Kur’an, insanın her iki âlemde de başına gelebilecek olumsuzluklara karşın bir rehber vazifesindedir. Okurken verdiği özgüven, bazen korku, bazen sevgi, bazen ümit… vb. insanın ruhunda tohumlar ekmekte, böylelikle çeşit çeşit çiçeklerin yetişmesine vesile oldu gibi gönül toprağında istenmeyen ayrık otlarının temizlenmesinde de yön gösterici olmaktadır. Asr-ı saadetin muhteşem insanları olan sahabeler Kur’an’ın bu özelliğinden faydalanmak için onu dura dura, özümseye özümseye okurlardı. O dönem içinde zaten bölüm bölüm nüzul olan Kur’an’ın, okudukları birkaç ayet-i kerimesini hayatlarına tatbik etmeden diğer ayetlerine geçmek istemezlerdi. Bu hayata tatbik ediş de öyle ayları, yılları almazdı elbette. Tarih kitaplarında anlatıldığına göre “İçki içmeyin” emri geldikten sonra şehrin sokaklarının fıçılardan dökülen şaraplara nasıl bulandığını hatırlayın! Oku ve hemen itaat et… Onların, o altın çağın insanlarının kimliği, kişiliği ve kalitesi buydu; “İşittik ve itaat ettik!”
Şimdi ise bu kimlikten, kişilikten uzak oluşumuz elbette ruhî ve bedenî kalitemizi de etkiliyor. Dağların, eğer ki üzerlerine inse paramparça dağılacağı Rabbimizin kitabı bizim evimizde, elimizde ama değil ezile büzüle, gözyaşlarıyla ümit ve korku arasında titreye titreye okumak şöyle bir kapağını dahi kaldırıp bakmıyoruz çoğu zaman.
__________________
~~~ Bilmediklerimi Ayaklarımın Altına Alsam Başım Göğe Ererdi ✒~ |