Enes bin Mâlik ten dinleyelim:
Çöl halkından Zahir adında bir adam vardı. Zahir Peygamberimize her gelişinde kendi yetiştirdiği ürünlerden hediyeler getirirdi. Şehirden çöle döneceği zaman da, Peygamber Efendimiz ihtiyacı olan şeylerle onun heybesini doldururdu. Gelen hediyelere bu şekilde karşılık verdikten sonra da şöyle buyururdu:
''Zahir bizim çölümüz, biz de onun şehriyiz.''
Peygamberimiz Zahir'i çok severdi. Halbuki Zahir hiç de güzel değildi. Fizikî olarak son derece çirkin bir adamdı.
Bir gün pazarda çölden getirdiği malları satmaya çalıştığı bir sırada Peygamber Efendimiz gitti, sessizce yaklaştı, Zahir i arkasından kucakladı ve elleriyle gözlerini kapadı.
Zahir tutanın kim olduğunu göremiyordu. Tutan kimse bıraksın diye çabalamaya başladı. Bu arada göz ucuyla arkasından tutanın Efendimiz olduğunu anlayınca sırtını Peygamberimizin göğsüne iyice dayamaya başladı.
Zahir'in bu neşeli hareketinden hoşlanan Peygamber Efendimiz yüksek sesle:
''Bu köleyi satıyorum, var mı alan?'' diye seslenmeye başladı.
Zahir boynu bükük, mahzun bir halde:
Yâ Resulallah, benim gibi değersiz bir köleye vallahi kuruş veren olmaz, deyince Peygamber Efendimiz:
''Hayır, yâ Zahir, sen Allah katında hiç de değersiz değilsin'' buyurdu.
__________________ Hay'dan gelir, Hu'ya gideriz. |