Tekil Mesaj gösterimi
Alt 19 Kasım 2008, 20:22   Mesaj No:10

Aysima

Medineweb Sadık Üyesi
Aysima - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
Durumu:Aysima isimli Üye şimdilik offline konumundadır
Medine No : 1390
Üyelik T.: 16 Nisan 2008
Arkadaşları:0
Cinsiyet:
Mesaj: 685
Konular: 242
Beğenildi:20
Beğendi:0
Takdirleri:10
Takdir Et:
Standart Cvp: kötü huy gıybet

Gıybetin Tanımına Dair) Kafi, C 2., Kitabu'1-İman ve'1-Kufr, Babu'l-Gıybe ve'I-Biht, 1. hadis.
Bil ki fukaha (rızvanullahı aleyhim ecmaîn) gıybeti pek çok tarzda tanımlamışlardır. Biz bu tanımları ayrıntılı bir şekilde tartışıp değerlendirmek yerine, özet bir şekilde ele alacağız.
Muhakkik Şeyh Şehid buyuruyor ki: Gıybetin iki tanımı vardır. Fukaha arasında en meşhur tanım olan birincisi: şöy­ledir:
"Gıybet, bir kişi hakkında onun bulunmadığı bir yerde hoşlanmayacağı şeyler söylemek, kınamak ve kötülemek maksadıyla onu halk arasında hoş karşılanmayacak şeylerle nitelemektir.
İkinci tanımın özet anlamı da şudur: Gıybet, nisbet edil­mesi hoşa gitmeyecek şeyler hakkında uyarıda bulunmakta­dır.
İkinci tanım birincisinden daha geneldir.
Hz. Ebu Zer diyor ki: "Dedim ki: Ya Rasulallah, gıybet ne­dir? Buyurdu: "Kardeşinden hoşlanmayacağı bir şekilde söz etmendir." Dedim ki: Ya Rasulallah! Eğer o kişi sözünü etti­ğim hususiyete sahip olas da mı? Buyurdu: "Eğer sahip ise , bu gıybettir, yok eğer sahip değilse bu durumda iftira etmiş olursun." (*)
Ve yine rivayet edilmiştir ki:
"Gıybetin ne olduğunu biliyor musunuZ? Dediler: Allah ve rasulü daha iyi bilir. Dedi: Kardeşini onun hoşuna gitme­yecek şekilde anmandır..." (**)
Ayrıca rivayetlerde şu husus da belirtilmiştir:
"Gıybet zinadan beterdir." Dedim: Niçin ya Rasulallah? Dedi: Çünkü kişi zina edip de bundan tevbe ettiğinde Allah onu bağışlar, oysa gıybet, giybeti edilen kişi bağışlamadıkça bağışlama değildir." (*)

(*) Vesâil eş-Şîa, C 8, h. 16312.
(**) el-Mehaccetu el-Beyza, C 5, s. 256.
Buradan anlaşılan odur ki burada kasıt sözkonusudur. Değilse, sırf merhamet ve uyarı maksadıyla sözünü etmek gıybet ve kişinin etini yemiş olmak değildir. Bu durum Ai-şe'in şu rivayetinde de görülmektedir:
"Diyor ki: "Bize bir kadın geldi. Yüzünü çevirince elimle onun kısa boylu olduğunu işaret ettim. Rasulullah (sallalla-hu aleyhi ve alihi buyurdu ki: "Onun gıybetini ettin." (**)
Şu halde gıybet etmiş sayılmak için illa da bunu sözle gerçekleştirmiş olmak gerekmez. Her ne kadar gıybet genel­likle sözlerle gerçekleştiriliyorsa da aym maksadı işaret ve ima yoluyla da gerçekleştirmek mümkündür.
Geriye başka bir husus kaldı. Rivayetlerden anlaşıldığı üzere müminlerin sırlarını ifşa etmek de haramdır. Yani is­ter ahlakî, ister yaratışsal ve amelî olsun müminlerin saklı kalmış, açığa çıkmamış kusurlarının açıklanıp ifşa edilmesi haramdır. Ancak bu durum kişinin noksanlarını açığa vurup onu küçük düşürmeye yönelik olduğundan böyledir. Değilse, şer'an açıklanıp ifşa edilmesi gereken suçların ortaya çıkarıl­maması ve gizlenmesi haramdır. Ve bu durum gıybet pren­siplerinin çiğnenmesi anlamına gelmemektedir. Ayrıca, mü­minlerin noksanlarım açığa vurmanın, velev küçük düşürme amacı taşmmasa da haram olması mümkündür. Ama bu hu­susta ayrıntıya girmek konumuzun çerçevesini aşmaktadır.
(*) Vesâil eş-Şîa, C 8, h 16312. (**) Cami es-Se'adât, c 2, s. 294.
2. bölüm
(Gıybetin Haramlığma Dair)
Bil ki gıybet icmaen haramdır, fıkhın zorunlulukların-dandır ve gıybet kötü özelliklerin başında gelir, ama bu hu­susun ayrıntılarına girmek bu sayfaların kapsamı dışında kalmaktadır. Burada asıl üzerinde durulması gereken şey bu günahın fesadından sözetmek ve Allah'ın izniyle bu günaha bulaşmamamız için veya eğer bulaşırsak derhal tevbe edip geri dönmemiz ve bu büyük günahla ahiret alemine intikal etmememiz için gıybetin sonuçlarını anlatmaktır ki bu güna­hın uhrevî ve melekutî sureti oldukça korkunç ve çirkin bir surettir ve bedenî azabın dışında ayrıca kişiyi enbiya ve mu-karreb meleklerin huzurunda rezil de etmektedir.
Allah Teala Kitab-ı Kerim'inde bu günahın melekutî su­retini ifade etmiş ve hadis-i şeriflerde de bu durumdan söze-dil mistir.
Allah Teala buyuruyor ki:
"Biriniz diğerinizin gıybetini etmesin. Hanginiz ölmüş kardeşinin etini yemeyi sever? Bundan iğrendiniz değil mi ?

Bizler, amellerimizin öbür alemde bu suretlerle bize geri döneceğinden gafiliz. Bu amelin leş yemek suretine sahip ol­duğunu bilmiyoruz. Bu günahı işleyen kişi, leş yiyen bir kö­pek gibi cehennemde leş yeme suretiyle yüzyüze gelecektir.
"Rasulullah (sallalahu aleyhi ve alihi) zina ettiğinden ötürü bir adamı recmetti. Orada bulunanlardan biri arkada­şına: "Bu adam köpek gibi bulunduğu yerde öldürüldü" dedi. Bunun üzerine Resul-i Ekrem (sav) bu iki adama nefret ve iğrenmeyle yöneldi ve onlara buyurdu ki: "Haydi dişlerinizle bu leşten parçalar kopartın." Arz ettiler ki: "Ya rasulullah! Yani ölünün etinden mi yiyelim" Buyurdu ki: "Kardeşinizden size erişen şey, ölü eti yemekten daha iğrendiricidir."
Evet, Resul-i Ekrem (sav) basiret nurunun verdiği güç ile o kişilerin amellerinin leş yemekten daha iğrenç olduğunu görüyordu.
Başka bir rivayette de gıybet edicinin kıyamet günü ken­di etini yiyeceği ifade edilmiştir.
Ayrıca Vesail'de senedi Hz. Emir'e (Ali)) ulaşan bir hadis­te de şöyle buyurulmaktadır:
"Nuf diyor ki: "Mevla (Ali) (as) Hazretlerine dedim ki: "Bana nasihatta bulun". Buyurdu ki: "Gıybetten uzak dur, çünkü gıybetçi ateş köpeklerinin yiyeceğidir." Sonra da bu­yurdu ki: "Ey Nuf, helalzade olduğunu sanıp da insanların beden etini gıybet yoluyla yiyen kişi (bu sanısında) yalancı­dır."
Ve bu rivayetler arasında çelişki sözkonusu değildir. Bü­tün bunların gerçekleşmesi mümkündür. Hem murdar et yi­yebilir, hem de kendi etinden yiyebilir, hem murdar şeyler yiyen bir köpek olabilir ve hem de cehennem köpeklerinin yediği bir leşe dönüşebilir. Çünkü o alemde suretler faaliyet­lere bağlıdır ve bir varlığın pek çok suretlere sahip olması mümkündür.
"Buyurdu ki: "Kardeşinin gıybetini edip gizlisini açığa vu­ran kişi attığı ilk adımda cehenneme yuvarlanır ve Allah Te-ala onun gizlisini halk arasında açığa vurur."
Bunlar Hak Teala'nın onu kulları arasında rezil rüsva edeceği ahiret ve cehennemdeki durumudur.
(*) El-Miheccet el-Beyzâ, C 5, s. 253. (**) Vesâil eş-Şîa, C 8, h. 16319.
Vesail'de senedi Hz. Sadık'a (as) ulaşan bir rivayette Hz. Rasul'ün (sav) şöyle buyurduğu belirtilmektedir:
"Rasul-i Ekrem (sav) buyurdu ki: "Bir müslümanm gıybe­tini yapan kişinin orucu batıl olur, abdesti bozulur ve kıya­met günü ağzından leş kokusundan daha iğrenç bir koku ol­duğu halde çıkagelir. Orada bulunanlar kendisinden eziyet çeker ve eğer bu durumdan tevbe etmeden ölürse, Allah'ın haram kıldığı birşeyi helal saymış olarak ölür." (*)
Kaldı ki bu durum, ölümden önceki durumdur ve bu du­rumuyla rezil rüsva ve kafir sayılmaktadır.
Çünkü Allah'ın haram şeyi helal sayan kişi kafirdir.
Böyle birinin berzahtaki durumuna ilişkin olarak da Ra-sulullah'tan (sav)şu rivayet gelmiştir:
"Enes b. Malik diyor ki: "Rasulullah (sav)k buyurdu ki: "Miraç gecesi yüzlerin tırnaklarıyla yırtan bir topluluğun yanından geçtim. Cebrail'den bunların kimler olduğunu sor­dum. Dedi ki: "Bunlar insanların gıybetini yapan kişilerdir."
Şu halde demek ki gıybetçi kişi berzahta rezil rüsvadır ve cehennemde de bu rezil rüsvalığı devam edecektir. Hatta ba­zı açılardan o rezilliğin etkileri bu dünyada da görülmekte­dir. Nitekim Kafî'de yer alan bir hadis-i şerifte bu duruma işaret edilmektedir:
"Hz. Sadık (as) Hz.Rasul un (sav) şöyle buyurduğunu ri­vayet etmektedir: "Ey diliyle müslüman olduğunu ifade etti­ği halde henüz kalben iman getirmemiş olanlar! Müslüman­ları kötüleyip çekiştirmeyin ve onların gizli kabahatlerini araştırmayın, çünkü onların gizlilerini araştıranın Allah gizlilerini araştırır ve Allah'ın gizlilerini araştırdığı kişi velev evinden dışarı çıkmasa bile rezil rüsva olur.1' (*)
Kafi'de senedi Hz.Bakır el-Ulûm'a (as) ulaşan bir hadis-i şerifte şöyle buyurulmaktadır:
"Hz. Bakır (as) buyurdu ki: "Resul-i Ekrem (sav) miraç sı­rasında arzetti ki: "Ya rabbi! Senin katında müminin duru­mu nedir?" Buyurdu ki: "Ey Muhammedi Benim dostuma ha­karet eden kişi muhakkak ki bana karşı savaş açmış demek­tir. Ve ben dostlarıma yardıma koşmakta herşeyden daha hızlı ve seriyim." (**)

(*) El-Mıhaccet el-Beyzâ, C 5., s 251. (**) El-Mıhaccet el-Beyzâ, C 5., s 251.
Ve bu hususta daha pek çok hadis mevcuttur.
Şeyh Sadûk, senedi Hz. Sadık'a (as) ulaşan bir hadis-i şe­rifte şöyle buyrulduğunu rivayet etmektedir:
"Onun (yani kendi inancında kötü bir durumu olsa bile zahirde setr ve adalet ehli olan birinin) gıybetini yapan kişi Allah'ın velayeti altından çıkıp şeytanın velayeti altına gi­rer."
Malumdur ki Hakk'ın velayetinden çıkıp şeytanın velaye­ti altına giren kişi kurtuluş ve iman ehli olamaz. Nitekim Is-hak İbn Ammar'm rivayet ettiği yukarıdaki hadiste gıybetçi­nin islamının lisanî islam olduğu ve henüz kalben iman et­miş biri olmadığı buyrulmuştur. Bilindiği gibi, Allah Tea-la'ya iman eden ve hesap gününe inanıp yaptıklarının karşı­lığını mutlaka göreceğini bilen birinin böylesine kınanmış bir amele yönelmesi mümkün değildir. Şu halde eğer böyle bir amele yöneldiğimizi görüyorsak bilelim ki iman henüz kalbimizde yer etmiş değildir. Eğer iman kalbe yerleşirse ameller İslah olur. Etkisi bütün amellere, zahire ve batma si­rayet eder. Şu halde batım tedavi etmek ve kalb hastalığına çare aramak gerekir.Hadis-i şeriflerden anlaşıldığı üzere, nasıl ki iman gevşekliği ve ihlassızlık ahlakî ve amelî fesat­lara yol açıyorsa, ahlakî ve amelî fesatlar da imanın zayıfla­masına ve ihlassızlığın artmasına sebep olmaktadır. Ve bil ki gıybet masiyeti başka bir açıdan da sair masiyetlerden daha şiddetli ve etkileri daha fazladır. Bu açıdan bu hususta hu-kukullaha ilaveten hukukunnâs'ın (insanların hakkının) da sözkonusu olması ve Hak Teala'nın gıybeti yapılmış kişi ba­ğışlamadıkça gıybetçiyi bağışlamayacağıdır. Nitekim bu hu­sus pek çok kanaldan bir çok hadis-i şerifte ifadesini bulmuş­tur:

"Resul-i Ekrem (sav) Hz. Ebu Zer'e (rıdvanullahi aleyh) vasiyeti çerçevesinde buyuruyorlar ki: "Gıybetten kork, çün­kü gıybet zinadan daha tehlikelidir." Arzettim ki: "Niçin ya Rasululluh* Buyurdu ki: "Çünkü zina eden kişi tevbe etti­ğinde Allah Teala tevbesini kabul eder ama gıybeti yap;ılan kişi bağışlamadıkça Allah gıybetçiyi bağışlamaz."
Aynı hadis bu haliyle veya buna yakın ifadelerle ilel ve Hisal'da ve Mucme'l-Beyân'da da yer almaktadır. Ve eğer, Allah göstermesin, kişi üzerinde kul hakkı bulunduğu halde bu dünyadan göçerse durumu oldukça tehlikelidir. Hukuk-ilahîde kişinin durumu öfke, kin ve düşmanlık gütmeyen Ha-lik-i Rahîm'in merhametine kalmıştır ama eğer kullarının hakları çiğnenirse, bu durumda olmayan ve belki de hakkın­dan asla vazgeçmeyecek birine çatmak mümkündür.
Şu halde insan kendine çok dikkat etmek zorundadır, çünkü durum çok tehlikelidir. Ve gıybetle ilgili hadis-i şerif­ler bu sayfaların alamayacağı kadar çoktur. Bu nedenle de küçük bir bölümünün zikriyle yetiniyoruz. "Hz. Resul-i Ek­rem (sav) bir hutbesinde aşağıdaki hadiste yer aldığı üzere faizden sözedip çok kötü birşey olduğunu ifade ederek buyur­dular ki: "Faizin bir dirhemi otuzaltı zinadan daha beterdir ama faizden de daha beteri müslümanı küçük düşürüp tah­kir etmektir." "Kulun hasenatını yakıp kül etmede gıybet, kuru şeyleri yakan kül eden ateşten daha etkilidir."
"Resul-i Ekrem (sav) buyuruyor ki: "Kıyamet günü bir şa­hıs Hakk'm huzuruna getirilir ve eline amel defteri verilir. Ama işlediği hasenatı defterinde göremez. Bunun üzerine der ki: "Ya rabbi! Bu benim defterim değil.Hasenatımı içinde göremiyorum." Kendisine denilir ki: "Muhakkak ki rabbin yamlgan ve unutkan değildir. Senin amellerin halkın gıybe­tini etmenden ötürü kayboldu." Ardından bir başkası huzura getirilip kendisine amel defteri verilir. O şahıs defterinde iş­lemediği hasenatın kayıtlı olduğunu görür. Bunun üzerine der ki: "Ya rabbi! Bu benim defterim değil. Çünkü ben bu amelleri işlemedim." Ona denilir ki: "Filan kişi senin gıybeti­ni etmişti. Bu nedenle de onun hasenatı sana yazıldı."
"Peygamber (sav) buyuruyor ki: "Küfrün ilk aşaması kişi­nin kardeşinden birşey duyup da o sözü başkalarına söyleye­rek kardeşini küçük düşürmeye çalışmasıdır. Böyle kimseler için hiçbir nasip ve hisse yoktur."
Bunlar da baba ilişkin rivayetlerdir ama aynı doğrultuda başka bablarda da rivayetler mevcuttur. Gıybetle aynı kefe­de yer alan ve benzer ceza ve kınamalara muhatap olan o ri­vayetler, mümine hakaret etmek ve benzeri bablarda yer al­maktadır ki bu hususların her biri tek başına insanın helaki­ne yol açabilecek şeylerdir. Herbiri hakkındaki rivayet ve haberlerin bir teki bile havsalanın alamayacağı şiddettedir. Ama biz sözü uzatmamak için bu kadarla yetiniyoruz.
3. bölüm
Gıybetin Toplumsal Zararlarına Dair
Bu büyük günah ve masiyet, iman ve ahlakın, zahir ve batının fesada uğratıcısı olmasına ve insanı dünyada ve ahi-rette rezil rüsva etmesine ilaveten bu rezalet aynı zamanda toplumsal fesada da yol açmakta ve bu açıdan pek çok fesat­tan daha kötü ve çirkin bir yapı arzetmektedir.
Şeriatlerin ve büyük peygamberlerin (selamullahi aley­him) büyük maksatlarından bir tanesi de bizatihi kendisi müstakil bir maksat olmasına ilaveten başka büyük mak­satların ve medine-i fazılanm gerçekleşmesine yol açan tev-hid-i kelime, tevhid-i akîde, işlerin önemlilerinde birlik için­de bulunmak ve insanlığın fesadına ve medine-i fazıla'nm yı­kılmasına ebep olan haksızlık ve zulümlere karşı çıkmaktır. Toplumun ve bireyin ıslahı olan bu büyük maksat ise ancak vahdet, gönül birliği, kardeşlik ve toplum bireylerinin yek vücut olması, toplumun bir bedene dönüşmesi ve her bireyin bu bedenin bir uzvu olması, toplumun bütün gayret ve çaba­sının tek ilahi maksat mihveri etrafında dönmesi ve bu yolla toplumun ve bireyin salaha ermesiyle gerçekleşebilir. Ve eğer bir toplumda bu tür bir kardeşlik ve dayamşma gerçek­leşirse, o toplum bu özelliğe sahip olmayan bütün toplulukla­ra galebe çalar. Nitekim İslam tarihine ve özellikle de İslam savaş tarihine müracaat edilmesi bunun böyle olduğunu gö­rülmesini sağlayacaktır. Bu ilahi düzenin ilk günlerinde müslümanların arasında sınırlı oranda bile olsa kardeşlik ve dayanışmanın mevcudiyeti çok büyük fetihlerin gerçekleş­mesine yol açtı ve müslümanlar çok kısa bir zaman zarfında en önemlileri İran ve Roma olan zamanın imparatorlukları­na galib geldiler. Çok küçük miktarda olmalarına rağmen sı­nırsız topluluklara galebe çaldılar. Peygamber-i Ekrem daha ilk dönemde müslümanların birbirine kardeşlik bağıyla bağ­ladı ve bu çaba "Muhakkak ki müminler kardeştir" (*) nas-sıyla müslümanların yekdiğerine kardeş saymasıyla nokta­landı.
Kafi'de şöyle bir rivayet yer almaktadır:
Akarkufi İmam Sadık (as)'dan ashabına şöyle buyurduğu­nu naklediyor: Takvalı olun birbirinize karşı kardeşçe davra­nın. Birbirinize katılın ve dost olun. Birbirinizi ziyaret edin ve bizim hakkımızda konuşun ve bunu ihya etmeye çalışın. Hakeza "Müslümanlar birbirine katılmalı yardımlaşmak muhabbet etmeli muhtaçlara yardımcı olmalı ve birbirine karşı merhamteli olmalıdır ki Allah Teala da onlar hakkında "mü'minler birbirlerine karşı şefkatlidir" diye buyurmuştur."
Hakeza: "Birbirinizle ilişkiniz olsun. Şefkat ve merlametli olun, sevgili kardeşler olun. Allah da böyle olmanızı emret­miştir.
Müslümanlar birbirine dostluk, iyilik ve yakınlık göster­mek ve birbirine kardeş ve detek olmakla yükümlüdürler. Ve bu maksadın gerçekleşmesine yardımcı olan herşey mak­bul olduğu gibi, gerçekleşmesine engel olan herşey de mer-duttur, reddedilmiş ve günah sayılmıştır. Ve çok açıktır ki gıybet cemiyette yaygınlaştığında kin, kıskançlık, öfke, düş­manlık ve fesada yol açmaktadır. Toplumda nifak ve ikiyüz­lülük tohumları ekmektedir. Birlik ve dayanışma esaslarım yıkmakta ve dinin temellerini sarsmaktadır.
Şu halde gayretli ve dindar her müslümanın kendi şahsı­nı ve din kardeşlerini bu fesattan koruması ve kardeşlik bağ­larını güçlendirerek buna aykırı durumları engellemeye ça­lışması gerekir ve eğer, Allah muhafaza, bugüne değin bu kabih duruma sahip ise bundan tevbe etmesi ve gıybetini et­tiği kişiden bağışlanma dileyerek İslam dairesine dahil ol­ması lazımdır. "Vallahu 'l-hadî ila sebîlu 'r-reşâd."
4. bölüm
Bu Hastalığın Tedavisine Dair
Bil ki diğer günahlar gibi bu büyük günah da yararlı ilim ve amel ile tedavi edilebilir.
Bunun ilmi yönü, bu günah hakkında düşünmek ve onu doğurduğu kötü sonuçlarla bir bütün halinde ele alarak akıl terazisinde değerlendirip tartmaktır, elbette ki insan kendi­ne düşmanlık edemez. Şu halde bütün masiyetler cehaletten ve sonuçlarından gafil olmaktan kaynaklanmaktadır. Hasi­yetlerin tevehhümî yararı ise insanın kısa bir süre için şeh­vet ve arzusunu tatmin etmesidir.
Gıybetin kötü sonuçlarından bir kısmını geçen bölümde gördün. Şimdi de başka bir yönüne kulak ver, ibret al ve mu­kayese terazisinde tart. Elbette ki bu tefekkür ve muvazene­nin yararlı sonuçlan olacaktır.
Bil ki gıybetin bu alemdeki sonuçlarından bir tanesi kişi­nin halkın gözünden düşmesi ve aralarındaki güven hissini yitirmesidir. Çünkü halk fıtraten kemale ve iyiliğe meyilli­dir. Ve bunlara sevgi duymaktadır. Noksanlık, çirkinlik ve kötülükten de nefret etmektedir. Ve muhakkak ki halkın gıybetini eden ve sağı solu çekiştiren kişileri diğerlerinden ayırmaktadır.Hatta bizzat gıybetçi bile bu günahtan uzak duran kimseleri kendinden üstün görmektedir.
Eğer gıybetçi işi aşırıya vardırır ve halkın onur ve namu­suna dil uzatırsa Allah Teala onu bu alemde de rezil rüsva edecektir. Ve kişinin, Hak Tela'nın rezil rüsva etmesinden şiddetle kaçınması gerekmektedir, çünkü bunun telafisi mümkün değildir.
Hak Teala'nın öfkesinden ona sığınırım. Mü'minlerin onurunu çiğnenmesi ve sırlarını açığa vurulmasının insanı-helake sürüklemesi de mümkündür. Çünkü bu kötü huy nefs-te kök saldığında çok kötü sonuçlar doğurur ki bunlardan bir tanesi de gıybeti edilen kişilere öfke ve kin duyulmasıdır. Bu öfke ve kinin zamanla Hak Teala'ya yönelmesi ve O'ndan da nefret edilmeye başlanması mümkündür. Çünkü insan her zaman düşmanının dostuna da düşmanlık etmeye eğilimli ol­duğu gibi, düşmanlık ettiği kişinin dostlarından da düşman­lık görme durumundadır. Bir kez de Allah'ın ve meleklerin düşmanlığını kazanarak bu alemden göçtü mü artık onu ebe­di bir azap bekleyecektir.
Azizim! Allah'ın rahmet ve nimetlerine muhatab olmuş ve İslam ve iman beratlarıyla donanmış Hakk'ın kullarına sevgi duy ve onlara karşı kalben muhabbet besle. Sakın Hakk'm dostlarına düşmanlık etme, çünkü Hak Teala kendi dostunun düşmanının düşmanıdır, seni bu yüzden kendi rahmet kapısından kovacaktır. Allah'ın has kulları halkın arasında saklı durumdadırlar ve senin müminlerin sırlarını açığa vurup onları küçük düşürmeye çalışmanın Allah'ın sır­larını küçük düşürmeye dönüşüp dönüşmeyeceği de bu yüz­den belli değildir.
Mü'minler Hakk'ın dostlarıdır. Onlara dostluk göstermek Hakka'a dost olmak demek olduğu gibi, onlara düşmanlık etmek de Hakka düşmanlık etmek anlamına gelmektedir. Hakk'm gazabından kork ve ceza günü şefaatçilerin öfkesin­den çekin: "Şefaatçileri kendisine hasım olan kişinin vay ha­line!" Bu masiyetin dünyevî ve uhrevî sonuçlarını biraz dü­şün. Kabirde ve ahirette kendilerine mübtela olacağın o kor­kunç suretleri gözünün önüne getirmeye çalış, ashabın (rıd-vanullahi aleyhim) ve tahir imamların (selamullahi aleyhim) kitap ve rivayetlerine başvur ve bu masiyetin sonuçlarının ne kadar büyük bir tehlike arzettiğini gör. Ve birkaç dakika -lık gevezelik ve şehvet tatminini (eğer sonunda kurtulma ümidin varsa) binlerce yıllık azab ve sıkıntıyla karşılaştır. Değilse onu ebedî cehennem azabıyla karşılaştırman gereke­cektir, eğer bu dünyadan iman sahibi olarak göç etmezsen. "Neûzu billahi minh."
Buna ilaveten eğer sen gıybetini ettiğin kişiye düşman-san, bu düşmanlığının gereği bile onun gıybetini etmemen-dir. Eğer hadislere imanın varsa. Çünkü hadislerde gıybetini ettiğin kişiye seni hasenatının nakledileceği ve onun günah­larının sana yazılacağı belirtilmiştir. Şu halde sen bu yolla ona düşmanlık etmekle aslında kendine düşmanlık etmektesin. O halde bil ki sen Allah'la yarışıp çekişemezsin. Allah Teala senin bu gıybetinle bile o kişiyi halkın arasında aziz etmeye kadirdir. Ve seni gıybetin yüzünden halkın arasında rezil rüsva edebilir. Amel defterini günahlarla doldurabilir. Seni rezil etmişken, gıybetini ettiğin kişinin amel defterini hasenatla doldurabilir ve onu aziz ve saygın kılabilir.
O halde ne kadar cebbar biri karşısında diklendiğini bil ve ondan kork.
Gıybetin amelî tedavisine gelince. Ne edip edip nefsin bu günahtan arındırılması, dilin gemlerini ele alınması ve bir süre bu durumun sürdürülmeye çalışılması gerekmektedir. Umulur ki inşaallah bir süre sonra nefs ıslah olur ve bu kötü özelliğin kökleri kazınmış olur. Derken yavaş yavaş işin ko­laylaşır ve bir süre sonra bu durumdan doğal bir şekilde uzak durduğunu görmüş olursun. Şu halde yapman gereken şey bu durumu terketmektir.
5. bölüm
Caiz Olan Durumlarda Bile Gıybete Yanaşılmamasına Dair
Bil ki ulema ve fukaha (rıdvanullahi aleyhim) kimi hu­susları gıybet haramlığının dışında tutmuşlardır ki bunlar on husus kadardır, ama bunları saymaya kalkışmayacağız. Çünkü bu sayfaların konusu işin fıkıh yönü değildir. Burada asıl belirtilmesi gereken şey insanın kendini hiçbir zaman nefsin tuzaklarından korunmuş saymaması, büyük bir dik­kat ve ihtiyatla hareket etmesi ve haram sayılmayan sözko-nusu durumlardan birine dahil olmak için mazeret yontma­ya kalkışmamasıdır.
Nefsin tuzakları oldukça dakiktir.İnsanı şer'î yolla dahi aldatması ve helake sürüklemesi mümkündür. Sözgelimi fa-sıkın gıybetini etmek (arkasından konuşmak) caizdir, hatta kimi durumlarda vaciptir ve "nehyi anil münker"den sayıl­maktadır ama kişinin kendi haline dikkat etmesi ve bunu şer'î amaçla mı yoksa şeytanî amaçlamı yaptığını anlaması gerekmektedir. Eğer sözkonusu gıybeti ilahî amaçla yapıyor­sa bu, ibadettir, hatta kendisi anlamasa bile gıybeti edilen şahsa halini düzeltmesi için ihsan edilen bir ilahi lütuf ve rahmettir. Ama eğer bu gıybet nefsanî heva ve hevese bulan­mış halde yapılıyorsa, halkı küçük düşürme amacı güdüyor-dur ve bu durum nefsin gıybet etmeye alışması sonucunu do­ğuracaktır. Çünkü nefis şer ve kabahate eğilimlidir. Eğer ca­iz olan alanlarda arzusuna uygun tarzda hareket etmesine ve sınır tanımamasına göz yumulacak olursa sonunda haram alana yönelmesi mümkündür.Nitekim şüpheli alanlara adım atmak caiz olmasına rağmen makbul değildir. Çünkü onlar haramlara komşudur ve onlara yönelmek kişiyi haram olan­lara sürükleyebilir. Bu nedenle de insan bu durumlardan ka­çınmalı ve nefsin dizginlerini koparmasına imkan sağlayabi­lecek hallerden uzak durmaya gayret etmelidir.
Evet, gıybetin vacip olduğu durumlarda elbette ki bu va­cibin ifa edilmesi gerekir ama bu yapılırken niyetin, nefsin nevasından ve şeytanın aldatmasından arındırılması ve ha­lis tutulması lazımdır. Ama sadece caiz olduğu durumlarda gıybetin terkedilmesi daha evladır. İnsan her caiz işi yapma­malı hele de nefsin ve şeytanı tuzaklarına çok elverişli olan böyle bir durumda çok dikkatli olmalıdır.
Rivayetlerde Hz.İsa'nm (selamullahi aleyh) havarileriyle bir köpek leşinin önünden geçtiği aktarılmaktadır. O sırada havariler demiş ki: "Şu leş ne kadar da kötü kokuyor!" Bu­nun üzerine Hz. isa (as) buyurmuş ki: "Dişleri ne kadar da beyaz."
Elbette ki insanlık mürebbilerinin böylesine arınmış bir nefse sahip olması gerekmektedir. Hak Teala'nı bir yaratı­ğından bu şekilde kötü söz edilmesine rıza göstermedi. Onlar onun noksanını gördüler. Ama Hz. İsa güzel yanını onlara hatırlattı. Bir hadiste Hz.İsa'm (as) şöyle buyurduğunu işit­tim: Pisliğe konan sinek gibi halkın ayıplarına dikkat edip durmayın."
Ve Hz. Resul-i Ekrem'in (sav) de şöyle buyurduğu rivayet edilmiştir: "Kendi ayıplanyla meşgul olmanın kendisine baş­kalarının ayıplanyla uğraşması fırsatı vermediği kimseye ne mutlu!" İyi olan odur ki başkalarının ayıplanyla uğraştığı oranda kendi ayıplarını da görüp uğraşsın. Ne kadar kötü­dür ki insan binlerce ayıba sahip olduğu halde hep başkala­rının ayıbından söz etsin ve o ayıpları kendi ayıplarına örtü kılsın.
Eğer insan bir miktar kendi ayıplarına eğilir ve onları İs­lah etmeye çalışırsa işleri salih olacaktır. Kendini ayıptan ve kusurdan arınmış sayan kişi cahil ve nadandır. Ve hiçbir ayıp kişinin kendi ayıplarını görmemesinden ve kendisi pek çok ayıba sahip olduğu halde başkalarının ayıplarından söz edip durmasından daha kötü değildir.
6. bölüm
Gıybete Kulak Vermenin de Haram Olduğuna Dair
Nasıl ki gıybet haramdır,aynı şekilde gıybete kulak vermek de haramlıkta ona ortaktır ve rivayetler, kulak verme­nin gıybet etmekle her açıdan aynı kadere sahip olduğunu göstermektedir.
"Gıybeti dinleyen de gıybet edenden sayılır."
"Gıybete kulak veren de gıybetçidir." Ve pek çok riva­yet gıybetin reddedilmesinin vacip olduğunu göstermektedir.
"Peygamber-i Ekrem (sav) gıybeti ve gıybete kulak ver­meyi nehyettikten sonra buyurdu ki: "Bil ki kim bir mecliste bir kardeşinin gıybetinin edildiğini duyar da o gıybeti redde­derse Allah Teala ondan dünya ve ahirette bin şerrin kapısı­nı reddeder, kapatır. Ve eğer gücü yetmesine rağmen onu reddetmezse, kendisine gıybetçinin günahının yetmiş katı yazılır."
"Rasul-i Ekrem (sav) Hz. Emirulmüminin Ali'ye (as) vasi­yetleri çerçevesinde buyurdu ki: "Ey Ali! Kim yanında bir müslüman kardeşinin gıybeti edildiğinde onu savunabilecek durumdayken savunmazsa Allah Teala onu dünya ve ahiret­te rezil rüsva eder."
"Kim kardeşinin gıybet edilmesine engel olursa Allah onun için bin şer kapısını kapatır. Ama engel olmazsa o da gıybet etmiş gibi sayılır."
Büyük alim ve muhakkik ilim ve amel faziletinin sahibi Şeyh Ensarî (rıdvanullahi teala aleyh) buyuruyor ki:
"Anlaşıldığı kadarıyla burada sözkonusu olan red biçimi, gıybetten nehyetmekten başka birşeydir ve redden maksat, gıybeti edilen kişiyi yokluğunda destekleyip korumaktır. Şu halde eğer sözkonusu olan ayıp dünyevî bir ayıp ve kusur ise asıl ayıp kusurun Allah Teala'nm ayıp olarak gösterip tanıt­tığı masiyetler olduğu ve Allah Teala'nm ayıp saymadığı şey­lerle kardeşinin ayıplanmaması gerektiğini göstermen gere­kir. Veya eğer ayıp dinî ise kardeşini bundan koruman ve kurtarman lazım. Müminler de kimi zaman masiyete mübte-la olabilirler. Eğer bu durumdaki kişi halinden haberdar de­ğil ise ona durumunu hatırlatmak gerekecektir.Bunun yolu da onu ayıplayıp kınamak değil, ona nasihat etmektir. Çün­kü senin o ayıplaman ve kınamanın Allah'ın katında onun masiyetinden daha büyük olması da mümkündür."
Kimi zaman da dinleyicinin gıybetçiyi engellemek şöyle dursun onu teşvik ettiği de görülmektedir. Ve belki de sözü geçen hadis-i şerifte kendilerinden gıybetçinin günahından yetmiş kat daha günahkar olarak sözedilenler bu tür kişiler­dir.
"Neuzu billah minh."
Bütünleme
(Şehid Sani'nin (rahimehullah) Sözleri)
Büyük şeyh ve muhakkik şehid Said'in (rıdvanullahi aleyh) bu konuda kimi sözleri var ki biz bu makamı onun sözleriyle tanımlamak istiyoruz.
Buyuruyor ki: "Gıybetin en kötü türlerinden biri kimi ki­şilerin ehli ilim kisvesi içinde bazı şahısları çekiştirip gıy­betlerini etmeleridir. Çünkü bu tür kişiler bu fiillerini ilim ve takvanın gereği olarak tanıtabilmektedir. Bunlar gıybet etmekte ve ama sanki gıybetten kaçınıyorlarmış gibi bir tutum sergilemekteler, ama bilmemekteler ki bu tutumlarıyla iki kötülüğü, hem gıybet ve hem de ikiyüzlülüğü bir arada gerçekleş tirmekteler.
Böyle kişilerin durumu, yanında birinden sözedilince "El­hamdülillah bir riyaset peşinde değiliz" veya "dünyalık pe­şinde değiliz" veya "biz filan sıfata sahip değiliz" veya "haya eksikliğinden Allah'a sığınırız" ya da mesela "Allah Teala bi­zi filan amelden korusun" diyerek o kişiyi ima yoluyla kına­yıp gıybetini etmesidir. Hatta kimi zaman sadece "elhamdü­lillah" diyerek de bu kötü fiil gerçekleştirilebilir. İşte bu, kendini salih amel örtüsüyle örtmüş bir gıybettir."
Kimi zaman da gıybete başka türler eklenir ve yükünü daha da ağırlaştırır. Mesela gıybetçi arkasından çekiştirdiği kişiye yanında dostluk gösterisinde bulunur ki, bu rivayet­lerde şiddetle kınanmış bir nifak, ikiyüzlülük ve ikidillilik örneğidir:
Buyuruyor ki: "Kim müslümanlara ikiyüzlülük ve ikidil­lilik ederse, kıyamet günü ateşten, iki dilli olarak halkedile-cektir."
İşte ahiret aleminde bu kötü amelin ve bu nifakın sureti ve sonucu budur. Dilimin ve nefs-i emmarenin şerrinden Al­lah Teala'ya sığınırım.
'Yelhamdu lillahi evvelen ve ahiren."
__________________
''Gönlüm Sükût-u Ezber Eyledi...!''
Alıntı ile Cevapla