Birbirlerine hep çözüm olan, hep kolaylaştıran, hep ferahlatan, hep özgürleştiren, yaralamayan, onaran, mutlu eden taraf olmayı bilmişlerdi. Başka bir şey bilmeye gerek var mıydı ki? Hem de dile getirmeye bile gerek kalmadan. Bu yüzdendi birbirlerine olan müptelalıkları belki de. Aşk denen şey böyle olmalıydı.
Sızlatmadan, söyletmeden, dertlendirmeden sunabilmekti.
Ağlatan, üzen, sıkıntı veren, bunaltan, emreden, sıkboğaz eden, yasaklayan, yargılayan, sorgulayan, şekillendirmeye çalışan olmamışlardı çünkü. Birbirlerini oldukları gibi kabul etmişlerdi. Yüz yüze bir ömürdü geçen. Hem de tam kırk dört yıl. Bu yüzden kısacık gelmişti zaman. Su gibi akmıştı. Dün ile bugün kadardı her şey. “Gün olur asra bedel” değil miydi ötekisi zaten?
Zamana anlam yükleyen insandı çünkü. İnsana da bu bilgeliği veren sadece yaşanmışlıklardı.
__________________
~~~ Bilmediklerimi Ayaklarımın Altına Alsam Başım Göğe Ererdi ✒~ |