Sad b. Ebi Vakkas:
- Ben bu duaya âmin diyemedim. Ama Abdullah b. Cahş beni eliyle şöyle bir itti.
“Hani seninle anlaşmıştık, niçin âmin demiyorsun?” diyerek zorla bana âmin dedirtti, diyor.
Hz. Peygamber (s.a.s.), Uhud’da düşmanla çarpışmakta olan yiğitlerini bir grup sahabeyle beraber seyretmektedir.
Sahabelerden biri der ki:
- Ya Rasulallah! Şu askeri görüyor musun ne yiğitçe savaşıyor! O senin halanın oğlu Abdullah’tır, der.
Allah Rasulü (s.a.s.):
- İnşallah o cennetliktir, der.
Bir de öbür tarafa bakarlar ve başka bir sahabe de:
- Şu da Haris’in oğlu Kuzman’dır. Dokuz kâfiri yere sermiş ve yaralı bir şekilde hâlâ çarpışmaktadır. Bu da ne yiğitçe çarpışmaktadır ey Allah’ın Rasulü, der.
Ama Rasulüllah (s.a.s.)’ın yüzünün rengi değişir, kaşlarını çatar:
- O cehennemliktir, der.
Sahabeler birden bu söz üzerine şok olurlar. Bu sözün manasını anlamazlar. Sahabelerden biri savaş sonunda yaralı olan Kuzman’ın yanına varır:
- Ey Kuzman! Müjdeler olsun sana Allah ve Rasulü için bu meydanda kılıç salladın, ne mutlu sana eğer ölürsen cennetliksin, der.
Ama Kuzman, o ana kadar içinde sakladığı niyeti açığa vurur:
- Ey İbn Katade, beni buraya getiren ne Allah’ın dini ne de Muhammed’in şerefiydi, beni buraya getiren Medine’nin hurmalıklarıydı. Ben buraya Medine’nin hurmalıklarını savunmak için geldim, der.
Sonunda çektiği acılara dayanamaz. Bir ok alıp kalbine saplar ve oracıkta ölür. İbn Katade koşup Rasulüllah’ın yanına gelerek olayı anlatır. Sahabeler o zaman Peygamberimizin sözünün anlamını idrak ederler. (Buhârî, Cihad, 77; İbn Hişam, Sire, III, 93, 94
|