Durumu: Medine No : 16627 Üyelik T.:
11 Şubat 2012 Arkadaşları:2 Cinsiyet: Yaş:48 Mesaj:
4.079 Konular:
315 Beğenildi:50 Beğendi:0 Takdirleri:149 Takdir Et:
| RE: Sevgili Peygamberim 3.Cilt
ASIL HÜRRİYET
AF EDİP YA RAB BAĞIŞLA CÜRM-Ü İSYANIM BENİM,
HIFZ İLE AHİR NEFESDE SIDK U İYMANIM BENİM
2. Sultan Mustafa Han (İkbali)
Sevgili peygamberimiz, Hadice validemizle evlendikten sonra da ticaret yaptılar. Saib bin Abdullah'ı ortak almışlardı. Hisselerine düşen kazançla fakir ve yetimlere yardım ediyorlardı.
Henüz vahiy gelmesine zaman var. Otuziki-otuüç yaşlarındalar. Gözlerine nur görülüyor ve gaipten kendilerine isimleri ile hitap eden sesler duyuyorlar. Bunları sadece sevgili zevcelerine açıyor; başka kimseye söz etmiyorlar...
Hadice validemiz, bir gün yeğeni Hakim bin Hizam'dan Şam'a gittiğinde kendisine bir köle satın almasını rica ettiler.
Genç, halasının isteğini Zeyd bin Harise'yi satın alarak yerine getirdi.
Zeyd, sekiz yaşlarında güzel bir çocuktu... bir gün annesi ile birlikte akrabalarında misafir olarak bulunurken ev basılmış ve pazar yerine götürülüp köle olarak satılmıştı.
Efendimiz, Zeyd'i Hazret-i Hadice'nin yanında görünce hanımından mbu köleyi kendisine vermesini rica etti.
Aziz kadının Zeyd'i O'na hediye etmesi üzerine alemlere rahmet olarak gelmiş merhamet sultanı, sallallahü aleyhi ve sellem, Zeyd'i derhal azad etti ve bundan böyle hür olduğnu, istediği yere gidebileceğini müjdeledi.. ma; sevinçler içinde kalan yavrucak onları terk etmedi. Nasip ve hikmet. Allah, öyle takdir etmiş ve o küçücük çocuk her hallerinden iyi insan iyi insan oldukları anlaşılan bu aileden ayrılmamıştı...
Zeyd'in babası Haris'e yanık şiirler söyleyip ağlayarak köşe bucak yavrucuğunu arıyordu.... annesi ise hasretten deli divane olmuştu... Hac zamanı Zeyd'in kabilesinden bazı şahıslar Mekke'ye gelince Zeyd'i gördüler ve O'na ana babasının yana yakıla kendisini aradığını haber verdiler.
Zeyd:
-Biliyorum, dedi. Ebeveynimin yokluğuma ağlayıp beni aradığını biliyorum. Ama artık yorulmasınlar ve benim için oradan oraya deve koşturarak aranmasınlar. Benim şimdi çok kıymetli insanların yanında bulunuyorum, dedi.
Adamlar, memleketlerine dönünce Zeyd'i gördüklerini, bulunduğu yeri ve konuşmalarını babasına anlattılar.
Harise, yavrusunun hala köle olduğunu zannederek yanına fidye parası ve kardeşini alarak Mekke'nin yolunu tuttu.
Günler süren bir yolculuktan sonra Peygamber efendimizi buldular ve yalvaran bir dille:
-Oğlumuz için kapına geldik. makul bir fidye-i necat iste derhal bu kurtulma parasını sana takdim edelim ve can parçamızı alıp yurdumuza gidelim...
Sevgili Peygamberimiz:
-Oğulunuz kim, diye sordular.
-Zeyd! Zeyd bin Harise.
-Paradan başka bir hal tarzı bulsak olmaz mı?
-Ne gibi?
-Zeyd'i çağırarak serbet iradesi ile karar vermesini söyleyelim. Eğer sizinle dönmek isterse fidye-i necat vermenize ihtiyaç yok; alıp götürebilirsiniz. Fakat beni tercih ederse Vallahi ben-beni tercih edene kimseyi tercih etmem
Bu cevap Zeyd'in baba ve amcasını çok rahatlattı; sevindiler ve:
-Adil ve güzel bir usül buldun, dediler...
Efendimiz Zeyd'i çağırttılar.
-Zeyd, bu misafirleri tanıyor musun?
-Evet efendim, şu babam, şu da amcam.
-Pekala... baban ve amcan seni almaya gelmişler.
Beni biliyorsun. sana olan şefkatimi de biliyorsun... istersen beni tercih ederek burada kalırsın; istersen babanla gidersin, karar senin?
Babası ve amcası heyecanla Zeyd'e döndüler:
Zeyd sakin ve yaşının üstünde bir olgunlukla:
-Benim anam da babam da sensin. Ben, kimseyi sana üstün tutamam. Bu mümkün değil!...
Cevap, Harise ile kardeşi Ka'b'ı kalbinden vurmuştu. Neye uğradıklarını anlamıdlar.
Ancak:
-Yazıklar, yazıklar olsun sana!... Demek ki sen köleliği, hürriyete, bana, amcana, annene ve kardeşlerine tercih ediyorsun ha? diyebildiler.
Renkleri kül gibi olmuştu, heyecandan titriyor ve çaresizliğin pençesinde kıvranıyorlardı... son cevap büsbütün yaktı onları:
-Evet!... Hiç bir zaman, hiç bir yerde kimseyi bu zata tercih edemem!...
Elbette Zeyd de ana-baba sevdiklerini üzdüğü için üzülüyordu ama; ana-babaya tercih edilenler de var. Hele o, yakından tanıdığı bu büyük insan olursa... nasıl bırakıp gitsin? Eğer kölelik buysa, hürriyet kaç para eder!...
Allahım bizi de O dünya ve ahiretin; onsekizbin alemin en yükseğine köle et. O'na köle olmak ki asıl hürlüktür...
............
Sevgili Peygamberimiz bir babayı üzerler mi... Kalbi yaralı bir insan o büyük kapıya gelsin de yine aynı yara, aynı dertle geri dönsün; efendimiz buna razı olur mu?
Zeyd'in bu vefasına çok memnun olmuşlardı. O'nu ve babası ile amcasını alarak Kureyşliler'in yanına gittiler. Ve Harise ile Kab'ı bir kere daha şaşırttılar:
-Ey hazır olanlar! Şahid olun ki bundan sonra Zeyd benim oğlum ve mirascımdır.
efendimiz, böylece Zeyd'i evlat edndiler. Ve bu muameleye hazır olan herkes şahid oldu... harise ve kab, bu hareketten çok razı olarak, Peygamberimize teşekkür; evletlarına veda ederek Mekke'den ayrıldılar...
Ahzab Suresi nasil oluncaya kadar Zeyd; "Zeyd Bin Muhammed" olarak anıldı... Bu sure-i şerifin kırkıncı ayeti, evletlıkların öz babalarının ismi ile çağırılmasını emretmesi üzerine bu nasipli gence yeniden "Harise Bin Zeyd" denilir olud...
O, öyle nasipli ki Hadice annemiz ve Hazret-i Ali'den sonra islamiyeti kabul eden üçüncü insandır, radıyallahü anh.
Beyt-i Şerif... Şerefli ev; Kabe.
Kabe'nin duvarları, sel suları, içinde bulunan ve hazine olarak kullanılan kuyudaki kazılar, şiddetli sıcak ve şiddetli soğuk gibi tabiat şartları sebebiyle eskimiş.. yenilenmesi şart.
Ancak; yenilenme, duvarların İbrahim peygamberin kurduğu temellere kadar yıkılarak tekrar inşası iele mümkün...
Kabile temsilcilerinin aralarındaki müzakerelerden sonra vadıkları sonuç bu...
...ama, Kabe duvarlarını eskirmiş dahi olsa yıkmaya cesaret edemiyorlar.Ya başlarına bir gelirse!!!
... kur'a çekerek duvarları paylaşmayı ve bu suretle yıkım faaliyetine başlamayı bir sıkıntı ve hayır gelirse kimsenin bundan istisna edilmemiş olmasını kararlaştırdılar.
...kur'alar çekildi. her kabilenin yeri belli oldu.
Ne var ki beklenmedik bir şey daha oldu. Kabe-i Şerifin içindeki kuyuya yerleşmiş ve kafası oğlak başı kadar olan bir koca yılan, kim, duvarlardan bir parça yıkmak istese süzülüp duvara çıkarak onu öldürmek istiyordu...
Bu hal karşısında kabe'nin tamir edilmesi imkansızdı...
Duası makbul kimseler buldular. bunlar, yılanın defedilmesi ve kendilerine mukaddes binayı imara izin verilmesi için Allahü tealaya yalvardılar.
...Bu sırada yılan, öğle sıcağında duvarlardan birinin üzerine çöreklenmiş uyuyordu.
Cenab-ı Hak, ağzı dualıların yalvarışını kabul etti... aniden bir beyaz kuş görünerek, yılanı kaptığı gibi götürerek Ciyad Dağı'na attı...
Sabileler, kendilerine ait yerleri İbrahim aleyhisselam'ın attığı temele kadar yıkarak duvarları yenilemeye başladılar.
...duvarlar yükselip sıra Hacer-ül Esved taşını yerine koymaya gelince her kabile bu şerefi kendisine mal etmek için diğerine müsaade etmemeye başladı. Münakaşa çok şiddetlendi. Nerede ise kabileler bir birlerine girecek ve şiddetli kan dökülecekti. Velid bin el Mugire yaşlı ve tecrübeli bir ihtiyardı. Zorlukla havayı yumuşattı ve şu teklifte bulundu:
-Yarın Beni Şeybe kapısından ilk girecek olan şahıs, bu ihtilafın hakemi olacak ve hal tarzı onun göstereceği şekil olacaktır.
Herkes teklifi yerinde bulundu.
Ertesi gün mlerakla beklemeye başladılar. Acaba Beni Şeybe kapısı'ndan en önce kim girecekti. Gelecek olanın şahsiyeti çok mühimdi. Böyle bir nizayı halledebilecek kabiliyette biri olcaktı; yoksa bu ieşin altından kalkamayacaktı da kan gövdeyi mi götürecekti?
...herkes, bu ve benzeri kaygılar içindeyken gözlenen kapıdan ilk geçip gelen Sevgili Peygamberimiz oldu...
Aaynı anda da bekleyenlerde büyük bir rahatlama ve yüz hatlarında gevşeme izlenişordu. Zira O, Muhammed'ül Emindi, Ve en adil ve güzel karar vereceğinden şüphe edilemezdi.
Problem, efendimize arzedildi ve çok vahim bir manzara olduğu ilave edildi.
Peyşgamberimiz hemen misk kokukulu hırkalarını çıkarıp yere serdiler ve Hacer-ül Esved taşını üzerine koydular. Sonra da her dört kabileden birer kişi istediler... bui temsilciler Muhammed'ül Emin'in talimetıyla hırkanın birer ucundan tutarak duvara kaldırdılar. Peygamberimiz, mübarak cennet taşını kendi elleriyle alarak yerine koydular.
Resulullahın otuzbeş yaşında bulunduğu sırada cereyan eden tamir işinde bulundukları bsu ince ve manalı çözüm ile Mekke'de bir iç harbi önlenmiş oluyor ve hadise günlerce konuşuluyordu.
..........
Sevgili Peygaberimizin geleceğini müjdeleyenlerden biri de Iyad Kabilesinden Kass İbni Saide. Devrin en iyi hatiblerinden. Arapçayı billurdan kelimelerle çok mükemmel şekilde tasarruf ediyor. Şu an Ukaz Panayırında. Çevresi dinliyenlerle sarılı. Dinliyicilerden bazıları da yine iyi söz ustalarından.
Kass kızıl bir devenin üzerinde;yaşı, yüzü geçmiş.
Kelimeleri seçerek, meneyı ve maksadı en iyi ifade eden kelimenin bütün tesir gücünü hesaplayarak konuşuyor:
-Ey insanlar! Geliniz! Dinlemeye, bellemeye ve ibret almaya ihtiyacınız var!
Yaşayan ölür, ölen fena bulur, olmacak ollur . Yağmur yağar, otllar biter. Çocuklar doğar; ana ve babalarının yerini alır. Sonra onlar da gider, Vukuatın duru durağı yoktur. Birbirini takip eder. Kulak tutunuz; dikkat ediniz. Haber var gökyüzünde, işaret var yeryüzündde. Yıldızlar yürür, denizler durur.
Gelen durmaz, giden gelmez. Acaba gittikleri yerden hoşnud kaldıkları için mi dönmüyorlar yoksa orada tutulup uykuya mı dalıyorlar.
Yemin ediyorum!...
Allah indinde öyle bir din var ki, şimdiki dininizden daha aziz daha sevgili....
Yemin ediyorum!
Allah, bir Peygamber daha gönderecektir.
Yakında zuhur edecek... gölgesi üstümüze düşmeye başladı.
O Pelgambere iman eden bahtılara ne saadet. O'nu inkar edecek bahtsızlara yazıklar olsun.
Yazıklar olsun ömürleri gaflet ile geçen ümmetlere.
Ey insanlar!
Hani aba ve ecdat?
Hani süslü kaşhaneler?
Hani taş saraylar sahibi ad ve semud?
Hani tanrılık iddia eden Firavun; ya Nemrud nerede?
Onlar sizden zengin ve kalabalıktı.
Toprak onları değirmeninde öğüterek toz etti. Kemikleri bile kalmadı. Evleri ıssız ve kimsesiz.Yerlerini ve yurdlarını şimdi köpekler şenlendiriyor.
Aman, aman! Onlar gibi kafil olmayın ve onların izinde gitmeyin.
Her şey ölümlüdür.
Baki olan yalnız ve yalnız Cenab-ı Hak'dır.
Tapılacak sadece Allah'dır.
Doğmamış ve doğurmamıştır.
Evvelkilerden nice nice hikmetler geriğe kald.
Unutmayın ki ölüm ırmağına girecek kıyı çok; fakat kurtulcak yeri yoktur... ister yaşlı, ister küçük, vadesi dolan bir saniye bekleyemeden göçüp gidiyor; bir daha geri gelmemek üzere gidiyor.
Bunlar şüphesiz benim de sizin de akibetiniz.. İyi düşünün, nereden gelip nereye gidiyoruz; niçin varız ve ne olacağız?...
... Kass İbni Saide, Sevgili Peygamberimizi haber veriyordu. Ama ne tuhaftır kendisini dinleyenler arasında ahir zaman Peygamberinin bulunduğunu bilmeden konuşuyordu.
Bu sözlerden iki üç yıl gibi az bir zaman sonra islamiyet bütün insanlığa tebliğ edilmeye başlandı. Yazık ki efendimiz insanlığı hakikate davet ederken Kass'ın ömrü bu daveti almaya yetmedi. Ölmüştü...
Sevgili Peygamberimiz, İslamiyeti yaymaya başladığında, Iyad kabilesinde Kass'ın yerini yine O'nun gibi bir muvahhid olan Carud almıştı... Carud, bekledikleri son Peygamberin bir güneş gibi zuhur ettiği haber alınca kabilesinin önde gelenlerini yanına alarak huzura çıkıp O'nun getirği dini kabul ettiler.
Bir kabilenin bütünüyle müminler safına iltihakından memnun olan Peygamberimiz:
-İçinizde Kass İbni Saide'yi bilen varmı? diye sordular.
Carud:
- Ya Resulallah; cümlemiz biliriz . Bilhassa ben daha iyi tanırım. Çünkü hep O'nun yolundayım
Efendimiz:
- Kass İbni Saide'nin Suku Ukaz'da kızıl tüylü bir devenin üzerinde olduğu halde, yaşayan ölür, ölen fena bulur, Olacak olur, diye hutbe vermelerini unutamıyorum... daha başka şeyler de söylemişti. Hepsi hatırımda dağil.
Ebu Bekr radıyallahü anh:
- Ya Resulallah. O gün Suku Ukaz'da Kass'ı dinleyenler arasında ben de vardım. Söylediklerinin tamamı aklımda dedi ve konuşmayı aynen tekrarladı. Carud'un bir arkadaşı da izin alarak Kass'dan bir şiir okudu. Şiir çok açık bir şekilde Sevgili Peygamberimizi haber veriyordu.
Peygamberimiz, kendilerini büyük bir aşkla insanlığa duyurmaya çalışan Kass için şu müjdeyi vererek O'nun dostlarını sevindirdiler.
-Ümit ederim ki, Cenab-ı Hak, O'nu kıyamet günü tek başına bir ümmet olarak diriltecek ve bana yolluyacaktır.
BATMAYAN GÜNEŞİN DOĞUŞU
OKU! BÜTÜN MEVCUDATI YARATAN RABBİNİN İSMİYLE Kİ; O,İNSANI KAN PIHTISINDAN YARATTI, OKU Kİ SENİN RABBİN KALEMLE YAZI YAZMAYI ÖĞRETEN, İNSANA BİLMEDİĞİNİ BİLDİREN KERİMLERİN KERİMİ VE İHSAN SAHİBİDİR.
Alak suresi / 1-5
Sevgili Peygamberimiz, sallallahü aleyhi ve sellem, ileride kendilerine damat ve yerlerine halife olacak Hazret-i Ali'yi henüz ufacık bir çocukken yanlarına aldılar... doğduğu amdan beri onunla yakından meşgul oluyoırlardı. Ama, çekilen şu kıtlık, himayelerine de almalarını gerektirdi...
Öncekilerden daha büyük bir kıtlık, hali-vakti yerinde olanları bile sarsmış ve herkesi geçim darlığına düşmüştü.
Sıkıntı içinde olanlardan biri de Ebu Talib; Hazret-i Ali'nin babası... Mübarek Peygamberimiz amcasını düşünüyor. Çocukları çok olduğundan eli darda. Bunca iyiliğini gördüğü insanın yükünü hafifletmek için bir çare bulmalı.... Akri halde Ebu Talib yoklukla mücadele ederken O'nun rahat olması mümkün değil.
Diğer amcalardan Abbas'a gidiyorlar:
-Amcam Ebu Talib'in üyük sakıntıda olduğunu biliyorsun. Nüfusu kalabalık. Çocuklardan birini sen birini de ben kendi evlerimize alırsak sanırım yükü hafifler. Fikrime ne dersin?
Hazret-i Abbas, radıyallahü anh teklifi isabetli buldu. Birlikte Ebu Talib'in evine geldiler. Ve geliş maksatlarını O'na izah ettiler.
Ebu Talib, kendisinin düşünülmü olmasına ve gösterilen vefa hissine memnun kalarak:
-Akil ile Talib'i bana bırakın; diğer ikisini siz bilirsiniz, dedi.
Bunun üzerine Hazret-i Abbas Cafer radyallahü anh'ı Efendimize Ali kerremallahü vecheh'i bakım ve himayelerine aldılar.
...böylece Ali radıyallahü anh efendimiz, küçük yaşlarından itibaren önlerinde örnek ve taklid edilecek insan olarak kainatın baştacını buldular... Bu iri siyah ifözlü buğday tenli, güler yüzlü güzel mi güzel çocuk, hep ona özendi, hep O'na benzemeye uğraştı, O'nun yaptıklarını ölçü aldı vöe daha on yaşındayken Müslüman oldu.
Peygamberimiz otuzdokuz yaşındalar... gündüz vukua gelecek hadiseleri uyku ile uyanıklık arasında iken gece rüyü olarak kendisine gösteriliyor.
Rüyalar aynen çıkıyor.
Böylece insanlığın kurtarıcısı, nübüvvetin kırkaltı cüzünden bir cüz olan bu sadık ve salih rüyalarla pelygamberliğe hazırlanıyor.
Yine bu sıralar "Ya Muhammed" diye sesler duymaya devam ediyorlar.
Büyük an'a; vahyin inzaline; peygamberlik gelmesine altı ay var... bu günlerde yalnız kalmak istiyorlar. Yanlarına bir miktar yiyecek alarak Mekke'ye bir saat uzaklıkta olan Hira Dağı'ndaki bir mağaraya gidiyorlar.
Derin gökler, engin çöl ve ıssız ve sessiz Hira Dağı... Burada İbrahim Aleyhisselamın buyurduğu tarzda Rablerine ibadet ve muazzam tefekkür içindeler.. Bazan Mekke'ye inerek Kabe-i Şerifi ziyaret ve tavaf ettikten sonra evlerine gelip bir müddet kalıp ekmek, zeytin gibi azık alarak yine Hira dağı'na çekiliyorlar....
Bazı kadınlar da faaliyetteler. Hadice Radıyallahü anha'nın kalbine fitne sokmaya çalışıyorlar. Dedikleri şu:
-Bak; sen mal-mülk neyin varsa O'na bağışladın. Kocansa senden uzaklaşıyor. Herhalde seni sevmiyor!
Validemizin bu cahilce sözlere cevabı:
-bunlar benim ne aklıma ne hatırıma gelir. Yanılıyorsunuz. O benle alakasını kesmez. kendisinde saadet nişanları ve Peygamberlik işaretleri var. Yıllardır beklediklerimin yakında ortaya çıkacağını tahmin ediyorum.
-Hadice annenin üstün bir idrak ve sezişle ortaya koyduğu tesbit tamamen isabetlidir.
Ramazan ayının ortaları. Bir gece efendimiz, inzivada bulundukları Hira'dan evlerine dönüyorlar. Safa ile Merve arasına geldiklerinde bir ses ile derinden derine ürperdiler:
-Ya Muhammed, sen Allah'ın Resulüsün, ben de Cebrailim...
Ses gökten geliyordu. Başlarını kaldırdıklarında Cebrail Aleyhisselamı gördüler... İnsan şeklindeydi. Allahın sevgilisi, meleklerin en üstünü ilk defa gördüklerinden tanıyamıdı.
..........
Acaba gördüğü ilahi bir hadise mi idi yoksa cin veya şeytanlar mı kendisiyle uğraşıyorlardı.
Cebrail kaybolana kadar bulundukları yerden kıpırdayamadan hep ona bakakaldılar.
Evlerine doğru yürümeye başladılar. Yol boyunca kendilerine selam verildiğini işitiyorlar. Her tarafa baktıkları halde, taş ve ağaçlardan gayrı bir şey görülmüyor. Taş ve ağaçlar, ahir zaman Nebisine;
-Aleyke Ya resulallah, diyerek, selam veriyorlar. Efendimiz başlarına gelen bu fevkalede halden bayağı endişeye düşmüşlerdi. Bu halin sırrı, hakikatı aslı neydi?
Büyük düşünce ve ızdorapla eve girdiler...
Hemen kendilerini karşılayan zevceleri Hadice radıyallahü anha;
-Yüzünde bu ana kadar şahid olmadığım bir nur müşahede ediyor ve bgüne kadar rastlamadığım bir güzel koku alıyorum, deyince:
-Ey Hadice, bir takım seisler işitiyor ve ışıklar görüyorum, dedikten sonra şimdiye kadar yaşamadıkları bazı haller içinde olduklarını ifade ettiler ve şöyle buyurdular:
-Cinlerin musallat olarak beni kahin yapmalarından korkuyorum. Halbuki ben, putlardan da kahinlerden de nefret ediyorum.
-Allah seni üzmez ve utandırmaz! Böyle deme ve korkma... A llah senin başına böyle birşeyler vermez. Cinler semtine bile gelmez. Çünkü sen, öyle güzel ahlaklısın ki, sözlerin hep doğru, emanete daima riayet edersin. Akrabalarla bağını kesmezsin, misafiri seversin, düşkünlere yardım edersin, başına felaket gelmişlerin imdadına koşarsın... Lütfen sabır ve sebat göster. Bütün insanlığa Peygamber olacağına eminim. Korkma...
Bundan bir gün sonra; Miladi 611 tarihinin Şubatına denk gelen Ramazan ayının 17.gecesi. Güneş henüz doğmamış. Ortalıkta çıt yok.. Dünya bir uçtan öbür uca kadar kalın bir sessizlik tabakası ile kaplanmış gibi. O, Sallallahü aleyhi vessellem, bu ürpertici yalnızlıkla yine Hira Mağarasında itikaf ve ibatdetle meşgulle...
Gece sehere doğru akıyor. İşte tam bu sırada mağarayı bir ışık atomu en dip noktaları dahi aydınlatan bir nur doldurrdu. Sevgili Peygamberimizin karşısında Cebrail Aleyhisselam. Çok güzel bir insan şeklinde. Üzerinde sırmalı atlastan bir cübbe var. Güzel kokular sürünmüş.
Büyük melek konuşuyor. Konuşurken de semadan, dağlardan ve ağaçlardan sesi geliyor Hayret verici bir hal.
Bu an kainatın yaşadığı en kıymetli zaman birimlerinden biridir... Kırk beri tanıyan herkesin üstün ahlak ve yaradılışına tarifsiz bir hayranlık duyduğu Muhammed'ül Emin, Alak Suresi'nin ilk beş ayeti ile Nebi olmaktadır.
Melek , ilahi emri iletiyor:
-Oku / İkra!
Efendimiz şaşırıyorlar:
-Okumuşluğum yok. / Ma ena bi-kari!
Bu cevap üzerine vahiy meleği Peygamberimizi kucaklayarak kuvvetle sıktı ve tekrar :
-Oku! dedi.
Cevap aynı:
-Okumuşluğum yok!
Cebrail, aleyhisselam, bir kere daha sıktı ve yine: -Oku;
Cevap:
-Okumuşluğum yok.
Cebrail, Peygamberimizi üçüncü defa sıkıp bıraktı ve O'nu kalbinde surenin silmeyecek tarzda yer edecek hale geldiğini anlayınca ilahi fermanı nakletti.
-Oku! Bütün mevcudatı halkeden Rabbinin ismiyle ki; O, insanı kap pıhtısından yarattı. Oku! Ki senin Rabbin kalemle yazı yazmayı öğreten, insana bilmedeğini bildiren kerimlerin kerime ve ihsan sahibidir. Peygamberimiz de ayetleri melekle birlikte okumuştu... Yirdmiüç yıl decam edecek olan vahiy başlamış ve ebedi islam güneşi batmamak üzere bu gecenin seherinde doğmuştu.
-Cebrailin görünmesi, O'nu üç kere sıkması ve sureyi ezberlemesi hepsi an bile denmeyecek bir kısa zaman parçası içinde olmuş ve büyük melek gözden kaybolmuştu...
Sevigili Peygamberimiz, gelen surenin mehabeti ile ürpertilerle dolu olarak mağaradan çıkıp evinin yolunu tuttular. Eve varır varmaz :
- Beni örtünüz! buyurarak heyacan ve ürpertileri geçene kadar yatakta istirahat edip sakinleştikten sonra yaşadıklarını Hadice'ye anlattılar. Hala karşılarına çıkan fevkaladeliğin rahmani mi şeytani mi olduğundan emin değiller.
İşin hakikatını tahkik için Varaka Bin Nevfel'e gittiler. Artık gözleri görmez olmuş bu çok yaşlı ve alim zat, işin doğrusunu onlara anlatabilirdi.Varaka efendimizi dienledikten sonra:
-Bahsettiğin, Cenab-ı Hakkın Musa ve İsa Peygamberlere gönderdiği dürüstlük timsali manasında "namus-u ekber" ünvanlı cebraildir. Yemin ederim ki sen İsa Aleyhisselamın haber verdiği son Peygambersin. Yakında ilahi emirleri tebliğ ve cihad buyurulur. Keşki ben de genç olsaydım da seni kavmin Mekkeden Hicrete zorladıkları zaman yardımcı olabilseydim.
Mekke'den mi çıkarılacağım?
-Evet seni yalan söylemekle itham edecekler. Vahiy tebliğ edip de milletinden düşmanlık görmemiş Peygamber yoktur, dedi. Ve iki cihan güneşinin alnından öperek uğurladı.
Efendimizin böylece Peygamber olarak vazifendirildiklerine şüpheleri kalmadıe... Ama ilk vahiyden sonra üç yıl vahiy enmadi. Bu zaman içinde yine meleklerin büyüklerinden Mikail Aleyhisselam gelerek Peygamberimize bazı bilgiler öğretiyordu.
Sevgili Peygamberimiz, bu devrede bazı vakitler üzüntü ve tereddüte düşünce Cebrail Aleyhisselam görünerek:
-Ya Muhammed! Sen , Allah'ın Peygamberisin diyerek O'ndaki üzüntüyü giderir ve huzurunu tazelerdi. Ancak Cebrail aleyhisselam bu görünmelerde yüce Allah'tan vahiy getirmiyordu...
|