Durumu: Medine No : 89 Üyelik T.:
21 Ağustos 2007 Arkadaşları:0 Cinsiyet: Mesaj:
555 Konular:
227 Beğenildi:15 Beğendi:0 Takdirleri:10 Takdir Et:
| RE: tasavvuf hakkında bir soru
bide tüm forum sakini doslara bu beyanla bir şiirin iz düşümünde tefekkür eylemelerini ve bu yazılanların hakikatimize neler katabileceğini yüzleşerek hatırlatırım
Yalan olan bu âlemde ne yaptığımızı anlamadan,
Nasıl ve niçinlerin bile cevabını düşünemeden,
Düşler denizinde düşe bata bir yaşamdır, hayatımız.
Hay’dan gelip, Hu’ya gidilen bir seyahattir bu.
Böyle diyenlere gülüpte, abdal denilen âlemdir
Dairenin çemberinde, dolap beygiri gibi dönülen
dönerkende fark edilmeyen yanmalardır tuuli emeller
Ne yanmayı, biliriz bu âlemde ne de sönmeyi.
Ama bir yangın vardır herkesin gönlünde.
Oysa doğmak ve ölmeklik ne demek?
Buna bile vakıf olamadıktan sonra,
Yaşamak neye yarar hedefi olmayan herkes gibi,
herlikte feri sönmüş bir gönülle, erliğe, soyunmak
Adam olmak, erliğe soyunmak mı acep,
Yoksa er kişi niyetine
Kılınırken duyulan o “er” komutunun,
İş işten geçtiğini, ölene değilde henüz
Gözü açık olan dirilere bir mesaj gibi sunuluşumu gerçek?-
Aslında, açık gözle kapalı göz arasındaki nüans farkı,
O farkı fark edememenin sancısıdır gönlümüzdeki, herhal.
Aslında bu sancı gönlümüzü burarken,
Biz hala mali hülya hayalleri kurmakta değilmiyiz?
Şu an bir düşünün nerdesiniz,
Neylesiniz ne yapmaktasınız
Ya ben, Ah nefsim niçin bu kadar asisin,
Asiliğin hükmünü sürdürürken beden sperlerinde,
Sana ram olunan bir ömrün
Heder oluşunu seyretmekten başka ne yapabildim ki?
Özünde ve sözünde dimdik bir irşat edenle
Birlikte olamadın ve bilemedin
levvamenin kirizlerini gönlünde!
Levm, bir isyandı, belki bir baş kaldırmaydı,
Bir itiraftı gerçeğe,
Bir tevbe, bir tezkiye, bir gözyaşıydı zahir.
Ruha pranga vurulmuş esarete müptela
Ve insan bu müptelalığa rağmen zindanda.
Hatta gün ve gecelerini bilmeden yaşayan,
Sonrada bir merhamet elinin sımsıcak güveninde,
Açılan kapılardan gün yüzüne, yani hürlüğe azad edilen.
İşte bu karmakarışık fikirlerin fırtınalarının dinipte,
Asude bir latif denizin durgunluğuna yansıyan güneşle
mülhime sahillerinde rıza merhametinde,
Saf ve duru kumlar üzerinde,
Rahman güneşinin şualarında şifa bulmak
Ne kadarda güzel olurdu.
O ıssız, bakir ve temiz sahillerin gönül korsanları,
Denizlerin amazonları mesabesinde bir su perisi
Veya denizkızı gibi masum ilhamları,
Şehvet kanıyla kara kâbuslara dönüştürürken,
Hürlüğe hasret hayatını Hz. İnsan olarak
Bu sahilin ötesine götürüp, Rahmet padişahına
Emanet sunması gerekirken insanın;
Bilemeden ve bulamadan
İlimden yoksun olarak yakalananlar,
O saf gönlerini ve o saf denizin, o saf kumlarında,
O saf demde mülhimenin hilesinde heder eylerler ki;
O zamanda “ah mürşit, vah mürşit” diye inlerler... İnlerler.
Lakin iş işin içinde hiç olmuştur gayri.
İşi, işin seyrinde ilmedenler,
Sabrın çile tezgâhında tevekkül ipini dokurlarda...
Gönüllerinde “Rabbi zidni ilma” okurlar.
Ve dalarlar hikmet denizinin sularına,
Varırlar sevgilinin diyarına.
Bir rüzgâr eserki, cennet kokularıyla.
Selam sukünetinde sunulur,
Can kâselerle, kâfur şerbetleri.
Göz, görebildiğine mest olur,
Gönül ferahın afi tabında itminana erer.
Bir fitnei ahu gözlerinde ceylan.
Ve o ceylan bakışlarla okunu gönderir ki,
Ne devran kalır, nede seyran.
İtminan, isyan-ı şiddete döner
Emredici nefsin hırsında yücelerin ihtişamından,
Aczi yetin en alt derecelerine, inerek
Bir anda yine bel hum adal olabilir.
İşte o zaman, bütün geçen zaman,
Bütün emanetler, bütün gayretler heba olur.
Ve bir ömrün sağından gelen sadalar sukut eder
Ve başlar şimalin cinnet anarşisinin ceberut cengi.
Ne oldum” demeden, “ne olacam” diyenlerin
Gönül tokluğunu oluşturan tezkiye,
İmdat eylemezse vay ki vay “
Ben neymişim” diyenlere.
Allame ve hazerfen sahibi,
Ve sahib-i zemin, sahib-i zaman
Ve bed-i zamanlıkla ünlenipte,
Hocalıkta koca olamadan,
İlmin hevasından kemal bulamadan,
Rahmet sahilindeki, rıza koyuna
ulaşalabilirmi acep insan?
Bir nida hitabı gelir gönül kavuzlarından
Ve ancak gönül kulaklarından dinleyen algılayabilir.
Nice büyük, büyük âlim, bu haliyle yok oldu.
Onların bu büyüklüğü sorsanıza ne oldu?
Tövbenin tezkiyesi, teslimiyetin tebessümünde
Mecal ver ipte kullara,
Ol raziyenin koynunda
Kucaklarsa kişi, rahmet damlalarını...
O rahmet damlalarının nefs kabuğunda
Ruh istiridyelerinin incilerini
Nasıl büyüttüğünü,
Bir damla rahmetin katresinde
Bir âlem can bulduğunu,
Selamın saf rengini nurun şuasında
Şafak bakireliğinde bilenler,
Şükrün rıza beratında tebrik edilip,
Şefaat-ı Resul adına onanırlar ki,
Artık raziyede rızaya teslim bir bilge olupta,
Muhabbet sarayına
Muhammed’i konuk olarak,
Davete hak kazanır.
Ve böylece, merziye sarayına girmenin bedeli,
Mersiye okumaktır.
Muhabbetin “bela” sırrını aşk ederek,
Muhatabı hazzetmek ve hasretmektir aşka.
Âşık gönlün o tertemiz vadilerinden akan,
Hasret sularının şırıltılarında
Coşkulu bir sayha ile davudi bir ritmin eşliğinde
Okurken mersiyesini, ruh,
Rızkın bin bir lezzetini tatmanın saflığında,
Adeta Rezzak’a şükrünü hammdin binbir ismiyle
İfade ederki, ol dem
Vuslat ve Vedud tecellisi istila eder varlık âlemini.
Kulluk, amel ve beden, aşk, sabır
Ve vuslat birbirine karışıp, mürekkep olurlar.
Ve o mürekkep olur ki, her bir ağza
Bir olur ve dil O’nu söyler,
Kulak O’nu işitir, göz O’nu görür,
Beden O’na gider.
Tasa, tevbenin sabrı ile akrabalığını bilip, utanır söylemekten,
üzüntüsünü, zulmün ramında bilip,tevbeye sarılır ve susar.
Huzur gözlerinde tatlı bir hazla ulu divanın kıyısında rahmetlerini görüp,
razı olarak rıza tespihlerine gark olur.
Ve kul, ezel ve ebedin zahiri ve batınında,
Hayrında O Hu’da oluşuna ayn-el haz ile
ilm-el haz, hakk-al haz nidasıyla
Bir tadil-i hal eylerki,
Artık makam, mevki, merzuklukta
Saf bir gönül suretinin, siretindeki
Vedud-i şualar nur-u muhabbette sinleşerek,
Saf bir gönül, saf bir beden, saf bir kul eyler insanı,
O zamanda ben, sen yoktur, yalnız O vardır.
Yani Huvellahu ehad dır o,
huvellahu la ilahe illallah, huuu
Muhammedun Resulullah.
Ezel zaman anı, anla dem bu an.
Özler Onu özler, sözler Onu söyler,
Gözler Onu gözler, sesler Ona sesler,
Onsuz bu âlem sonsuz, sonsuz sen olmasanda,
Senle bu âlem müzeyyen.
Âlem Allah’ın lutfu kullarına, kullar ihsanı kollar,
Kollar semaya kalkar, diller Ona yakarır,
Sema ile sena sevgiyle selam olup,
Sunarlar kulluk sevdasını sevgiliye.
Sudan sudur eden varlık,
Mürekkebin karmakarışıklığından eğer arıtabilirse kendini,
suskunluğunu sabahında bilir saflığının fendini.
Nazar eyleyen Hak’tır,
Ömür bir ihsandır ki, kul olana bilmemek ahlaklaşmamaktır.
Bilmek istersen eğer, bil, bul bilge birini,
Birliğe ermek başlamaktır.
Besmeleyle başla,
Öğrenenle öğreten övülmeye namzettir.
İlim tahsil eylemeyene hayat, hayırsız zahmettir.
Talip ol, talep et ki, matluba eresin!
Bilmek, cahillik ile irad ederse eğer,
Bu sözü sona erdir, sözlerse talibe değer.
Harf ateşi, cümleyi yakıpta kor eyledi,
Söylemeyi O murad eyleyip, lakin yine dil söyledi.
Her kimki bu sözlere gönülden “beli” derse,
Ezelde hal böyleydi, şimdide kal böyleydi.
Ya Rab! Hamdimizki hamdine tab eyleriz,
Naat-ı şiirler ile yâre selam söyleriz,
Şu yalan dünyamız yazgısı devamına
Dostlara bu geceden bir kez daha
Merhaba deriz ve emaneti peyleriz.
varıdatı sır yani
GÖNÜL DOSTU
|