Tekil Mesaj gösterimi
Alt 24 Mart 2009, 09:39   Mesaj No:40

Emekdar Üye

Medineweb Emekdarı
Emekdar Üye - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
Durumu:Emekdar Üye isimli Üye şimdilik offline konumundadır
Medine No : 16627
Üyelik T.: 11 Şubat 2012
Arkadaşları:2
Cinsiyet:
Yaş:48
Mesaj: 4.079
Konular: 315
Beğenildi:49
Beğendi:0
Takdirleri:149
Takdir Et:
Standart RE: Sevgili Peygamberim 5.Cilt

-Ya Ömer! Biz Abdülmuttalip oğullarıyız. Demiri bile toz eder havayy püskürtürüz! Allah Resulü'nün kılına dokundurtmayız. Bunu iyi bil ve adımını ona göre at!

Konuşmaları içerden duyan Sevgili Peygabembirimiz, kapıya gelerek Hattaboğlu'nu iltifatlarla karşılayıp kucakladı.resul aleyhisselam, Ömer'i öyle sıktı ki sanki kemikleri birbirine geçti ve kılıcı yere düştü ve kendisi de efendimizin heybetinden yere kapaklandı; ve yerinden doğruldu; Peygamber şehadeti ile Müslüman oldu:

-Eşhedü en la ilahe illallah ve eşhedü enne Muhammeden abdühü ve resulühu.

Sevgili Peygamberimiz, o kadar memnun oldu ki; saadetinden tekbir getirme özleminden kavrulanlar da tekbir getirdiler. muhteşem sada her tarafı çın çın çınlattı... Bu günleri gösteren Allah'a şükürler olsun.

Peygamberimiz mecburiyetten önüne bakan Hazret-i Ömer radıyallahü anh'ın mübarek başını öptüler... Darül Erkam, o sıcak yuva bayram yerine dönmüştü...

Bu kureyş ulusunun hidayete ermesi üzerine Cebrail aleyhisselam, Enfal suresinin altmışdördöncü ayet-i kerimesini getirdi. "Ey Peygamberim! Sana yardımcı olarak Allahü teala ve müminlerden izinde gidenler yetişir."

Hazret-i Ömer sordu:

-Kaç kişi olduk ya Resulallah?

-Seninle beraber kırk kişi...

-Ey Allah'ın Resulü; kafirler Lat ve Uzza'ya hiç bir şeyden çekinmeden tapınırken; biz, Hak teala'ya ibadetimiz niçin gizli yapalım?

...dışarı çıktılar... Hedef Kabe. Kabe'de herkesin; Mekke'nin, Arabistan'ın ve bütün cihanın gözü önünde saf saf namaza durulacak... Meydanlar selama dursun dünya yeni bir oluşa sahne oluyor.

İşte yürüyorlar. Peygamberimizin sağında büyük dava arkadaşı Hazret-i Ebu Bekir, solunda büyük kahraman Hazret-i Hamza, önünde mü'min doğup mü'min büyüyen Hazret-i Ali, en önde yeni müslüman büyük sahabi Hazret-i Ömer ve bunları takip eden eshab-i kiram radıyallahü anhüm ecmain.

Sert ve heybetli bir yürüyüş...

Müşrikler, Kabe'nin yanında oturmuş laflıyorlar. Ömer İbni'l Hattab'ı yalın kılıç ve arkasında da müslümanları görünce bazıları sevindi:

-Gördünüz mü? dediler. Buna Hattaboğlu demişler. Gözünüz erkek görsün. Asileri nasıl toplamış getiriyor... güneş ışıkları nurlu bir eli öper gibi İslama nice büyük hizmetler yapacak olan kılıca narin bir öpücük kondurup geri uçuşuyor.

Şeytan zekalı Ebu Cehil'se durumu hemen kavradı. Öfke, ümitsizlik, hayal kırıklığı içinde başını iki tarafa sallayarak sıkılmış dişlerinin arasında hırladı:

-Maalesef hayır! Eğer dediğiniz gibi olsaydı Ömer arkada diğerleri önde olurdu. Galiba o da düşmana iltihak etmiş. Yazık! Kaybımız büyük.

Bu sırada mü'minler yaklaşmıştı. Ebu Cehil koştu:

-Bu gelişin manası nedir ya Ömer, pek anlayamadık?...

Hazret-i Ömer, unutulmaz ihtarını yaptı. Allah düşmanlarının yüreğine korku düşerken; mü'minlerin içine serin sular serpildi. Ses patlayan bir bora gibi; yiğit olan karşısında dursun;

-Mü'minlere ilişenin kellesini uçururum. Eşhedü en la ilahe illallah ve eşhedü enne Muhammeden abdühu ve resulühu!!! Beni bilen bilir. Bilmeyen bilsin ki Ömer İbni'l Hattabım. Karısını dul, çocuklarını yetim bırakmak isteyen şöyle gelsin!!!

O gün müslümanlar ilk defa Kabe'de cemaatle namaz kıldılar... mbu ne kutlu öğiedir böyle?

Namazdan sonra Hazret-i Ömer, Sevgili Peygambermize Kabe'nin içini gezdirdi. Dört taraf putla dolu. Peygamberler Peygamberi, asası ile putları işaret ederek ebedi hakikati ifade eden mübarek ayeti okudular:

-Hak gelince batıl gider. Batıl elbette gidecektir...



üç çekin yıl

Ben ne yapıyorsam Rabbimin emriyle yapıyorum.

Bir başkasının sözüyle bunu değiştiremem.

Büyük ve Kahraman Peygamber

Muhammed aleyhisselam

Hazret-i Hamza ve Hazret-i Ömer'in hak yola girmeleri ile İslamiyet kuvvet buldu ve yayılma nisbeti arttı. Çığ büyüyor; sel çoğalıyordu. O deminki ışık, bir güneş gibi çölün ucundan yükselmeye başlamıştı. Kureyş kafirleri, İslamiyetin günden güne güçlenmesi karışısında hayli telaştalar... eğer bu yeni din, bu süratle taraftar bulursa istikbal kendileri için karanlıktır. "Bu nasıl din ki kureyş reislerine bir ayrıcalık da tanımıyor"...asıl bunu hazmedemiyorlar.... kureyş geleneğinde toplum aşiret ve kabilelere bölünmüş. Her aşiret ve kabilenin bir reisi var. Hükümet eden bu "Reis" veya "bey" diyeceğimiz kimseler. Kur'an-ı Kerim, bu düzeni kaldırıyor. üstelik ağa-bey-reis, avam herkes eşit. Reisler buna şaşırıyor. Hafsalarına sığmıyor böyle bir şey. Bu yeni ve insana yakışan hayat üslubunu içlerine sindiremiyorlar ama Muhammedi sistemin yayılmasını da durduramıyorlar... Onlara göre Ebu talib, desteğini çekse bu pürüz kısa zamanda kökünden kazınacaktır. Bundan ötürü Ebu Talib'in kapısındalar. Her mbiri tutuşmuş dal parçası gibi alev alev..

Ey Ebu Talib, bizde sabır ve tahammül bitti. Bu fitneyi mutlaka ve mutlaka bastıracağız. İşte sana iki teklif, dilediğini seçmekte serbestsin:

1- Ya Muhammedi bize teslim edersin layır olduğu cezayı veririz.

2- Veya mücadeleye hazır ol... sana yarın sabaha kadar müsade. Erkenden burada olacağız.

Ebu Talib, gidenlerin ardından bir müddet dalgın baktıktan sonrra içeri girdi... epeyi bir zaman düşündü. İş, hakitaten ciddiydi. Yeğenini rica etti. Sevgili Peygamberimiz, Sallallahü aleyhi ve sellem, geldiğinde O'nu bir güzel karşıladı; oturdular. Amcanın düşünceli olduğu hemen anlaşılıyordu. Dikkatli kelimelerle söze başladı:

-Evaladım! Mümkün mertebe şunlara ilişme. Sen ısrar ettikçe onların düşmanlık damarları kabarıyor. Mesela bildiğin gibi değil. benim reisliğim filan kar etmiyor artık, iş çığırından çıkmak üzere.

Zayıf çıra loşluğundan doğan gölgeler Ebu Talib'in üzgün yüzünde derinleşip kayboluyor. Efendimiz davet sebebini anlamıştı. Ama o Resulün taviz vermesi mümkün mü? İlahi emri tebliğe memurdur ve bu tebliği her türlü şarta rağmen devam edecektir.

Peygamberimiz, biraz da kırgın olarak cevap verdiler:

-Ben ne yapıyorsam Rabbimin emriyle yapıyorum. Başkasının sözüyle bunu değiştiremem...

Ayağa kalkıp kapıya yönelmişti ki ihtiyar adamın kalbini yine pişmanlık duyguları sardı. Bu mümtaz insanı incitmiş olmaktan korkuyordu...

-Aldırma; vazifene bak, dedi, ben hayatta olduğum müddetçe sana kimse el süremiyecektir...

...........

Sabah olup da Ebu Talib'den müsbet bir cevap alamayan islam düşmanları, aralarında şu karara vardılar:

1- Müslümanlar, onları himaye eden Haşimoğulları ve Abdülmuttalib soyundan bundan böyle kız alınmayacak ve onlara kız verilmeyecektir.

2- Bunlara yiyecek, giyecek, kullanacak hiç bir mal satılmayacak, hiç bir şey satın alınmayacak ve hediye dahi verilmeyecektir.

3- Yukarıda sayılanlar düşmanımızdır. Bunların, Kureyş mahallelerinde bulunan akrabalarını ziyaret etmelerine müsaade edilmeyecektir.

4- Muhammedilerin yapacağı her türlü barış teklifi reddedilecektir.

Bisetin yedinci senesi ve Muharrem ayının birinci günüydü. Müşrikler, saydıkları şartları bağlayıcı bir ahdname haline getirerek kağıda geçirdiler. Toplandı sekreterliğini Mansur bin İkrime Amir yaptı... Kararı kırk aşiret reisi mühürleri ile tasdik ettikten sonra ahdname bir muhafaza sarıldı ve Kabe duvarına asılarak yürülüğe kondu... Bundan böyle kimsenin karar dışına çıkması mümkün değil.

Metni kaleme alan Mansur'un eline kısa bir zaman sonra felç indi. Şartlar, müminler ve hatta Haşimilerle Abdülmuttalib oğulları için fevkalade hassadı. Haberi alan Ebu Talib, derhal Müslümanlarla Haşimileri bir araya toplayarak yardım istedi. Ebu Leheb'in dışında muhalefet eden yok. Ebu Leheb, İslama olan düşmanlığından Ebu Talib tarafını terk ederek, Kureyş kafirlerine katıldı. Mekke ikiye bölünmüştü... Peygamberimize destek olanlar Ebu Talib mahallesine toplandılar. Hatta Kureyş mahhallesinde bulunan taraftar aileler bile Haşimi kesime sığındı. Ebu Talib, eshab-ı kiramın yardımı ile Resulullah'ı meçhul bir yere sakladı. Peygamberimiz, lüzum ettikçe izini kaybettirmek için yer değiştiriyor.

Düşman, Şib-i Ebu Talib/Ebu Talib mahallesini kuşatma altına aldı... Bölgenin dışına çıkan bir mümini yakalayınca O'na esir muamelesi yaparak işkence ediyorlar. Abluka altındaki insanlar, Hac mevsimi dışında, şehre inemiyor. Hac günlerinde de azgın din düşmanları, uzak yollara çıkarak gelen kervanların önünü kesip "Muhammedilerle destekçilerine mal satan olursa kervanını yağma ederiz ona göre" diye tehdit ederek korkutuyor; yine netice alamayınca mallarına yüksek fiyatalar vererek rakamları şişriyorlardı...

Ebu Talib mahallesi yokluk ve açlık diyarı olmuştu... Çocuk ağlamalarından durulmuyor...merhamete gelerek bir parça yiyecek getiren bir kureyşli yakalanınca dayaktan geçiriliyor. Sevgili Peygamberimiz, Hazret-i Hadice annemiz, Hazret-i Ebu Bekr, bütün mallarını müminler için harcadılar.Başa bir imkan kalmayınca bu kahraman müminler ot ve ağaç yaprağı bile yediler. Peygamberimiz ve eshab-ı kiram açlıklarını bastırmak için karınlarına taş bağlıyorlar.

Günler, aylar geçti kuşatma kaldırılmadı...

düşmandan çekinmeden serbestçe dolaşabilenler yalnızca Hazret-i Hamza, Hazret-i Ömer ve Hazret-i Ebu Bekir. Bu mübarek insanlara da diş gösteriyorlar ama ısırmaya güçleri yetmiyor. Hatta Ebu Bekir istediği yerde namaz kılıyor ve müsait olanlarını gizlice imana çağırıyor. Bunların haricindeki diğer müminlerin vaziyeti git gide kötüleşmekte. Bu yüzden Resulullah, sekseni erkek, onu kadın doksan kişinin daha Habeşistan'a göçmelerine için verdi...

Bu doksan müslüman, bin bir tehlikeyi göze alarak gayet gizli bir şekilde Mekke'den ayrılıp Habeşistan'a vardılar.. Bir gurup müminin daha Arabistan'dan çıktığını öğrenen islam düşmanları öfkeden küplere bindi. Ne varki güvercinler bir kere hür ufuklara kanat çırpmıştı; yılan istediği kadar kıvranıp dursun.

Muhacirlerin emirliğini Cafer bin Ebi Talib, radıyallahü anh, yapıyor. Kureyş kafirleri, Habeş Hükümdarı Necaşiye temsilci yollayarak "asi"leri isteye karar verdiler. İki kişi gidecekti; Amr bin As ve Abdullah bin Ebi Rebia. Necaşi ile devlet erkanı ve din adamlarına nadide hediyeler hazırlayarak sefirlere teslim edildi ve:

-Önce din adamı ve yüsek dereceli memurlara götürdüklerinizi takdim ediniz. Böylece Melik'le görüşme ve maruzatın gerçekleşmesi hususunda yardımlarını rica edebilirsiniz; bilahere Hükümdara hediyelerini takdim edeceksiniz. Necaşi ile mültecileri görüştürmemeye bilhassa dikkat etmelisiniz, diye güngörmüş ihtiyarları akıl verdiler..

Amr bin As ve Abdullah bin Ebi Rebia Habeşistan'a vardıklarında kendilerine tenbih edilenleri harfiyen uyguladılar. Evvela yüksek dereceli memurlarla, sarayda görevli din adamları hediyelerle kendi yanlarına çekildi. Sonra bunların yardımı ile Kureyş elçileri Necaşi tarafından huzura kabul edildiler. Kureyşliler, secde ettikten sonra armağanları takdim ettiler ve ziyaret maksatlarını die getirdiler:

-Aziz majesteleri.. Memleketimizden bir kısım kadın ve erkeğin kaçarak devletinize geldiği yüksek malumlarınızdır. Bu asiler, bizim dinimizden çıktıkları gibi sizin dininize de girmemişlerdir. Kendi aralarında bir din uydurup ikilik çıkardılar. Bizi size arapların en seçkin insanları yolladı. Ricaları suçluları iade etmenizdir. Devletinizden de nifak ve huzursuzluk çıkarmalarından endişeliyiz. Bize yeter miktarda asker verirseniz isyancıları alarak geri döneceğiz. Maruzatımız bundan ibarettir.

Necaşi, "Ne diyorsunuz" manasına patriklere baktı. Onlar:

-İade etmelisiniz, dediler.

Hükümdar sinirlendi:

-Devletime sığınan insanlar, siyasi suçlulardır. Onların da fikrini almak lazım. Buraya çağırıp iki tarafı da dinleyelim. Eğer diplomatların bu iddia ve ithamlarına karşı inandırıcı bir müdafaa yapamazlarsa ülkemde bocguncu meşrep insan tutamayacağımdan onları araplara geri veririz. Ama üstlerine atılan şu suçlamaları çürütürlerse burada dilediklerigibi yaşarlar, buna kimse mani olamaz, dedi ve arap elçilerine döndü:

-Siz muhterem sefir hazretleri söyler misiniz bu uydurma dediğiniz dinin Peygamberi kimdir?

-Muhammed, dediler...

Zeki ve akıllı Hükümdar, durdu ve düşünmeye başladı. Son bir dinin vahyedileceğini; ahir zaman nebisinin bu isimde olacağını, milletinin onu yaşadığı beldeden hicret etme zorunda bırakacağını biliyordu.. demek ki son Peygamber zuhur etmişti.

Anladıklarını hiç belli etmedi.

-Evet az evvel dediğim gibi en güzeli onları da buraya çağıralım; yüzleşin! Bakalım bizi kim ikna edecek?

Melikin emri ile çilekeş mümineri de huzura getirdiler.. Her biri bir vakar timsali. Eğilmediler ve secde etmediler. Hükümdarı sadece ve nazikçe Allah'ın selamı ile selamladılar.

Tahtında oturan Necaşi sordu:

-Şu elçiler huzuruma girdiklerinde yeri öperek saygılarını sundukları halde siz sözle selam verdiniz bunun sebebi nedir? Halbuki onlar da siz de aynı millettensiniz.

Cafer radıyallahü anh:

-Biz müslümanız! Bizim dinimizde insan, insanın önünde eğilmez, insan insana secde edemez. İtikadımıza göre böyle mbir hareket haramıdır.

Peygamberimiz "secde yalnız ve ancak Allah'a mahsustur" ölçüsünü koymuştur. Biz bu ölçünün dışına çıkamayız. Ancak hareketimiz hazretlerine saygısızlık şeklinde tefsir edilmemeli. Çünkü biz, zatı devletilerini Allah'ın selamı ile selamladık. biz müminler birbirimizi de bu kelimelerle selamlar ız.Cenne†tekilerin selamlaşmasınında bu şekilde olduğunu Peygamber efendimiz haber veriyor.Bu bakımdan Allah'tan gayrısına secde etmekten yine Allah'a sığınırız,dedi.

veciz konuşmayı Necaşi de divandakilerde büyük bir dikkatle dinliyorlardı.Hükümdar:

-Pekala...sorduklarıma cevap veriniz.Buraya niçin geldiniz;tüccar değilsiniz,bizden bir şey de istemiyorsunuz;bu elçiler sizi neden geri götürmek istiyorlar?

-Devletlim,lütfen şu adamlara sorunuz.biz sahibinin yanından firar etmiş kölelermiyiz ki bizi yakalayıp efendilerimize iade edecekler...

Necaşi Amr bin As'a döndü:

-Bunlar köle mi,hür mü?

-Hür insanlar efendimiz!

Hazreti Cafer:

-Şu adamlara sorunuz;biz,herhangi bir kimsenin

kanını mı döktük bizi götürüp kan sahibine teslim edecekler?

Necaşi:

-Bunlar katil mi?

-Hayır!

Cafer radıyallahü anh:

-Hükümdarım,şu adamlara sorunuz ki biz birinin

malını mı elinden aldık da bizi hak sahibine götürecekler...

Necaşi:

-Ey Amr! Mülteciler, hırsızlık veya gasp veya talan gibi bir cürüm ika ettiler mi? Şayet bunların bir borcu varsa miktarı ne olursa olsun ben ödeyeceğim.

-Hayır; ne sayılan suçları ne borçları var...

Büyük kabul salonunda hiç bir şey kımıldamıyor, hiç bir hareket yapılmıyor; en keskin dikkatlerle konuşmalar dinleniyor. Kelimeler karanlık gecede uçuşan kıvılcımlar gibi havada savrulup diğer tarafa düşüyordu...

Necaşi gürledi:

-Öyleyse, siz bu insanlardan ne istersiniz?

-Biz ve onlar aynnı dindeydik. Yolumuzu bırakarak Muhammed'e tabi oldular, dinimize ve milletimize isyam ettiler. Bu yüzden cezalandırılmaları lazım. Onlar suçlu. Kureyş onların cezasını verecek.

Necaşi:

-İnsanların ellerine kelepçe ayaklarına zincir vurulabilir ama vicdanları nasıl kilitlenir, imanlarına nasıl hükmedilir. Zorla, zorbalıkla insanları kendiniz gibi inandıramazsınız. Siz, mazlum kimselere tahakküm etmek istiyorsunuz!!! Buna müsaade etemem!!! dedi.

Müşrikler feci bir meydan dayağı yemiş gibi oldular. Hükümdar tebessüm ederek müminlere döndü.

-Ey Cafer, dininizi niçin terk ettiniz. Ecdadınızın dininden ayrılmış fakat hıristiyan da olmamışsınız. Dininden ayrılmış fakat hırıstiyan da olmamışsınız. İman ettiğiniz din nasıl bir şey?

-Hükümdarım. Biz cahil insanlardık. Heykellere tapar, leş yer, elmas yüzlü çocuklarını zerer kadar acımadan diri diri toprağa gömer, akrabalarımızla alakamızı keser, komşularımıza kötü davranı, kuvvetli olanlarımız zayıfları ezer ve merhamet nedir bilemezdik... Peygamberimmizin tebliğine kadar bu hal üzre devam ettik. Bu dinin ismi islamiyettir. Dinimizde heykellere tapmak, yalan söylemek, adam öldürmek, yetim malı yemek, iftira atmak haramdır. İslamiyet ana-babaya hürmetkar olmayı, akrabayla iyi geçinmeyi, komşuya hürrmet etmeyi, evlatlar arasında kız-erkek farakı gözetmemeyi ve daha nice güzel şeyleri emir buyurmaktadır. Mbunların hepsini şurada saymak uzun zaman alacağından sıralamak oldukça zor.

Kısacası biz, kitabımız Kur'an-ı kerim'in ve yüce Peygamberin yapınız dediklerini yapmaya, yapmayınız buyurduklarından uzak durmaya başladık. Ve ibaedetlerin en büyüğü namazla şereflendik. Namazla kul ve insan olma şuurunu idrak ettik. Bu sebeple bu putperestler, biz hak dini mensuplarına düşman oldu ve akıl almaz kötülüklere başladılar. Bizleri islamiyetten dördürmek için zalimce işkenceler yaptılar. Aç bırakmak için müslümanları ablukaya alarak onların başka insanlarla görüşmelerini, alış veriş yapmalarını yasakladılar. Şu gün bile yalnız yakaladıkları müminlere yine gaddarca işkence yapıyorlar. Aç bırakarak dize getirmek için başlattıkları kuşatma aylar geçtiği halde yine sürüyor.. Bir yolunu bularak dinimiz uğruna yurdumuzu yuvamızı terk edip ülkene ve adaletine sığındık. Eğer bizi onlara teslim ederseniz işkence ede ede öldürecekler!..

Mübarek sahabi terlemiş yanakları al al olmuştu.

-Pekala o bahsettiğin Kur'an'dan biraz okur musun? Bakalım ne diyor...

Cafer, radıyallahü anh, hazretleri uhrevi bir hava ile Meryem suresini okumaya başladı. Kudsi ve muhteşem ayetler ruhlarda yankılanıp gönüllere akıyordu... Hükümdarın gözlerinden boşanan yaşların süzülüp sakalını bulduğu görülüyor. Din adamları da sessizce ağlamaya başladılar.

Necaşi:

-Kainatın en güzel sözleri... daha oku, devam et...

Cafer bin Ebi Talip biraz da Kehf suresinden okudu...

Melik Necaşi, mecliste olanlara hitaben:

-Hiç şüpheniz olmasın ki bu yeni dinle eski hak dinler, aynı kandilden yükselen ışıklar gibi; aralarında ancak bir kıl kadar fark var. Musa ve İsa Peygamberler de aynı hakikati söylüyorlardı, dedi ve Müslümanlara döndü:

-Sizi kutlarım! Yolunda olduğunuz nebinin Hak Peygamber olduğuna ben de iman ediyorum. Meryem oğlu İsa da O'nu haber veriyordu. Mümkün olsaydı gider hizmetine girer, ayaklarını yıkarım... ülkemin istediğiniz yerinde dilediğiniz şekilde hür ve huzur içinde yaşayınız, diye güleç yüzü ile onları tebrik ettikten sonra bu defa elçilere hitap etti:

-Getirdiğiniz hediye kılıklı rüşvetinizi de alarak buradan çıkınız!!!

Doksan kışı rahat bir nefes aldılar; ılık bir gülümseme yüzlerini yumuşattı; Necaşi'ye dua ve teşekkür ederek huzurdan ayrıldılar.

........

Doksan müslüman, hürriyete kavuşurken Mekke'de neler oluyordu?

Ebu Talib mahallesi'nin etrafındaki kuşatma çemberi kuş uçurtmuyor. Mü'minler büyük imtihandalar...

İnsafdan nasipli olan bazı kureyşlilerin vicdanlarında bir şeyler kıpırdıyor. "Böyle şey mi olur... senin gibi inanmıyor diye aç bırakarak ceza vermek de ne demek?" Hakim bin Hüzzam da böyle düşünüyor. Bu düşüncenin dürtmesi ile bir yolunu bulup akrabalarına bir yük gıda maddesi gönderdi. Yiyecek yerini buldu ama Ebu Cehil, olanı duymuştu. Hakim'in kapısında. Kıracak gibi yumrukluyor:

-Hakim bin Hüzzam! Çabuk dışarı çık!..

Hakim, kapıya geldiğinde hakaretin bini bir para. Ebu Cehil kudurmuş gibi. Boyun damarları şişe şişe bağırıyor:

-Sen hainsin! Ahdnameye ihanet ettin. Asilere nasıl yiyecek yollarsın? İki yüzlü yalancı. Seni meydan yerine götürüp herkesi yüzüne tükürteceğim!!! Keza, Ebu Bühter bin Hişam da bir müddettir vicdan rahatsızlığı duyanlardan.

Ebu Cehil, Hakim'e yüklendikçe yüklenirken Ebül Bühter de onları seyrediyor... Mütecaviz adamı dinledi, dinledi ve bir an geldi ki Hakim'in cevap vermesine fırsat kalmadan eline geçirdiği bir odunu kuduz kafirin kafasına indirdi:

-Yetti be, dedi, sen ne merhamet fukarası bir canavarmışsın! Adamın suçu ne; nihayet akrabasına iki lokma yiyecek göndermiş. Akrabalarımızla görüşmeye mani olamazsın anladın mı?

O sırada Hazret-i Hamza oradan geçiyordu. Ebu Cehil'in kafasına odun yediğini görmüştü. Bunu fark eden kibir putu, mahvoldu ve pancar gibi bir suratla defolup gitti...

Bu çetin günlerde Haşimoğullarına yiyecek gönderenlerden biri de Hişam İbni Ömer. Bunun da içine merhamet nurundan kıvılcımlar düşmüş. Abluka altındaki bölgeye bir gece üç yük yiyecek kaçırdığı haber alınınca müşrikler Hişam'a ağır bir meydan dayağı attılar... ve!

-Bir daha böyle bir alçaklık yaparsan seni öldürürüz, bunu iyi bil!

.. diyerek onu olduğu yerde bırakıp dağıldılar. Ama adamın içine bir kere nur kıvılcımı düşmüş bulunuyor. Bir sonraki gece de iki yük yiyecek kaçırdı... Kureyşliler bunu da haber aldılar ve Hişam bin Ömer'i şiddetle cezalandırmak için peşine düştüler.Lakin onlara Ebu Süfyan mani oldu...

-Olmaz dedi, bu kadarı fazla! İzinde olduğunuz insanın kabahati ne? Akrabasına acımak. Acı ya! Buna nasıl engel olursunuz. Hişam'ın kılına ilişen boyununu kılıcıma sürmüş olur! Bunu böyle bilin! dedi... Kalabalık homurdana homurdana çözülüp dağıldı...

Rabbimiz bir iyiliği karşılıksız bırakır mı? Hele o iyilik Resulü ile çilekeş ilk müslümanlara yapılıyorsa... Hakim bin Hüzzam, Ebül Bühter bin Hişam ve Ebu Süfyan, duydukları o vicdan sızıları sebebiyle daha sonra islamla şereflendiler.

......

Sıkıntı, sıkıntı sıkıntı,

Yiyecek, giyecek sıkıntısı had safhada kuşatma üçüncü yıla girdi. N'olacak, bu işin sonu nereye varacak? Bu suali sadece muhasara altındaki mümin veya Haşimller değil bazı Kureyşliler dekendi kendine sorup derinden derine rahatsız olmaktadır. "Ahdname" dedikleri Kabe duvarına asılı şu paçavra artık yırtılıp atılmalıdır. Bu kadar da zulüm olmaz. Bu anlaşma insanı insanın kurdu yapmıştır... Hişam bin Ömer bin Haris, bu kağıdı yırtmak için bir müddettir kendi kendine fikirler yürütüp, planlar kuruyor.

Bir gün Zübeyr bin Umeyye! Mahzumi'ye geldi ve düşüncesini ona açtı.

-Ey Zübeyr! Senin vicdanın hiç sızlanmıyor mu?

Bak sen bolluk içinde yüzüyorsun. Oradaki halaların ne halde? Bir tas çormaya, bir eski entariye muhtaç duruma geldiler. şu Ebu Cehil'in ettiği doğru mu?

Bunu içine sindirebiliyor musun?

Zübeyr, onu keskin bir dikkatle dinliyordu.

-Doğru dedi, bu insanlık değil. Şayet bana yardım eden olursa o ahdi bozmaya çalışırım.

-Ben hazırım.

-İki kişi az olur. Bir kişi aha bulaz mısın?

Bunun üzerine Hişam, Nevfel bin Abdi Menaf'a gitti; ve:

-Manzara seni rahatsız etmiyor mu? Bak şu gün bir kısım Abdi menaf evladı açlığa mahkum edilmiş ölümleri bekleniyor. Sen ne yapıyorsun? Hiç.

-Ama ben yalnız bir insanım ne yapabilirim ki?

-Hayır yalnız değilsin! Zübeyr de var. böylece üç kişi oluyoruz, dedi...

Daha sonra bu üç kişiye iki kişi daha eklendi: Ebül Bühteri ile Abdülmuttalib bin Abdülaziz. Bu beş kişi önce kafa kafaya verip stratejiyi bir güzel çizdiler... Ertesi gün Kureyşlilerin en kalabalık olduğu saatte Zübeyr, onlara seslenerek kendilerini sarıp tesir altına almaya çalışırken gönül birliği ettiği diğer dört arkadaşı meclisin dört ayrı noktasında bulunacak ve buradan yüksek sesle Zübey'e destek vereceklerdi.... Böylece toplum psikolojik bakımdan hakimiyet altına alınarak hedef alınan maksada doğru yönlendirilecek.

Öyle yapıldı. Beklenen günde Kabe'nin önü. Kureyş'in en kalabalık olduğu saatler... Birden bir ses:
Alıntı ile Cevapla