Tekil Mesaj gösterimi
Alt 11 Şubat 2017, 00:34   Mesaj No:7

nurşen35

Medineweb Emekdarı
nurşen35 - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
Durumu:nurşen35 isimli Üye şimdilik offline konumundadır
Medine No : 38944
Üyelik T.: 09 Şubat 2014
Arkadaşları:60
Cinsiyet:Bayan
Mesaj : 9.475
Konular: 1144
Beğenildi:4423
Beğendi:3685
Takdirleri:5119
Takdir Et:
Standart

Hadis Tarihi Ve Usulü



Cerh-ta’dîl, rivâyetlerinin kabulü veya reddi açısından râvîlerin incelenip durumlarına uygun lafızlar kullanarak haklarında hüküm vermektir. Bu bilimsel faaliyeti konu alan hadis ilmine cerh ve ta’dîl ilmi denir.

Cerh-ta’dîl, bir taraftan Allah, diğer taraftan kul hakkı ile ilgilili olduğu için mutlaka uyulması gereken şartları ve dikkat edilmesi gereken âdâbı, ayrıca bazı kriterleri ve kuralları bulunan zor bir iştir. Ehil münekkid tarafından yapılan ta’dilin sebebini açıklamak gerekmezken cerhin gerekçesi açıklanmış olmalıdır. Böyle bir kimsenin tek başına yaptığı cerh ve ta’diller geçerlidir.

Sika bir râvînin bana sika biri haber verdi diyerek rivâyette bulunması, adını açıklamaksızın sika dediği kimseyi ta’dîl etmeye yetmez. Bir âlimin, rivâyet ettiği hadis uyarınca amel edip fetva vermesi, o hadisin sahih, râvîlerinin de güvenilir olduğunu göstermez. Rivâyetine aykırı davranması da onun ve râvîlerinin zayıflığına delâlet etmez.

Tenkidine ehliyetine sahip olan köle ve kadının ta’dîli makbuldür. Cerh ve ta’dîlin bir râvî de çelişmesi durumunda, ta’dîl edenler daha çok olsa da öncelikle cerh dikkate alınır.

Aynı münekkidden kaynaklanan tenkid çelişkilerinde münekkidin son olduğu bilinen görüşü esas alınır. Farklı münekkidlerden kaynaklanan çelişkilerde ise gerekçesi açıklanan cerhler geçerli sayılır.
Râvîlerle ilgili biyografik bilgiler önceleri rivâyetlerle birlikte korunuken hicrî ikinci asrın son çeyreğinden itibaren rivâyetlerden ayrıştırılarak müstakil eserlerde toplanmaya başlamıştır.

Zamanla çoğalan bu bilgiler, çeşitli adlar altında irili-ufaklı yüzlerce biyografi eserde telif bir araya getirilmiştir. Ricâl edebiyatı veya Ricâl kaynakları denilen bu muazzam ilim ve kültür mirası, konu edindiği hadis kitabı veya kitaplarına göre birçok kategoriye ayrılır. Bunlar içinde başta Sahîhayn olmak üzere, Kütüb-i sitte râvîlerine dair ricâl eserlerinin yoğunluğu dikkat çekicidir. Bu eserler sayesinde bir râvî hakkında özel veya genel nitelikli ricâl kaynaklarından kolayca yararlanarak bilgi edinme ve hüküm verme imkânı her zaman vardır.
Bir hadisin sahîh olup olmadığını anlamak, oldukça karmaşık bir iştir.

Hadis tarihinde çok erken dönemden itibaren kendisini buna adamış bilgi, sezgi ve tecrübe sahibi muhaddisler, bir takım esaslar dâhilinde hadisleri sahîh, hasen zayıf gibi nitelemelerle büyük ölçüde tasnif etmişlerdir.

Tashîh veya taz’îf denilen bu işlemin odak noktası ise râvîlerdir. Bugün elimizde bulunan hadis kaynaklarındaki rivâyetlerin sıhhati konusunda, geçtiği kaynağa bakarak ana hatlarıyla bir kanaate sahip olma imkânı varsa da, aslolan râvîler hakkında yazılmış ricâl kaynaklarına dayalı değerlendirme yapmaktır. Bu çerçevede Zehesî’nin Tezkiretü’l-huffâz’ı ve Mîzânü’l-i’tidâl’i ile İbn Hacer’in Tehzîbü’t-Tehzîb’i ve onun muhtasarı Takrîbü’t-Tehzîb’i en faydalı ve kullanımı kolay ricâl kaynaklarındandır.
Sahâbe hadisleri Hz. Peygamber’den işiterek, onu görerek veya diğer sahâbîler vasıtasıyla öğreniyorlardı. Aralarında hadisleri yazan bazıları bulunmakla birlikte onlar öğrendiklerini genellikle ezberliyorlar ve müzakere ederek bilgilerini pekiştiriyorlardı.
Hicrî birinci yüzyılda hadisler genellikle şifahî olarak rivâyet edilmekteydi.

Hicrî ikinci asırdan itibaren ise hadislerin yazılı rivâyetine geçilmiş ve hadis rivâyetinde yazı hâkim olmuştur. Ancak bu dönemde Arap yazısı henüz yeterince gelişmiş değildi. Bu durum hadis metinlerinden yapılan rivâyetlerde ciddi hatalara sebep olmaktaydı. Hadis âlimleri yazıdan kaynaklanan hataları önlemek amacıyla yazılı hadis metinlerini doğrudan ehil olan âlimden işitilerek veya ona arzedilerek alınmasını uyulması gereken zorunlu prensipler olarak geliştirmişlerdi.
İslâm coğrafyasının uzak bölgelerden gelen hadis talebelerinin her zaman hadisleri uzun süre alan semâ’ ve kırâat metotlarıyla almaları mümkün olmamaktaydı. Bu durumda onlara kolaylık sağlamak ve hadislerin farklı bölgelere ulaşmasını temin etmek amacıyla icâzet, münâvele ve mükâtebe yöntemlerine izin verilmişti. Hadis âlimleri tarafından geçerli kabul edilmese de i’lâm, vasıyyet ve vicâde metotları hicrî ilk üç asırda nadiren kullanılmaktaydı.
Gerek hadisin aslına uygun rivâyetinde gerekse sıhhatini tespitinde hadis öğrenim ve öğretim metotları belirleyici olmaktaydı. Bu durum hadisin hangi yöntemle alındığını ifade etmeyi gerektirmişti. Bunun üzerine hadis öğrenim ve öğretim metotlarına paralel olarak edâ siğaları veya rivâyet lafızları diye isimlendirilen tabirler de gelişmişti.

Rivâyet lafızlarının belli metotlar için kullanımı yaklaşık hicrî ikinci asrın sonlarına doğru gerçekleşebilmiştir. Rivâyet lafızlarının yaygınlıkları ile hadis öğrenim ve öğretim metotlarının kullanımları doğru orantılıdır. Ancak rivâyet lafızlarının kullanımındaki yaygınlıkta tarihi süreçteki gelişimlerinin de önemli etkisi olmuştur. Hicrî birinci ve ikinci asırlarda en çok kullanılan edâ siğası “an” iken üçüncü yüzyılda “haddesenâ” ve “ahberenâ” olması da bu sebepledir.
Hicrî ilk üç yüzyılda hadisler büyük çoğunlukla semâ’ ve kırâat metotlarıyla rivâyet edilmiştir. Kullanım açısından ikinci sırada icâzet, münâvele ve mükâtebe metotları gelmektedir. Hadis kitaplarının nakledildiği yaklaşık hicrî beşinci asırdan itibaren ise hadis eğitiminde kurumsallaşmanın da etkisiyle icâzet metodunun yaygınlaştığı görülür.
Hadisi bizzat hocadan semâ’ ve kırâat metotlarından biriyle almak amacıyla hadis talebeleri uzun yolculuklara çıkmışlardır. Böylece farklı ülkelere dağılmış sahâbîlerin bildiği hadisler kaybolmaktan kurtulmuştu.

Bu yolculuklar sayesinde hadisler ilk kaynağından alınmaktaydı. Ayrıca rihleler râviler hakkında bilgiler elde etmeyi sağlamaktaydı. Rihleler nesiller arasında güçlü bir iletişim kurulmasını ve hadislerin sonraki nesillere aktarılmasını sağlamıştı. Sahâbe döneminden itibaren başlayan hadis için yapılan yolculuklar V. (XI.) yüzyılda önemli ölçüde sona ermiştir.
Nakil döneminde kitap ve nüshaların güvenilirliği önem arzetmeye başlamıştı. Bu dönemde farklı yollarla gelen bir eserin nüshaları arasında karşılaştırma yapılarak tashih edilmekte ve müellif metnine en yakın nüsha ortaya çıkarılmaktaydı. Farklı nüshaların karşılaştırılmasının ardından eserin sonuna mukabele kaydı düşülürdü ve bu önemli ölçüde eserin güvenilirliğini belirlerdi.
Hadisler tarih boyunca değişik özellikler kazanmış ve bunlara göre adlan-dırılmışlardır. Onlarca isim almış olan hadisleri bazı ortak özelliklerine göre sınıflandırmak mümkündür.
Hadisler Hz. Peygamber’e ait oluşu kesin olanla ihtimalli olanlar şeklinde iki ana kümeye ayrılır. Bunların birinci kısmına mütevâtir ikinci kısmına haber-i vâhid denir. Hz. Peygamber’e ait oluşları ihtimalli olan haber-i vâhidler de makbûl ve merdûd kısımlarından oluşur. Birinci kısma sahîh ve hasen hadisler girer.








Alıntı
__________________
O (cc)’NA SIĞINMAK AYRICALIKTIR
Alıntı ile Cevapla