Tekil Mesaj gösterimi
Alt 07 Ağustos 2018, 01:34   Mesaj No:8

nurşen35

Medineweb Emekdarı
nurşen35 - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
Durumu:nurşen35 isimli Üye şimdilik offline konumundadır
Medine No : 38944
Üyelik T.: 09 Şubat 2014
Arkadaşları:60
Cinsiyet:Bayan
Mesaj: 9.475
Konular: 1144
Beğenildi:4423
Beğendi:3685
Takdirleri:11319
Takdir Et:
Konu Bu  Üyemize Aittir!
Standart

Ünite 8:
1938’den Günümüze Sosyal, Kültürel ve Sanatsal Değişme ve Gelişmeler
II. Dünya Savaşı Yıllarındaki Sosyal ve Kültürel
Gelişmeler
Tek parti yönetiminin sosyal ve kültürel alanda
gerçekleştirdiği politika ve yaklaşımların 1946 yılına
kadar olan kısmı ve sonrasını iki ayrı ana kategori olarak
değerlendirmek gerekir:
1. 1946 yılına kadar, halkı pek dikkate almayan, II.
Dünya Savaşı’nın doğrudan ve dolaylı etkileriyle
şekillenen uygulamalar sonucu devlet,
cumhuriyeti, ilke ve inkılapları devam ettirmek
amacıyla, halka ulaşmak, ona rejimi anlatmak
için kurduğu “Halkevleri”nde her şeyi kontrol
eden kuşkucu ve sakınmacı bir anlayışla hareket
etmiştir. 1940 yılında yapılan düzenlemeyle
inkılabın ruhuna uymayan dini içerikli yayınlar
dâhil her şey yasaklanmıştır. Bu düzenlemeye
uygun olarak 1942’de gazetelere müdahale
edilmiştir. Aynı yıl ekmek karneye bağlanmış,
yetersiz beslenmeyle ilgili olarak ortaya çıkan
çiçek, tifüs gibi salgın hastalıklar dönemin
karikatür dergilerine konu olmuştur (S: 247,
Fotoğraf 8.2). Eğitim alanında en önemli gelişme
Köy Enstitüleri’dir. İsmet İnönü himayesinde
Milli Eğitim Bakanı (Maarif Vekili) Hasan Ali
Yücel yönlendirmesiyle ve İlk Öğretim Müdürü
İsmail Hakkı Tonguç yönetiminde, % 80’ni
köylerde yaşayan nüfus yapısının gereği olarak
düşünülen “köy enstitüleri”yle hem tarımın
bilimsel yöntemlerle yapılmasını hem de
köylünün eğitilmesini amaçlıyordu (S: 246,
Fotoğraf 8.1). Köy enstitülerinin kurulmasının bir
diğer amacı da köyden kente göçün engellenmek
istenmesidir. Uygulanan tarım ve ticaretteki
politikalarla enflasyon (1938-43 arasında tüketim
malları beş kat artar) süreç içinde kırsal kesimin
hükümetten ve CHP’den uzaklaşmasının nedeni
olmuştur. Şehirler ise görece daha rahat
yaşamıştır.
2. 1946 yılından sonra ise, halkın ilgi ve beğenisini
dikkate alan uygulamalar. Savaşın sonunda
oluşturulan yeni düzende, tek parti yönetiminin
“halk için halka rağmen” halkçılığı yerine, “halk
için halkla beraber” anlayışına dönüşmüştür.
1947 kongresinde laiklik ve inkılapçılık
ilkelerinde gevşemeler oluşmuştur. Demokrat
Parti’nin 1946 yılında kurulmasında altı ay sonra
yapılan seçimlerde gösterdiği büyük başarı,
devlet politikalarında halkın yaşayışına ilişkin
uygulamaların gözden geçirilmesini zorunlu
kılmıştır. 1947 kurultayından sonra padişah
türbelerinin açılması, imam-hatip yetiştirmek için
kursların açılması ve ilahiyat fakültelerini
kurulması, diyanet mensuplarının maaşlarına zam
yapılması gibi düzenlemeler gerçekleşmiştir. Tek
parti hükümetlerinin son başbakanı Şemsettin
Günaltay döneminde demokratikleşme ve dini
konularda yeni uygulamalar görülür. İlkokul 4.
ve 5. sınıflarına din dersi açılması bu dönemin
uygulamaları arasındadır.
1945’te Milli Kalkınma Partisi ile başlayan çok partili
hayat 1946’da Türkiye Sosyalist Partisi, Sosyal Adalet
Partisi, Liberal Demokrat Parti, Çiftçi ve Köylü Partisi,
İslam Koruma Partisi, Yurt Görev Partisi, İdealist Parti,
Türk Muhafazakâr Partisi gibi çeşitli ideolojik
yaklaşımların temsilcisi partilerle fikir ve siyaset alanı
zenginleşmiştir.

Demokrat Parti Döneminde Sosyal ve Kültürel
Alanda Tartışmalar/Gelişmeler
Demokrat Parti döneminde okullarda din dersinin zorunlu
hale getirilmesine karşın, Arapçanın öğrenilmesi, yeni din
dersleri konulması ve imam hatip okullarının açılması gibi
istekler reddedilmiştir. Bu süreçte çok sayıda Atatürk
heykeli saldırısı sonucunda “Atatürk’ü Koruma Kanunu”
çıkartılmıştır. Diğer gelişmeler aşağıdaki gibi sıralanabilir;
• Ezanın yeniden Arapça okunması
• Dini dergi ve gazete yayınlarında artış ve
bazılarının kapatılması
• Diyanet İşleri Başkanlığının da katkılarıyla
komünizm aleyhtarlığı
• Halkevleri ve Köy Enstitüleri’nin solcu ve
CHP’nin denetinde olduğu gerekçesiyle
kapatılması
• Genel af ve hafta sonu tatilinin yasallaşması,
• Vaat edilmesine karşın sendikalı işçilere grev
hakkının verilmemesi ve grev girişimlerinin çok
sert biçimde bastırılması ve sendikaların
kapatılması

1960-1980 Dönemi Sosyal ve Kültürel
Tartışmalar/Gelişmeleri
1960 askeri müdahalesinden sonra, Milli Birlik Komitesi
(MBK) ve Demokrat Parti dönemi muhalefetinin esas
söylemi “dinin siyasete alet edilmemesi” olmuştur. Bunu
için Yüksek İslam Enstitüsü’nde reformlar yaparak dini
eğitimin yanında sosyoloji, iktisat, ekonomi ve medeni
hukuk derslerinin eklenmesini sağlamıştır. Kuran’ın
Türkçeleştirilmesi konusunda çalışmalar yapılmıştır.
9 Temmuz 1961’de kabul edilen yeni anayasa ile devlet
demokratik, laik sosyal bir hukuk devleti olarak kabul
edilmiştir. Kuvvetler ayrılığı ilkesiyle yasama görevi
Türkiye Büyük Millet Meclisi ve Cumhuriyet Senatosu’na
verilir. Temel hak ve hürriyetler konusunda anayasada
ayrıntılı ifadeler yer aşmıştır ve buna uygun olarak
Anayasa Mahkemesi kurulmuştur. Kanunla düzenlenmek
üzere işçilere sendikalaşma ve grev hakları verildi. Ücretli
hafta sonu ve bayram tatili hakkının yanı sıra yine ücretli
yıllık izin hakkının kanunla düzenlenmesi anayasada yer
aldı.
İkici İnönü hükümeti din eğitiminde yeniden
yapılanmalara gidilir. Suat Sabri Ürgüplü Hükümeti ise İmam Hatip Okulu mezunlarının ilkokul öğretmeni
olmalarının önünü açar. Laikliğin dini yok ettiğine ilişkin
toplantılar yapılır. Bu gelişmelerle bağlantılı olarak
1966’da Alevi partisi olarak tanımlanan “Birlik Partisi”
kurulur. Bu süreçte sol içerikli yayınlar ve çeviri yapanlar,
hükümet tarafından hapse atılmıştır. Muhalefet, hükümetin
mali ve iktisadi konularda olumsuz görünümünü
değiştirmek için “komünizm belası” yaratığı suçlamaları
yapmıştır. Dini konularda ayrıştırıcı politikalar Elbistan’da
Şii vatandaşların düzenlediği Ehlibeyt Gecesi’nde SünniŞii
çatışması yaşanır. Osmaniye’de de Kur’an yakıldığı
söylentileri üzerine olaylar çıkmıştır. Tartışma ve çatışma
ortamı içinde, bundan sonraki yaklaşımlar ve gelişmeler
aşağıdaki açıklamalı başlıklar halinde verilebilir:
1. B. Ecevit sağ-sol çatışmalarında kullanılan din
motifinin dinle bağlantılı olmadığını söyler. Ona
göre, yabancıların ekonomik çıkarları
doğrultusunda din kullanılmaktadır.
2. Cumhurbaşkanı C. Sunay, gericilerin ülkeye
hâkimiyetinin milleti geriye götüreceği, diğer
yandan aşırı solla birlikte ülke, karanlık dikta
rejimine ve ülkenin bağımsızlığının tehlikeye
gireceğini söyler.
3. Türkiye İşçi Partisi sendikalara ilişkin yankı
bulan çalışmalar yapar. Zonguldak maden
işçilerinin grevi bu ortamda yapılır ve Türkiye
İşçi Sendikaları Konfederasyonu ve hükümet
grevi kanunsuz ve komünist eylem olarak ilan
eder.
4. Grev girişimlerine polis yerine askerler müdahale
eder.
5. Öğrenciler devrimci, ülkücü ve akıncı olarak
gruplara ayrılmıştır.
6. 1970’li yıllarda endüstri, teknik ve meslek
liselerine önem verilse de, bilhassa 1978-80
yılları arası birkaç aylık eğitimlerle öğretmen
yetiştirilmesi, eğitimin gündelik-dönemlik
siyasete alet edilmiştir.
7. 24 Temmuz 1963’de yürürlüğe giren Toplu İş
Sözleşmesi, Grev, Lokavt ve Sendikalar Kanunu
1970 muhtırasıyla askıya alınır.
8. 1974 koalisyonu genel af, vergi barışı, eğitimde
fırsat eşitliği, gelir dağılımı eşitliği gibi konuları
gündemine alır. Aynı yıl 20 Temmuzda Kıbrıs
Çıkartması yapılır. Kıbrıs müdahalesinden sonra
uluslararası tecrit ekonomik durumun daha da
kötüye gitmesine neden olur.
9. Aralık 1961’den 30 Haziran 1967’ye kadar
haftalık olarak çıkan Yön Dergisi dönemin siyasi
fikir hayatını etkilemiştir.
10. Türkiye İşçi Partisi, hükümetlerin bölgecilik
yaptıklarını ve doğunun gelişmemesini dikkate
çekiyordu. Adalet Partisi ağırlıklı koalisyonlarda
141. ve 142. ceza kanunu maddelerinin
komünizm, Kürtçülük ve ırkçılık kontrol altında
tutan maddeler olduğunu savunuyordu.

1980-2000 Dönemi Sosyal ve Kültürel
Tartışmalar/Gelişmeler
1980 müdahalesinden sonra asayişin belli oranda
sağlanmış olması dahi memnuniyet yarattığı iddia edilir.
Anavatan Partisi ve sonrasındaki koalisyon hükûmetleri
toplumsal barışa vurgular yapsa da, sıkıntılar
giderilmemiştir. Ordu yönetiminin âdeta on yılda bir darbe
yapabileceği kanısı her çevrede hâkimdir. Darbeler
modern, postmodern, e-muhtıra şekillerinde de olsa bir
gelenek hâlini almıştır. Yüzyılın sonunda gerek ordu –
siyaset gerekse kurumlar arası ilişkiler gelişen görsel ve
yazılı iletişim kanalları sayesinde şeffaflaşmaya
başlamıştır. Bu ortam içinde kültür alanındaki gelişmeler
ana hatlarıyla şöyledir:
Radyo: Türkiye’nin sosyal ve kültürel yaşamını etkileyen
gelişmeler içerisinde en etkili olanı şüphesiz 1990’lı
yıllarda hızla gelişen radyo ve televizyon olayıdır. İstanbul
Radyosu 1927’de İstanbul Sirkeci’deki Büyük Postane’nin
bodrum katında yayına başlarken, Ankara Radyosu da
aynı yıl Ankara’da da Ulus’ta kurulan bir stüdyoda hizmet
girmişti. Ankara Radyosu 29 Ekim 1938’de verici ve
stüdyo imkânları ile İstanbul Radyosunu ikinci plana
itmişti. İzmir’de Belediyenin kurduğu İzmir Radyosu da
1948’de yayın hayatına başlamıştır. Radyo’nun
Türkiye’de nüfusun yarısına yakınına ulaşabilmesi 1960’lı
yıllarda olmuştur ki günlük yayın süresi 12-13 saat
civarındaydı.
Matbuat Umum Müdürlüğü, Basın Yayın Genel
Müdürlüğü gibi yapılar içinde çalışmalarını sürdüren
Radyo, 1961 Anayasası ile tarafsız ve özerk statü
kazanmıştı. 1 Mayıs 1964’te yürürlüğe giren TRT yasası
ile büyük bir atılım yapmıştır. Öyle ki bu tarihte iki
milyon olan alıcı sayısı %150 artarak 1980’de 4.5 milyona
ulaşmıştır. 1982 Anayasası’ndan sonra yeni düzenlemeler
ile yapısı geliştirilen ve bir üst kurul ile desteklenen TRT
1984’te canlı yayın yapmaya başlamış 1985’ten itibaren
bilhassa müzik programlarının canlı yayınına ağırlık
vermiştir. Bu yıllarda kanunen tek müessese olmasına
karşın özel radyo ve televizyonların da birer birer yayın
hayatına girdikleri görülmüştür. 1994 yılında radyo
sayısının 500’ü geçtiği söylenir.
Televizyon: Televizyon yazılı basından da daha etkili
biçimde toplumu etkileyen araç olmuştur. 31 Ocak
1968’de deneme yayınına başlayan TRT Televizyonu,
yayına haftada 3 gün, üçer saat olarak başladı ve 1 yıl
sonra haftada 4 güne çıktı. 1970’de İzmir Televizyonu,
ardından 1971’de İstanbul Televizyonu faaliyete geçti.
1973’de ise Türkiye Cumhuriyeti’nin 2. Cumhurbaşkanı
İsmet İnönü’nün cenaze töreni naklen yayınlandı. 20
Temmuz 1974’te başlayan Kıbrıs Barış Harekâtı’ndan tüm
Türkiye ve Avrupa TRT yayınlarıyla haberdar oldu.
Eurovision Şarkı ve Beste Yarışması’na Türkiye, ilk kez
1975’de TRT’nin organizasyonuyla girdi. Süreç içinde
TRT bünyesinde çok sayıda kanal açılmış ve uydu
aracılığı ile sadece Türkiye’de değil Orta Avrupa’dan OrtaAsya’ya kadar yayılan coğrafyada Türk kanalları
izlenebilir duruma gelmiştir.
Turgut Özal’ın Cumhurbaşkanlığı döneminde Türkiye
dışından yapılan TV yayınları başlaması önemli bir dönüm
noktası olmuştur. 1990 itibarıyla özel kanalların da
devreye girmesiyle siyaset, ekonomi (reklam) kültür
hayatında son derece etkili ve kârlı bir güç hâline gelen
televizyonculuk, gazete ve holding sahiplerinin de büyük
ilgi duyduğu bir alan oldu. 8 Temmuz 1993
düzenlemesiyle radyo ve televizyon yayınında devlet
tekeli kaldırıldı. 13 Nisan 1994 tarihinde çıkarılan 3984
sayılı yasa ile bütün yayın alanını kontrol etmek üzere
Radyo Televizyon Üst Kurulu (RTÜK) oluşturularak
sektörün çalışmalarına bir standart getirilmek amaçlandı.
Mimarlık: Mimarlık alanında dışa açılma 70’li yıllarda
başlamıştır. Ekonomik durgunluğun da bir ölçüde
zorladığı bu dışa açılma, Türkiye inşaat sektörünün Libya,
Irak vb. petrol ülkelerindeki yatırım taleplerinin
değerlendirmeleri sonunda büyük başarı ortaya koydukları
bir hizmet alanı olmuştur. Cumhuriyetin ellinci yılında 29
Ekim 1973’te açılışı yapılan Boğaziçi Köprüsü üç yıllık
inşa sürecinden sonra iki kıtayı birbirine bağlarken
köprünün proje aşamasında Türk firmalar katkı
sağlamıştır. Turizm sektörü için yapılan binalar, yurtdışı
restorasyon ve yeni binaların yapımında inşaat sektörünün
başarıları kayda değer başarılardır.
Müzecilik: Taşınmaz kültür varlıkları ile ilgili kanun 1906
tarihli Asar-ı Atika (eski eserler) nizamnamesi ile 1973
yılına kadar devam etmiştir. 1951’de Anıtlar Yüksek
Kurulu ve Taşınmaz Eski Eserler Kurulu oluşturulmuştur.
Bu kurul vasıtasıyla mimari ve tarihî anıtların koruma,
bakım ve onarım işleri düzenlenmiştir. 1935 sonrası
yapılan arkeolojik kazıların buluntuları il arkeoloji
müzelerinde sergilenmektedir. Türklerin Anadolu’daki
tarihî ve kültürel mirasın sahibi olduğunu göstermeyi
amaçlayan tarih anlayışının bir neticesi olarak eserler bu
müzelerde sergilenmektedir.
Müzik: 1960-80 arası dönemde gittikçe hızlanan köyden
kente ve özellikle büyük kentlere göçün ortaya çıkardığı
ekonomik ve sosyal sorunlarla düşünce ve entelektüel
düzey sorunlu hale gelmiştir. Müzik alanında umutsuzluğu
ve çaresizliği konu edinen arabesk müzik bu dönemde
yaygınlaşır. 70 yıllarda pop, folk, rap gibi müzik türlerinin
geniş kitleler tarafından sevilir. Arabesk müzikte Orhan
Gencebay çok önemli isim olmuştur. “Türk müziğinde
serbest çalışmalar” olarak nitelediği şarkılarından bilhassa
70’li yıllarda (Batsın bu dünya, Bir teselli ver vb.)
toplumun psikolojisini musikisi ile yansıttığı bir kabul
edilir.
Arabesk ve pop müziğin yoğun rağbet görmesi devlet
eliyle Türk Musikisi Devlet Konservatuarı gibi kurumlarla
sanat müziğinin geliştirilmesi amaçlanır. Resmî müzik
topluluklarının ilki olan İstanbul’daki Devlet Klasik Türk
Müziği Korosu Prof. Nevzad Atlığ ile Tarihçi ve
Müzikolog Yılmaz Öztuna tarafından 1975 yılında
kuruldu. Bu koro 2000’li yıllarda “Cumhurbaşkanlığı
Klasik Türk Müziği Korosu”na dönüştürülecektir.
Resim: Tek partili dönemde sanatçıları ülke insanı ve yurt
köşeleri hakkında çalışmalara özendiren resim heykel
sergileri 1939’dan itibaren gelenekselleştirilmiştir. Resmî
kuruluşlar koleksiyonlarını oluşturduğu bu sergilere Türk
sanatçıların katılımı teşvik edilmiştir. 1939’dan sonra
başlayan yurt sergileri sanatçıların ülke ile
bütünleşmelerini sağlamada katkı vermiş, eserler parti ve
halkevleri tarafından satın alınmıştır. Resim satın almak
1970’lere kadar tek başına devletin gerçekleştirdiği bir
görev gibi algılanmıştır. Bu tarihten sonra bankalar ve
büyük şirketlerin ve mali durumu belli bir düzeyin üstünde
olan kesimde koleksiyoncu olarak ortaya çıkmaya
başlamıştır. Uluslararası İstanbul Bienalleri Türk
sanatçılarının eserlerinin koleksiyonlarda yer almasında
önemli bir rol oynamıştır.
Tiyatro: 1949’da kurulan Devlet Tiyatroları Genel
Müdürlüğünün 1980’li yıllara kadar yerli yazarları teşvik
etme ve millî edebiyatı zenginleştirme yetersiz kaldığı için
eleştirilmiştir. Tiyatro alanında sahnelenen yerli eserlerin
azlığı, Devlet Operasında Belediye Tiyatroları ve Devlet
Konservatuarlarında da görülür. Tiyatroda ülkenin siyasi,
sosyal ve toplumsal gelişimine göre şekillenmiş ancak
ekonomik olarak kendi ayakları üzerinde duramamış ve
ödenek yardımına ihtiyaç duymuştur. Melih Cevdet
Anday, Cahit Atay, Orhan Asena, Refik Erduran, Recep
Bilginer, Turgut Özakman, Aziz Nesin, Tarık Buğra gibi
tarihî ve siyasi konuları, devlet-toplum ilişkileri ve
toplumsal sorunları işleyen yazarların eserlerine sıklıkla
yer verilmiştir. Tiyatro için en önemli gelişmelerden birisi
de 1982 yılında özel tiyatrolara devlet desteğinin
başlatılması olmuştur.
Sinema: Yirminci yüzyılın son çeyreğinde Türk sineması
siyasi ve toplumsal meseleler kadar seks ve komedi
tarzında ürünler vermiştir. Geniş kitlelere ulaştığı 1960-
1970’lerdeki seyirci sayısını 2000’li yıllara kadar bir daha
yakalayamadı. 1990’larda çekilen filmlerin bir kısmı mali
yetersizlik ve salon yokluğundan gösterime girme şansını
bulamamıştır. Salon sıkıntısının yanı sıra Amerika ve
Avrupa ile neredeyse aynı anda vizyona giren filmlerin
Türkiye gösterime girmesi salon sıkıntısını arttırmıştır.
2000’li yıllarda yerli sanatçıların ve firmaların filmleri de
son derece önemli izleyici sayısı ile topluma ulaşma
konusundaki sıkıntıların aşıldığını göstermektedir.
Sağlık: Türkiye’de bölgeler arası nitelikli iş gücü
dağılımının hiçbir zaman istenen seviyeye çıkmadığı
eğitim, sağlık gibi temel sektörlerin sanayileşmiş
bölgelerde yığıldığı bilinmektedir. Bu dönemde sağlık
hizmetlerinde de Sosyal Sigortalar Kurumunun yetersiz
kalması sebebiyle özel sektörle sorunun aşılması
düşünülmüş ve özel sağlık sigortası uygulamaları teşvik
edilmiştir. Bununla birlikte devletin bu sektöre sağladığı
destek ile insan gücü açısından 1980-1995 arasında
gelişmiştir. Toplam sağlık personeli sayısı %155 artarken
ağırlık pratisyen hekim ve sağlık memurlarının sayısında olmuştur. Aynı dönemde sosyal güvenlik kapsamına dâhil
edilen nüfus %130 oranında artmıştır. Bu süreçte
bölgelerarası farklılık %50 azalır. Türkiye hemen her
bölgesinde son derece modern görüntüleme cihazlarının
bulunduğu sağlık merkezleri ile hemen her şehirde açılmış
olan üniversitelerin hastaneleriyle vatandaşa sağlık
hizmeti götürme standardını giderek yükseltmektedir.
Tarım ve Sanayi: Cumhuriyetin başlarında nüfusun
%75’inin tarım alanında çalıştığı ve ihracatın %85’inin
tarımsal üründen oluştuğu durumdan, sanayi ve hizmet
sektörlerinin devamlı büyümesiyle gayrisafi millî hâsıla
içinde tarıma bağlı pay 1960’larda %38, 1990’larda %14
kadar gerilemiştir. Türkiye’de imalat sanayi ülke
genelinde küçük ölçekli olmuştur. 25 kişiden az çalışanı
olan iş yeri sayısı toplamın %95’ini oluştururken sağladığı
katma değer toplamın %13’ünü geçememektedir. Büyük iş
yerleri %87’lik bir katkı sağlamaktadır. Sanayi alanında
önceliği kimya, makine, gıda ve dokuma, giyim, ayakkabı,
deri üretimi sektörleri almaktadır. Dönemin öne çıkan
özelliği devletin küçültülmesi ve başta imalat sanayi
olmak üzere ekonomik hayattaki yerinin azaltılması
olmuştur. Anılan 90’lı yıllar ihracatında sanayi mallarının
yeri hızla artmasına karşın ürün kalemlerinde gereken
çeşitliliğin sağlanamadığı eleştirileri yapılmaktadır.
Teknolojik Araştırma Geliştirme: Yirminci ve yirmi
birinci yüzyılda gelişmenin en önemli göstergesi bilim ve
teknoloji alanındaki yeniliklerle rekabet gücünü
geliştirmek olmuştur. Bilgi üretimi en yüksek istihdam ve
katma değer artışı sağlayan sektördür. Ancak Osmanlı son
döneminden itibaren devam eden ithal-ikameci anlayış
dolayısıyla Türkiye ekonomisi bu sahaya kaynak ayırmak
ve önem vermek gibi bir yaklaşıma ancak yüzyılın
sonlarında ulaşabilecektir. OECD ülkeleri arasında
sonuncu olan Türkiye’nin 1990 itibarıyla Ar-Ge
harcamalarının gayrisafi millî hâsılaya oranının
uluslararası sıralamada ölçeğin alt sınırına gelememiş
olması dikkat çekicidir. Son on yılda bölgede araştırmageliştirme
faaliyetlerine en çok bütçe ayıran devlet hâline
gelen Türkiye’nin bu sahadaki öncü kurumu TÜBİTAK
olmuştur.
Dünyanın gelişmiş ülkelerinde Ar-Ge harcamalarında özel
sektörün %70, kamunun %30 payı vardır. Özel ve kamu
sektörü dengesinin Türkiye’de tam tersidir.
İnternetin yaygınlaşması: 20. yüzyılın ikinci yarısı
bilgisayarların insan hayatına girdiği ve her geçen gün
etkin hâle geldiği bir döneme işaret etmektedir.
Bilgisayarların gelişmesine paralel olarak internet ile
haberleşme sistemleri dünyanın her yerinde olan bitenden
insanların bilgi sahibi olmasına imkân sağlamaktadır. Bu
yöntem kamuoyu oluşturmak ve kitleleri mobilize etmek
için de kullanılabilmektedir. Türk Dil Kurumunun Genel
Ağ olarak tanımladığı internete Türkiye 1993 yılında
bağlanmıştır. Üniversiteler de TÜBİTAK’a bağlı bir
teknoloji birimi olan Ulusal Akademik Ağ ve Bilgi
Merkezi (ULAKBİM) üzerinden uluslararası bilgi
kaynaklarına ulaşmaktadırlar.
1980’de yaklaşık 45 milyon olan ülke nüfusunun 75
milyona ulaştığı günümüzde dünya ortalamalarına göre
hızla artan temel ihtiyaçların planlı bir şekilde
karşılanamamasından doğan sosyal, ekonomik, kültürel ve
politik sorunların en üst düzeye ulaştığı bir dönemi
kapsamaktadır. Hemen her iktidar döneminde ağırlıklı
olarak yeni kadrolar açılarak devlet memuru sayısını
ihtiyacın birkaç misline çıkarılmasına karşın yeterli iş
sahaları ve üretim sektörüne yeterli kaynak ve eleman
aktaramamaktan kaynaklanan sıkıntılar kitleleri
ümitsizliğe sevk edecek boyutlara erişmiştir.
Üniversite sayısının her ile en az bir tane olacak şekilde
çoğaltılması öğretim elemanı eksikliğinin giderilememesi
yüksek eğitim kurumlarının ve YÖK’ün yeniden
yapılandırılması ihtiyacını ortaya çıkardı. 2000’li yılların
kaderini bu konuda yapılacak çalışmaların başarısı
belirleyecektir. Türkiye son dönemde izlediği siyaset ile
tarihî, kültürel ve dinî bağları bulunan coğrafyadaki
ülkelerle yakınlaştı. Bu yakınlaşmanın ortaya çıkardığı
ihtiyaçları karşılayacak donanıma sahip kadroların
oluşturulmasında önceki yılların ihmali giderilmeye
çalışılmaktadır.
__________________
O (cc)’NA SIĞINMAK AYRICALIKTIR
Alıntı ile Cevapla