Konu Başlıkları: Esma-ül Hüsna/ Medineweb
Tekil Mesaj gösterimi
Alt 09 Kasım 2008, 20:30   Mesaj No:47

seydanur

Medineweb Üyesi
Avatar Otomotik
Durumu:seydanur isimli Üye şimdilik offline konumundadır
Medine No : 4172
Üyelik T.: 29 Eylül 2008
Arkadaşları:0
Cinsiyet:
Mesaj: 74
Konular: 17
Beğenildi:1
Beğendi:0
Takdirleri:10
Takdir Et:
Standart Cvp: Esma-ül Hüsna

Esma-ül Hüsna

El -Vehhab
"Kullarına karşılıksız ihsan eden."

"İhsanları ve bağışları bol ve devamlı olan."

"İstihkakı olmayan kuluna da ihsan eden."

“Yoksa, Azîz, Vehhab olan Rabbinin hazineleri onların yanında mıdır?” [Sâd: 38/9.]

İşçilere verilen ikramiye, 'hibe' değildir. Daha verimli çalışmalarıiçin bir nevî teşviktir, yani karşılığı beklenen bir yardımdır.

ALLAH'ın bütün ihsan ve yardımları hep 'hibe' yoluyladır. Bunların hiçbiri çalışmakla elde edilecek gibi değildir.

Meselâ, yok olan bir şeyin varlık sahasına çıkarılması Vehhâb isminintecellisiyledir. O şey, yokluk âleminde çalışarak var olmaya hakkazanmış değildir.

Keza, hayvanlar da bitki âleminde güzel işler başararak hayvanlık mertebesine terakki etmiş değillerdir.

İnsanların insan olmaları da en büyük bir ihsandır. Vehhâb isminin en güzel ve en büyük bir tecellisidir.

Organ nakli için harcanan paraları şöyle bir düşünelim, sonra en fakirbir insana da göz, kalp, böbrek, el, ayak takıldığını hatırlayalım.Daha sonra, diğer hayvanların gözlerini, kalplerini, beyinlerini vesair organlarını göz önüne alalım...

Bu canlılardan hiçbirinin bu organların gerçek sahibi olmadıklarınıanlayacak ve hepsinin ilâhî bir ihsan ve hibe olduğunu açıkçagöreceğiz.

Nur Külliyatından konuyla ilgili bir hikmet dersi:

"Şu meşhud saltanatı insaniyet ve terakkiyatı beşeriye ve kemâlât-ımedeniyet; celb ile değil, galebe ile değil, cidal ile değil, belki onaonun zaafı için teshir edilmiş, onun aczi için ona muavenet edilmiş,onun fakrı için ona ihsan edilmiş, onun cehli için ona ilham edilmiş,onun ihtiyacı için ona ikram edilmiş. " [Sözler.]

Kula yaraşan, ruhundan organlarına, dağlardan bulutlara, güneşlerdenyıldızlara kadar her şeyi ona karşılıksız bağışlayan.ve her şeyi onunhizmetine veren O Vehhâb'a sonsuz bir şükür ve minnettarlık duymak vebu kadar ihsana, gereğince teşekkür edememenin ezikliğini vemahcubiyetini iç âleminde tam hissetmektir.

Vehhâb isminden bir tecelli nasibi alan insan, başkalarına karşılıksıziyilik ve ihsanda bulunur. İbadetlerini geçmiş nimetlere şükür içinyapar ve Cennete girme hususunda Vehhâb isminin tecellisini umar vebekler.

ER-REZZÂK

“Maddî ve manevî her türlü rızkı ve bu rızıklara muhtaçları yaratan.”

"Canlıların rızkını dilediği şekilde veren."

"Hiç şüphesiz, ALLAH Rezzak'tır; O, kuvvet sahibi, Metin'dir." [Zâriyât: 51/58.]

İnsan denilince, ruh ve beden birlikte düşünüldüğü gibi, rızıkdenilince de hem maddî, hem de manevî azıklar hatırlanmalıdır. Bununlabirlikte, genellikle, rızık denildiğinde, öncelikle, bedenin ihtiyacınıkarşılayan, ona güç ve kuvvet kazandıran maddî nimetler hatıra gelir.

Bu nimetlerin her biri bir mucizedir. Topraktan insan yaratan ALLAH,aynı topraktan insanın rızkını da yaratmıştır. Tek başına ne toprak, nesu, ne ışık, ne de hava insanın karnını doyururlar. Bunlar, ilâhî birterbiyeden geçerek 'rızık' haline gelirler.

Rızkımız, bütün bîr kâinatın bir fabrika gibi çalışmasıyla yaratılıyor.Bir tek faktör noksan olsa, rızka kavuşamıyoruz. Öyle ise yediğimiz birmeyvenin arkasında bütün bir kâinatı görüp, şükrümüzü ona göre yapmakdurumundayız.

"Hayr-ı mahz olan vücudu sana giydiren Hâlık-ı Zûlcelâl, sana iştihalıbir mide verdiğinden Rezzak ismiyle bütün mat'umatı bir sofra-i nimetiçinde senin önüne koymuştur. Sonra sana hassasiyetli bir hayatverdiğinden, o hayat dahi bir mide gibi rızık ister. Göz, kulak gibibütün duyguların, eller gibidir ki, rûy-i zemin kadar geniş bir sofra-inimeti, o ellerin önüne koymuştur." [Sözler.]

Demek ki, rızık denilince sadece yiyecek maddelerini hatırlamak eksikkalıyor. Midesi tok fakat gözü kör bir insan da bir yönüyle açdemektir. O halde güneş de göze rızık oluyor. Buna göre, insanoğluakşama kadar neye baksa, ağzından giren lokma misali, o şeyin görüntüsügözünde teşekkül etmekte ve ona rızık olmaktadır.

Aynı şekilde işittiği sesler de kulağının rızkı; kokular da burnuna rızık.

Manevî rızık denilince, öncelikle, ruh ve kaibi rahat ettirerek huzura kavuşturan şeyler hatıra gelir.

Aklın rızkı, nimetin kendisi değil, onu tefekkür etmektir.

Kalbin rızkı, çiçeğin rengi ve kokusu değil onu sevmek, onda tecellieden ilâhî isimleri sevmek ve o isimlerin sahibi olan ALLAH'ısevmektir.

Rezzak ismi bize maddî ve manevî nice rızıklara muhtaç bir kulolduğumuzu hatırlatır. Elementleri rızık haline getirerek bizimfaydamıza sunan ve manevî ihtiyaçlarımızı da en güzel şekilde yerinegetiren Rabbimizin o sonsuz rahmetine karşı kalbimizi hamd, şükür veminnettarlıkla doldurur.


EL-FETTÂH

"Rahmet ve rızık kapılarını açan."

"Zorlukları kolaylaştıran."

"Hidayetiyle kalplere iman ve marifet kapılarını açan."

"Eğer o ülkeler halkı inansalardı ve korkup sakınsalardı, gerçektenüzerlerine hem gökten, hem yerden (sayısız) bolluklar (bereketler)açardık; ancak onlar yalanladılar, biz de onları kazandıkları nedeniyleyakalayıverdik." [A'râf: 7/96.]

Bir milyondan fazla hayvan türü ve ondan daha fazla bitki türü olduğunubiliyoruz. Bu türlere giren fertlerin sayısını bilmek ise ancak ALLAH'amahsus.

Sonsuz denecek kadar çok olan bu fertlerin bütün planları, nutfelerde,yumurtalarda yahut çekirdeklerde ilâhî ilim ve hikmetle yazılmış.

İşte bu noktaların kitap haline gelmesi, bu planlardan yapılarkurulması Fettâh isminin tecellisiyle başlar. Canlılar âlemine bunazarla bakabilsek ve onları, dünkü planların canlanmış ve büyümüşhalleri olarak değerlendirebilsek, Fettâh isminin sonsuz tecellilerinibir derece görür ve hayran oluruz.

Fettâh isminin bir başka sahası da manevîdir. Kalplerden gafletperdesinin kaldırılması ve o kalplerin iman ve hidayete açılması Fettâhisminin en muhteşem, en bereketli ve en kıymetli tecellisidir.

Gözü açılan bir insanın bir anda semalara çıkması, dağlarda dolaşması,denizleri kucaklaması gibi, kalbinden gaflet perdesi kalkan bir insanda ilâhî isimlere ve bu isimlerin kaynağı olan ilâhî sıfatlara muhatapolur.

İmam Gazâlî Hazretleri de fethin hem maddî hem de manevî yönübulunduğuna işaret ederek, maddî fetih için, "Biz, (Hudeybiyeanlaşmasıyla) sana gerçekten bîr fetih (yolunu) açtık"[Fetih: 48/1.]âyet-i kerîmesini; manevî fetih için ise, "ALLAH'ın insanlara açacağırahmeti durduracak yoktur" [Fâtır: 35/2.] âyet-i kerîmesini misalgösterir.

Manevî fethin çok önemli bir yönü de Nur Külliyatında şöyle nazara verilir:

"Kâinatın miftahı, anahtarı insanın elindedir. Âlemin kapıları açık isede manen kapalıdır. Cenâb-ı Hak bütün o kapıları ve kenz-i mahfîyi açan'ene' namında bir miftahı insanın eline vermiştir." [Mesnevi-i Nuriye]

Buna göre, insan ruhu Fettâh isminin en büyük tecellisine mazhardır. Oruha konulan ene, yani benlik, bir anahtar vazifesi görüyor. ALLAH, buanahtarı kullanmasını bilen kullarına nice fennî keşiflerin yolunuaçtığı gibi, esmâ-i ilâhiyenin hazinelerini de açıyor. ('Kenz-imahfi'nin çoğulu 'künuz-u mahfiyye'dir ve ‘esmâ-i ilâhiye' mânâsınakullanılır.)

İnsan kendi ruhuna takılan ilim, irade, kudret gibi sıfatların herbirini bir anahtar yaparak, kıyas yoluyla, ilâhî isimlere ve sıfatlaraulaşır.
Nur Külliyatından 'Otuzuncu Söz'de tafsilatıyla işlenen bu konudan, sadece bir bölüm nakledeceğim:

"Daire-i mülkünde mevhum rububiyetiyle, daire-i mümkinatta Halikınınrububiyetini anlar ve zahir mâlikiyetiyle. Halikının hakikîmâlikiyetini fehmeder ve "Bu haneye mâlik olduğum gibi, Hâlık da şukâinatın mâlikidir." der ve cüz'î ilmiyle O'nun ilmini fehmeder vekesbî sanatçığıyla o Sâni'-i Zülcelâl'in ibda-i sanatını anlar. Meselâ:'Ben şu evi nasıl yaptım ve tanzim ettim. Öyle de şu dünya hanesinibirisi yapmış ve tanzim etmiş' der."

EL-ALÎM

"Ezelî ilmiyle, büyük-küçük, mümkün-muhal, gizli-aşikâr her şeyi bilen."

"İlmi, yaratılmış ve yaratılmamış her şeyi birlikte ihata eden (kaplayan, içine alan)."

"Doğu da ALLAH'ındır, batı da. Her nereye dönerseniz ALLAH'ın vechi(kıblesi) orasıdır. Şüphesiz ki ALLAH, Vâsi'dir (rahmeti ve kudretigenişdir), Alîm'dir." [Bakara: 2/115.]

ALLAH'ın zâtı hiçbir mahlukuna benzemediği gibi ilmi de mahluk ilminebenzemez. Ezelî ilim ancak O'nundur ve O'na mahsustur. Olmuş ve olacakher şey O'nun ilminde daima hazırdır.

Evveli ve âhiri olan ve her şeyi sonradan öğrenen insanoğlu, bu dar,kısıtlı ve sınırlı ilmiyle, ALLAH'ın ezelî ilminin varlığını bilse dehakikatini bilemez.

İnsanın, iradesi gibi düşünmesi ve hatırlaması da cüzidir. Bir anda ikişey düşünemez ve hatırlayamaz. ALLAH'ın ilmi ise küllidir, 'her şeyibirlikte bilir'; mutlaktır, 'hiçbir kayıt altına girmez' ve muhittir,'her şeyi içine alır, ihata eder.'

Bu hakikat, Nur Külliyatında 'güneş' misaliyle çok güzel açıklanır.Güneşin ziyası hangi sahaları kaplıyorsa, o sahadaki bütün varlıklarıbirlikte görür, hepsini beraber bilir ve her biriyle aynı anda beraberilgilenir. Burada sıraya koyma sözkonusu değildir. Güneşi şuurlu farzetsek ve ziyasına ilim desek, güneş bütün çiçekleri, ağaçları,yaprakları, otları, karıncaları, insanları ve daha nice varlıkları biranda ve beraber bilir. Onun bilmesinde az-çok, büyük-küçük fark etmez.

Yine Nur Külliyatında ilim konusunda enteresan bir ifade yer alır: 'Fiilen bilmek'.

"Yaratan bilmez olur mu? O, Latîf ve Habîr'dir." [Mülk: 67/14.] âyet-i kerîmesi, bu 'fiilen bilme'yi ders veriyor.

Bir misal: Selimiye camiinin mimarî özelliklerini biz de biliriz. MimarSinan da. Ama, onun bilmesi fiilîdir. O, Selimiye'nin minareleriniyapar kubbesini çatarken, ilmiyle kudreti birlikte çalışmıştır. Bizimaynı şeyleri bilmemiz ise bundan çok farklıdır. Bizimkinde, yapılmışolanı sonradan öğrenme sözkonusudur.

Her şeyi bilerek ve hikmetle yaratan ALLAH'ın, eşya hakkındaki ilmi 'fiilî bir ilimdir,' mahlukatın ilmine benzemez.

İnsan kendisine ihsan edilen o cüz'î ilmiyle ALLAH'ın Alîm isminitanır. Her şeyin ilimle vücut bulduğunu, hikmetli ve mânâlıyaratıldığını anlar. Bir hayvan, kendi iç organlarından bile haberdardeğilken, insanın bu kadar geniş bîr sahada ilmiyle dolaşması, onuniçin büyük bir şereftir. Arzın halifesi olan insan, kendini okuduğugibi, kendini okumaktan aciz mahlukları da okumakla vazifelidir.

Hadis-i şerifte, "bir saat tefekkürün bin yıl nafile ibadetten hayırlı"olduğu haber verilerek, ilmin bu ulvî şerefi nazarımıza sunu*sansürlükelimelur. Bu şerefi hiçe sayarcasına, akıllarını sadece dünyamenfaatlerini temin ve nefsin arzularını tatmin için sarf eden insanlarne kadar zarardadırlar!?...

Alıntı ile Cevapla