Tekil Mesaj gösterimi
Alt 18 Ocak 2016, 16:32   Mesaj No:5

Esma_Nur

Medineweb Emekdarı
Esma_Nur - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
Durumu:Esma_Nur isimli Üye şimdilik offline konumundadır
Medine No : 4458
Üyelik T.: 19 Ekim 2008
Arkadaşları:0
Cinsiyet:kadın
Memleket:sivas/istanbul/
Mesaj: 5.603
Konular: 582
Beğenildi:4852
Beğendi:6527
Takdirleri:26008
Takdir Et:
Konu Bu  Üyemize Aittir!
Standart Cevap: Medineweb Tıbbı Nebevi tavsiyeleri

Peygamber’in (s.a.v.) kaybolmuş bir sağlık uygulaması: Açlık


Peygamber Efendimiz (a.s.m.) sağlıklı yaşam için en çok yeme-içmenin üzerinde durmuştur. Efendimizin hayatında oruç bir ibadet olarak önemli bir yer tutarken Efendimizin ve Sahabelerin günlerce aç kaldığını unutmamak gerekir. Öyle ki bu açlıklar sırasında hem Efendimiz hem de Sahabeler karınlarına taş bağlamak zorunda kalıyorlardı.

Dindar Müslümanlar her konuda İslam’ın bakışını, hükümlerini, emirlerini gözettikleri halde sağlık söz konusu olunca seküler davranıyorlar. Şuurlu olarak düşünülmese de, insanlarda, “İslam ülkeleri bilimde geri kaldı, İslam’ın veya İslamî birikimin tıp alanında da geçerli bir söylemi, bir felsefesi, bir uygulaması yoktur” kanaati hakim. Burada, faydalı ilim nedir, bilimin günümüzde geldiği nokta ne kadar gerekli tartışması öne çıkıyor.

Yıllarca teşhiste kullanılan teknoloji harikası görüntüleme cihazları, kansere yol açması sebebiyle Batı’da yasaklanmaya başlandı. Teknolojinin getirisi olan hava kirliliği ve bilimin son marifeti genetiği değiştirilmiş organizmaların insan sağlığına, hatta genetiğine verdiği zararlar artık herkes tarafından biliniyor. Bunun gibi büyük umutlarla sarıldığımız bütün bilimsel buluşların zaman içinde aleyhimize döndüğünü fark ediyoruz.

İlim aslında “eşyanın hakikati”ni öğrenmektir, “eşyanın hakikati”ni öğrenmek ise eşyanın hakkını vermek için gereklidir; neye ne kadar önem vereceğiz, neyi nasıl koruyacağız… Biz Müslümanların hedefi dünyada eşyanın, yani canlı cansız her şeyin, dolayısıyla sağlığımızın, bedenimizin, organlarımız ve hücrelerimizin hakkını gözeterek doğru yaşamak, bu yaşantımızla Allah’ın rızasını kazanmaktır. Bunun için bize rehberlik eden Resulullah (a.s.m.) neden hastalandığımız ve hastalandığımız zaman ne yapmamız gerektiği konusunda da rehberlik eder.

Efendimiz (a.s.m.) “Hastalıklarınızın günahlarınız, şifanızın istiğfar olduğunu unutmayınız” buyurarak aslında hastalığı nasıl anlamamız gerektiğini bildirmiştir. Sahabenin hastalanmadığını ise Medine’de iki yıl kaldıktan sonra memleketine dönmek zorunda kalan hekimden biliyoruz. Halbuki biz bugün hastalıkların Allah’ın hediyesi olduğunu düşünüyor, hastalıklarımızla övünüyoruz. Bir yandan böyle derken bir yandan da nedense “Allah’ın gönderdiği hediye”den kurtulmaya çalışıyoruz.

Beş vakit namaz mı, üç öğün yemek mi?

Önceden insanlar yaşamak için yedikleri ve günlerini beş vakit namaza göre planladıkları için sağlıklıydılar. Bugün her yerde günlük program üç öğün yemeğe göre planlanıyor. Resulullah’ın (a.s.m.) sünnetinin tersine çeşidi bol sofralar, midenin hacminden fazla ve acıkmadan yemek, yemekten sonra yenen meyve ve tatlı gibi fıtrata aykırı alışkanlıklar hastalıkların temel sebepleri.

“Günde iki defadan fazla yemek israftır ve hastalıktır.” “Ademoğlu, midesinden daha kötü bir kap doldurmamıştır. Birkaç lokma belini dik tutmaya yeter. Daha fazla yemek istiyorsa midesinin üçte birini yemeye, üçte birini içmeye ve diğer üçte birini de havaya ayırmalıdır.”

Bu ve benzeri hadis-i şerifler hastalık sebeplerini çok açık anlatıyor. Günde 250-500 gr’dan fazla yemek vücutta birikinti oluşturur ve hastalık yapar. Sık ve fazla yiyenlerde, bağışıklık sistemi hastalığa karşı direnç gösteremez.

Bunlara günümüzde yoğun tüketilen ambalajlı, katkı maddeli, aslında şüpheli sınıfına giren ürünler (bunlara yiyecek-içecek diyemiyoruz), tarım ilaçlarıyla üretilen, genetiği değiştirilmiş sebze ve meyveleri de ekleyince hastalanmamak mümkün değil.

Ayrıca farklı yollarla vücudumuza girip organlara, dokulara, hücrelere nüfuz eden kimyasal içerikli maddeler de hastalıkları derinleştiriyor. Bütün bu saydığımız sebeplerle vücudumuzda dışarı atılamayan birikintiler oluşur, hastalıklar birikintilerin yerleştiği yere göre isim alır; kaslarda miyalji, eklemlerde yoğunlaşıp ağrılara sebep oluyorsa romatizma, akciğerlerde birikip öksürmeye yol açıyorsa bronşit, zatürre gibi… Hastalığı bu şekilde tanımladığımızda kurtulmanın yolu, hastalık yapan birikintileri vücuttan atmak olmalıdır. Bunu sağlayacak en etkili yol oruçtur.

Oruç ve açlık

Sünnete uygun yaşayan insan Ramazan orucu ve tavsiye edilen günlerdeki diğer oruçları tuttuğu takdirde organlarını dinlendirir. Sağlığı korumak için bu yeterlidir. Ancak karışık, ölçüsüz ve gerçekte gıda olmayan şeyleri yiyen günümüz insanları için bu oruç yeterli olmuyor. Üstelik kimse gerçek anlamda oruç tutmuyor. Ramazan’da insanlar sahur ve iftarda diğer günlerden çok daha fazla ve karışık besleniyor, hatta beş öğünlük yemek yiyor.

Efendimizin hayatında oruç bir ibadet olarak önemli bir yer tutarken Efendimizin ve sahabelerin günlerce aç kaldığını unutmamak gerekir. Öyle ki bu açlıklar sırasında hem Efendimiz hem de sahabeler karınlarına taş bağlamak zorunda kalıyorlardı. Peygamber Efendimizin, “Ben ve ümmetim hastalanmayız” deyişinin ardında mutlaka bu yaşam şeklinin de etkileri vardır.

Açlık konusunu bilimsel olarak inceleyecek olursak karşımıza şöyle bir tablo çıkar:

Açlık, bir tedavi metodu olarak “açlık orucu”, “su orucu” gibi isimlerle bütün dünyada uygulanmaktadır. Yurtdışında bu amaçla klinikler kurulmuştur. Bazı ekoller 1-2 defa 20 gün, 25 gün, 30 güne kadar açlık orucu uygularken, Aidin Salih ekolünde genellikle 4 veya 7 günlük periyodik aralıklarla belli sayıda 3 günlük açlıkları önerilir. Bu ekolün uygulayıcıları olarak kişinin durumuna göre 36 saatle veya 48 saatle başlamayı, nadiren, beden alıştıktan sonra 10 gün açlığı tavsiye ediyoruz. Çünkü tedavide, devamlılık açlığın uzunluğundan daha önemlidir.

Oruç tutarken, bağışıklık sistemi sindirimle uğraşmaktan kurtulur, bütün gücünü vücudu temizlemeye, tedavi etmeye yöneltir. Yıllarca kontrolsüz olarak vücudu dolduran besinlerin sindirilmesinde harcanan bağışıklık sisteminin gücü ve yaşam enerjisi açlıkta, önceden biriken atıkların, fazlalıkların dönüştürülerek atılmasında kullanılır. Dışarıdan besin gelmediği için bağışıklık sistemi iç beslenmeye geçer, bir zamanlar gıda olarak alınan ve depolanan birikintileri parçalar, kullanır ve/veya dışarı atar.

Açlık sırasında bütün organlar gibi iç salgı bezleri, dolaşım sistemi, sindirim sistemi, boşaltım sistemi, solunum sistemi ve sinir sistemi de dinlenmeye geçer.

Açlıkta kimsenin bedene bir müdahalesi yoktur, beden kendisi ve bağışıklık sistemi ile baş başa kalır. Açlık ile bütün vücutta, organlarda, dokularda ve hücrelerde hiçbir insan elinin gerçekleştiremeyeceği kadar hassas ve ince temizlik işlemleri gerçekleşir. Bloke olan, görev yapamayan, yani zikrini unutan hücreler yeniden canlanır.

Aslında fıtratı bozulmayan organizmalarda, ihtiyaç halinde, açlık kendi kendine gerçekleşir. Hastalanan veya yaralanan hayvanlar sakin bir yere çekilir, iyileşene kadar hiçbir şey yemezler. Hasta insanın ağzının tadı olmaz, iştahı yoktur, bir şey yemek istemez. Resulullah (a.s.m.) “Hastalarınızı yiyip içmeye zorlamayın, Allah onları yedirir içirir” buyurur.

Devamlı ve çok yiyen insan manevî beslenmeye kapalıdır. Kur’an, ibadet, hava, güneş, ağaçlar, çiçekler ve müspet insanlardan gelen enerjiden faydalanamaz; fiziksel ve ruhsal hastalıklara maruz kalır.

Açlığın en önemli faydalarından biri de beynin, kalbin ve duyularının canlanması, algıların Rahmanî tarafa yönelmesi, basiretinin açılmasıdır. Kudsî hadiste Allah’ın (c.c.), “Ben ilmi açlıkta gizledim, insanlar onu toklukta arıyorlar” buyurması gibi insan açlık yaptığı zaman bizi yaşatanın yiyecekler değil, Allah olduğunu aynelyakin görür. Yaşamak için ne kadar az şeye ihtiyacı olduğunu ve dünyanın hakikatini anlar.

Açlık, nasıl uygulanır

Tamamen yanlış yaşam tarzından kaynaklanan hipoglisemi bugün pek çok insanı rahatsız etmektedir ve oruçtan korkar hale getirmiştir. Dikkatli bir takiple uygulandığında uzun zaman oruç tutmamış şeker hastaları dahi rahatlıkla, hiçbir sıkıntıyla karşılaşmadan oruç tutabilirler. Diyabet veya hipoglisemi sebebiyle oruç tutamayanlar öncelikle beslenmesini düzeltmeli, katkı maddeli ürünleri, hidrojenize yağları hayatından çıkarmalı. Yediklerinin yüzde 60-70’ini salata, meyve, doğal kurutulmuş meyve kuruyemişler gibi canlı, çiğ besinler oluşturacak bir program yapmalı, zamanla öğünlerin arasını uzatmalı. 1-2 haftayı bu şekilde geçirdikten sonra pazartesi ve perşembe günleri oruç tutmalı, fakat sahurda yalnız meyve yemeli, iftarda önce limon suyu-su karışımı veya greyfurt suyu içmeli, sonra tek çeşit bir tabak yemek yemeli. Daha sonra yine pazartesi ve perşembe günleri olmak üzere 36 saatlik açlıklara geçilebilir.

Açlıkta dikkat edilmesi gereken önemli kurallardan biri niyet etmek ve niyeti değiştirmemektir. Çünkü beyin, bütün organlar ve bağışıklık sistemi niyete göre program yapar ve böylece açlık kolay geçer. Diğer günlerde bir öğün atlayınca rahatsız olan, dayanamayan insanın Ramazan’da rahatlıkla oruç tutmasının sebebi Ramazan yaklaştıkça kendisini oruca hazırlamasıdır.

36 saatlik, iki günlük veya daha uzun oruçlarda bir gece önce bağırsak boşaltıcı bir müshil almak gerekir. Yemekten hemen sonra suyla yutulacak yarım çay kaşığı toz sinameki veya sahurda bir çay bardağı suda eritilip içilen İngiliz tuzu müshil görevi yapar. İngiliz tuzu içtikten sonra bir bardak su içmelidir. Toksinleri rahatlıkla organlardan çekebilmesi için bağırsakların açlık sırasında boş olması gerekir.

Bir diğer önemli nokta, kuralları yerine getirdikten sonra açlıktan korkmamak, tam bir teslimiyet içinde ve sabırlı olmaktır. Çünkü açlıkta bedenimize, yalnız Allah’ın sağlığımızla vazifelendirdiği bağışıklık sistemi hakimdir, hatasız çalışır, içinde bulunduğumuz duruma göre en gerekli olan ne ise onu yerine getirir.

Açlıkta hafif ağrılar, ateş, titreme, halsizlik, kusma, ishal, şeker ve tansiyon dengesizliği normaldir, iyileşme işaretidir ve ilk bir-iki açlıktan sonra vücut bu duruma alışır. Bu rahatsızlıkların sebebi açlık değil, kana karışan toksinlerin kanı ağırlaştırmasıdır. Çok az insanda bu tür rahatsızlıklar görülebildiği gibi çoğu insan 10 günlük açlıkta bile her gün normal çalışma hayatına devam edebilir, hatta daha hafif daha enerjiktir.

Açlık esnasında herhangi bir rahatsızlık olduğunda duş almak, açık havada yürümek, Kur’an okumak yardımcı olur. Bunlarla geçmezse su lavmanı yapılabilir, lavman ile atılanlar çok miktarda ise lavman yapmaya devam edilir. Lavman için 5-6 su bardağı kaynamış soğumuş oda ısısında su veya papatya çayı kullanılabilir.

Bir diğer önemli kural açlıkları periyodik aralarla, belli günlerde yapmaktır. Çünkü beden bu döngüye alıştığı için açlık günlerinde iştah azalır ve iyileşme süreci açlıklar arasında da devam eder.

Açlık sırasında yerlerinden sökülen ve parçalanarak kana geçen birikintiler karaciğerin kanı süzmesiyle karaciğerde birikmeye başlar. Onun için bulaşık makinesinin süzgecini zaman zaman temizlemek gerektiği gibi her 6-7 açlıktan sonra karaciğeri temizlemek gerekir. Karaciğer temizlemesi bir günlük bir işlemdir. Temizleme sonrası vücuttan atılanları görmek ilginç bir deneyimdir. İnsan, yıllarca vücudunda nelerle gezdiğini görünce şaşırır, az yemenin, sünnete uygun yaşamanın ve açlığın önemini daha iyi anlar. Batı’da yapılan bir araştırmaya göre sıradan bir insan, yıllarca bağırsak duvarlarında veya bağırsaklarda oluşan ceplerde biriken ve hiç atılamayan 5 ila 43 kilo arası atık madde ile dolaşmaktadır.

Manevî faydalar

Maddî hastalıklarla manevî, psikolojik veya nörolojik hastalıkları birbirinden ayırmak mümkün değildir ve onların da sebebi aynıdır. Onun için açlığın maddî faydaları yanında manevî faydaları da sayılamayacak kadar çoktur. Açlıklar ve karaciğer temizlemesinden sonra insan kendini çok hafif hisseder, ağrılardan, fiziksel ve psikolojik birçok hastalıktan kurtulur, zihni ve algıları açılır, uykusu hafifler, kalbi yumuşar, huzur ve sakinlik kazanır, stresten, gerginlikten kurtulur, acizliğini görür, dolayısıyla Allah’a yaklaşır, kulluğunu idrak eder, eşyanın hakikatini anlar, doğru-yanlış arasında sağlıklı seçim yapar…

Açlığın faydaları ne kadar anlatılsa da uygulamadıkça tam olarak anlamak mümkün değil. Bir kez açlık yapan ondaki manevî hazzı hiç unutmaz.

“Oruç tut sıhhat bul” ve “Ben ilmi açlıkta sakladım” hadislerine dayanarak veya sağlık için 10 günlük açlık yapanlar hiç karınlarına taş bağlamak zorunda kalmadıklarını söylüyor. O zaman insan doğal olarak “Peygamber Efendimiz ve sahabi acaba kaç gün aç kalmışlardı?” diye düşünüyor. Sağlık için, denemek için veya Peygamber Efendimizin açlık sünnetini yerine getirmek için, hangi sebeple olursa olsun açlık yapmak çok önemli bir tecrübe olacaktır.

ALINTI
__________________
Birbirimize Fikirlerimiz uyuşmasa bile İNSAN olduğumuz için SAYGI duymamız lazım...

Ne MUTLU MÜSLÜMANIM DİYENE....
Alıntı ile Cevapla