Tekil Mesaj gösterimi
Alt 22 Mart 2009, 23:39   Mesaj No:6

NUR

Medineweb Emekdarı
Avatar Otomotik
Durumu:NUR isimli Üye şimdilik offline konumundadır
Medine No : 127
Üyelik T.: 10 Eylül 2007
Arkadaşları:4
Cinsiyet:
Memleket:ankara
Yaş:32
Mesaj: 1.805
Konular: 527
Beğenildi:30
Beğendi:0
Takdirleri:10
Takdir Et:
Konu Bu  Üyemize Aittir!
Standart RE: Sevgili Peygamberim

EN İLK ve EN ÜSTÜN

Sen Ahmed ü Mahmud ü Muhammedsin efendim

Hak'dan bize Sultan-ı müeyyedsin efendim.

(Şeyh Galip)



Vahiy meleği Cebrail aleyhisselam, anlatıyor:

-Hazret-i Allah, beni yarattı. Onsekizbin yıl arz altında kaldım...

-Ey Cebrail seni kim yarattı?

-Sen yarattın yara Rabbi. Her şey senin ve sen her şeyi yaratansın... Bense... ben, güçsüz ve ihtiyaç sahibi bir mahlukum.

Konuşmadan sonra bir onsekizbin yıl daha geçti... Yüce Allah yine sordu:

-Seni kim yarattı?

-Ya Rabbi, beni yaratan; öldürmeye ve diriltmeye kudreti olan sensin. Bense kuvveti hiç bir şeye yetmez biçarayim.

Üçüncü onsekizbin yıl da geçti...

-Ey Cebrail, ben kimim, sen kimsin?...

-Allahım sen her şeyin yaratıcası ve sahibi; bense bir kulcağızım.

Bu cevabımın peşinden bir merakımı dile getirdim:

-Ya Rabbi benden üstün bir varlık halkettin mi?

-Karşına bak, buyurdu...

Yüce emre uyarak gösterilen yere baktığımda mbir nur gördüm. Ama nasıl bir nur? Güzelliğine hayran kaldım. Dört tarafında da dört ayrı nur?

-Allahım, gözlerimi alan bu harika aydınlık da ne?

-Seni, ne kadar melek varsa hepsini ve bütün her şeyi aşkına yarattığım nur!... O, en aziz kulum ve Peygamberimdir. O, canlı cansız her şeyin en üstünü ve en hayırlısı olan Muhammed Mustafa'dır "sallallahü aleyhhi ve sellem"

Sordum:

-Ya çevresindeki nurlar?

-Sağındaki Ebu Bekir Sıddik, solundaki Ömer ibni Hattab, önündeki Osman bin Affan, ardındaki Ali İbni Ebi Talib'dir. "Radıyallahü teala aleyhim".

-Ya Rabbi; bu beş kişinin diğer insanlardan üstün bir tarafı olmalı!

-Bu beşi kendime dost seçtim. Onları seven beni sevmiş, düşmanlık eden bana düşman olmmuş olur. Bunları sevenleri cennete, sevmeyenleri cehenneme koyacağım.

Hak yarattı alemi, aşkına Muhammed'in

Ay ü günü yarattı, şevkine Muhammed'in



İlk insan Adem Peygamber, arş üzerinde "La ilahe illallah Muhammedün Resulullah" yazısını görünce ismin sahibinin erişilmezliğini anladı. Ancak O'nun ismi sadece göklerin en yükseğini mahyalandırmamıştı. Kelime-i tevhid cennette her sarayda, her yaprakta, her çiçekte, her bucakta okunuyordu.

Adem aleyhisselam, bu hali oğlu Şit Peygambere anlatıyor:

-Cennette O'nun ismi ile güzelleşmemiş bir tek köşe bile görmedim. Her yan ve her yön o şerefli ismin pırıltılarını aksettiriyor.

-Peki, babacığım hanginiz daha kıymetlisiniz?

Şit aleyhisselamın sualine Adem Peygamber cevap vermek istememiş olacak ki sükutu tercih etti. Ne var ki aynı sual üçüncü kere tekrarlanınca ezeli hakikat daha o günden açıklandı.

Alemlerin Rabbi buyurdu:

-Ya Adem! Her şeyi senin için yarattım, seni ise o seçilmiş için!!! Cenneti o'nunla ve o'nun ümmetiyle dolduracağım. Kendisine arap dili ile Kur'an-ı kerim indireceğim. Bu kitabın emir ve hükümleri, hiç değişmeyerek dünyanın sonnuna kadar devam edecektir. Bu peygamber, benim en sevgili kulumdur. İyiliği her insana ulaşacaktır. O'na uyanlar seçkin kullarımdan olur. Büyük şefaat sahibidir. İsmi yer yüzünde "Muhammed" göklerde "Ahmed"dir. O'nu dünyanın sonuna yakın göndereceğim. Hiç bir Peygamber O'ndan üstün olmadığı gibi, hiç bir ümmet de O'nun ümmetinin sayısına varamayacaktır. Ümmeti abdestli gezer. Öyle ki bunların yerdeki nurları yıldızların gökteki aydınlığı gibidir.

Ol dedi oldu alem, yazıldı levh ü kalem,

Okundu hatm-i kelam, şannına Muhammed'in

Adem babamız, cennetten çıkarılınca, üç yüz sene göz yaşı döktü. Çok üzgün ve çok pişmandı. Gaibden gelen bir sesin de hatırlatması ile el açıp-cennette iken Cebrail aleyhisselamdan öğrendiği bazı isimleri araya koyarak-dua etti:

-Ya Adem, kıyamete kadar gelecek evladının günahlarının bağışlanmasını isteseydin bu isimlerin sahiplerinin sevgisi için yine kabul ederdin...

Hep erenler geldiler, dergaha yüz sürdüler

Zikr-ü tevhid ettiler, nuruna Muhammed'in

O, müthiş tufandan önce Nuh aleyhisselama bir gemi yapması buyurulunca yüzyirmi dörtbin dört tane tahta hazırladı. Ve Cebrail'in tenbihi ile her tahtaya bir Peygamberin mübarek adını yazdı. Ancak ertesi gün tahtalardan isimler silinmişti. Olaya çok üzüldü. İsimleri tekrar yazdı. Devrisi sabah yazılar yine silindi. Bir daha yazdı ama bir sonraki gün tahtalar bomboştu... çok müteessir oldu... bir tuhaflık vardı bu işte. Sır, gelen vahiyle çözüldü.

-Tahtaların ilkine benim, sonuncusuna da habibim Muhammed Mustafa aleyhisselamın adını yaz ki şeytan öbür isimleri silmesin.

Nuh Peygamber, emredildiği gibi yaparak çalışıp gemisini tamamladı. Fakat dört tahta artmıştı. Bunu Cebrail aleyhisselamla konuştu:

-Ya Cebrail, fazla gelen dört tahtayı ne yapayım?

Vahiy meleği suali Hak teala'ya sundu.

İnsanlığın ikinci babası Nuh Peygambere haber geldi.

-Ey büyü peygamber! O dört tahtaya son peygamberimin dört halifesinin isimlerini yaz; gemi o zaman tamam olacaktır. Zira o dört insan, İsla dininin dört sütunu gibidir. İslamiyet onlarla ayakta kalır ve onlar sayesinde dünyanın her tarafına yayılır. Vahye uyularak denilenin yapılması ile gemi tamamlandı ve ondan sonra yüzebildi.

Nuh Peygaber, Hazret-i Ebu Bekir, Hazret-i Ömer, Hazret-i Osman, Hazret-i Ali'nin isimlerini artan tahtalara yazarak bunları gemisine çakmadıkça görünüşteki kusursuzluğa rağmen geminin yüzmesi ve felaketten kurtulması mümkün olmamıştı.

Ya mü'minler... mü'minlerin de o dört büyük zatın ismini kalplerine yazmadıkça dıştan ne kadar olgun ve noksansız görünürlerse görünsünler büyük imtihanda kurtulmaları mümkün olabilir mi? Sadece iki cihan güneşi eşsiz ve emsalsiz Peygamberimizi değil, O'nun dostlarını da sevmek gerekiyor... Bu şart yerine gelmeden, O'nun sevdiklerinin aşkı kalbe yerleşmeden cezadan kurtulmak ne mümkün?...

Veysel Karani kazandı, ahir yine özendi

Sekiz uçmak bezendi, aşkına Muhammed'in

İbrahim aleyhisselam, bir gün rüyasında Cenneti gördü. Uzunluğu yer ile gök arasındaki mesafeden fazlaydı. Meleklere:

-Buralar kime mehsustur? diye sordu.

-Evlatlarından Muhammed Mustafa ve o'nun ümmeti içindir, diye cevap verdiler.

İbrahim Peygamber, dikkatle bakınca ağaçlarda"La ilahe illallah" budaklarında "Muhammedün Resulullah", meyvelerinde "Sübhanellah", "Velhamdülillah" cümlelerinin yazılı olduğunu gördü...

Uyandığında rüyasını milletine nakletti.

-Ümmeti Muhammed kimdir, diye sordular. İbrahim aleplisselam, düşünceye daldı. O anda Cebrail aleyhisselam peyda oldu ve:

-Ne düşünüyorsun ey Allah'ın dostu, dedi.

-Bir rüya gördüm... girdüklerimi ümmetime anlattım, Muhammed ümmetini öğremek istediler. Benimse bu hususta bilgim yok. Onun için düşünüyorum.

Cebrail aleyhisselam:

-Ben de fazla bir şey bilmiyorum, diyerek Cenab-ı Hakka arz etti:

Yüce Allah şöyle buyurdu:

-Muhammed, benim ahir zaman Peygamberimdir. Makbul kullarıma Peygamber olarak gönderecğim. O peygamberi bütün yaratılmışların arasından seçtim. Kendisini ve ümmetini yerden ve gökten yüzyirmi dört bin yıl evvel yarattım. Kıyamet günü O'nun yolundakilerin yüzü bütün insanların yüzünden daha ak, aydınlık ve abdest suyu değen vücut parçaları pırıl pırıl olacaktır.

Feriştehler geldiler, saf saf olup durdular

Beş vakit namaz kıldılar, aşkına Muhammed'in

Tevrat, Musa aleyhisselama inince büyük Peygamber çok sevindi ve şükrünü dile getirdi. Cenab-ı Hak:

-İnsanların kalbine baktım. En mütevazi olarak seni gördüm. Bu sebeple seni Peygamber yaptım ve benimle konuşma devletine erdirdim, dedi ve ilave etti:

-Ölünceye kadar tevhid üzere ol. Sevgili Muhammed Mustafa'nın Resulüm olduğunu tasdik et ve kalbine O'nun muhabbetini yerleştir!

-Ya Rabbi, Muhammed kimdir; O'nu tanımıyorum?

-O öyle bir kimsedir ki yerleri ve gökleri yaratmadan binlerce sene evvel güzel ismini arşın üzerine yazdım. Ya Musa, sana çok yakın olmamı ister misin? Öyle bir yakınlık ki bedenine ruhdan ve gözünün siyahına beyazından daha yıkn olayım!..

-Allahım bundan gayrı ne arzum olabilir?...

-Öyleyse Habibime çok selavat oku.

Hak teala devam etti:

-Ölen bir kimse Muhammed aleyhisselamı inkar etmişse, o bedbahtı sürüterek cehenneme attırırım. Beni görmesini nasip etmem ve hiç bir melek ve peygamberin şefaat etmesine de için vermem!...

Bunu yolundakilere bildir.

-Ya Rabbi O'nun hakkında biraz daha bilgi sahibi olmak isterim.

-Eğer Muhammed aleyhisselam olmasaydı; yeri-göğü, cenneti-cehennemi ayı, güneşi, geceyi-gündüzü, melekleri, Peygamberleri ve hiç bir şeyi yaratmazdım. O'nun Peygamberliğini kabul etmezsen İbrahim halilulllah bile olsan sana eziyet ederim!...

-Onun Peygamberliğini ve yüksekliğini kabul ettim Ya Rabbi!...

Havada uçan kuşlar, yeşerüp dağ ü taşlar,

Yemiş verir ağaçlar, aşkına Muhammed'in

Davut aleyhisselam, bir gün Zebur okurken kitaptan bir nur yükseldiğini; bu nurun odayı doldurduğunu ve kalbinin rahatladığını gördü... Ve bu hal, her Zebur okuyuşunda tekrar etti. Nurun mahiyetinni Allahü tealaya sordu:

-Ya Rabbi bu nur neyin nesidir?

-O, habibim Muhammed Mustafa'nın nurudur. Cümle alemi onun hatırına yarattım.

Bu tüyler ürperten ilahi cevap üzerine Davut Peygamber, yüksek sesle "Lailahe illallah Muhammedün Resulullah" dedi. Bütün yırtıcı hayvanlar, kuşlar, böcekler ve yılanlar, çevresine toplandılar ve:

-Öyledir ya Davut! diyerek onu doğruladılar.

Bu olaydan sonra Davut Peygamber, Zubur okumaya başlarken kelime-i tevhid söyle oldu.

İmansızlar geldiler, andan iman aldılar

Beş vakt namaz kıldılar, aşkına Muhammed'in

O'nu övmeye kalkan erir ve tükenir.

O'nu hiç bir lisan medhetmeye kafi gelmez. O' kelimeler üstü ve kelimeler ötesi ve gönüller dolusu sevgiye layıktır.

Yunus kim ede medhi, över Kur'an ayeti

Ah! vergil salevatı, aşkına Muhammed'in

Biz de... kendim, eşim, dostum, tanışım, arkadaşım, binler, onbinler, milyonlar, milyarlar, O'nu o en sevgili ve en üstün'ün Peygambeliğini kabul ettik ya Rabbi...

Bundan üstün devlet bilmiyoruz ya Rabbi!..



MEKTUP

Ya Habiballah bize imdad kıl,

Son nefes didarun ile şad kıl.

(Süleyman Çelebi)

Vakit, ahir zaman Peygamberinden bin yıl önce.

Humeyr ibni Redi, hemen bütün ortadoğu'ya hükmeden bir hükümdar.

Kalabalık sayıda vezir ve yardımcıları ile kudretli bir ordusu var. Yolu batıl; ateşe tapıyor. Buna rağmen kendilerine pek kıymet verdiği, işlerini danıştığı dört bin kişi var ki hepsi has müslüman ve alim.

Humeyr, bir gün maiyeti ile birlikte tantanalı bir halde Mekke'ye geldi... Fakat O'nun gelişi Mekkelileri alakadar etmedi. Herkes işinde ve her şey akışında.

Bu aldırışsız soğuk karşılama hükümdarın fena şekilde canını sıktı. Vezirlerini huzura çağırdı ve halktaki bu kendinden eminliğin sebebini sordu.

Vezirler:

-Buranın insanları araptır; asil kimselerdir efendimiz. Kabenin korunması onlara verilmiştir. Bundan dolayı değerleri yükselmiştir. Beytullah'ın bakıcısı olmanın verdiği şerefle soğuk duruyorlar olabilir.

-Demek öyle!!!

Humeyr'in kafasında soysuz bir plan doğdu;

Kabe'yi yıkacak, halkı öldürecek ve şehri askerine yağmalatacaktı...

Ancak bu fikirle beraber ve aynı hızla kafasına bir şey daha gitmişti: Müthiş bir ağrı... ağrının şiddetinden burnunudan ve gözlerinden kimsenin yanınna yaklaşamadığı pis kokulu bir su akmaya başladı.

Günler ilerliyor; baş ağrısı, her an şiddetini arttırıyordu. Bütün sağlık arayışları savallı kalınca; O, ülkeler hakimi Humeyr, yaşamaktan yana iyiden iyiye karamsarlığa düştü. Ama yine de şifa aramaktan geri durmuyordu. Hastalığına bir çare bulması için mbaş vezirine emir verdi; O da hekimlere.

Hekimler, o güne kadar görülüp, işitilmemiş bu hastalığı iyileştirmek için günlerce uğraştılar. Fakat bütün gayretler nafileydi. Emekler boşa gitmiş; çare bulunamamıştı. Bunun üzerine bir de ilim adamlarına danışıldı. Alimler, bu amansız dert için düşünmeye mbaşladılar: "Bu hastalık neden olmuştu ve niçin çare bulunamıyordu?" Bir alim, uzun uzun düşündükten sonra sebebi bulduğunu anladı. Baş vezire giderek:

-Hükümdar şayet sırrını bana açar ve sorularını cevaplandırırsa derdinin dermanını söylerim, dedi. Başvezir çok memnun kaldı. Birlikte Humeyr'e geldiler. Vaziyet kendisine anlatıldı. Alimin, sorularını hiç bir gizli-saklı taraf bırakmadan açıklaması bilhassa hatırlatıldı.

Hükümdar, zorlukla konuşuyor ve yanındakiler dehşetli pis kokudan büyük sakıntı çekiyorlardı.

Dötbin kişiden biri olan alim sordu:

-Bu sıralarda Kabe-i Şerif için aklından kötü bir şey geçki mi?

Hasta, derin ve uzun inleyip karşısındakileri boş ve manasız gözlerle süzdükten sonra dudakları kıpırdadı.

-Evet! O'nu yıkmak istedim.

Cümlenin başı ve sonu arasında kurşundan dakikalar geçmişti...

-Niçin yıkmak istemiştin ki? Ne mekkelilerin, ne de Kabenin bize bir zararı olmadı!

-Evet olmadı ama; Mekke halkı bana hürmet etmedi. Hatta hürmetin kırıntısına bile rastlamadım. Halbuki her gittiğim yerde insanlardan büyük saygı görürdüm...

-Burada göremeyince...

Pis kokulu sulardan yatak, yorgan ıslanmış her taraf batmıştı. Hizmetçiler boş yere koşuşturuyordu.

-Mekkelilerden hürmet göremeyince üzerine titredikleri Kabeyi yıkmak, halkı öldürmek, mallarını askerlerine yağmalatmak istedim.

-Ve başına gelenler de bu niyetinle beraber geldi!

-Evet; niyetimle beraber başıma korkunç bir ağrı girdi ve dünyamı zindan eden bu hastalığa yakalandım...

Bu cümleden sonda odayı bir sessizlik kapladı... sanki alimle hasta arasında upuzun ve kavuşulmaz çöller vardı.

Humeyr meraklı ve uzaktan alimin yüzüne bakıyordu. Hastalığı ile bu konuşulanlar arasında ne münasebet olabilirdi ki?...

-Hükümdarım tutulduğun hastalığın sebebi işte bu fikrindedir. Zira yıkmak istediğn o Kabe'nin sahibi olan yüce Allah, gizli niyetleri de bilir. O'nun yanında gizli aşikar farkı yoktur.

Susmuş ve dinlemeğe durmuş çöl yeniden hışırdamağa, rüzgar tok seslerle boşluğu yara yara koşmaya başlamıştı.

-Bilmez; hiç bilmezdim!

-Şifa bulman bu bozuk niyetinden vazgeçmene bağlıdır. Eğer Kabe için taşığın kötü düşünceden cayarak güzel niyetler beslersen iyileşirsin.

Humeyr, derhal tövbe etti... alim, mbunun üzerine Kabe-i Şerifi, yapanı yapılış sebebini uzun uzun anlattı.

Başvezir ve alim oradan kalkmadan hükümdar tekrar eski sağlığına kavuştu.

Ve üstelik İbrahim aleyhisselamın dinini kabul ederek müslüman oldu. Beytullah'a karşı hürmet ve muhabbet duyguları ile bağlandı. Edep ve usülünü öğrenerek Kabeyi ziyaret etti. Eski kibir ve gururunu terkedip alçak gönüllü bir insan oldu.

Bir kaç gün son da bir sultan sofrası hazılattırarak büyük-küçük, zengin-yoksul bütün Mekkelileri yedirip içirdi.

Bu ziyafeti verdiği gece rüyasında bir ses işitti:

-Mekke ahalisine itibar gösterdiği gibi Beytullah'a da hürmet et; O'nu örtülere bürü!

Serin bir çöl gecesinde görülen bu rüyanın sabahında Humeyr, Kabe'ye hasırdan bir örtü yaptırarak ölttü. Sevincine diyecek yoktu. Fakat gece rüyasında:

-Hasır O'na layık değildir. Daha güzel örtü yaptırmalısın! diye bir nida duydu.

Bu sefer kumaştan mbir kılıf diktirerek Kabe-i Şerife giydirdi. Ama rüyasındaki ses, bu kumaşın da uygun olmadığı ve diğiştirilmesini istedi. Bunun üzerine devrin en pahalı kumaşlarından bir örtü dirtirerek altın ve gümüşlerle süsletip Kabe'ye örttürdü.

Ayrıca, Kabe-i Şerifin içinde bulunan putları dışarı attırarak kilitli bir kapı yaptırdı; insanların kirli halde Allah'ın evine yaklaşmalarını yasak etti.

Humeyr, bu güzel hizmetlerinden sonra Kabe'nin anahtarını Mekkelilere teslim ederek aydınlık Medineye doğru yola koyuldu. Medine o devirde çıplar; ne bir bitki var görünürde ne mbir ağaç. Kum, taş, tepe ve eriten güneş sıcaklığı. Ufuklar sır vermiyor. Acaba gölgelenecek bir yer yok mu?

Humeyr, dörtbin kişilik danışmanlarından dört yüzünü alarak bütün Medine'yi makışı gören yüksek bir tepeye tırmandılar. Gözler, ordunun konaklıyacağı uygun bir yer arıyor... Ama uyanık kalbli o dörtyüz seçme insan, başka bir şeyi farkettiler. Elleri ile gözlerini güneşin göz kamaştıran parlaklığından koruyarak çevreyi incelerken sanki sessizliğin en derin noktasından kulaklarına bir şeyler fısıldanıyordu. Toprak bir çift söz söylüyor gibiydi... O, Mekke'den işte bu Medine şehrine, buradan sonsuzluğa geçecektir. Şüphe yok ki eski ilim sahiplerinin kitaplarında sözünü ettikleri yer burasıdır...

Aralarında şu kara vardılar: "Şartlar çetin ve ağır; ama olsun; kavuşulacak şeref de o kadar yüksek ve mübarek. Biz burada yerlerek son Peygamberi bekleyelim. Olur ki O'nu görmek bahtına ereriz." kararlarını hürümdara açtılar.

-Önceki alimlerden okuduğumuz bilgilere göre bu yer, en son ve en yüce Peygamberin gelip yerleşeceği bir kutlu mekandır. Şerefli namı Muhammed sallallahü aleyhise ve sellem, güzel dini ebedidir. O'nun ordusuna alemlerin Rabbi yardım eder. O tac ve burak, o, Kur'an,ı kerim, o liva-i hamd ve minber ve O, La ilahe illallah sözünün sahibidir. Buraya hicret edecek ve buradan ölümsüz aleme geçecektir. Biz bu büyükler büyüğünün gelmesini beklek isteriz. Belki nur yüzünü görmek mümkün olur. Bu sebeple hükümdarımızdan izin dileriz...

Hükümdar, anlatılanları heyecanla dinledi; büyük memnuniyet duydu ve:

-Ben de sizle kalacağım, dedi.

Ancak bu karara asker ve tab'ası mani oldular.

Bir ismi de Tebi olan Humeyr, bunun üzerine Medine'de bu dörtyüz kişi için evler yaptırdı. Onları evlendirdi. İhtiyaçlarını karşıladı ve içli bir bağlılık mektubu yazarak kendilerine teslim etti.

-"Humeyr İbni Redi'den en büyük Resul ve son Peygaber Abdülmuttalib oğlu, Abdullah oğlu Muhammed aleyhisselam'a sunulan mektup:

"...ben, senin nübüvvetine, bildirdiğin Allah'a getireceğin Kur'an'a iman ettim. Dinin, yolun ve İbrahim Peygamber milleti üzereyim. İslamiyet namına tebliğ ettiklerinin hepsi şimdiden can baş üzre kabulümdür. Olurki o saadetli zamanına kavuşmazsam beni unutmamanı ve şefaatinden mahrum ve mahsun bırakmamanı diliyorum."

Humeyr, mektubu mühürlü olarak alimlerden Şamul'a verdi: iyi saklaması için ricada bulundu ve vasiyetini yaptı:

-O mübarek Peygamber'i görme devletine erersen mektubumu kendilerine ver; şayet bu bahtiyarlığa eremezsen çocuklarına teslim et ve dikkatle sakllamalarını güzelce tenbih eyle; onlar da kendilerinden sonrrakilere aynı vasiyeti yapsınlar ve böylece emanetimi babadan oğula aktara aktara Peygamberlerin efendisinin yüksek huzurlarına takdim etsinler!..

Tebi, bu vasiyetinden sonra hazır olanlarla vedalaşarak Medine'den ayrılıp gitti ve bir zaman sonra da vefat etti.

Eshab-ı kiram; Allah'ın sevgilisine arkadaş, dost ve yardımcı olan o soylu insanların bu dört bin alimin nesebinden geldiği anlatılır.

Mektup, elden ele geçe geçe Şamul'un yirmi birinci torunu olan Eba Eyyub El Ensari'ye varacaktır. Bu sıralarda sevgili Peygamberimiz de Mekke'den Medine'ye hicret için yola çıkmışlardı. Medineliler o bayram havasında emaneti, bir an önce sahibine ulaştırması için herkesin çok sevdiği Ebi Leyli'ye verdiler...

Ebi Leyli yollara düştü, bir konak yerinde Beni Selim kabilesinin misafiri oldu. Resulullah da o an oradaydı; ama Leyli, tanıyamadı. Peygamberimiz O'nu görür görmez:

-Ebi Leyli sen değil misin? buyurdular.

-Evet, benim; deyince

-Tebi'nin mektubu nerede? diye sordular.

Leyli şaşırmıştı:

-Siz kimsiniz; diyebildi ancak. Mutlaka ulu biri olmalısınız. Yüzünüzde büyüklük işareti, sözünüzde huzur veren bir tatlılık var.

Eşi olmayan insanda rahatlatan bir tarifsiz tebessüm:

-Ben, Allah'ın Resulü Muhammed'im; mektubu getir. Ebi Leyli istenileni cebinden çakararak tazimle uzattı...

Yüce Peygamber, mektubu yanındakilere okutttular ve:

-Merhaba Salih kardeşim, merhaba salih kardeşim, merhaba sahil kardeşim!.. diye zamanlar ötesine seslenerek Humeyr ibni Redi'yi selamladılar.
__________________
EN GÜZEL AŞK: ALLAH!
Alıntı ile Cevapla