Sanki hiç çocuk olmamışız gibi kızıyoruz çocuğumuzun çocukluklarına. Hiç yemek yerken yere dökmemiş, bardağı tutamayıp suyu devirmemiş, annemizin yeni sildiği halıda çay lekesi bırakmamışız gibi ‘sakar çocuk’ diyoruz. ‘Ne kadar beceriksizsin, kime çektin böyle’ deyip, ‘yetersizlik’ madalyası takıyoruz evladımızın yüreğine. Hiç elimizi yıkamadan yemeğe oturmamış, odamızı darmadağın bırakmamış, burnumuz akınca kazağımızın kolunu sümük yapmamış gibi ‘pis çocuk’ diyoruz. ‘Hadi git yıka şu elini, hemen sil şu burnunu’ diye azarlarken çocuğumuzu, bir de ‘değersizlik’ madalyası verdiğimizin farkında bile olmuyoruz. Sanki biz hiç kardeşimize vurmamış, vazoyu biz kırdığımız halde suçu başkasına atmamış, sınavlarda kopya çekmeye yeltenmemiş, okulu kırıp ailemize ‘okuldaydım’ dememiş, zıplayıp hoplayarak alt komşunun başını şişirmemiş gibi ‘sen ne yaramaz çocuksun’ deyiveriyoruz yavrumuza. Dedektif gibi çocuğumuzun hatalarını bulurken, tüm yanlışları kendimizden değil de çocuğumuzdan sorarken yakasına ‘suçluluk’ madalyası taktığımızı göremiyoruz. Sahi biz çocuk olmayı nasıl bir şey sanıyoruz?
‘Sorun büyümemizde değil, büyürken unuttuğumuz çocukluğumuzda…’
HATİCE KÜBRA TONGAR
__________________
Beni almadan gidiyor ömrüm...
|