Konu Başlıkları: Mevdudi - Fetvalar (FECR Hocama)
Tekil Mesaj gösterimi
Alt 09 Eylül 2016, 00:14   Mesaj No:13

nurşen35

Medineweb Emekdarı
nurşen35 - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
Durumu:nurşen35 isimli Üye şimdilik offline konumundadır
Medine No : 38944
Üyelik T.: 09 Şubat 2014
Arkadaşları:60
Cinsiyet:Bayan
Mesaj: 9.475
Konular: 1144
Beğenildi:4423
Beğendi:3685
Takdirleri:11319
Takdir Et:
Standart

Hz. Musa (a.s.) Ve İsrailoğullarıyla İlgili Bazı Sorular


Soru:

Siz "Siyasi Buhran"[Linkler Ziyaretçilere Kapalıdır.Giriş Yap Veya Üye Olmak için TIKLAYIN...] adlı kitabınızın 95. sayfasında şöyle diyorsunuz: "Birincisi, bütün insanlar, Allah'ın hakimiyeti ile O'nun yüksek iktidarını kabul etmeye ve O'nun göndermiş olduğu yasaları kendilerine hayat tarzı olarak benimsemeye davet edilmelidirler. Bu davet (esaslar bakı*mından) umûmi olmalı ve özellikle davetle doğrudan ilgisi olmayan hususlar söz konusu edilmemelidir."
Acaba Hz. Musa'nın (a.s), kavmini Tevhide davet etmesi yanında, İsrailoğulları'nın esaretten kurtarılmasını da iste*mesi, Tevhid'e davet ile ilgisi olmayan bir husus değil mi*dir?
Siz, devamla yine şöyle yazıyorsunuz: "İkincisi; Cemaa*tin, bu davayı canım dişine takıp anlayarak sırtlayacak, kul*luk ve itaati sırf Allah için yapacak kimselerden oluşturul*ması gerekir."
Acaba İsrailoğulları'nın tümü belirttiğiniz kimselerden mi oluşuyordu? Acaba onların kulluk ve itaati tam olarak yaptıkları, amellerinden mi anlaşılıyordu? Acaba Firavun boğulmadan önce, İsrailoğulları içerisinde Hz. Musa'nın ge*tirdiği dini inkâr eden hiç kimse yok muydu? Eğer var idiyse inkarcılıklarının sebebi neydi? Kur'an-ı Kerim'de, İsrailo*ğulları'na mensup bilen-bilmeyen herkesin, müşrik güçlerin baskısı altında hayat sürmelerine rağmen hep beraber ve topluca iman ettiklerine dair bir çalışma ve gayret içinde ol*dukları görülmemektedir. Yahudilerin Hz. İsa'ya (a.s) yap*tıkları gibi, o dönemde İsrailoğulları'na mensup bazı kimse*ler hükümet gücünü harekete geçirerek, Hz. Musa'ya (a.s) karşı da aynı şeyi yapabilirlerdi. İsrailoğulları içerisinden bazı kimseler eğer Hz. Musa'nın getirdiği dini inkâr etmiş*lerse, onlar da Firavun ile boğuldular mı? Boğulmadılar mı?
"Ben senin, 'İsrailoğulları içerisinde ayrılık çıkardın, sö*zümü tutmadın' diyeceğinden korktum (da onun için idare yoluna gittim)."[Linkler Ziyaretçilere Kapalıdır.Giriş Yap Veya Üye Olmak için TIKLAYIN...]
Kur'an-ı Kerim'de Hz. Harun'a (a.s) ait olan bu ifadeler ne anlama gelmektedir? Hz. Harun'un (a.s) böyle söylemesine rağmen Hz. İsa (a.s), İsrailoğulları'na hitaben: "Ben barış değil, fakat kılıç getirmeye geldim." Diyebiliyordu.[Linkler Ziyaretçilere Kapalıdır.Giriş Yap Veya Üye Olmak için TIKLAYIN...]

Cevap:

Hz. Musa'nın (a.s) kıssası Kur'an-ı Kerim'in çeşitli sure*lerinde zikredilmektedir. Öncelikle Kur'an-ı Kerimin son bölümündeki Mekki surelerde Hz. Musa'nın, Firavunu Allah'a kulluğu kabul etmeye davet ettiğini bildiren ayetlere rastlıyoruz. Örneğin, Nâziât Suresi'nde:
"Firavuna git. Çünkü o azdı. De ki: Arınmağa gönlün varmı? Sana Rabbinin yolunu göstereyim de O'ndan kork." [Linkler Ziyaretçilere Kapalıdır.Giriş Yap Veya Üye Olmak için TIKLAYIN...] diye buyrulmaktadır. Bu ayetlerde İsrailoğulları'nın kurtuluşuyla ilgili olarak herhangi bir husus söz konusu edilmemektedir. İsrailoğulları'nın kurtuluşu sonraki Mekki surelerde anlatılmaktadır. Bundan, Hz. Musa'nın nü*büvvet makamına seçilmesinin iki amacı olduğu anlaşılıyor: Birincisi, Firavun ve kavmini İslâm'a davet etmek. İkincisi, Bu da*veti kabul etmedikleri takdirde, Hz. İbrahim (a.s) zamanından beri müslüman olarak kalmış ve Hz. Yusuf’tan (a.s) sonraki 4-5 asırlık bir zaman içerisinde de kafirlerin hakimiyeti altı*na girmiş bulunan müslümanları, kafirlerin tasallutundan kurtarmak için çaba sarfetmek. Hz. Musa (a.s) önce ilk hede*fini gerçekleştirmek için çalıştı ve ikincisini gerçekleştirme*yi daha sonraya bıraktı. İkinci maksadı birincisinden ayrı düşünmek için hiçbir sebep göremiyorum. Her nebinin göre*vinin ikinci merhalesi, mutlaka, iman ehlini kendi davetini kabul etmeyen insanların tasallutundan kurtarmaya çalış*maktır.
"Acaba İsrailoğulları'nın tümü, Hz. Musa'nın getirdiği di*ni kabul etmiş miydi?" diye sormanızdan, sizin büyük bir ih*timalle İsrailoğulları'nı kafir olduklarına inandığınız ve Hz. Musa'nın (a.s) belki de onları İslâm'a ilk davet eden kim*se olduğu fikrine sahip olduğunuz anlaşılıyor. Oysa gerçekte durum bu değildi. İsrailoğulları peygamberlerin çocukların*dan başkaları değildirler. Onlar Hz. İbrahim (a.s), Hz. İshak (a.s) ve Hz. Yakub'un (a.s) varisiydiler. Hz. Yusuf da onların büyüklerindendi. Hz. Musa'dan önce, onların son peygambe*ri olan Hz. Yusuf un (a.s) üzerinden daha henüz 4-5 asır bile geçmemişti. Bu süre zarfinda onlar ne kafir oldular, ne onla*rı küfürden İslâm'a çağırmak gibi bir mesele oldu ve ne de iç*lerinden herhangi biri Hz. Musa'nın davetini inkâr etti. Ama ne varki onların hiçbiri Hz. Musa'nın (a.s) önderliğinde, güç*lü Firavun ve kavmine karşı çatışmaya cüret edemiyordu. Bazılarında işte böyle bir zaaf da vardı. Bu yüzden gençlerin büyük bir bölümü, Hz. Musa (a.s) önderliğinde İslâmi hare*keti her ne pahasına olursa olsun yürütmeye hazır olsalar da, yaşlılar ve düşkünler Hz. Musa'ya (a.s) destek olmayı, dünyalarım yıkmakla eş anlamlı görüyorlardı. Nitekim Kuran-ı Kerim'e baktığımızda bu durum tüm açıklığıyla gözle*rimizin önüne serilmektedir. [Linkler Ziyaretçilere Kapalıdır.Giriş Yap Veya Üye Olmak için TIKLAYIN...]
Kur'an-ı Kerim'de bu zayıf itikadlı müslümanlardan her*hangi birisinin bizzat Firavun'a destek olup Hz. Musaya (a.s) muhalefet ettiğine dair hiçbir emareye rastlamıyo*ruz. Aksine Kur'an ve İncil'in mütalaasından Hz. Musa'nın (a.s), İsrailoğullarının herkesçe kabul edilmiş lideri olduğu açıkça anlaşılmaktadır. Dahası, Hz. Musa (a.s) İsraloğulları'nı Mısır'dan alıp çıkardığı zaman geride onlardan hiç kimse kalmamıştı.
Hz. İsa (a.s) zamanındaki İsrailoğulları'nın durumunu, Hz. Musa'nın çağdaşı olan İsrailoğulları'nın durumuyla mu*kayese etmek doğru değildir. Eğer o zaman onlar, Hz.İsa (a.s) zamanındaki gibi aşırı bir ahlakî düşüklük içerisinde olsalardı, Allah Teâlâ onları kendi dini için seçmezdi.
Hz. Harun'un (a.s), Hz. Musa'ya (a.s) söylemiş olduğu sözlerin hakikati ise şudur: İsrailoğulları'nın asıl önderi ve ce*maat düzeninin asıl sorumlusu Hz. Musa (a.s) idi. Hz. Harun (a.s) ise O'na yardımcılık yapıyordu.[Linkler Ziyaretçilere Kapalıdır.Giriş Yap Veya Üye Olmak için TIKLAYIN...]
Hz. Harun (a.s), Hz. Musa'nın (a.s) yokluğunda asıl so*rumlu şahsın siyasetine muhalif bir işin kendi eliyle olmasını istemediğinden, fevkalade öneme sahip herhangi bir mua*melede, neticeye götüren bir girişimde bulunmaktan korku*yordu. Bu yüzden de Hz. Musa (a.s) O'nun mazeretini kabul etmiştir.
Hz. İsa'nın (a.s) naklettiğiniz sözüne gelince, bu tamamen başka bir durumla alakalıdır. O durumda yahudilerin İslamî cemaat düzeni gibi bir düzenleri yoktu ki biz Hz. İsa'nın (a.s) sözlerine, O'nun bu cemaat düzenini bozmakla onları tehdit ettiği manasını verebilelim. Bunun aksine Hz. Ha*run'un (a.s) önünde mükemmel bir İslamî cemaat düzeni vardı.
Bu nedenle O, kendisinden cemaat düzenini allak bullak edecek bir iş sadır olmaması için oldukça fazla ihtiyat göster*mişti.[Linkler Ziyaretçilere Kapalıdır.Giriş Yap Veya Üye Olmak için TIKLAYIN...]

Arapça Kurana Arap Olmayanlar Niye İman Etsinler?


Soru:

"Biz, her peygamberi yalnız kendi kavminin diliyle gön*derdik ki (emrolundukları şeyleri) açıklasınlar"[Linkler Ziyaretçilere Kapalıdır.Giriş Yap Veya Üye Olmak için TIKLAYIN...] ayetini okuyunca, bizim ve atalarımızın dili Arapça olmadığı halde ve Kur'an da Arapça olduğuna göre, niçin Hz. Peygamber'e (s.a) ittiba ile mükellef olduğumuzu düşündüm!

Cevap:

Siz büyük ihtimalle: "Her kavim sadece kendi diliyle ya*pılan davete ittiba ile mükellef olmalı. Başka bir dille gelmiş davet hak ve Allah (c.c) tarafından indirilmiş olsa da, tercü*meler, tefsirler, şerhler ve pratik örneklerle size kadar ulaş*mış bulunsa da, ona uymanın vacip olmaması gerekir. Çün*kü o sizin kendi dilinizle gönderilmemiştir." demeye getiri*yorsunuz.
Eğer sizin söylemek istediğiniz bu ise, bu sizin yukarıda zikredilen ayeti yanlış anlamanızdan başka birşey değildir.
Ayetin asıl anlatmak istediği şudur: Allah Teâlâ herhan*gi bir kavme bir peygamber gönderdiği zaman -o peygambe*rin belli bir kavme mi, yoksa tüm insanlığa mı gönderilmiş olduğu bir yana- herşeyden önce o kavme ancak kendi diliyle hitap etmiştir ki indirilenleri güzel bir şekilde anlasınlar ve onlara, "Yarimin dili Türkçe ama ben Türkçe bilmiyorum" [Linkler Ziyaretçilere Kapalıdır.Giriş Yap Veya Üye Olmak için TIKLAYIN...] diye bir bahane fırsatı verilmiş olmasın. Bu ayetin mânâsı, eğer bir kavmin iman ehli, başka bir kavme ilâhî öğ*retiyi anlaşılacak bir yolla ulaştırsa bile, o kavim sırf kendi nebileri Allah'ın Kitabı'nı doğrudan kendi dillerinde getir*medi diye onu reddetmekte mazurdurlar demek de değildir.
Böyle birşey ne bu ayette söylenmektedir, ne de ayetin lafız*larından böyle bir netice çıkarılabilir. Kuran öğretisi bir ki*şiye kendi ana diliyle oldukça açık hır biçimde ulaştıktan sonra, ona iman etmemiş olmasını hangi mazeret makul gös*terebilir.

Soru:

Bir Sih dosta okuması için bir takım kitaplar verilmişti. Ancak o, kitapları mütalaa ederken şöyle bir itirazda bulun*du: "Siz Allah'ın peygamberlerle konuştuğunu ve O'nun bu has kulları vasıtasıyla insanlığa evrensel bir hayat nizamı gönderdiğini iddia ediyorsunuz. O halde böylesine önemli bir nizam niçin belli bir toprak parçası ürerinde konuşulan bir dille sunulmuştur? Kâdir-i Mutlak denilen bu Tanrı neden evrensel bir dil yapıp da onun sözlerinden herkesin aynı se*viyede istifade etmesini sağlamamıştır? Bu bakımdan Arap*ça olan Kur'an-ı Kerim sadece Araplar için faydalıdır."

Cevap:

Bu itirazı yapan Sih dostunuz düşünme gücünü biraz da*ha kımıldatıp zorlasaydı, daha ileri gidip "Allah (c.c) Kur'an'ı her insana bir nüsha şeklinde neden doğrudan göndermedi? Kâdir-i Mutlak olduğuna göre bunu da yapabilirdi." diye bir soru da sorabilirdi.[Linkler Ziyaretçilere Kapalıdır.Giriş Yap Veya Üye Olmak için TIKLAYIN...]
Gerçekte bu tür insanlar Allah Teâlâ'nın, insanların hi*dayeti için dünyanın yaradılışına uygun olarak işleyen düze*ni değiştirmeye zaruret hissetirecek yolları seçmediğini an*lamak istemiyorlar.
Konuşulan dillerin farklılığı sebebiyle insanoğlunun bü*yüklü küçüklü halkalar oluşturması, Allah Teâlâ'nın isteğiyle vücuda gelmiş olan ve kendisinde Allah Teâlâ'nın zayi etmek istemediği sayısız maslahatlar bulunan fıtrî bir hadi*sedir. O, Kâdir-i Mutlak olmakla birlikte Hâkim olandır da.
O'nun hükümranlığı değişmez yasalar üzerinde yürümekte*dir. İşte bu yasalara uygun olarak ulusların dillerinde ve âdetlerinde farklılıklar ortaya çıkmaktadır. Eğer Allah Teâlâ tarafından "Esperanto," gibi bir dil yaratılsaydı bile, bu dil, ne kavimlerin ana dili olabilir, ne bu dilin edebiyatın*dan kalpler etkilenebilir ve ne de halk bu dilin edebî incelik*lerini hissedebilirdi. Bu, ancak Allah Teâlâ'nın kavimlerin ana dillerini ntrat dışı yollarla yok etmesi ve yine fıtrat dışı yollarla, bu esperantavâri dili zorla kavimlerin dili yapması ile mümkün olurdu. Çünkü Allah Teâlâ'nın bir işi, diğer bir işini yok etmek için değildir. Bu yüzden Allah Teâlâ, insan dillerinin eski fıtrî nizamım koruyarak insanların hidayet ve irşad işini gerçekleştirmiştir.
"Kur'an-ı Kerim sadece Araplar içir. faydalıdır." şeklinde*ki itiraz, Allah Teâlâ'nın sadece Kur'an-ı Kerim'i indirmesi durumunda geçerli olabilirdi. Ama şu bir gerçektir ki Allah (c.c), Kitabı'yla birlikte bir önder de göndermiştir. Bu önder öncelikle Kitab'ın kendi dillerinde indirildiği kavmi muhatab almış ve bu kavme eğitim öğretim nefis terbiyesi ve mü*kemmel bir sosyal inkılâb vasıtasıyla Kitab'ın amacına uy*gun bir şekil vermiştir. Daha sonra Allah Teâlâ bu kavmi, Nebi'nin yardımcısı sıfatıyla dünyadaki diğer kavimleri muhatab alıp, eğitim- öğretim, nefis terbiyesi ve mükemmel bir sosyal inkılâb vasıtasıyla -O Nebi kendilerine nasıl şekil ver*diyse- onların da diğer kavimleri şekillendirmeleri için gö*revlendirmiştir. Yine aynı şekilde, bu mesajı kabul edenler çoğaldıkça, onların da diğer kavimlere aynı mesajı götürme*leri isteniyordu. Bu, daveti yaygınlaştırmanın fıtrî yolu idi ve dünyada hangi hareket evrensel bir daveti yüklenmiş ise -ilahî bir davet olsun veya olmasın- doğal olarak bu yolu seç*miştir.
"Herhangi bir kitabın sadece yazılmış olduğu dili konu*şan kavme faydalı olduğu" tezini bir esas olarak kabul eder*sek, o zaman dünyadaki ilmî tarihin yanlış olduğunu da ka*bul etmemiz lazım gelecektir. Dahası insanoğlunun meyda*na getirmiş olduğu kültürel eserleri de dillerinden dolayı ka*vimlerle sınırlamamız gerekecektir. Sonunda tercümenin ve uluslararası diğer tüm evrensel iletişim araçlarının faydasını inkâr etmek durumunda kalacağız. Oysa bu gibi araçların gücü sayesinde koca koca hareketlerin daveti, büyük inkı*laba şahsiyetlerin mesajları, dünyanın bir köşesinden öbü*rüne yayılıp durmuştur. O halde bu durum, sadece Hz. Muhammed'in (s.a.v.) sunduğu Kitaba has bir kusur mudur ki sırf Arapça olduğu için Araplarla sınırlandırılıp onlara mahsus edilsin?
Eğer herhangi bir şahıs bütün bunlardan sonra tatmin ol*mayıp, Allah Teâlâ'nın illa da kendi istediği gibi yapması ge*rektiği fikrinde aynı şekilde ısrar ederse, kendi görüşünde diretme seçeneğine sahiptir. Ancak bu taktirde, "Eğer bir şa his bu gibi sorularla önüne bir duvar örerek bir kitap ve me*sajdan istifade etmek istemezse bu kimin zararına olacak*tır?" sorusu gündeme gelmektedir. Böyle bir davranış hak ve hakikate talip olanların davranışı değildir. Gerçeğin peşinde olanlar doğruluğun aydınlığı nerededir, nerede bulunur diye bölge bölge araştırıp gezen kimselerdir. Eğer bir insan dün*yadaki her kitap, her mesaj ve her öğretiye karşı kalbinin ve kafasının kapılarını herhangi bir şekilde kapalı tutarsa, ar*tık o hayatın doğru yolunda bir adım bile atamaz.[Linkler Ziyaretçilere Kapalıdır.Giriş Yap Veya Üye Olmak için TIKLAYIN...]
__________________
O (cc)’NA SIĞINMAK AYRICALIKTIR
Alıntı ile Cevapla