Tekil Mesaj gösterimi
Alt 07 Eylül 2015, 18:00   Mesaj No:2

nurşen35

Medineweb Emekdarı
nurşen35 - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
Durumu:nurşen35 isimli Üye şimdilik offline konumundadır
Medine No : 38944
Üyelik T.: 09 Şubat 2014
Arkadaşları:60
Cinsiyet:Bayan
Mesaj: 9.475
Konular: 1144
Beğenildi:4423
Beğendi:3685
Takdirleri:11319
Takdir Et:
Konu Bu  Üyemize Aittir!
Standart Cevap: Hadis Tarihi ve Usulü 5 / 6 Ünite Özetleri

Hadis tarihi ve usulü 6. ünite özeti



TARİHSEL SÜREÇTE HADİS EĞİTİMİ ÖĞRETİMİ ve ÂDABI




*Hz. Peygamber’in vefatının ardından “Âlimler peygamberlerin vârisleridir” (Buhârî, İlim, 10) hadisi uyarınca kendilerini Hz. Peygamber’in ilim vârisleri olarak kabul eden sahâbe ve onlardan sonra gelenler, bulundukları yerlerde sünnet bilgisini başkalarına öğretme konusunda büyük bir sorumluluk bilinci içinde olmuşlardır. Bu sayede hadis öğrenim ve öğretimi nesiller boyu devam edegelmiştir.




Hz. Peygamber ve Hadis Öğretimi

*Yüce Allah, Hz. Peygamber’e yüklediği tebliğ ve beyan görevini hakkıylayerine getirebilmesi için onu nübüvvet eğitiminden geçirmiştir. Onun rabbitarafından eğitilmesi, sadece öğrenmeye değil aynı zamanda öğretmeyeyönelik bir eğitimdir.Hz. Peygamber, ashabına eğitim-öğretim konusunda darehber olmuş, Mekke ve Medîne döneminde ortaya koyduğu eğitim-öğretimfaaliyetleriyle bunu göstermiştir. Bu nedenle Hz. Peygamber, İslâm’da ilk muallim, ashabı da ilk talebeler olarak kabul edilir.


Hz. Peygamber Döneminde Hadis Öğretim Yerleri


*Mekke’de gözden uzak bir yerde bulunan Dâru’l-erkam (Erkam’ın evi),İslâmın ilk zamanlarında belli bir gizlilik içerisinde yürütülen Müslümanlarıeğitme faaliyetinde önemli bir buluşma noktası idi.

*Hz. Peygamber, Medîne’ye hicret ettikten sonra yaptığı ilk iş, bir mescidinşa etmek olmuştur. Mescid-i Nebevî olarak bilinen bu mescid, sadece biribadet yeri değil, başta eğitim-öğretim olmak üzere, idarî, hukukî ve askerîişler olmak üzere İslâm ve müslümanlarla ilgili her türlü konunun konuşuluptartışıldığı ve karar bağlandığı çok amaçlı bir merkez olarak kullanılıyordu.Bu yapısıyla Mescid-i Nebevî, İslâm’ın ilk kurumsal binası olmak yanında ilkörgün eğitim kurumu niteliği taşır.


*Hz. Peygamber, ilim meclislerini haftanın çeşitli günlerine yayardı. Bütün bunlar, onun günümüzde eğitimde süreklilik veya sürekli eğitim diye ifade edilen bir yaygın eğitim politikası izlediğini gösterir.



*Hz. Peygamber’in öğretimi, aslında bir hadis öğretme faaliyetidir.Zira onun dine ve hayata dair söylediği ve yaptığı her şey, hadis kapsamında değerlendirilir. Bir öğretim faaliyetinde öğreten varsa bir de öğrenen olmalıdır. Hz. Peygamber’in öğretiminde öğrenenler sahâbîlerdir.






*İslâm’ın yerleşip kökleşmesinde Hz. Peygamber’e canları ve malları pahasınakayıtsız şartsız eşsiz bir bağlılık gösteren Sahâbe, ilim öğrenme ve öğretmekonusunda da büyük bir duyarlılık sergilemiştir. Bu amaçla Hz.Peygamber’in yakınında bulunup sürekli onun söz ve davranışlarını takipetme imkânı aramışlardır.


*Sahâbîler, çeşitli sebeplerle bizzat Resûlüllah’tan dinleme fırsatını kaçırdıkları hadisleri geliştirdikleri bir takım telâfî yöntemleriyle öğrenmeye çalışırlardı. Hz. Peygamber’in ilim ve sohbet meclislerini ensarlı bir komşusu ile nöbetleşe takip eden Hz. Ömer, bu konudaki yöntemini şöyle anlatır:“Resûlüllah’ın meclislerini komşumla nöbetleşe takip ederdik. Bir gün o giderdi, bir gün de ben. Ben gittiğim zaman o günün vahiy ve diğer konularla ilgili haberlerini ona getirirdim; o da gittiğinde bana getirirdi.” (Buhârî,İlim, 27)

*Sahâbenin hadis öğrenme metodlarından biri de öğrendiklerini kendiaralarında müzakere yani tekrar etmek, iyice anlayıp hafızalarınayerleştirmekti. Nitekim Enes b. Mâlik, Hz. Peygamber’in huzurundaöğrendikleri hadisleri onun yanından ayrıldıktan sonra kendi aralarında iyicebelleyinceye kadar müzakere ettiklerini söyler.





*Peygamber’in ilim ve irfan meclislerinde bulunan her sahâbî imkân, ilgi ve kabiliyeti ölçüsünde ondan istifade etmiştir.Ebû Hureyre gibi beş binden fazla hadis rivâyet ettiği bilinen sahâbîler yanında hadis rivâyet ettiği bilinmeyen veya tek tük rivâyeti bulunan nice sahâbîler vardır. Öyle ki, hadis râvîsi olan sahâbîlerin sayısı, olmayanlara göre çok azdır. Râvî sahâbîlerin hadis sayılarıda birbirinden çok farklıdır.


*Kur’an ve onun açılımı olan sünnetle baş başa kalan sahâbîler, Kur’an ve sünnetin çağrısına kulak verdiler. Sağlığında Hz. Peygamber’e itaati Allah’a itaat bildikleri gibi, vefatından sonra sünnetine uymayı Kur’an’a uymak olarak kabul edip dört elle sünnete sarıldılar. Hayat tarzlarını Hz. Peygamber’den görüp öğrendikleri gibidüzenlemeye büyük özen gösterdiler.




*Hz. Peygamber’e uymada sınır tanımayan sahâbîler, bir hatıra niteliğinde bile olsa daima onu örnek alma duyarlılığı içinde oldular.Örnek verecek olursak;


*Hz. Ebû Bekir, halife seçildiğinde ilk iş olarak Hz. Peygamber’in Şam’a göndermek üzere hazırladığı Üsâme komutasındaki orduyu, “Peygamber’in bağladığı bir sancağı çözmek bana yakışmaz” diyerek Şam’a göndermekte tereddüt etmemiştir.


*Hz. Ömer, bir defasında Kâbeyi tavaf ederken Haceru’l-esved’in karşısına geçti ve şöyle dedi: “İyi biliyorum ki, sen bir taşsın; senden nezarar gelir, ne de fayda. Şayet Resûlüllah’ın seni öpüp selâmladığını görmüş olmasaydım, seni ne öper ne de selâmlardım.”


*Sahâbenin Hz. Peygamber’e bağlılığı kuru bir taklit ve duygusal özlemolarak açıklanamaz. Bu bağlılık, aslında sünnetin öğrenilmesi ve sonrakinesillere sağlam bir şekilde öğretilmesini amaçlamaktaydı






*İlk dört halife başta olmak üzere sahâbe, Hz. Peygamber’in şahsına karşıduydukları eşsiz sevgi, saygı ve bağlılığın bir yansıması olarak, vefatındansonra da sünnetine karşı büyük bir ilgi, ciddiyet ve hassasiyet içinde olmuşlardır. Her biri bir sünnet demek olan hadisleri, dikkat ve temkini eldenbırakmadan dinî bir görev bilinci içinde öğrenip öğretmeye çalışmışlardır.


*Ancak burada şunu özellikle belirtmek gerekir ki, sahâbeninhadis rivâyetinde bu derece titiz davranması, her zaman hadisin râvisindenşahit veya yemin istedikleri anlamına gelmez. Çünkü sahâbîler birbirlerinindürüstlüğünden ve ciddiyetinden şüphelenmiyordu. Dolayısıyla rivâyetteşahit veya yemin şartı genel değil, eğitim ve örnek olma amaçlı özel biruygulamadır. Rivâyet işini baştan sıkı tutup kurallara dayalı sağlam ve köklübir rivâyet geleneği oluşturma hedefi güdülmüştür.


*Sahâbe döneminde hadis öğrenim ve öğretiminin karakteristik bir özelliğide şifâhî usulle yapılmasıdır. Yazı geleneğinin pek bulunmadığı bu dönemde hadisler ezberlenmekte, ezberlenen hadisler müzâkere yoluyla korunup hâfızada kalıcı hale getirilmekteydi. Bununla birlikte Abdullah b. Amr gibi bazı sahâbîler, Resûlüllah’ın izniyle hadis yazmışlarsa da, yazılanların yine ezberlemeyi kolaylaştırmaya yönelik olduğu görülmektedir.

Tâbiûn ve Etbâu’t-tâbiûn Dönemi

*Bu dönem, Hz. Peygamber’in vefatıyla başlayıp hicrî 220 yılı civarına kadardevam eden oldukça uzun bir süreyi kapsar. Sahâbe ile tâbiûnda olduğu gibi tâbiûn da etbâu’t-tâbiîn ile iç içe yaşayan iki farklı kuşaktır.


*Hadisin önemi, bağlayıcılığı, aslına uygun olarak korunup nakledilmesi konusundaki dikkat ve titizlik açısından sahâbeyi örnek almışlardır. Bu duyarlılığın bir ifadesi olarak Süfyân es-Sevrî, “Hadis kadar sorumluluğundan korkulacak başka bir şey yoktur.” Derken; akranı Şu’be b. Haccâc, “Hadis kadar cehenneme girmeme sebep olmasından korktuğum başka bir şey yoktur.”sözüyle aslında aynı noktadaki endişelerini ifade etmektedirler.


*İbn Şihâb ez-Zührî gibi muhaddisler öncülüğünde dağınıkvaziyetten kurtularak toplanıp tedvin edilmiştir.muhaddisler, râvîlerin cerh-ta’dîline ağırlık vermiş, rivâyetlerin illetlerini tesbite yönelik çalışmaları yoğunlaştırmış, bu illetlere göre hadisleri kısımlara ayırmış ve her kısmın hükmünü açıklayan kurallar ortaya koymuşlardır. Tedvîn işinde olduğu gibi bu kuralları koyup uygulama öncülüğü yine İbn Şihâb ez-Zührî’ye nasip olmuştur.


*Hicrî 150’li yıllardan itibaren daha önce tedvin edilen hadisler konularına göre tasnîf edilmeye başlamıştır. Ma’mer b. Râşid’in el-Câmi’ adlı eseri bunun ilk örneği sayılır.


*İslâm coğrafyasının başta Irak ve Hicaz olmak üzere farklı bölgelerinde değişik fıkhî ekoller ortaya çıkmış ve her ekol kendi fıkhî yaklaşımı doğrultusunda hadisleri yorumladığı fıkhu’lhadîs türünde eserler ortaya koymuştur. İmam Mâlik’in el-Muvatta’ı, İmam Muhammed’in el-Âsâr’ı ve İmam Şâfiî’nin el-Ümm’ü bu türün ilk örnekleri sayılabilir.




*Vahyin canlı şâhitleri olan bu nesil mensupları, gittikleri yerlerde ilgi odağı oluyor, ilim meraklıları uzak, yakın demeden buralara gelip onlardan nebevî bilgi mirasını almaya çalışıyorlardı. Kısa sürede birer ilim merkezi haline dönüşen bu yerler, İlim Merkezleriveya Hadisin Coğrafî Merkezleri olarak adlandırılır. Şimdi bu coğrafî merkezlerin belli başlılarını ana hatlarıyla ele alalım;

MEDİNE

*Hicretten hemen sonra Hz. Peygamber’in burada inşa ettiği Mescid-i Nebevî (Peygamber Mescidi), bir ibadethane olmanın ötesinde İslâm’da ilk eğitim-öğretim müessesesi olarak tarihe geçmiştir.Ancakbu mescidin bitişiğinde bulunan ve Suffe ( الصُّفَّةُ ) denilen özel bir mekândansöz etmeden geçmeyiz.Suffe, aslında yoksul sahâbîlerin barınması için mescidin inşası esnasında Hz. Peygamber tarafından yaptırılan bir barınaktır. Fakat orada kalanlar, vakitlerini Resûlüllah’ı dinleyip ondan İslâm’ın esaslarına ilişkin bilgiler öğrenerek geçirmeleri sebebiyle zamanla yatılı bir eğitim kurumu halinedönüşmüştür.

*Eğitim-öğretim işleriyle bizzat ilgilenen Hz. Peygamber, ayrıca onlara Suffe’de ders veriyordu. En fazla hadis rivâyet eden sahâbî olan Ebû Hureyre, Suffe ehlinin meşhurlarndandır

*Tâbiûn neslinden olup Medîne’de yetişen büyük âlimlervardır. İslâm ilim tarihinde Fukahâ-i seb’a diye adlandırılan Medîneli yedi fıkıhçı bunların başında gelir. Saîd b. El-Müseyyeb, Kâsım b. Muhammed,Hârice b. Zeyd, Urve b. Ez-Zübeyr, Ubeydullah b. Abdullah b. Utbe, EbûBekir b. Abdurrahman ve Süleyman b. Yesâr’dan oluşan bu yedi kişilik ilimheyeti ile birlikte, hadislerin ilk müdevvini ve hadis usûlü ilminin kurucusu sayılan İbnü’ş-Şihâb ez-Zühri, ayrıca Etbâ’ tabakasından İmam Mâlik gibi pek çok ünlü âlim, hep bu ilim merkezinin öğrencileridir

MEKKE

*Fetihten sonra ilim ve kültür faaliyetlerini organize etmek üzere vahyin beşiğiolan Mekke’ye muallim olarak gönderilenMuaz b. Cebel, buradaki müslümanlara gerekli dini bilgileri öğretti. Daha sonra İbn Abbas, Hz.Ali’nin şehit edilmesinin akabinde Mekke’ye yerleşti ve ömrünün geri kalankısmını burada öğrenci yetiştirerek geçirdi. Ayrıca Abdullah b. Sâib, Hâlid b.Esîd, İkrime b. Ebû Cehîl, el-Hakem b. el-‘Âs, Osman b. Talha gibi birçokları Mekkeli sahâbî râvîler arasında sayılır. Mücâhid b. Cebr, Atâ b.Ebû Rabâh, Amr b. Dînâr ve İbrahim b. Meysere gibi şahıslar da sahâbîlerin yetiştirdiği önde gelen Mekkeli tâbiîler arasında yer alır.

ŞAM


*Hz. Ömer, buradaki müslümanları din konusunda aydınlatmak üzere Muâz b. Cebel, Ubâde b.Sâmit, Ebu’d-Derdâve Abdurrahman b. Ğanem gibi birçok ünlü sahâbîyiöğretmen veya başka bir görevli olarak Şam’a gönderdi.


*Şâm bölgesi, Tâbiûn dönemi ve sonrasında da pekçok muhaddis, fakîh ve kurrânın yetiştiği bir ilim merkezi olarak kaldı.Dımaşk kâdısı Sâlim b. Abdullah el-Muhârebî, Yezîd b. Muâviye ve oğluYezîd, Ebû İdrîs el-Havlânî, Ömer b. Abdülazîz, , Umeyr b. Hânî el-Ansî bu merkezde yetişen önemli âlimlerdir. Ancak İslâm ilim tarihinde Şâm denilince akla hiç şüphesiz İmâmu Ehl-i Şâm (Şamlı’ların İmamı) ünvanı veel-Evzâî nisbesiyle meşhurAbdurrahman b. Amr gelir. Mekhûl ve Recâ b.Hayve de bu yöreye mensup önde gelen âlimlerdendir.

KUFE


*Hz. Ali’nin hilâfetinde Medîne yerine hilâfet merkeziyapılınca kısa sürede bir ilim ve kültür merkezi haline geldi.

*Hz. Ali ve İbn Mes’ûd, Kûfe’nin bir ilim merkezi olarak tanınmasında büyükpaya sahiptir. Bu iki sahâbînin ilmi, yaşlı tâbiîlerdan olan Alkame, İbrahimen-Nehaî ve Hammâd b. Ebû Süleyman’a onlardan da genç tâbiîlerden sayılanİmam A’zam Ebû Hanîfe’ye ulaşmıştır. Dolayısıyla bazılarınca“Türklerin mezhebi” diye nitelendirilen Hanefîmezhebinin şekillenmesindebu iki sahâbî kanalıyla gelen rivayetler merkezî bir yeri işgal eder.

BASRA


*Hilâfet merkezinin Kûfe’ye nakledilmesiyle bölgenin ikinci ana merkezihaline gelen Basra, aynı zamanda önemli bir ilim şehri olarak ün yapmıştır.


*Ebû Mûsa el-Eş’arî ve İbn Abbâs görev icabı Basra’da bulunmuş; Utbe b.Gazvân, İmrân b. Husayn, Ma’kıl b. Yesâr, Ebû Berze el-Eslemî,Abdurrahman b. Semüre ve Ebû Zeyd el-Ensârî gibiler de Basra’ya gelmiş sahâbîlerdendir. Diğer taraftan Hasan el-Basrî, Muhammed b. Sîrîn veKatâde gibi tâbiîler, Basra mektebinde yetişen ünlü muhaddis âlimlerdendir.

BAĞDAT


*Abbâsîler’in hilâfeti ele geçirmelerinden sonra kuruldu ve devletin idare merkezi buraya taşındı.Bağdât, tâbiûn döneminden itibaren islâmî ilimlerin okutulduğu önemli bir ilim merkezi oldu. İlerleyen asırlarda kurulan Nizâmiye adlı medreseler kompleksinin ilki ve en gelişmişi burada açıldı.

CEZİRE

*Tâbiûn’dan ‘Adî b. ‘Adî ve Meymûn b. Mihrân gibi pek çok âlim yetiştiren Cezîre,Cezîreli anlamına gelen Cezerî nisbesi taşıyan birçok İslâm âlimine vatan olmuştur.

YEMEN


*Muâz b. Cebel ve Ebû Mûsa el-Eş’arî’nin Hz. Peygamber tarafından vali olarak gönderildiği yerdir Ebû Hureyre’nin önde gelen talebesi ve es-Sahîfetü’s-sahîha adlıhadis sahîfesinin sahibi Hemmam b. Münebbih ile kardeşi Vehb b. Münebbihile Tâvûs b. Keysân ve Abdullah b. Tâvûs, Yemen bölgesinin meşhurmuhaddisleri arasında yer alır. İlk hadis musannifi yani tasnifçisi kabul edilen Ma’mer b. Râşid ve öğrencisi Musannef sahibiAbdürrezzâk b. Hemmâm daYemen coğrafyasında yetişmiş önemli muhaddis ve musanniflerdir.

MISIR


*Mısır, Hz. Ömer zamanında Amr b. el-‘Âs komutasında fethedilmiş bir ülkedir.Bizzat Hz. Peygamber’den hadis yazan ilk sahâbîlerden olan Abdullah b. Amr da babası Amr ile birlikte Mısır’a gelen fakat fetihten sonrageri dönmeyenler arasındaydı. Hadislerin Mısır’da yayılmasına öncülük edenbu sahâbî, tâbiûn neslinden birçok talebeye burada hadis okutmuştur. Mısır mektebinin sembolik şahsiyeti haline gelen Abdullah b. Amr, aynı zamanda Şâfiî’nin hadis alt yapısının dayandığı kimsedir.

MAĞRİB VE ENDÜLÜS

*Bu coğrafya’da Tunus’ta Kayrevan, Endülüste Kurtuba, İşbiliye, Gırnata, Şâtıbiye ve Belensiye gibi şehirler İslâm dünyasında birer ilim ve kültür merkezi olarak ilgi odağı haline geldi. Saîd b. Muhammed el-Haddâd, Sahnûn b. Saîd, Yahya b. Yahya, İbnHabîb ve Bakî b. Mahled ile sonrasında İbn Hazm, İbn Abdilberr,Muhyiddîn İbnü’l-‘Arabî, İbn Rüşd, Kâdî İyâd gibi pek çok âlim bu genişilim coğrafyasında yetişmiştir.

HORASAN VE MAVERAÜNNEHİR


*Buhârâ, Semerkand, Belh, Herât, İsfahan, Merv, Nişâpûr,Rey, Serahs, Sicistan, Tirmiz gibi büyük-küçük pek çok ilim merkezindeadları İslâm ilim tarihine altın harflarla nakşedilen birçok muhaddis ve âlimyetişmiştir. Bunların başında Kütüb-i sitte müellifleri gelir. Dârimî, İbnHuzeyme, İbn Hibbân, Hâkim ve daha niceleri, hep bu bereketli ilim coğrafyasının mahsulüdür.

İLİM YOLCULUKLARI


*Fetihlerle birlikte, Hicaz bölgesinden, özellikle Dâru’s-sünne (Sünnet yurdu)denilen Medîne’den ayrılıp; asker, idareci veya ilim adamı olarak İslâmcoğrafyasının dört bir tarafına dağılan büyük bir sahâbe kitlesi, az veya çok,Hz. Peygamber’den işittikleri ve gördüklerine dair bildiklerini de tabiatıylayanlarında götürmüşlerdi.Müslümanlar uzak, yakın demeden, Hz. Peygamber’in hadislerini birinci ağızdan dinleyip öğrenmek, ashâbın ilim ve irfanından kana kana içmeküzere rihle ( الرِّحْلَةُ ) denen meşakkatli ilim yolculuklarına katlanarak buralara akın ettiller.


*Bu konuda er-Rihle fî talebi’l-hadîs adıyla müstakil birkitap yazan h. V. asrın ünlü ve üretken tarihçi muhaddisiHatîb el-Bağdâdî (ö.463/1071), anılan eserinde birbirinden ilginç rihle hatıralarına yer verir.Sahâbe ile başlayıp tâbiûn ile gelişen rihleler, hadis yazımının kurallarabağlanması, kitaptan rivâyete icâzet verilmesi ve kitaba güvenin artması gibisebeplerle yoğun dönemini geride bırakmıştır. İbn Mende (ö. 395/1005), buhareketli dönemin son temsilcisi kabul edilir. Bundan sonra rihle geleneği hızkesmesine rağmen daha sonraki asırlarda da devam etmiştir. Fakat hicrîbeşinci asrın ortalarından itibaren medreselerin, altıncı asrın ortalarındansonra da dârulhadîslerin kurulmasıyla birlikte, öğrenci ilmin peşine değil,ilim öğrencinin ayağına gider olmuş; artık rihleler, belirli kitapların icâzetinialma amacından öteye geçmemiştir.

MEDRESELER VE DÂRUL HADÎSLER


*Ebû Bekir b. Ahmed es-Sıbğî (ö. 342/954) tarafından Nîşâbur’da kurulan Dârussünne (sünnet evi) bu merkezlerin ilki sayılır. Ancak bu konuda asıl gelişme,Selçuklu veziri Nizâmlümülk (ö. 485/1092) zamanında yaşanmış; o, başta Bağdat ve Nîşâbur olmak üzere birçok merkezde, kendisine nisbetle Nizâmiye Medreseleri olarak anılan çok amaçlı medreseler zincirini inşa etmiştir.


*Hicrî VI. asrın ikinci yarısında hadis öğretimi konusunda yeni bir gelişme meydana geldi ve sadece hadis öğretimine tahsis edilen hadis ihtisas okulları kurulmaya başlandı. Dârulhadîs (Hadis evi)denilen bu merkezlerin ilki,Selçuklu Atabeylerinden Nûreddin Mahmud Zengî (ö. 569/1173) tarafından Dımaşk’ta (bugünkü Şam’da) kurulan Dâru’l-hadîsi’n-Nûriyye’dir. Kurucusunun adını taşıyan bu kurum, aynı zamanda ilk idarecisi olan ünlü hadisçi ve tarihçi İbn Asâkir adına yaptırılmıştır.


*İkinci bir dârulhadîs, Eyyûbî sultanı el-Melikü’l-KâmilNâsiruddîn Muhammed tarafından 621/1124 yılında Kahire’de kurulmuş vekurucusuna nisbetle Dâru’l-hadîsi’l-Kâmiliyye diye adlandırılmış ve başınada Ebu’l-Hattâb b. Dihye getirilmiştir.


*Eyyûbî sultanlarından el-Melikü’l-Eşref Mûsâ b. Âdil, Dımaşk’ta birkaç dârulhadîs yaptırmıştır. Bunların en ünlüsü, Kahire’deki Kâmiliyye Dârulhadîsi’nden birkaç yıl sonra, 626/1129 yılında yapımı tamamlanan Eşrefiyye Dârulhadîsi’dir.Bu dârulhadisin hocaları arasında, aynı zamandaşeyhliğini yapmış meşhur muhaddis İbnü’s-Salâh ile İbn Rezîn, Nevevî, İbnHallikân, Ebû Şâme el-Makdisî ve İbn Hacer gibi dönemlerinin ünlü âlimleriyer alır. Hattaİbnü’s-Salâh’ın Ulûmu’l-hadîs adlı meşhur eseri, bu dârulhadîste okuttuğu ders notlarından oluştuğu söylenir.


*Osmanlı topraklarının büyük bir kısmını dolaşan Evliyâ Çelebi, bu seyahatları neticesinde yazdığı Seyahatnâme adlı hacimli eserinde, abartılı gözükse de sadece Kahire’de 860 dârulhadis bulunduğunu kaydeder. Ayrıca, Mekke’de kırk, Suriye ve Filistin’de yirmidört, Bağdat’da ise yetmiş kadar dârulhadis bulunduğunu söyler.


*Dımaşk dârul hadislerinde Buhârî, Müslim, Ebû Dâvûd,Tirmizî ve Nesâî’nin Sünen’leri ile Ahmed b. Hanbel’in Müsned’i okutulduğu;ayrıca fıkıh, tefsir ve kıraat (kırâat-i seb’a) dersleri verildiğikaydedilir. Osmanlı dârulhadislerinde ise Buhârî ve Müslim’in Sahîh’leri ile,Mesâbîhu’s-sünne ve Meşâriku’l-envâr okutulduğuna dair bilgilere rastlanır.


Selçuklu ve Osmanlı Dönemi Dârulhadîsleri Selçuklu Devletinin hüküm sürdüğü yıllar (H.431-707/M.1040-1308) klasik yazılmasının bitip, bu klasik kitaplara dayalı çalışmaların başladığı döneme rastlar.

SELÇUKLU DARÜL HADİSLERİ


*İslâm coğrafyasında dârul hadîslerin yoğun olarak kurulduğu VII/XIII. asır, Selçuklu hükümdarları I. Alâddin Keykubad ile II. GıyâseddînKeyhüsrev dönemine rastlar. Bu asırda Anadolu’da kurulan ilk dârulhadîs,günümüzdeTaşmescid diye bilinen Çankırı Dârulhadîsi’dir. Bundan otuz yılsonra Anadolu’da ikinci dârulhadis Sivas’ta inşa edilmiştir. Sâhibiye(Gökmedrese) veya Çifte Minareli Medrese Dârulhadîsi olarak tanınır.Ardından Selçuklu veziri Sâhib Atâ’nin Konya’da yaptırdığı dârulhadîs iseİnce Minâre Dârulhadîsi olarak anılır. Bundan kırk yıl kadar sonra İlhanlılar döneminde Erzurum’da yapılan dârulhadîs, Ahmediye Medresesi olarak meşhurdur ve 714/1314 tarihli kitabesi günümüze kadar gelmiştir.

OSMANLI DARÜL HADİSLERİ


*Osmanlı döneminde ilk dârulhadîs, I. Murat devrinde (1360-1389) ÇandarlıHayrettin Paşa tarafından İznik’te yapılmıştır. Fakat ilk devir Osmanlı dârulhadislerinin en meşhuru II. Murad’ın 828/1425’te Edirne’de yaptırılan ve Osmanlı medrese teşkilatı açısından bir dönüm noktası sayılan Dârulhadîs Medresesi’dir.


*Fatih Sultan Mehmet döneminde kurulan Bursa’da Lütfullah Çelebi Dârulhadîsi ile İstanbul Vefa’da Molla Gürânî Dârulhadîsi Medresesi meşhurdur.Ayrıca Tokat Kadı Hasan Dârulhadîsi ile Mevlânâzâde Dârulhadîsi bu dönem eserleri içinde zikredilir.


Abdullah Paşa Dârulhadîsi, II. Bâyezîd devrinde Amasya’da kurulmuştur.

*Kanûnî devrinde dârulhadisler artmıştır. Amasya’da Osman Çelebi,İstanbul Eyüp’te Defterdar Mehmed Çelebi, Beyazıt’ta Papasoğlu, VilâyetKonağı civarında Sofu Mehmed Paşa, Demirkapı’da Mehmed Ağa, Vefa’da Hüsrev Kethüdâ dârulhadisleri ile Süleymaniye Külliyesi bünyesinde kurulan Süleymaniye Dârulhadîsi bu devre aittir. Süleymaniye Dârulhadîsi,Osmanlı eğitim-öğretim kurumları arasında en yüksek statüye sahipti.


*II. Selim döneminde Birgi’de Atâullah Efendi Dârulhadîsi, Kasımpaşa’da Piyale Mehmed Paşa Dârulhadîsi, Üsküdar’da bugün kütüphane olarakkullanılan Şemsi Paşa Dârulhadîsi, Edirne’de Selimiye Dârulhadîsi hizmete sokulmuştur.


*Dârulhadîs kurma geleneği diğer Osmanlı sultanları tarafından da sürdürülmüş, III. Murad, oğlu III. Mehmed ve özellikle IV. Mehmed devri ile III. Ahmed döneminde de dârulhadisler inşa edilmiştir.Balkanlara gelince; Evliya Çelebi, Yunanistan’da 16; Bulgaristanda 2;Arnavutluk’ta 3 ve eski adıyla Yugoslavya topraklarında 23 dârulhadis bulunduğundan bahseder.

OSMANLININ SON DÖNEMİNDE HADİS ÖĞRETİMİ


Bu dönemde medreseler yönelik köklü ıslahat, Şeyhulislâm Mustafa Hayri zamanında başlamış ve bu yeniden yapılandırılan eğitim kurumlarına Dâru’l-Hilâfeti’l-Aliyye Merdeseleri denmişti. 1914 yılında tedrisata başlayan ve öğretim süresi kademeliolarak on iki yıl olan bu kurumlarda, yine aynı düzenleme çerçevesindeaçılan Medresetü’l-mütehassısîn adlı ihtisas medreselerinde hadis öğretimineyer verilmiştir. Bunlar dışında, Enderûn Mektebi, Medrestü’l-vâizîn, Merdesetü’l-irşâd gibi meslekî eğitim kurumları ile Dâru’l-hilâfe merdesesi’ninAnadolu’da açılan şubelerinde de hadis dersleri verilmekteydi.

CUMHURİYET DÖNEMİNDE HADİS ÖĞRETİMİ

*Cumhuriyet dönemine intikal eden Dâru’l-Hilâfe Medreseleri yanında, diğermedreselerin yeniden yapılandırılmasıyla oluşturulan ve Medâris-i İlmiyye medreselerinde hadis okutulmaya devam edilmiş; 1924 yılında tamamen kapatılan medreselerin yerine kurulan Dârulfünûn İlâhiyat Fakültesi’nin ders programında da hadis dersi yer almıştır.


*1949 Ankara’da açılan yeni bir ilâhiyat fakültesi, 1951 yılındaaçılan İmam-Hatip okulları, ilki 1959 yılında İstanbul’da eğitim-öğretimebaşlayan Yüksek İslâm Enstitüleri, 1982 yılında yapılan refomla Yüksekİslâm Enstitüleri’nin dönüştürüldüğü ilâhiyat fakülteleri, günümüzde değişikdüzeylerde hadis derslerinin verildiği öğretim kurumlarıdır.


HADİS ÖĞRENİM VE ÖĞRETİM ÂDÂBI


*Hadis ilminde de uyulması gereken bir takım kurallarvardır. Bu kuralların olmazsa olmazlarına rivâyet teknikleri, olmazsaonmazlarına rivâyet âdâbı denir. Güzel ahlâk, hayâ, nezâket, zerâfet, yol,yordam gibi anlamlara gelen edep kelimesinin çoğulu olan âdâb, hadisöğrenim ve öğretiminde ahlâk ve terbiye kurallarına göre uyulması gerekenyerleşik esaslar, günümüz tabiriyle bilimsel etik kuralları demektir.


Hadis usûlü kitaplarında “âdâbü’l-muhaddis”,âdâbü tâlibi’l-hadîs gibi ayrı başlıklar altında yer almış, hatta pek çok müelliftarafından müstakil eserlere konu edilmiştir. Bunların en meşhurlarından biri,Hatîb el-Bağdâdî’nin el-Câmi’ li ahlâki’r-râvî ve âdâbi’s-sâmi’ adlı hacimlieseridir.


Hadis öğrenme ve öğretme âdâbı, öğrenen (öğrenci) ve öğreten (hoca)açısından iki başlıkta ele alınabilir:


A) Öğrencinin Uyması Gerekenler;


1. İhlâs ve İyi Niyet; Hadis öğrencisinin öncelikle Allah rızasını kazanmaya yönelik samimi birniyetle ve karşılığını yalnızca Allah’tan bekleyerek ilim tahsiline başlaması,bunun dışında para, makam ve şöhret gibi hiçbir dünyevî menfaatiamaç edinmemesi gerekir.Büyük muhaddis Süfyân es-Sevrî de “Allah rızasınıkazanmak için hadis öğrenmekten daha üstün hiçbir amel bilmiyorum”demiştir.


2. Öğrendiğiyle Amel Etmek;Allah Kur’an-ı Kerîm’de, bildiği ile amel etmeyenleri kitap taşıyanmerkeplere benzetmiştir (62Cum’a, 5). Ünlü sahâbî İbn Mes’ûd, on âyetezlerleyince onlarla amel ettiklerini ve manalarını öğrenmedikçe başkaâyetlere geçmediklerini söylemiştir.


3. Hadisi Ehlinden Almaya Çalışmak; Hadis öğrencisi, bilgisi, ahlâkı ve dindarlığı ile tanınmış hocaları bulup onlardan hadis öğrenmeye çalışmalı; gerekirse geçmişte yapıldığı gibi bu uğurda yorucu ilim yolculuklarını göze almalıdır. Eskiler, “Hadis tahsiliiçin yolculuk yapmayandan olgunluk bekleme” demişlerdir.


4.Hocaya Saygı Göstermek; Öğrenci, huzurunda bulunsun veya bulunmasın hocasına saygıda kusuretmemeli, onu yüceltmeli, yanılıp tökezlemesini asla temennietmemelidir. Bu, aynı zamanda ilme ve hadise saygının bir gereğidir.


5.Arkadaşlarıyla Bilgi Paylaşmak; Öğrencinin hadis öğrenmekten elde ettiği en önemli kazanç, öğrendiğini arkadaşlarıyla paylaşmak ve onlarla müzakeresini yapmaktır.


6. İlmî ve Tedricî Bir Metod Takip Etmek; Öğrenmede son derece önemli olan bu ilke çoğu zaman göz ardı edildiği için öğrencide yorgunluğa, bıkkınlığa ve hatta hayâl kırıklığına yolaçabilmektedir. Bu nedenle öğrenci, hadis okumalarını belli bir programdâhilinde bir sıraya göre sabırla sürdürmelidir.


7.Hadis Usûlüne Önem Vermek; Öğrenci önce kendi diliyle yazılmış, kolayca okunupanlaşılabilir bir-iki hadis usûlü kitabı okumalı, daha sonra temel usûlkaynağı niteliğindeki Arapça klasik hadis usûlü eserlerini mütalâaetmelidir. Ayrıca öncelikle ilk dönem hadis tarihi olmak üzere, rivâyet,râvî ve eser boyutuyla hadisin tarihî süreçteki gelişim seyrine ilişkinkaynaklar okunmalıdır.


HOCANIN UYMASI GEREKENLER


1. İhlâs ve İyi Niyet; İhlâs ve samimiyet, bütün işlerin özüdür.Kalbini makam ve şöhret gibi dünyevî çıkarlardan arındırmalı, niyeti Allah’ın hoşnutluğunu kazanmak olmalıdır.


2.Üstün ahlâka sahip olmak;İslâmî ilimler, üstün ahlâk, karakter ve istikamet üzere onurlu bir hayatyaşamayı gerektiren yüce ilimlerdir. Hadis ilmi bunların başında gelir.Muhaddis de bu yönüyle diğerlerinden önde olması yaraşır.


3. Hocalık Ehliyetine Riâyet;Hoca, ilim ve yaş bakımından rivâyet ehliyetine sahip olmadıkça hadisokutmaya kalkışmamalıdır. Hocalık yapmaya başlama yaşı olarak ileri sürülen 33, 40 veya 50 rakamlarını tartışmayı bir tarafa bırakarak İbnü’sSalâh’ın bu konuda ortaya koyduğu prensibi hatırlatmakla yetinelim.“Hadis hocalığı yapacak kimsenin hadis birikimine ne zaman ihtiyaç duyulursa, yaşı ne olursa olsun, hadis rivâyetine başlayıp ilmi yaymasıuygun olur.”


4. Bunama Halinde Hocalığı Bırakmak; Bunama, önemli bir rivâyet kusurudur. Bu nedenle, yaşı kaç olursa olsun bunama belirtileri gösterip rivâyetleri karıştırmaya (ihtlât) başlayan birmuhaddisin hadis rivâyetinden el çekmesi veya çektirilmesi gerekli görülmüştür. Ancak bunama durumu gözükmese de uzun yaşayan bir hadisçinin rivâyeti bırakma yaş sınırı seksen olarak belirlenmiştir.


5. Kendisinden Üstün Olanlara Öncelik Vermek; İslâm kültüründeki ilim anlayışının en önemli özelliklerinden biri, yaşa ve liyakata saygıdır. Bu nedenle, yaş veya ilim yönünden kendinden üstünbir âlimin yanında hocalık yapmamak, gerekirse öğretim önceliğini üstünolana vermek ilim âdâbındandır.


6. Hadise Saygı ve Hadis Meclisine Özen Göstermek; Hz. Peygamber’in sözleri ve fiileri demek olan hadise hürmet duyguları beslemek, Hz. Peygamber’e saygının gereğidir. Bu nedenle hadisokutacak muhaddis, önce zihnen ve ruhen buna hazır olmalıdır. Dersine iyi hazırlanmalı, hadis okutacağı meclise temiz ve düzgün bir kılıkkıyafetle gelmelidir. Bu edebin en güzel örneği, yolda, ayaküstü, alelacele hadis rivâyet etmekten hoşlanmayan İmam Mâlik’te görülür.


7. Eser Yazmak ve Bilimsel Faaliyette Bulunmak; İlimde belli bir seviyeye ulaşan muhaddisten beklenen bir davranış da döneminin ve içinde yaşadığı toplumun her türlü ihtiyaç ve problemlerinide dikkate alan bir anlayışla ilmî faaliyetlerde bulunmak ve bu çerçevede eser yazmaktır







HAZIRLAYAN:MİKDAD
__________________
O (cc)’NA SIĞINMAK AYRICALIKTIR
Alıntı ile Cevapla