmayan, hayatlarında Allah'ın sistemine ve yol göstericiliğine uymayan kör sapıkların ürünü olmak bakımından birbirlerinden farksızdırlar. Müslüman -Allah'a olan inancından ve Hz. Muhammed'e indirilen kitabın gerçek olduğunu bildiğinden- Allah'ın sisteminin dışındaki tüm sistemleri, bütün toplumsal ya da ekonomik ideolojileri, yüce Allah'ın koyduğu ve kullarından salih olanların uyması için hoşnut olduğu biricik sistemin, mezhebin ve şeriatın dışındaki tüm siyasal rejimleri elinin tersi ile iter, onları reddeder. Allah'ın koyduğu sistemin dışında herhangi bir rejimin ya da hükmün veya sistemin yasallığını sadece tanımak bile insanı Allah'a teslim olmanın sınırlarının dışına çıkarır. Allah'a teslim olmak başkasının değil, sadece O'nun dininin yönetimine girmektir, hükümranlığı tek başına Allah'a özgü kılmaktır... Bu tanıma eylemi İslâmın temel anlamının zorunluluğuna karşıt olmasının ötesinde de bizzat yeryüzündeki halifelik görevini kör sapıklara teslim etmek anlamına gelmektedir. Ona söz verdikten sonra Allah'ın ahdini ihlal eden Allah'ın sürdürmesini emrettiği ilişkileri kesip koparan ve yeryüzünde fesat çıkaran kör sapıkların yeryüzündeki egemenliklerini tanımak demektir. Çünkü yeryüzündeki fesat tamamıyle körlerin önderliği ile bağlantılıdır. İnsanlık, tüm tarihi boyunca hep mutsuz yaşamıştır. Kör sapıkların önderliğindeki değişik sistemlerin, rejimlerin ve kanunların arasında bocalayıp durmuştur. Asırlar boyu filozof, düşünür, kanun koyucu ve politikacı kılığına bürünmüş, bu kör sapıkların elinde oyuncak haline gelmiştir. Hiçbir zaman mutluluğu yakalayamamıştır. İnsanlık bakımından hiçbir ilerleme kaydetmemiştir. Ve asla yüce Allah'ın yeryüzündeki halifesi olacak dereceye gelmemiştir. Ama insanların ilahi sistemin gölgesinde yaşadıkları, her bakımdan dengeli hayat metodunun egemen olduğu dönemler bu genellemenin dışındadır. Bunlar surede ön plana çıkan bazı işaretlerdir. Elimizden geldiğince açıklamaya çalıştık bu işaretleri. Ama onları tümüyle ele aldığımızı söyleyemeyiz, sadece kısaca değindik. Bize bu gerçekleri gösteren Allah'a hamdolsun. Eğer O bize bu gerçekleri göstermemiş olsaydı, hiç kuşkusuz biz bu gerçekleri göremeyecektik. RA'D SURESİNİN SONU |