Tekil Mesaj gösterimi
Alt 08 Ekim 2008, 13:54   Mesaj No:7

MERVE DEMİR

Medineweb Emekdarı
Avatar Otomotik
Durumu:MERVE DEMİR isimli Üye şimdilik offline konumundadır
Medine No : 5587
Üyelik T.: 05 Aralık 2008
Arkadaşları:14
Cinsiyet:
Memleket:İstanbul
Yaş:35
Mesaj: 2.537
Konular: 2038
Beğenildi:116
Beğendi:0
Takdirleri:270
Takdir Et:
Konu Bu  Üyemize Aittir!
Standart Cvp: Fizilalil Kuran Araf Suresi Tefsiri

HZ.HUD VE AD KAVMİ

Tarih akıp gidiyor, yanısıra ayetler de onu izliyor. Şimdi biz Hud'un soydaşları Ad karşısındayız:



65- "Ad kavminde de kardeşleri Hud'u peygamber olarak gönderdik. Hud onlara `Ey soydaşlarım, Allah'a kulluk ediniz, O'ndan başka bir ilâhınız yoktur. O'ndan korkmuyor musunuz?' dedi. "


66- "Soydaşlarının ileri gelen kâfirleri O'na `Biz seni aptal olarak görüyoruz ve bir yalancı olduğunu sanıyoruz' dediler. "


67- "Hud onlara dedi ki; `Bende bir aptallık yoktur, tersine tüm varlıkların Rabbi tarafından gönderilen bir peygamberim. "


68- "Size Rabbimin mesajlarını iletiyorum, sizin için güvenilir bir öğüt vericiyim. "


69- "Sizi uyarmak üzere içinizden biri aracılığı ile Rabbiniz tarafından size mesaj olması tuhafınıza mı gidiyor? Allah'ın sizi Nuh kavminin yerine geçirdiğini, sizi vücud yapısı bakımından onlardan daha güçlü yarattığını hatırlayınız. Allah'ın nimetlerini hatırlayınız ki kurtuluşa eresiniz. "


70- "Soydaşları ona dedi ki, :Sen bize tek Allah'a kulluk edelim, atalarımızın taptıkları ilâhları bırakalım diye mi geldin. Eğer söylediklerin doğru ise ilerde çarpılacağımızı söylediğin azabı şimdi başımıza getir, bakalım. "


71- "Hud onlara dedi ki, `Rabbinizin azabı ve öfkesi hakkınızda kesinleşti. Allah'ın haklarında hiçbir kanıt indirmediği, kendiniz ve atalarınız tarafından takılmış birtakım adlar üzerine benimle tartışmaya mı girişiyorsunuz? O halde bekleyin bakalım, ben de sizin ile birlikte bekliyorum. "


72- "Hud'u ve beraberindekileri rahmetimizin sonucu olarak kurtardık. Ayetlerimizi yalanlayarak inanmamış olanların ise kökünü kuruttuk. "

İşte, aynı peygamberlik, aynı tartışma ve aynı netice... Bu aynı kanun, yürürlükteki yasa ve ilâhi adettir...
Ad kavmi, Nuh'un ve gemide, sayılarının 13 olduğu söylenen, yanında olup, kurtulanların torunlarıdır.. Şüphe yok ki, bunların ataları, gemide kurtulan müminler, Nuh'un dininde -ki islâmdı- idiler ve kendisinden başka ilâh olmayan biricik Allah'a tapınıyorlar ve O'nun alemlerin Rabbi olduğuna inanıyorlardı. Zaten Nuh da onlara `Fakat ben alemlerin Rabbinin elçisiyim' demişti. Uzun bir süre geçti. Yeryüzüne dağıldılar. Şeytan her zamanki oyunlarını onlara da oynadı. Onları -öncelikle mülk ve mal sevgisi olmak üzere- Allah'ın şeriatına değil, kendi isteklerine göre arzuları doğrultusunda yöneltti. Hud'un kavmi peygamberlerinin tek olan Allah' a tekrar kulluğa çağırmasını hoş görmeme sapıklığına düşdüler.
"Ad kavmine de kardeşleri Hud'u peygamber olarak gönderdik. Hud onlara `Ey soydaşlarım, Allah'a kulluk ediniz, O'ndan başka bir ilâhınız yoktur. O'ndan korkmuyor musunuz?' dedi."
Bu sözleri daha önce Nuh söylemiş, kavmi O'nu yalanlamış, bu nedenle başlarına gelen gelmişti. Allah onların ardından Ad kavmini gönderdi. Burada onların yurtları belirtilmiyor. Başka surelerden öğreniyoruz ki, onlar, Yemen sınırında Yemame ve Hadramut arasında yüksekçe yerler olan Ahkaf'lıdırlar. -Bunlar da daha önce Nuh'un kavminin gittiği yolu izliyorlar. Bu yolu izleyenlerin başlarına gelenleri ne düşünüyorlar, ne de hatırlıyorlar. Bu yüzden Hud Allah'dan ve bu korkunç sonuçtan korkmamalarından endişe ederek, onlara seslenirken `O'ndan korkmuyor musunuz?' sorusunu da, sözlerine ekledi.
Kavminin ileri gelenlerine, soydaşlarından birinin onları hidayete çağırması ve çok az sakınmalarını hoş görmemesi ağır geldi ve haddi aşarak, O'nu deli ve ahmak saydılar. Ne kötü değer takdiri! Utanmadan ve hayasızca, hep beraber peygamberlerini delilik ve yalancılıkla suçlamaya kalkıştılar:
"Soydaşlarının ileri gelen kâfirleri O'na `Biz seni aptal olarak görüyoruz ve bir yalancı olduğunu sanıyoruz' dediler."
Araştırmadan, düşünmeden ve hiçbir delile dayanmadan, böyle ölçüsüzce davrandılar.
"Hud onlara dedi ki; Bende bir aptallık yoktur, tersine tüm varlıkların Rabbi tarafından gönderilen bir peygamberim. Size Rabbimin mesajlarını iletiyorum, sizin için güvenilir bir öğüt vericiyim."
Kendisinden, -sapıklık iddiasını reddettiği gibi- aptal olduğu iddiasını da kesinlikle ve doğrulukla reddetti. -Daha önce Nuh'un ortaya koyduğu gibi- onlara, elçiliğinin kaynağını ve hedefini açıkladı, bu konuda onlara öğüt verdiğini ve tebliğinde doğru sözlü olduğunu da ortaya koydu. 'Tüm bunları, onlara bir davetçinin yumuşaklığı ve güvenilir bir kişinin doğruluğu ile söyledi.
Daha önce Nuh kavminin tuhaf karşıladığı gibi, onların da peygamberlikten kaynaklanan bu misyonun içeriğini garipsemiş olmalılar ki, sanki her ikisi de aynı ruhu taşıyan bir kişilikmişçesine, Hud da onlara daha önce Nuh'un söylediği sözleri tekrarlıyor:
"Sizi uyarmak üzere içinizden biri aracılığı ile Rabbinizden size mesaj gelmesi tuhafınıza mı gidiyor?"
Sonra sözlerine, onlara sunulan bir gerçeği ekliyor... Nuh kavminden sonra yeryüzüne halef olmaları, dağlık bölgede türemeleri nedeniyle vücutça sağlam ve kuvvetli olmaları, yanısıra otorite ve saltanat verilmesi gerçeğini:
"Allah'ın sizi Nuh kavminin yerine geçirdiğini, sizi vücud yapısı bakımından onlardan daha güçlü yarattığını hatırlayınız. Allah'ın nimetlerini hatırlayınız ki kurtuluşa eresiniz."
Nimetlere şükürle karşılık verme, azgınlıktan kaçınma, geçmişlerin sonundan sakınma, bu halef olmanın, bu güç ve kuvvetin gereklerindendir. Onlar değişmeyen, şaşmaz ilâhi kanuna uygun olan ve belirli bir kadere göre işleyen yasaların işlemeyeceğine dair Allah'dan yemin mi aldılar? Nimetleri sayıp dökmek, insanlarda şükrü doğurur. Nimete şükür ise, sebeplerin korunmasını ister. Bunun ardından da, dünya ve öte dünyada kurtuluş sağlanır.
Fakat fıtrat değiştiği zaman, ne düşünüyor, ne uyarıları değerlendiriyor, ne de öğütleri dinliyor. İşte böylece kavmin ileri gelenleri günah içinde, gurura kapıldılar, tartışmayı kısa kestiler ve ögütleri ağır bulanın aceleciliği ile uyarıları alaya aldılar ve azabın çabuk gelmesini istediler:
Soydaşları ona dedi ki, Sen bize tek Allah'a kulluk edelim, atalarımızın taptıkları ilâhları bırakalım diye mi geldin. Eğer söylediklerin doğru ise, ilerde çarpılacağımızı söylediğin azabı şimdi başımıza getir, bakalım.'
Sanki bakmaya dayanamadıkları ve dinlemeye sabredemedikleri kötü bir işe çağırılıyorlar!
Soydaşları ona dedi ki, `Sen bize tek Allah'a kulluk edelim, atalarımızın taptıkları ilâhları bırakalım diye mi geldin.'
Gönüllerin ve akılların ülfet peydah ettiği realiteye tutsaklık duygusuna dair ne kötü bir manzara! Bu tutsaklık duygusu insanı, inceleme ve değerlendirme hürriyeti, düşünce ve inanç hürriyeti gibi insanlık özelliklerinden soyutluyor. Kişiyi gelenek ve göreneklerin, örf ve adetlerin kulu, kendisi ve kendi gibi diğer kölelerin arzularının kulu yapar ve bilgi ve aydınlığın tüm yollarını ona kapatır.
Böylece kavim, gerçekle yüzyüze gelmekten, daha doğrusu kulu oldukları batılın saçmalığını düşünmekten kaçınarak, azabın çabuk gelmesini istiyor ve güvenilir öğütçü peygamberlerine şöyle diyorlar:
"Eğer söylediklerin doğru ise, ilerde çarpılacağımızı söylediğin azabı şimdi başımıza getir, bakalım"
Daha sonra, Peygamberin kesin ve hızlı karşı cevabı geliyor:
"Hud onlara dedi ki, `Rabbinizin azabı ve öfkesi hakkınızda kesinleşti. Allah'ın haklarında hiçbir kanıt indirmediği, kendiniz ve atalarınız tarafından tartışmaya mı girişiyorsunuz? O halde bekleyin bakalım, ben de sizin ile birlikte bekliyorum."
Rabbinin kendisine bildirdiği, hakettikleri ve kaçacak hiçbir sığınakları bulunmayan akıbetlerini onlara ulaştırıyor... Bu beraberinde Allah'ın gazabı olan, defedilemez bir azab. Sonra azaba dair bu aceleleri peşisıra azap hızlandırılıyor. Düşünce ve inançlarının bayağılığı ortaya konuyor.
"Allah'ın haklarında hiçbir kanıt indirmediği, kendiniz ve atalarınız tarafından takılmış birtakım adlar üzerine benimle tartışmaya mı girişiyorsunuz?
Allah'la birlikte kulluk ettiğiniz şeylerin hiçbir gerçekliği yoktur. Kendiniz ve atalarınız tarafından takılmış birtakım adlardır. Allah onlar hakkında bir kanıt indirmemiş ve izin de vermemiştir. Bu durumda ne onların bir otoriteleri, ne de sizin buna dair bir kanıtınız vardır.
Kur'an'da tekrar edilen `Allah'ın haklarında hiçbir kanıt indirmediği' ifadesi, temel bir gerçeği düşündürüyor... Allah'ın indirmediği her söz, kanun, örf veya düşüncenin bir ağırlığı yoktur, etkisi azdır ve kayboluşu çabuk olur... Fıtrat, tüm bunları hafife alır. Eğer sözler, Allah'dan geliyorsa, Allah'ın onlara yerleştirdiği bir yetki nedeniyle, bir ağırlığı vardır ve gönüllere işler, yerleşir.
Nice alımlı düşünce, nice süslü ve otorite destekli sosyal kurum ve uygulama vardır, ama Allah'ın otoritesinden kaynaklanan bir güç içeren sözleri karşısında eriyip gider. Huzurlu bir güven ve yetkinliğin verdiği sağlamlık içerisinde Hud soydaşlarına meydan okudu:
"O halde bekleyin bakalım, ben de sizin ile birlikte bekliyorum."
Bu güven, Allah'a çağıranların hissettiği gücün kaynağıdır... Hud, getirdiği hakkın Allah'ın otoritesinden aldığı gücü ve kuvveti bildiği gibi, batılın -her ne kadar yaygın ve güçlü görünse de- gerçekte zayıf, etkisiz ve güçsüz olduğunu da yakinen bilir.
Bekleyiş pek uzun sürmüyor:
"Hud'u ve beraberindekileri rahmetimizin sonucu olarak kurtardık. Ayetlerimizi yalanlayarak inanmamış olanların ise kökünü kuruttuk."
Bu, geriye bir kişi bile bırakılmadan gerçekleşen tam bir yokediştir. Bu olay hakkında, son ferdine kadar bütün kavim yok edildiği için, `kökleri kazındı' ifadesi kullanılabilir.
Böylece yalanlayanların defterinden bir sayfa daha kapanmaktadır. Uyarı yarar sağlamadığı halde, başka bir uyarı daha yapılıyor... Başka surede bu azap hakkında ayrıntılı bilgi verildiği halde, burada ayrıntıya girilmiyor. Biz de, konuları hızlı geçmeyi amaçlayan bu ayetleri izleyerek, durmuyoruz ve bu ayetteki yerler hakkında fazla ayrıntıya girmiyoruz.


SEMUD KAVMİ VE HZ. SALİH


73- Semud kavmine de kardeşleri Salih'i peygamber olarak gönderdik. Salih onlara dedi ki, `Ey soydaşlarım, Allah'a kulluk ediniz, O'ndan başka bir ilâhımız yoktur. Rabbinizden size bir belge geldi. Şu Allah'ın dişi devesi size bir delildir. Bırakın onu, Allah'ın çayırında otlasın, sakın ona bir kötülük etmeyin, yoksa acı bir azaba çarptırılırsınız.


74- Allah'ın sizi Ad kavminin yerine geçirdiğini ve ovalarında köşkler edinip dağlarında yontma evler yaptığınız bir bölgeye yerleştirdiğini hatırlayınız. Allah'ın nimetlerini hatırlayınız da yeryüzünde bozgunculuk yapmaktan kesinlikle kaçınınız.


75- Salih'in kendini beğenmiş soydaşları, içlerinden iman etmiş horlanmışlara, ezilenlere `Salih'in Rabbi tarafından gönderildiğini biliyor musunuz?' dediler. Onlarda `Evet, biz onun aracılığı ile gönderilen mesaja inanıyoruz' dediler.


76- Kendini beğenmişler de onlara `Biz sizin inandığınızı inkâr ediyor, reddediyoruz' dediler.


77- Arkasından Rabblerinin emrine başkaldırarak dişi deveyi boğazladılar ve `Ey Salih, eğer gerçekten peygambersen, ilerde çarpılacağımız söylediğin azabı şimdi başımıza getir, bakalım' dediler.


78- Bu arada ani bir yer sarsıntısına tutuldular da oldukları yerde yığılıp kalıverdiler.


79- Bunun üzerine Salih, onlara sırt çevirdi ve `Ey soydaşlarım, size Rabbimin mesajını ilettim, size öğüt verdim, fakat siz öğüt verenlerden hoşlanmıyorsunuz' dedi.

Bu, tarih boyunca süren, insanlık kitabının bir başka sayfası. İşte, cahiliyeye tekrar dönülüyor, hak ile batılın ayrılış sahnesi sergileniyor, yalanlayanların sonu, yeniden gerçekleşiyor.
"Semud kavmine de kardeşleri Salih'i peygamber olarak gönderdik. Salih onlara dedi ki, `Ey soydaşlarım, Allah'a kulluk ediniz, O'ndan başka bir ilâhınız yoktur."
Bunlar, mahlukatın yola kendisiyle başladıkları ve onunla bitirecekleri sözlerdir. İnanç, yöneliş, tavır alış ve tebliğ noktasında tek bir yöntem vardır. Burada ek olarak bir de, Salih'in kavminden doğrulamasını istediği bir mucize yer almaktadır.
Rabbinizden size bir belge geldi. Şu Allah'ın dişi devesi size bir delildir." Burada ayetlerin amacı, ortak çağrıyı ortaya koymak ve O'na inananlar ile O'nu yalanlayanların akıbeti gerçeğini belirlemek olduğu için, mucize istekleri ayrıntıyla incelenmemiş, sadece bu mucizenin varlığını ilân etmiştir. Yanısıra deve hakkında da onun Rabblerinden gelen bir kanıt olduğu, Allah'ın devesi ve mucizesi olduğundan başka bir ayrıntıdan söz edilmemiştir. Allah'ın devesi olduğunun belirtilmesinden, Rabblerinin kanıtı olmasından, bizzat Allah'a nisbet edilmesinden ve peygamberliğini doğrulayan bir delil olmasından, onun sıradan bir deve olmadığını ve sıradan yollarla meydana çıkmadığını anlıyoruz... Devenin durumu hakkında, bu güvenilir kaynakda söz edilenlere başka hiçbir şey eklemiyoruz. -Kur'an'da ona dair bu işaret, başka bütün ayrıntılardan daha yeterlidir- Biz ayetleri izlemeyi ve gölgelerinde yaşamayı sürdürüyoruz:
"Bırakın onu, Allah'ın çayırında otlasın, sakın ona bir kötülük etmeyin, yoksa acı bir azaba çarptırılırsınız.
Çünkü o Allah'ın devesidir. Bırakın onu, Allah'ın çayırında otlasın, yoksa o kötü sonuç ile uyarıcıdır.
Ayet, kötü son ile uyardıktan sonra Salih kavmini, düşünmeye, ders almaya, azgınların sonlarına bakmaya, bu azgınların ardından onlara verilen nimetlere şükre çağırmaya başlıyor:
"Allah'ın sizi Ad kavminin yerine geçirdiğini ve ovalarında köşkler edinip dağlarında yontma evler yaptığınız bir bölgeye yerleştirdiğini hatırlayınız. Allah'ın nimetlerini hatırlayınız da yeryüzünde bozgunculuk yapmaktan kesinlikle kaçınınız."
Burada ayetler, Semud yurdunun nerede olduğundan sözetmiyor. Fakat başka surede onların -Hicaz ile Şam arasında yer alan- Hicr'de yaşadıkları belirtilmiştir. Salih'in onlara yaptığı hatırlatmalardan, Semudlular'ın yaşadıkları yerin doğası hakkında kimi bilgiler edindiğimiz gibi, yerleşim şekilleri, onlara verilen nimetlerin etkileri hakkında da bilgi ediniyoruz. Burası hem ovalık, hem de dağlık bir arazidir. Ovalık arazide köşkler (villalar, yalılar) yapmışlar, dağda evler oymuşlardı. Bu kısa ayetlerdeki işaretlerden açıkça anlaşıldığına göre, bu bir medeniyet idi... Salih Allah'ın onları Ad kavmine halef kıldığını hatırlatıyor. Yerleşim yerleri onların yerleşim yerleri ile aynı olmasa bile, tarihi süreç içerisinde, Ad medeniyetini izleyen medeniyetin sahibi idiler. Otoriteleri Hicr dışına da taşmıştı. Bu nedenle, yeryüzünde yerleşenlerin halifeleri ve hakimleri oldular. Salih onları, önlerindeki Ad kavminin azgınlarının durumunu ibret alarak, güç ve medeniyetlerinden gurura kapılıp yeryüzünde bozgunculuk yapmaktan kesin olarak sakındırdı.
Yine buradaki veciz ve özet ifadeli ayetlerden, şunları da anlıyoruz: Salihin (Selâm üzerine olsun) kavminden bir grup insan iman etmiş, bir grup ise büyüklenmiştir.
İnanmayanların ileri gelenleri, yeryüzündeki otoritelerinden soyutlanmaları ve alemlerin Rabbi olan tek ilâha dönmeleri çağrısına iman edenleri, tek Allah'a kulluk ederek bu sayede kullara kulluktan kurtulan ve boyunlarından tağutun boyunduruğunu söküp atan müminlere işkence etmeye kalkışmaları gerekmektedir!
İşte tam böyle, Salih'in kendini beğenmiş ileri gelen soydaşlarının güçsüz, ezilen müminlere işkenceye ve tehdidler savurmaya koyulduklarını görmekteyiz:
"Salih'in kendini beğenmiş soydaşları, içlerinden iman etmiş horlanmışlara, ezilenlere `Salih'in Rabbi tarafından gönderildiğini biliyor musunuz? derler."
Açıktır ki bu soru, Salih'in Rabbinden getirdiğini iddia ettiği mesajı doğrulamalarından kaçınmaları ve imanlarından hoşlanmamaları nedeniyle tehdid ve küçümseme yüklüdür.
Fakat ezilenler artık bir daha ezilmeyeceklerdi. Allah'a iman, gönüllerine kuvvet, ruhlarına güve ve huzur doldurmuştu... Onlar, dinlerinden kesinlikle emin idiler. Kendini beğenmiş ileri gelenlerin tehdid ve korkutmalarının ne yararı var? Alaya almalar ve zorlamalarının ne faydası olur?
"Evet, biz onun aracılığı ile gönderilen mesaja inanıyoruz" dediler.
Bundan dolayı ileri gelenler, tehdide yorulacak şekilde açıkça konumlarını ilân ettiler:
"Biz sizin inandığınızı inkâr ediyor, reddediyoruz" dediler.
Salih'in getirdiği hiçbir kuşkuya yer bırakmayacak şekildeki delile rağmen... İleri gelenlerin Salih'i doğrulamaktan alıkoyan delil yetersizliği değildir... Çünkü, tek ilâha kulluk, onların otoritelerini yıkmakla tehdid ediyordu... Çünkü insanda, hükümdar olma arzusu ve hakimiyet ve otorite kompleksi vardır. Şeytan sapkınları bu yulardan tutup, güdüyordu.
Sözlerini pratiğe geçirdiler. Kendilerine Allah katından, peygamberini çağrısında doğrulayan bir delil olarak gönderilen ve peygamberlerinin onları, saldırıdan sakındırdığı Allah'ın devesine saldırdılar ve acı bir azaba çarptırıldılar.
Ardından Rabblerinin emrine başkaldırarak dişi deveyi boğazladılar ve `Ey Salih, eğer gerçekten peygambersen, ilerde çarpılacağımızı söylediğin azabı şimdi başımıza getir, bakalım' dediler.
Bu, isyanın yanısıra bulunan bir küstahlıktır. Allah onların isyanlarını, bundaki küstahlıklarını ortaya koymak ve buna eşlik eden kişisel duygularını tasvir etmek, yanısıra azabı çabuk isteme ve uyarı ile alay ettiklerini de ifade etmek amacıyla, `başkaldırı' olarak isimlendiriyor.
Gelen ayetler, sonucu ilânda gecikmediği gibi, ayrıntıya da girmiyor:
"Bu arada ani bir yer sarsıntısına tutuldular da oldukları yerde yığılıp kalıverdiler."
Ani sarsıntı ve yığılıp kalma, isyan ve arsızlığın cezasıdır. Ani sarsıntıya bir dehşet de eşlik ediyor. Yere yığılıp kalma, hareket etmekten acizliği sahnelemektedir. İsyankara ani sarsıntı ne de uygun! Saldırgana acizlik ne yakışır! Kötü sona uygun bir ceza. Ve bu kötü sonu uygun bir tasvir ile ifade.
Ayetler onları `yığılıp kaldıkları' şekilde bırakıyor ve yalanlayıp, karşı çıktıkları Salih'in durumunu sahneliyor.
Bunun üzerine Salih onlara sırt çevirdi ve `Ey soydaşlarım, size Rabbimin mesajını ilettim, size öğüt verdim, fakat siz öğüt verenlerden hoşlanmıyorsunuz' dedi.
O, tebliğ ve öğüt verme emanetini yerine getirdiğine dair şahidlik ediyor ve isyan ve yalanlama ile kendi başlarına getirdikleri kötü sondan uzak olduğunu belirtiyor... Böylece, yalanlayanların kitabından başka bir sayfa daha kapanıyor. Alay edenler, hatırlatmadan sonra, kendilerine yapılan tehdide çarpılıyorlar.

HZ. LÛT VE KAVMİ

Tarihin akışı sürüyor. İbrahim (r.a)'in devrindeyiz. Fakat ayetler, burada İbrahim kıssasından sözetmiyor. Çünkü surenin başında geçen `Biz pek çok kasabayı yok ettik. Onları gece ya da öğle uykularında iken bastırdık' ayetinde belirtilenlere uygun olarak, ayetler yalanlayanların sonlarını araştırıyor. Bu kıssalar, uyarıcıyı yalanlayan kasabaların yok edilişi hakkında bu genel ifadenin açıklamasıdır. İbrahim Rabbinden onların yok edilmesini istemediği için, İbrahim'in kavmi helâk edilmedi. İbrahim onlardan ve Allah dışında tapındıklarından uzaklaştı... Burada sırasıyla içerdiği uyarı, yalanlama ve yok edilişle birlikte -İbrahim'in kardeşi oğlu ve çağdaşı- Lût'un kavmi hakkında kıssa, ayetlerin akışı içerisinde ve Kur'an yöntemine göre anlatılıyor:



80- Lût'u da peygamber olarak gönderdik. O soydaşlarına dedi ki: "Sizler daha önce dünyada hiç kimsenin işlemediği bir fuhuş türünü mü işliyorsunuz?


81- Sizler kadınları bırakıp, erkeklere şehvetle yaklaşıyorsunuz. Kuşkusuz siz her türlü ölçüyü çiğneyen, azgın bir toplumsunuz.


82- Soydaşlarının verdikleri tek cevap şu oldu; `Lût'u ve arkadaşlarını kentinizden sürünüz, çünkü onlar temizliğe pek meraklı kimselermiş' dediler.


83- Lût'u ve eşi dışındaki yakınlarını kurtardık. Eşi ise geride kalıp helak olanlardan oldu.


84- Onların üzerine müthiş bir yağmur yağdırdık. Gör bakalım, günahkârların sonu nasıl oldu?

Lût kavminin kıssası, fıtratın sapmasının özel bir türünü, yukardaki kıssaların ana konusu olan tevhid ve ilâhlık sorunundan daha farklı bir sorunu ortaya koymaktadır. Fakat gerçekte bu da, tevhid ve ilâhlık sorunundan pek uzak değildir... Tek Allah inancı, O'nun kanun ve şeriatına boyun eymeyi (teslimiyeti) de gerektirir. Allah'ın kanunu, insanın tek bir parçanın birbirini tamamlayan iki öğesi olarak erkek ve dişi cinsiyette yaratılmasını, üreme yoluyla bu cinsin hayatını sürdürmesini ve üremenin de erkek ve dişinin birleşmesiyle olmasını dilemiştir... Bu nedenle, bu kanun gereğince, onları bedensel ve ruhsal olarak bu birleşmeye ve bu birleşme yoluyla üremeye uygun şekilde donatmıştır. Bu birleşme anında duyacakları kuvvetli bir şehvet hissi ve temel bir arzu da yaratmıştır. Böylece, bu birleşmeyi garantiye almış ve sonuçta bu cinsin hayatını sürdürmesi noktasındaki Allah'ın dileğini gerçekleştirmiştir. Bu temel arzu ve bu kuvvetli şehvet, bir de birleşmenin sonucu olarak daha sonra dünyaya gelen neslin hamilelik, doğurma, emzirme, bakım, eğitim ve güvenliğinin sağlanması v.b. güçlüklerini etkisiz kılma fonksiyonu da vardı. Ayrıca, bu sayede, erkek ve dişinin bakım dönemi, hayvan yavrularından daha uzun süren ve yetişkin nesillerden daha fazla bakıma muhtaç olan yeni doğmuş çocuklara bakacak bir aile olarak hayatlarını sürdürmeleri de sağlanıyordu.
Bu, anlaşılması ve gereğinin yapılması Allah'a, hükmüne, tedbir ve takdirinin güzelliğine inanmaya bağlı olan Allah'ın kanunudur. İnançta ve Allah'ın koyduğu hayat nizamındaki sapmalara bağlı olarak bunlarda da sapmalar gerçekleşir.
Fıtrattan sapma, Lût kavmi kıssasında apaçık olarak ortaya çıkmaktadır. Lût onlara, yaptıklarının Allah'ın yarattığını bozma olduğu ve bu çirkin sapıklığı ilk kendilerinin çıkardığını anlatmaya çalışıyor:
"O soydaşlarına de ki; `Sizler daha önce dünyada hiç kimsenin işlemediği bir fuhuş türünü mü işliyorsunuz? Sizler kadınları bırakıp erkeklere şehvetle yaklaşıyorsunuz. Kuşkusuz siz her türlü ölçüyü çiğneyen, azgın bir toplumsunuz."
Lût'un kavmini damgaladığı ölçü tanımaz azgınlık, normal fıtratda somutlaşan Allah'ın sistemine tecavüzdeki azgınlıktır. Bu azgınlık, insanlığın yaşamını sürdürebilmesi ve hayatın gelişmesi için Allah'ın onlara verdiği cinsel güçtedir. Onlar bu gücü, özel amacına uygun olmayan yerlerde harcadılar. Hem de sırf kural dışı `şehvet' uğruna. Allah salim fıtri şehveti, Allah'ın doğal kanununun gerçekleşmesi için vermiştir. Eğer kişi kendisi nefsinde, bu kanuna aykırı amaçlar hissediyorsa, bu durumda o, ahlâkın bozulmasından önce, kural dışılık, sapma ve fıtratın bozulması demektir. Zaten bunlar arasında da bir fark yoktur. İslâmi ahlâk sapmamış ve bozulmamış fıtri ahlâktır.
Kadının -ruhî yapısı yanında- bedensel yapısı, erkeğe, sırf şehvet amaçlanmamış olan bu birleşmede bozulmamış fıtrat zevkini hissettirir. Yanısıra olan bu zevk, Allah'ın rahmeti ve nimetidir. Hayatın devamı noktasındaki dileği ve kanunun gerçekleşmesini sağlamak için, teklifin güçlüğünü dengeleyen bir zevki de vermeyi ihmal etmemiştir. Fakat -erkeğe göre- erkeğin bedensel yapısı bu bozulmamış fıtrat zevkini sağlamaya elverişli değildir. Bilakis, iğrenme hissi ağır basar ve bozulmamış fıtrata sırf bu his bile engel olur.
İnanç kaynaklı düşüncenin doğası ve buna dayalı hayat sistemi, bu durumda kesin etkilidir...
İşte Avrupa ve Amerika'daki modern cahiliye, sırf doğru inançtan ve buna dayalı hayat sisteminden sapma nedeniyle, pek yaygın bir şekilde kural dışı cinsel sapkınlıkları barındırıyor.
Burada, yeryüzünde kendileri dışında tam insanlık hayatının dumura uğramasını isteyen yahudinin sahip olduğu propaganda araçlarından kaynaklanan, ahlâk ve inançdaki çözülmenin yaygınlaşması nedeni hakkında yaygın bir iddia vardır. Burada, yönlendirilen bu propaganda araçlarından kaynaklanan kadının örtünmesinin, toplumlarda çarpık cinsi saplantıların yayılmasına neden olduğu yaygın iddiası ortaya atılıyor. Fakat, gerçeklerin tanıklığı gözlere saplanıyor. Avrupa ve Amerika'da -hayvanlar aleminde olduğu gibi- bir kadın ile bir erkek arasında cinsel ilişkiyi önleyecek tek bir engel kalmamıştır. Bu kadın-erkek arası, karma hayat biçiminin yaygınlaşmasına paralel olarak, kural dışı sapık ilişkiler de eksilmeksizin artmaktadır. Erkekler arasında sapık ilişkiler azalmadığı gibi, bu tür sapık ilişkiler kadınlar arasında da yaygınlaşmaya başlamıştır. Gözleri ile bu gerçeği göremeyenler, Amerikalı yazar Kenzi'nin "Erkekler Arasında Cinsel Yaşam" ve "Kadınlar Arasında Cinsel Yaşam" adlı kitaplarını okusunlar. Fakat bu güdümlü propaganda araçları, siyon protokolleri ve misyoner kongreleri kararlarına uygun olarak, cinsi sapıklık konusunda bu uydurmaları yaymaya ve onu kadının örtülü olmasına bağlamaya devam etmektedirler.
Tekrar Lût kavmine dönüyoruz. Sapıklıkları peygamberlerine verdikleri şu cevapta bir kez daha görünmektedir:
"Soydaşlarının verdikleri tek cevap şu oldu; `Lût'u ve arkadaşlarını kentinizden sürünüz, çünkü onlar temizliğe pek meraklı kimselermiş' dediler.
Ne tuhaf! Geriye pislik içindeki insanlar kalması için kentten temizliğe pek meraklı olanlar sürülecek?
Fakat tuhaf olan ne? Modern cahilïye ne yapıyor? Temizliğe düşkün olanları kovmuyor mu? Cahiliye toplumunun -ilericilik adı altında, kadın, erkek herkesin bağlarını parçalayarak- yiyecek, can, mal, fikir ve düşünce alanlarında daldığı bataklığa düşmeyenleri baskı altına almıyor mu? O, temizliğe düşkün insanları görmek istemez. Çünkü o, buna tahammül edemez ve onları ancak kendisi gibi pisliğe batmış olarak görmek ister. Her dönemde cahiliye mantığı böyledir!
Diğer ayetlerde olduğu gibi burada da, ayrıntıya girilmeden ve konu fazla uzatılmadan hızla sonuç bildiriliyor.
"Lüt'u ve eşi dışındaki yakınlarım kurtardık. Eşi ise geride kalıp helâk olanlardan oldu. Onların üzerine müthiş bir yağmur yağdırdık. Gör bakalım, günahkârların sonu nasıl olur?"
Sonuç, asilerin tehdid ettiği kimseler lehinedir. Yanısıra bu, toplum àrasında inanç ve sistem temelli bir ayrımdır da. Lût'un karısı -kendisine en yakın kimse olduğu halde- helâktan kurtulamamıştır. Çünkü o, inanç ve sistem bakımından toplumunun helâk olan azgınlarının işbirlikçisi idi.
Üzerlerine fırtınalarla yüklü helâk eden müthiş bir yağmur yağdırıldı. Bu müthiş yağmur ve sel suları dünyayı, işledikleri bu pislikten ve içinde yaşayıp öldükleri bataklıktan temizlemek için miydi?
Ne şekilde olursa olsun, yalanlayan günahkârların kitabından bir sahife daha kapanmaktadır!

HZ. ŞUAYB VE MEDYEN HALKI

Şimdi, karşımıza tarih süreci ïçerisinde yalanlayan toplumların kitaplarından bir başka yaprak çıkmaktadır. Medyenlerin ve kardeşleri Şuayb'ın sayfası:



85- Medyen halkına da kardeşleri Şuayb'ı peygamber olarak gönderdik. Şuayb onlara dedi ki; `Ey soydaşlarım, Allah'a kulluk ediniz, O'ndan başka bir ilâhınız yoktur. Rabbinizden size bir belge geldi. Ölçüde ve tartıda dürüst olunuz, insanların eşyalarını eksik vermeyiniz, yeryüzünde dirlik-düzen sağlandıktan sonra bozgunculuk çıkarmayınız. Eğer mümin iseniz, sizin için hayırlı olan tutum budur.


86- Bütün yol başlarında pusu kurup inananları tehditle Allah yolundan alıkoymayınız, bu yolu eğri göstermeye yeltenmeyiniz. Sayıca azken, Allah'ın sizi çoğalttığını hatırlayınız. Görünüz, bozguncuların sonu nasıl oldu?


87 Eğer içinizden bir grup benim aracılığım ile gönderilen mesaja inanırken diğer bir grup buna inanmamış ise, Allah'ın aramızda hüküm vereceği güne kadar sabrediniz, o hüküm verenlerin en iyisidir.


88- O'nun kendini beğenmiş soydaşları dediler ki, `Ya seni ve seninle birlikte inananları kentimizden süreriz, ya da dinimize dönersiniz Şuayb onlara dedi ki; `İstemesek de mi?'


89- Allah bizi sizin dininizden kurtardıktan sonra tekrar ona dönersek Allah'a yalan yere iftira atmış oluruz. Rabbimiz Allah dilemedikçe bir daha sizin dininize dönmemiz sözkonusu değildir. Rabbimizin bilgisi her şeyi kapsamına almıştır. Sırf Allah'a dayanırız biz. Ey Rabbimiz, soydaşlarımız ile aramızdaki anlaşmazlığı sen hak uyarınca çözüme bağla. Çünkü anlaşmazlıkları en iyi çözüme bağlayan sensin!'


90- Soydaşlarının ileri gelenleri `eğer Şuayb'a uyarsanız, kesinlikle hüsrana uğrar, mahvolursunuz' dediler.


91- Bu arada ani bir yersarsıntısına tutuldular da oldukları yerde yığılıp kalıverdiler.


92- Şuayb'ı yalanlayanlar, sanki yurtlarında hiç oturmamış gibi oldular. Şuayb'ı yalanlayanlar, asıl hüsrana uğrayanlar, asıl mahvolanlar oldular.


93- Bunun üzerine Şuayb onlara sırt çevirdi ve `Ey soydaşlarım, size Rabbimin mesajlarını ilettim, öğüt verdim, şimdi kâfir bir topluma nasıl acıyabilirim?' dedi.

Bu kıssada aynı konudaki benzerlerine kıyasla konunun daha uzatıldığını görmekteyiz. Bu uzatmanın sebebi, inanç konusunun yanısıra kimi insanlar arası ilişkileri de içermesidir. Bu suredeki diğer kıssalarda özet sunuş yöntemi izlenmiş olsa bile.
Medyen halkına da kardeşleri Şuayb'ı peygamber olarak gönderdik. Şuayb onlara dedi ki: `Ey soydaşlarım, Allah'a kulluk ediniz, O'ndan başka bir ilâhınız yoktur.
Bu, ne değişen, ne de dönüşüme uğrayan bir çağrı kuralıdır... Daha sonra yeni peygamberin elçiliği konusunda kimi ayrıntılardan söz edilmektedir:
"Rabbinizden size bir belge geldi."
-Salih kısasında bahsedildiği gibi- bu belgenin ne olduğundan söz edilmemiştir... Diğer surelerdeki kıssalarda da bunun belirtildiğini bilmiyoruz. Fakat ayet burada -Allah'ın katından gönderilme iddiasını isbat eden- getirdiği belgeye işaret etmektedir. Peygamberleri onlara ölçü ve tartıda doğruluğa dair emrini, yeryüzünde bozgunculuk yapmamalarına dair sakındırmasını ve halkın yolunu kesmekten ve müminleri benimsedikleri dinden alıkoymaktan sakındırmasını hep bu belgeye dayandırmaktadır.
Ölçüde ve tartıda dürüst olunuz, insanların eşyalarını eksik vermeyiniz, yeryüzünde dirlik-düzen sağlandıktan sonra bozgunculuk çıkarmayınız. Eğer mümin iseniz, sizin için hayırlı olan tutum budur.
Bütün yol başlarında pusu kurup inananları tehditle Allah yolundan alıkoymayınız, bu yolu eğri göstermeye yeltenmeyiniz. Sayıca azken, Allah'ın sizi çoğalttığını hatırlayınız. Görünüz, bozguncuların sonu nasıl oldu?
Bu yasaklamadan Şuayb'ın kavminin yalnızca Allah'a kulluk etmeyen O'na ortak koşan bir toplum olduğunu anlıyoruz. Onlar özellikle otoritede O'na kullarını ortak koşuyorlardı. Sosyal ilişkilerini düzenlemede Allah'ın adil kanununa başvurmuyorlardı. Kendilerine kendilerinin uydurdukları kurallar ediniyorlardı. -Belki de ortak koşmaları sadece bu hususta idi- Onlar bu yüzden başkalarının yollarını kestikleri, yeryüzünde bozgunculuk yaptıkları gibi, alışverişte de hile yapıyorlardı. Doğru yolu bulan ve dinlerine inanan kişilere işkence eden ve Allah'ın dosdoğru yolundan alıkoymaya çalışan zalimler idiler. Yanısıra, Allah yolunda dosdoğru olmaktan hoşlanmıyorlar ve yolun Allah'ın sisteminde olduğu gibi dosdoğru sürüp gitmemesini, yanlış ve saptıran olmasını istiyorlardı.
Şuayb (selâm üzerine olsun), onları, yalnızca Allah'a kulluğa, O'nun ilâhlıkta biricik kabul edilmesine, sadece O`na tapınmaya ve özellikle hayatın tümüne ilişkin otoritede biricik olduğu gerçeğine çağırmakla işe başladı.
Şuayb'a onlara yaptığı çağrıya, dünya görüşü, ahlâk ve sosyal ilişkileri düzenleyen kuralların kendisinden kaynaklandığı, yanısıra hayata ilişkin tüm kural ve sistemlerin kendisinden kaynaklandığını da bildiği bu prensip ile başlıyor. Tüm bunlar yalnızca şu prensibin uygulanması durumunda düzelebilir.
Tek olan Allah'a tapınmaya, yaşantısında Allah'ın dosdoğru sistemini uygulamaya ve Allah kendi şeriatı ile yeryüzünde dirlik-düzen sağladıktan sonra arzularına uyarak bozgunculuk çıkarmayı bırakmalarını istiyor. Tüm bunların yanısıra çağrısına kimi uyarıcı gerçekleri de ekliyor... Onlara Allah'ın üzerlerindeki nimetini hatırlatıyor.
Sayıca azken Allah'ın sizi çoğalttığını hatırlayınız.
Onlar, kendilerinden önceki bozguncuların sonları ile korkutuyor.
Görünüz, bozguncuların sonu nasıl oldu?
Böylece onların birazcık adaletli ve insaflı davranmalarını, Allah'ın dinlerine ilettiği müminleri rahat bırakmamalarını, onlara her yol başında beklememelerini, kimi tehditler savurarak bütün yol başlarında pusu kurmamalarım ve eğer mümin olmayacaklar ise, Allah'ın iki grup hakkında vereceği hükmü beklemelerini istiyor.
Eğer içinizden bir grup benim aracılığım ile gönderilen mesaja inanırken diğer bir grup buna inanmamış ise, Allah'ın aramızda büküm vereceği güne kadar sabrediniz, o hüküm verenlerin en iyisidir.
Onları daha adil bir çizgiye çağırdı. Artık geriye bir adım dahi atmayacağı son noktada durdu. Hüküm verenlerin en hayırlısı olan Allah'ın hükmüne kadar, herkesi benimsediği dinde bırakmak ve bekleme, birbirlerine zarar vermeden yaşama noktasında.Fakat tağutlar, yeryüzünde, imanın olmasına ve tağutun dinini benimsemeyen bir grubun somut varlığına... Yeryüzünde sadece Allah'ın dinini benimseyen, yalnızca O'nun otoritesini kabul eden, hayatında sırf O'nun kanunları ile muhakeme olunan ve hayatında sadece O'nun sistemini yol edinen müslüman bir toplumun varlığına... -eğer bu toplum kendi içine kapansa ve Allah'ın söz verdiği hükmü gelinceye değin tağutla uğraşmaktan vazgeçse bile- tağutun otoritesini böyle tehdid eden müslüman bir toplumun varlığına asla tahammül edemiyorlardı.
Tağut, -onlar kendileri ile çatışmaya girmeseler bile- müslüman toplum ile çatışmayı doğrulamaktadır. Çünkü hakkın sırf varlığı bile batılı çileden çıkarmaktadır. Sırf bu varlık bile, batıl ile çatışmasını gerekli kılmaktadır... İşte bu, yasasında değişiklik bulunmayan Allah'ın kanunudur...
Onun kendini beğenmiş soydaşları dediler ki, `Ya seni ve seninle birlikte inananları kentimizden süreriz, ya da dinimize dönersiniz.'
Görüldüğü gibi batıl, bencilliği ve çatışma arzusu nedeniyle barış ve birlikte yaşamayı kabul etmemektedir!Ancak, inanç kuvveti, tehdid ve uyarılar karşısında ne gevşiyor, ne de sarsılıyor... Şuayb bir adım bile gerileyemeyeceği bir noktada durmaktadır... Herkesi, Allah'ın zaferini ve iki grup arasındaki hükmünü bekleyerek, dilediği inancı edinme ve dilediği otoriteyi benimsemede serbest bırakmak şartıyla- barış ve birlikte yaşama noktası... Davetçinin -batılın yönelttiği herhangi bir baskı veya tehdid altında- bu noktadan bir adım dahi geriye gitme yetkisi yoktur... Bunun dışında bir tavır, temsil ettiği haktan tamamen uzaklaşma ve ona ihanet anlamına gelir. O'nun kendini beğenmiş soydaşları, inananlara kentten sürme ya da dinlerine geri dönme tehdidini savurduğu zaman Şuayb, kendi dinine sarılarak ve Allah'ın onu kurtardığı hüsrana uğratıcı dine tekrar dönmekten nefret ederek hakkı haykırdı. Dua ederek, yardım dileyerek ve hakka ve ailesine yardim sözünü tutmasını isteyerek, sığınağı ve efendisi olan Rabbine sığındı:
"Şuayb onlara dedi ki; `İstemesek de mi? Allah bizi sizin dininizden kurtardıktan sonra tekrar ona dönersek Allah'a yalan yere iftira atmış oluruz. Rabbimiz Allah dilemedikçe bir daha sizin dininize dönmemiz sözkonusu değildir. Rabbimizin bilgisi her şeyi kapsamına almıştır."
Bu sözlerde imanın doğası ve iman edenlerin ruhlarındaki etkisi belirlemektedir. Yanısıra cahiliyenin doğası ve iğrenç etkisi ortaya konmaktadır. Böylece biz, bir peygamberin gönlündeki cesaret duygusunu... Bu gönüldeki ilâhi gerçeğin sahnesini ve nasıl ortaya çıktığını seyretmekteyiz.
Şuayb onlara dedi ki; `İstemesek de mi?'
Onların `Ya seni ve seninle birlikte inananları kentimizden süreriz, ya da dinimize dönersiniz' şeklindeki sözleri hoş görmeyerek, onlara şöyle dedi: `Bizi, Allah'ın kurtardığı, hoşlanmadığımız dininize zorla tekrarını döndüreceksiniz?
Allah bizi sizin dininizden kurtardıktan sonra tekrar ona dönersek Allah'a yalan yere iftira atmış oluruz.
Alıntı ile Cevapla