Tekil Mesaj gösterimi
Alt 04 Ekim 2024, 21:03   Mesaj No:2

Mihrinaz

Medineweb Baş Editörü
Mihrinaz - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
Durumu: Mihrinaz isimli Üye şuanda  online konumundadır
Medine No : 14593
Üyelik T.: 15 Kasım 2011
Arkadaşları:15
Cinsiyet:Anne
Memleket:MEDİNEWEB
Yaş:44
Mesaj: 12.660
Konular: 1305
Beğenildi:12385
Beğendi:9200
Takdirleri:28174
Takdir Et:
Konu Bu  Üyemize Aittir!
Standart

Bedir Esirleri Konusunda Farklı Fikirler

Sahâbenin aynı mesele hakkında farklı görüşler ileri sürmesi ve bununda Efendimiz’in (sas) herhangi bir itirazı ile değil, bilakis memnuniyeti ile sonuçlanmasına en güzel örneklerden biriside hiç şüphesiz Bedir esirleri konusunda söylenenlerdir.

İman ile inkârın ilk karşılaşması olan Bedir’de, Müslümanlar galip gelip, 70 Mekkeliyi öldürmeleri ve bir bu kadarını da esir olarak ele geçirmeleri Kur’an’ın Yevmü’l-Furkan dediği o eşsiz günün en önemli gündemlerinden biri olmuştu.

Kur’an daha esir ve ganimetler konusunda o ana kadar nihaî bir hüküm beyan etmemişti. Kur’an’ın konuşmadığı alanlarda elbette Allah Resulü’nün (sas) içtihatlarıyla amel edilirdi. Efendimiz (sas) ise kendisi görüş beyan etmeden önce Sahâbe ile bu konuyu istişare etmeyi uygun görmüştü. Şimdi Müslümanlar ilk kez karşılaştıkları esirlerin akıbeti konusunda görüşlerini Allah Resulü (sas) ile paylaşacaklardı.

Efendimiz (sas) bu konuda ilk önce Hz. Ebû Bekir’in (ra) görüşünü öğrenmek istedi ve ona: “Ey Ebû Bekir! Bedir esirleri konusunda ki fikrin nedir?” diye sordu. Hz. Ebû Bekir tabiatına uygun bir cevapla dedi ki: “Ya Resulullah! Onlar bizim kabilemiz ve akrabalarımızdır. Her ne kadar bize karşı savaşmış ve bize karşı birçok haksızlık yapmış olsalar bile, biz onlara böyle davranmayalım. Ya belli bir fidye karşılığında yada bedelsiz bir şekilde hepsini salıverelim.”

Efendimiz (sas) Hz. Ebû Bekir’i (ra) sadece tebessüm ederek dinledi ve daha sonra söz sırasında hep ikinci sırada olan Hz. Ömer’e (ra) döndü ve aynı soruyu ona da yönelterek, esirler konusundaki düşüncesini sordu. Hz. Ömer’de bu soruya karşı, tabiatına uygun bir cevap verecekti. Dedi ki: “Ya Resulullah! Ben Ebû Bekir gibi düşünmüyorum. Onlar bizimle savaştı; 13 yıl Mekke’de bize yapmadıklarını bırakmadılar. Şimdi Allah bizi aziz, onları ise zelil kıldı. Öyle ise sen karşı tarafta olan akrabalarımızı bizlerin eline ver. Bana Benî Mahzûm’dan olan dayılarımı ver. Ebû Bekir’e oğlu Abdurrahman’ı ver. Ali’ye kardeşi Akil’i ver. Hamza’ya kardeşi Abbas’ı ver. Her birimiz kendi yakınının başını uçursun. Böyle yapmakla da Rabbimize yüreklerimizde asabiyete dair hiçbir iz taşımadığımızı ispat etmiş olalım.”

Allah Resulü (sas) Hz. Ömer’in (ra) de söylediklerini sadece tebessüm ederek dinledi ve herhangi bir görüş beyan etmeden çadırına çekildi. Efendimiz (sas) bir müddet çadırında istirahat ettikten sonra dışarı çıktı ve o günün insanında, bugünün insanına da farklılığın, farklı düşünce ve fikirlerin varlığının Allah’ın ayetlerinden olduğunu beyan edercesine önce Hz. Ebû Bekir’e, sonra Hz. Ömer’e şöyle buyurdu:

“Ey Ebû Bekir! Senin halin aynen İbrahim’e benzer. Hani O demişti ki: ‘Ya Rabbi! Kim bana uyarsa o bendendir. Kim de bana karşı gelirse, şüphe yok ki Sen çok merhametli ve bağışlayansın.’ Yine Ey Ebû Bekir! Senin halin İsa’ya benzer. Hani O da demişti ki: ‘Eğer onları azaba uğratırsan onlar senin kullarındır. Yok, eğer onları bağışlarsan şüphe yok ki, Sen kudretinle her şeye üstün gelen ve her işinde hikmet üzere olansın.”

Efendimiz (sas) şahsiyetinin anahtarları merhamet ve hilm/müsamaha olan Hz.Ebû Bekir’i, Hz. İbrahim ve Hz. İsa’ya benzeterek, bu sözü ile aslında yaratılış kabiliyet ve mizacına göre bir görüş beyan ettiği için onu takdir ediyordu.

Şimdi ise şahsiyetinin anahtarları kuvvet, adalet ve rahmet olan Hz. Ömer’in sözlerini değerlendirmek için ona yöneliyor ve diyordu ki: “Ey Ömer! Senin halinde aynen Nuh’a benzer. Hani O demişti ki: ‘Ey Rabbim! Yeryüzünde yaşayan hiçbir inkârcıyı bırakma.’ Yine senin halin Musa’ya benzer. Hani O da demişti ki: ‘Allah’ım! Sen o inkârcıların mallarını mahvet. Yüreklerini şiddetle daralt. Çünkü onlar azabı görmeyinceye kadar iman etmeyeceklerdir.”

Efendimiz’in (sas) insanı hayran bırakan bu benzetmeleri ve aynı meselede birbirinden tamamen farklı iki görüşe karşı söylemiş olduğu bu sözleri, farklılıkları bir türlü anlayamayan, hazmedemeyen, bir zenginlik ve rahmet olarak değil, bir tefrika aracı ve zahmet olarak gören bugünün insanına çok şeyler söylemektedir.

Acaba bir gün Kur’an ve Sünnet’in bu alanda söylediklerini doğru bir biçimde anlayıp, duyduğumuz her düşünceye kimden gelirse gelsin; “.Onlar sözü dinlerler ve en güzeline tabi olurlar ” ilkesi doğrultusunda, fikirlerden korkmadan düşünceleri dinlemeye başlayabilecek miyiz?

Acaba bir gün kendimizi hakikatin merkezi olarak görmekten vazgeçip, dile getirilen her düşüncede hakikatten bir pay olabileceği gerçeğini anlayıp; “Huz ma safa, dea ma keder: İyisini al, kötüsünü sahibine bırak” ilkesi ile güzelliklerin ve doğruların gerçek taliplileri olabilecek miyiz?

Acaba bir gün ihtilaf ile tefrikanın gerçek manada farklarını anlayıp, birini rahmet, diğerini ise zahmet olarak, birini zenginliğin, diğerinin ise parçalanmanın, birini daha iyiye ulaşabilmenin, diğerinin ise körelmenin sebebi olduğunu kavrayabilecek miyiz?
Muhammed Emin Yıldırım
__________________

~~~ Bilmediklerimi Ayaklarımın Altına Alsam Başım Göğe Ererdi ✒~




Alıntı ile Cevapla