Yeryüzünün sustuğu, gökyüzünün konuştuğu vakitlerdir geceler.
Dünya siyah yorganını bürünür; ve gökyüzü ayı, yıldızları ve de yıldız kaymaları ile, insanoğlunu eşsiz bir şehrayinle karşı karşıya getirir.
Gecenin bu derunî boyutu, Resûl-i Ekrem’in hayatında kendisini açıkça hissettirir. Ona gelen ilk namaz emri, ‘gece namazı’na dairdi. Gece ibadetlerine, hususan geceleri yaşadığı enfüsî ve âfâkî tefekküre dair birçok sahih rivayet mevcut.
Mirac bir gece vakti vuku buldu. Bu eşsiz yolculuk bir ‘gece yürüyüşü’yle başladı ve Sidretü’l-Münteha’ya, oradan Kâb-ı Kavseyn’e kadar devam etti.
Peki biz muazzam bir ‘âyet’ olan geceyi okuyabiliyor muyuz?
“Yalancı bir gündüz”e dönüşen gecelerde, şehrin ışıkları gecelerimizi karartırken aydınlık gökyüzündeki o âyetleri tefekkür edebiliyor muyuz?
Vahiy nurunun alabildiğine perdelendiği bir ortamda gecenin nurlu yüzünü görmek için ne yapmalı?
Tabiat ve felsefe gecesinden bir çıkış yolu bulabilmek için ucu sabaha çıkan bir yürüyüş gerek.
Ubudiyet miracına giden bir yola başlayabilmek için, önümüzde duran engelleri aşabilmek için