Buna etraflıca işaret eden Fahrüddin er-Razî işaret ederek şöyle der: Buna göre eğer ‘Allahu Tealâ ‘men fi's-emavat/gökteki kimseler' demeyip de, niçin “ma fi's-semavat/gök*teki şeyler” demiştir?' denilirse, biz deriz ki: Maksat, kendisi dışında kalan şeylerin yaratılmış olma bakımından O'na nisbet edilmesi olup, kendisi dışın*da kalan varlıklar içinde de akıllı olmayan varlıklar çoğunluğu teşkil edince, Allahu Teala, çoğunluğu hepsinin yerine koyarak, bunları ‘ma/şey, şeyler....' lafzıyla beyan buyurmuştur. Yine bu şeyler Allah'a, O'nun birer mahlûku ol*ması bakımından isnad edilmişlerdir. Bunlar, O'nun birer mahluku olması ba*kımından (müessir) akıl sahibi değildirler. Binaenaleyh Allahu Teala bu nisbetin kendisine yapılmasından maksadın, işte bu cihetten bir nisbet olduğuna dik*kat çekmek için ‘ma' lâfzını getirmiştir.[4]
Bize şöyle bir itiraz gelebilir. Siz bundan önceki makalelerinizden birisinde varlığın şuur ve bilinç sahibi olduklarını hayata malik olduklarını ifade etmiştiniz. Dolayısıyla bu sizin dediğinizle çatışmıyor mu? Biz görüşümüzde sabitiz ve bu cevabı yerli yerince ve doğru olarak görmüyoruz. Gerçi şöyle diyerek işin içinde sıyrılabiliriz. Biri kelam ve tefsir sahasıyla ilgili bir sonuç, diğeri ise Arap dili ve grameri ile ilgili bir kabuldür. Malumdur ki bilim dallarında farklı kabuller olabilir. Arap dili ve grameri şuur ve bilincin kendilerinden belirgin olduğu insan ve benzeri şeyler için ‘men/kimse' ismi mevsulünü taş, ağaç, yaprak, dağ gibi bilinç ve aklın kendilerinde insana nazaran pek de belirgin olmadığı şeyler için ‘ma/şey' ism-i mevsulünu kullanmaktadır. Yoksa Arap dili bunlar kesinlikle akıl ve şuurdan yoksundur demiyor. Dahası bu noktaya değinmiyor.
|