Durumu: Medine No : 31327 Üyelik T.:
23 Eylül 2013 Arkadaşları:10 Cinsiyet:bayan Memleket:sivas Mesaj:
734 Konular:
144 Beğenildi:356 Beğendi:311 Takdirleri:227 Takdir Et:
Konu Bu
Üyemize Aittir! | Cevap: Değişmek İstemiyor muyuz? FARKINDALIK
Kısaca “yargısız bir şekilde şimdiki âna odaklanabilmek amacıyla dikkati toplayabilmek” olarak tanımlanan farkındalık kavramı, anlayabileceğimiz hale şuur, bilinç, uyanıklık, feraset, basiret gibi kelimelerle gelir. Hakk’ı batıldan ayırmak, işin hakikatine, hadiselerin künhüne, mevcudatın mahiyetine, mananın derinliğine vasıl olmaktır. M. Zâhid Kotku Hazretleri “Feraset gönülde bir nurdur, hakâyık-ı eşyayı, güneş gibi parlatıcıdır”44 demektedir. Ona göre anlamak için basîret, feraset denilen iç nurunun ve gönül gözünün açılması lâzımdır.45
“Cenâb-ı Hak Mü’minlere bir feraset vermiştir. O ferasetle Allah Teâlâ’nın verdiği nur sayesinde eşyanın hakikatini görür ve bilirler. Eğer bu nur, günahlar sebebiyle örtülmüşse, günahsızlar, yani veliler gibi idrake kabiliyetleri olmaz. Ancak sathî bir bilgileri olur.”46
Farkında ve şuurlu olmak, Hakk’ı görmek ve ona uymak, batılı görüp ondan uzak olmak, gerçek ve hayalin birbiri içinde eridiği çağımızda ise bu ikisi arasını tefrik etmek kolay bir şey değildir. Haksız ve mesnediz her görüşün kendine ait bir mantığı ve izahı vardır. Bu sebeple Peygamber Efendimiz bir dualarında,“Hakk’ı hak olarak bize göster ve o hakka uymakla da bizi nasipdâr eyle. Batılı da batıl olarak göster ve ondan da uzak olmak nimetiyle bizi nimetlendir” buyurmuşlardır. 47 Bu meselenin çözümü M. Zâhid Kotku Hazretlerine göre şudur:
“Cenâb-ı Hakk’ın verdiği nurlarla her şey hallolur. Nurlardan mahrum olunca da, her şey noksan olur. Mesela, gözün görmesi için bir ışığa ihtiyaç vardır. Bu ışık olmadığı zaman gözün görmesi nasıl mümkün olmazsa, nurlardan mahrum olan âzâlar da tıpkı bunun gibi, hakikatleri görmekten mahrum olur. Bu sebeptendir ki daimi surette, Hâlık-ı Zülcelâl hazretlerinden tazarru ve niyaz ile bu nurları istemek mecburiyetindeyiz.” 48
Hadiselerin arkasındaki maksadı fark etmek demek olan ferasetten yani farkındalıktan uzak bulunmak başkaları tarafından yönetilme ve yönlendirilme ihtimalini meydana getirir. Bu duruma maruz kalan kişi kendi karar mekanizmalarını kullanmaktan aciz kalarak başkalarının amaçları doğrultusunda kararlar verir ve bunlara iştirak eder. Oysa mü’minlerin yaptıkları her şeyi kendi iradeleri ve tercih hürriyeti ile işlemesine bizzat Allah Teâlâ tarafından izin verilmiştir.
İbret ancak basiretle olur… Dış taraf gözümüzle, iç taraf basiretle görülür, okunur, bilinir.. 49 diyen Kotku Hazretleri feraset ve basiretin yani maddi-manevi uyanıklığın zikirle mümkün olacağını söylemektedir:
“İç gözlerin yani basiretinin açılması, evvelâ zahir olan dış gözlerden başlar. Sonra yüzünden, sonra da göğsünden, daha sonra da cemî’ bedeninden feth olunur. Yani vücudun her âzâsı göz ve kulak kesilir.”50
“Kalbin kararması sebebiyle gönülde Hak ve hakîykat kalmaz. Binâenaleyh, Hakkı kabul ve bâtılı da inkâr edemez. Böylece felâket çukurlarında helak olur gider. Bunun asıl sebebi, kalbin gafleti ve nefsin arzularına ittibâdır. Bu hâl ise kalbin nurunu söndüren ve gözlerin, ya’ni iç gözü denilen basiretin körlüğüne sebep olur. Baş gözünün görmesi bu işte fayda vermez.”51
Tasavvufi Ahlak eserinde sufilerin ahlakını anlatan M. Zâhid Hazretleri mü’minlerin vasıflarını sıralarken onun aldanıcı ve bilmezlikten gelici olduğunu söylemektedir. Feraset ve basiret nitelikleri ile çelişir gibi görünen bu vasıf aslında güzel huyun hataları örtmek, öfkeyi terk etmek, mücadeleden sakınmak prensiplerinin gerektirdiği bir netice, tasavvufi bir ahlak örneği olarak karşımıza çıkmaktadır. Bu niteliğin izahında der ki:
“Mü’min feraseti bilmez değildir ve aldanmaz da, fakat öyle görünür. Onu, hemen hemen herkes aldatır. O da, herkese aldanır. Çünkü şerri bilmez, hile sahibi de değildir ve bunları da bilmez. Selâmet sadedi ve kalb-i selîm sahibi oluşu, onun bu gibi şeyleri bilmesine ve yapmasına müsaade etmez. Yalnız şu var ki bu gibi hile ve fesad sahiplerine, onlar gibi hilelerine mukabele caizse de, Hz. Ömer radıyallâhu anh gibi olmak ve onun hilesini anlamamış gibi görünmek daha evlâdır. Zîrâ Hz. Ömer, Allah yolunda görünüp hile edenlere bilmezlikten gelerek aldanırlardı ve onları hilelerinden dolayı mahcup etmezlerdi. Onlara dua edip acımak ve iyi bir insan olmalarını Hak’tan istemek en iyisidir.52 |