D.Kur’ân’a hareke ve nokta konulması
Arap yazısı İslâm’dan önce oldukça basit bir halde bulunuyordu. Ancak İslâm’dan sonra bu yazı gelişmeye ve yayılmaya başladı. Müslümanların Medine’ye hicret etmelerinin ardından geniş bir okuma yazma faaliyetinin başlaması neticesi yazı, yaygınlaşmış olmakla birlikte, henüz mükemmel bir hale gelmiş değildi.
Sahâbiler Arapça’nın ana dilleri olmasından dolayı nokta ver harekesiz olan yazıyı hatasız okuyordu. Arap olmayan unsurların İslâm’a girmeleri ve bunların Arapça bilmemeleri sebebiyle, Kur’ân’ı yanlış okuma hâdiselerine sık sık rastlanır olmuştu.
Noktasız ve harekesiz olmasından dolayı
Kur’ân’ı bu yanlışlardan korumak gerekiyordu. Bunun için okumayı kolaylaştıracak ve sağlıklı kılacak hareke ve nokta gibi bazı işaretleri kullanmak gerekiyordu.
Bunu ilk düşünen Basra valisidir
Vali dönemin büyük dilbilimcisini (ed-Düeli) çağırarak bir sistem geliştirmesini söyler. Oda valinin göndermiş olduğu kâtipler arasından bir kâtip seçer. Ed-Düeli’nin Kur’ân âyetlerini yavaş yavaş okuması esnasında kâtip elinde bulunan yazılı nüshaya i’râbı (harekeyi) gösterecek işaretler koymasından ibarettir.
Harekeler için mürekkebin renginden farklı bir renk kullanılmıştır.
Fetha için üste, kesre için alta ve ötre için ortaya bir nokta.
Arap olmayan unsurlar için harfleri birbirinden ayırmakta zordu.
Bunu ilk farkeden Irak valisidir
Vali ya Nasr b. Âsım ya da Yahya b. Ya’mer’den önlem almasını istemişti. Harfleri birbirinden ayırmak için yine noktalara başvurulmuştu. (= i’câb) Harekelemede kullanılan renkten farklı olan mürekkep tercih edilmiştir, ama metinle aynı renk.
Büyük lügat âlimi, Halil b. Ahmed bügün bildiğimiz sistemi geliştirerek, Kur’ân’ın harekelenmesi ve noktalanması işine son şeklini vermiştir.
(detaylı bilgi sayfa 109)
E.Kur’ân metninin tertibi
Kur’ân vahyedildiği andan itibaren bir tertibe tâbi tutulmuştu.
Hz. Peygamber (sav) vahiy kâtiplerine yazdıkları vahyin hangi sıraya konulacağını söylüyordu.
Hz. Peygamber bizzat kendisi de her sene Ramazan ayında gelen bir yıllık vahiy metnini Cebrâil’e arz ediyordu.
Arza-i âhire = vahyin bitimindeki iki mukabele (Hz. Peygamber ve Cebrâil)
1.Âyet
(a).Genel bilgiler
Sözlükte “herhangi bir şeyin varlığını gösteren alâmet”anlamına gelir. “Açık işaret,” “delil” , “ibret”, “ mucize” gibi anlamlara da gelir.
Mutlak anlamda 2 kısma ayrılır: Fiilî ve kavlî âyetler
Fiilî:
Sadece âlimlerin farkına varabileceği tabiat kanunlarında mevcut olan âyetler.
Güneş ve ay tutulması, gök gürlemesi gibi herkesin müşahede edebileceği âyetler.
Mûcizeler gibi olağanüstü âyetler şeklinde üç kısma ayırmaktır.
Kavlî:
Peygamberlere indirilen ilâhî kitapların hepsi bu tür âyetleri içermektedir. Bunlar fiilî âyetlere işaret eder ve insanlar tarafından kolaylıkla anlaşılmaları için gerekli açıklamaları ihtiva ederler. Bu kısma giren âyetlere “teşriî”, “tenzîlî” ve “vahyî” ayetler denmektedir.
(b).Âyetlerin tertibi
Kaynakların verdiği bilgiye göre İslâm âlimleri, âyetlerin Kur’ân’daki tertibinin tevkîfî olduğu hususunda ittifak etmişlerdir.
Âyetlerin sıralanmasının ve sûre başlarına besmelenin konulmasının Hz. Peygamber’in emriyle olduğunu ifade etmek gerekmektedir. Bu konuda Müslümanlar arasında bir ihtilaf yoktur.
İslâm bilginleri, âyetlerin Kur’ân’daki sıralanışının Mushaflarda gördüğümüz tarzda olduğu hususunda görüş birliği içindedirler. Kur’ân’ların tertibinde herhangi bir farklılık söz konusu değildir.
Cebrâil (as) vahiy getirdikçe her âyetin yerini de Resûlullah efendimize bildirmiştir.
Hz. Peygamber Kur’ân’ı yazdırdığı tertibe göre ashaba okumuş ve her senenin sonunda Cebrâil’e aynı tertiple arz etmiştir.
Yani Kur’ân herhangi bir değişikliğe uğramadan günümüze kadar gelmiştir.
2.Sûre
(a.) Genel bilgiler
Sûre kelimesi sözlükte, “yüksek makam” , “ üstün derece”, “şan”, “ şeref”, “binanın kısım veya katları” anlamına gelir. Çoğulu “süver” dir.
Istılahta ise “âyetlerden meydana gelen başı ve sonu bulunan müstakil Kur’ân bölümü” demektir.
Sûreler isimlerini, kıssalarda geçen şahıslardan yahut konu edindikleri topluluklardan veya ilk kelimesinden almaktadırlar. Bazı sûrelere birden fazla isim verilmiştir.
Kur’ân sûrelerine verilen isimlerin tevkîfî olduğunu söylemek daha isabetli olur. Çünkü eğer ictihâdî olduğunu kabul ettiğimizde, bu olgunun hâlâ devam ettiğini düşünürsek, her müfessire sûrelere isim koyma şansını tanımış oluruz.
Âyet sayısı bakımından tasnif:
Tuvel = âyet sayısı 100 den fazla olan sûreler
Miûn = âyetlerin yüz dolayında veya biraz geçenler
Mesânî = yüzün altında bulunanlar
Mufassal = kısa ve besmeleli fasılaları çok olan sûreler
Mekkî ve Medenî âyetler:
Bilginlerin bir kısmı mekânı bir kısmıda zamanı/hicreti bir kısmıda hitâbı esas almıştır.
Mekânı esas alanlar: Mekke ve çevresinde inen âyetler = Mekkî, Medine ve çevresinde inenler = Medenî
Zamanı esas alanlar: Hicretten önce inen âyetler = Mekkî, hicretten sonra inen âyetler = Medenî
Ama hicretten sonra Mekke’nin fethiyle o mekânda inenler bu taksime göre Medenî olarak tellakki edilmektedir.
Hitabı esas alanlar: Mekke ehlini konu edinenlere Mekkî, Medine ehlini konu edinenlere de Medenî demektedirler
→ En çok tercih edilen yaklaşım, zamanı esas alanların görüşüdür.
(b.) Sûrelerin tertibi
İslâm âlimleri sûrelerin Kur’ân’daki sıralanışı konusunda görüş birliği içinde değillerdir. Görüşleri 3 grupta toplamak mümkündür:
Sûrelerin tertibi içtihâdîdir. Bu gruptaki âlimlerin başında İmam Mâlik (ö. 179/795) gelmektedir. Ona göre sahâbîler, Hz. Peygamber’den işittikleri Kur’ân’ı kendi içtihadları doğrultusunda tertip etmişlerdir. Aynı görüşte olan el-Bâkillânî (ö. 403/1012) de Mushaflardaki tertibin sahâbe içtihadına dayandığını ifade etmektedir.
Ebu’l-Huseyn Ahmed b. Fâris’in görüşü: Kur’ân için 2 tertip söz konusudur.
Birisi sûrelerin tertibidir. Bu tertip sahâbenin yapmış olduğu bir tertiptir.
İkinciside âyetlerin bir kısmının diğerine eklenmesi, bir kıssanın diğer bir kıssayı takip etmesidir ki Cebrâil bunu Allah’tan aldığı emir üzerine Resûlullah (sav)’a tebliğ etmiş, o da bu emri yerine getirmiştir.
→ Eğer sûrelerin tertibi tefkîfî olsaydı, Hz. Ebû Bekr’in cem ettirdiği ve Hz. Osman’ın çoğalltırdığı Kur’ân arasında herhangi bir farklılık olmazdı. Veya da hususi Mushaf yazan sahâbîler sûre sıralamasını kendi içtihadleri doğrultusunda yapamazlardı.
Sûrelerin tertibi tevfîkîdir. Bu görüşte olan âlimlerden biri İbnu’l Enbârî (ö. 328/940)’dir. Ona göre sûreler genellikle meydana gelen bir hâdise, âyetler de soru soranlara cevap vermek üzere nâzil oluyordu. Cebrâil vahiy getirdiği zaman Hz. Peygamber’e her sûrenin yerini bildirirdi. Sûrelerin tertibi de, âyet ve harflerin tertibi gibiydi.
Kısmen tevfîkî kısmen de içtihadîdir. Kur’ân’daki bir kısım sûrelerin tertibi bizzat Hz. Peygamber tarafından yapılmış, bir kısmı da ümmete bırakılmıştır.
__________________ O (cc)’NA SIĞINMAK AYRICALIKTIR |