Durumu: Medine No : 16627 Üyelik T.:
11 Şubat 2012 Arkadaşları:2 Cinsiyet: Yaş:48 Mesaj :
4.079 Konular:
315 Beğenildi:50 Beğendi:0 Takdirleri:149 Takdir Et:
| Sevgili Peygamberim 9.Cilt
SEVGİLİ PEYGAMBERİM
CİLT 9
İşte bütün zamanların en büyük ve en mânâlı savaşı...küfür ve iman orduları, sür'atle birbirinin üstüne yürüyorlar. İman ordusu, üçyüzbeş kişi iken küfür ordusu, bunun üç katından fazla; dokuzyüzelli kişi... küfür ordusu, müslümanların sayı azlığına aldanıyor ve bu aldanışın verdiği emniyetle doludizgin gelmekte...iman ordusu ise yüce Allah'ın kalblerine ilham ettiği muazzam cesaret hissi ile müşrikleri az gördüklerinden onlar da düşmanın üstüne aynı sür'atle yürümekte...sanki iki dağ, yerlerinden kopmuş heybetle yekdiğerinin üstüne yürüyor.
...ama; islâm düşmanları, daha harbin başında zafer sarhoşluğu ve büyük bir dağdağa ile koşarken ilk darbeyi bir mucize ile yediler...onlar, dört koldan oklar atarak islam ordusuna doğru gelirken; bir ânda ortaya çıkan beklenmedik bir kum fırtınası, müşriklerle at ve develerinin ağız, burun ve gözlerine doldu...kum, bakır bir leğene çakıl taşı düşüyormuş gibi ses çıkarıyordu. Küfür cephesi, dehşetli kum fırtınası ile şiddetle sarsıldı. Ne olduğunu; neye uğradıklarını şaşırmışlardı. Sevgili Peygamberimiz sallallahü aleyhi ve sellem, mübarek islam ordusuna hücum emrini verirken düşmana yerden aldıkları bir avuç kumu savurmuş ve dua etmişlerdi: "Yüzleri kara olsun! Allahım, kâfirlerin kalplerine korku; dizlerine titreme ver..."
...hepsi hepsi bir avuç bir şeyken şiddetli bir kum dalgası gibi düşmanı sarsan kumlar; daha doğrusu ahir zaman Resulünün mucizesi, düşmanı ta iliklerine kadar ürpertti. Kalplerini ilk "acaba" ve ilk korku hisleri yokladı...dizlerinde bir titreme duydular.
......
...dua desteği ile düşmana fırlatılan bir avuç kumla, umulan bütün fayda elde edilmişti...yalnız o bir avuç kumu çöl fırtınalarına çeviren; bir atan ve attıran vardı... Peygamberimiz, atmış; Allahü teâlâ ise attırmıştı; azı çok yapan; azıcık kumu koca bir ordu ile bineklerinin ağzına burnuna dolduran elbette Allahımızdı. Kur'an-ı Kerim bunu haber veriyor; işte: Sen atmadın; fakat Allah attı.
Mücahidler, düşmana önce ok attılar; sonra taş yağmuruna tuttular...kum fırtınası şaşkınlığını henüz atlatan islâm düşmanları, hemen ardından yeni bir şaşkınlığı yaşadılar; Müslümanlar, onları ta uzaktan taşlarla dövüyorlardı...taşlar, düşman askerleri ile at ve develerinin başına gülle gibi inmekteydi...
...kalkanları ile zor-güç korunarak üzerlerine gelmekte olan peygamber ordusuna mızraklarla hücuma geçtiler. Onların mızraklarla saldırmaları üzerine müminler de mızraklarla savaşa başladı ve bunu amansızca inip kalkan, kılıçlar takip etti... şimdi ok, kılıç, mızrak sesleri birbirine karışıyordu...ama, müslümanlar, sadece sayıda değil binek, ok, mızrak, kılıç ve kalkanda da Mekke ordusundan zayıflar. Hatta zayıf da değil; arada mukayese edilmeyecek kadar fark var...düşman, sayı ve silah üstünlüğüne sahip...mücahidler, bunlarda gayet zayıflar fakat bir şeyde emsalsiz; benzersiz üstünlüğe malikler. Onlar, imanın en yüksek noktasındalar...bir tarafta müslümanlığı daha doğduğu ân boğup yok etmek isteyen bir ordu; bir tarafta Allah askerleri; kahraman mücahidler.
Efendimiz, merkeze ve bütün orduya kumanda ediyorlar...üzerlerindeki zırhla bellerindeki kılıç, Sa'd bin Ubade radıyallahu anh'ın hediyesi. Sağ cenahın/tarafın kumandası Zübeyr bin Avvam, sol cenabın/tarafın kumandası Mikdat bin Esved hazretlerinde... İslâm ordusu, düşman karşısında mübarek bir hilâl güzelliği ile mevzilenmiş... Çarpışma olanca hızıyla devam ediyor... İslâm sancaktarı Mus'ab ibni Umeyr...düşman sancaktarları ise Mus'ab radıyallahü anh'ın kardeşi Zürare ibni Umeyr ile Nadr ibni Haris; Talha ibni Talha...
...iki ordu birbirine girip oklar havada vınlarken ibretli bir şey oldu; Hibbân bin Arika'nın fırlattığı ok, islâm saflarının ta arka taraflarında bulunan; hatta bu esnada su içmekte olan Harise bin Süraka'yı buldu...genç sahabi, düşmanla sıcak temasın ilk şehidi oldu...ancak garip olan, düşman okunun, ön saflardaki sahabileri aşarak Harise radıyallahü anh'ı vurması... demekki ecel gelince insanın safın önünde veya arkasında olması farketmiyordu... gerek bir arkadaşlarını şehid vermeleri ve gerekse şehidin ibretli ölüm şekli mücahidleri, daha da gayrete getirdi... "Allah", "Allah" haykırışları göklere yükseliyor..
Sevgili Peygamberimiz, sallallahü aleyhi ve sellem, tesirli bir konuşma ile islâm askerini coşturuyorlar:
- Ey eshabım! Sonsuz kuvvet ve kudret sahibi Allah'a yemin ederim ki her kim, bugün düşmandan yüz çevirmeyip sebat eder ve çarpışa çarpışa şehid olursa; Cenab-ı Hak, onu mükâfaat olarak elbette cennetine koyacaktır. Bugün şehid olacakları en yüksek cennet; Cennetül Firdevs, hazır olarak beklemektedir.
Efendimizin bu müjdesini işiten Umeyr bin Humam radıyallahü anh, daha bir aşka geldi:
- Ah ne kadar güzel! Cennetle aramızda bir nefeslik mesafe kalmış...demekki cennete gitmek için bir düşman kılıcı kâfi...
Umeyr, bunları der demez, düşman saflarını yara yara ilerlemeye başladı. Bir taraftan kılıç sallıyor bir taraftan da veciz sözler söylüyordu:
- Allah'a maddi azıklarla değil; ancak razı olacağı işler ve O'nun için cihad ederek gidilir. Allah korkusu, doğruluk ve iyilikten başka her şey tükenmeye mahkumdur.
Mübarek, sanki kanı ve kılıcıyla vasiyetini yazıyordu.
......
Ensar'dan Avf bin Haris radıyallahü anh, Sevgili Peygamberimiz'e koştu:
- Ey Allahın Resulü! Kulun Rabbini hoşnud eden işi nedir?
Efendimiz:
- Bilekleri yoruluncaya kadar kılıç sallamak!
Buyurdular. Bunun üzerine Avf bin Haris, daha çevik hareket edebilmek için zırhını da çıkartarak yalın kılıç düşmanın arasına daldı.
......
......
...diğer tarafta şehidlik özlemi ile kavrulan Umeyr hazretleri, sürekli kılıç darbesi yiyordu...ama kahraman sahabi, aldığı öldürücü yaralara rağmen çarpışıyordu; ve nihayet aldığı son darbe ile çok özlediği şehidliğe kavuştu ve ruhu cennete kanat çırptı...kılıçla şehid olan ilk mücahid Umeyr bin Humam radıyallahü anh'dır.
......
Bütün islâm askeri, bu harbin ne demek olduğunu; ne mânâya geldiğini çok iyi biliyorlardı... Bu sebeple mutlaka kazanmak azmiyle çarpışıyorlardı..ama ne çarpışma; kendinden geçerek; canını hiçe sayarak yapılan bir cihad..
......
......
Ebu Cehil Amr bin Hişam ise hem savaşıyor; hem de kibirlene kibirlene fazlalığı ile övünüyordu:
- Ey müslümanlar! Harplerin bu en dehşetli gününde en yaman develer, en seçme atlar; en keskin kılıçlarla bile benimle başedemezsiniz. İyi bilin ki anam beni bugün için doğurmuş... Bir büyük yangını bugün söndürecek; inanç ve adetlerimize isyan edenleri, bugün feci cezalara çarptıracağım!!!
Zaferin Mekke ordusunda olacağına öyle inanmıştı ki...şimdiden onun hayal ve sarhoşluğu içindeydi. Bu sebeple "anam beni bugün için doğurmuş" diye şiirler söylerken zaten canavarlar gibi saldıran kâfirleri daha da azdırarak müslümanları bir an evvel imha etmek ve çabucak sonuca gitmek istiyordu.
Azgın kâfirlerden Âsım bin Ebi Avf da yırtıcı bir hayvan gibi saldırıyor ve bir taraftan da küffarı teşvik ediyordu:
-Ey Kureyş! Duracak zaman değil! İşte gün bugün! Fırsat bu fırsat! Akrabalık haklarını hiçe sayan ve milletini böleni affetmeyin. O'na bu harpten sağ kurtulmak nasib olursa bana ölüm nasip olsun!.
Bu büyük lafı ederken Ebu Dücane hazretleri ile karşılaştılar. Kılıçlar havada bir iki kere ağız ağıza geldikten sonra mübarek sahabi, ani ve seri bir hamle ile Âsım kâfirini katletti... Zırhını almaya çalışırken Hazreti Ömer, uzaktan seslendi:
- Ya Eba Dücane şimdi sırası mı? Zırhla değil düşmanla uğraşacak zaman. Bırak onu!
Zırhı bırakmıştı ki Mabed bin Vehb'in savurduğu kılıcı yere çökerek zor savuşturdu ve anında karşılık verdi. Bir bir daha derken geri geri giden kâfir, tökezleyerek bir çukura düştü. Rakibinin üzerine atlayan Ebu Dücane radıyallahü anh, kafasını kesmek suretiyle bu islâm düşmanının da canını cehenneme yolladı.
...ancak aynı anda müslümanlar, Sa'd bin Hayseme'yi kaybediyorlardı; bir kum tepesinin üstünde ve yakıcı güneş altında bir müşrikle Sa'd hazretleri nefes nefese vuruşuyorlardı. Müşrik'in kafasında miğferi ve altında cins ve çevik bir atı vardı...Sa'd bin Hayseme ise sadece çıplak bir kılıca malikti. Bu sebeple Sa'd radıyallahü anh, şehadet şerbetini içerek Allah'ın sonsuz rahmetine kavuştu.
......
Bir mü'mini öldürmenin zevkini yaşayan kâfir, atından inerek Hazreti Ali'ye meydan okudu..
- Ali bin Ebi Talib gel! Gel şimdi de seninle hesaplaşalım!
Hazreti Ali, adamı tanımamıştı ama madem ki kaşınıyordu derhal...
-Derhal ey Allah düşmanı; haydi!..
-Bileğine güveniyorsan durma!..
-Ben bileğime değil o bileği yaratana güveniyorum ey kâfir! İşte buradayım..
Müşrik, Hazreti Ali'ye doğru gelirken Ali radıyallahü anh da kendine şöyle sağlamca dövüşebileceği bir zemine bakındı, O'nun böyle çevresine bakındığını, sağa-sola bir kaç adım attığını gören düşman askeri sordu:
-Ne o kaçıyor musun yoksa?
-Biz kaçmak ne demektir bilmeyiz. Hamle et ya kâfir!
-Al öyleyse!
Hazreti Ali, kalkanını siperleyerek sindi. Bir yılan dili kadar keskin kılıç, Ali radıyallahü anh'ın kalkanına çakılıp kaldı.
Şimdi sıra büyük mücahiddeydi. "Ya Allah!" diyerek var gücüyle kılıcını savurdu. Müşrik'in zırhı omuzundan göğsüne doğru bir bez gibi yırtıldı... O demin böbürlenen Allah düşmanı, sapsarı kesilip titredi. Hazreti Ali, kâfiri öldürdüğünü sandığı dakikada baş ucunda şimşek hızıyla savrulan bir kılıcın havayı yırttığını gördü ve aynı ânda "al bu hamle de benden!" Sesini işitti ve sür'atle yere eğildi; çarpıştığı kâfirin kellesi miğferi ile beraber önüne yuvarlanmıştı. Dinsizin murdar cesedini yere seren Hazreti Hamza radıyallahü anhdı.
......
......
Kureyş ordusu bir taraftan müslümanlara hücum ederken bir taraftan da bir endişeyi yaşıyorlardı. Ya eski düşmanları Kinane Kabilesi, arkadan saldırır da Kureyş, iki ateş arasında kalırsa!.. Ancak onlar, bu tasada iken Kinane Kabilesinin, başlarında reisleri Müdliczade Süraka ibni Malik ile kendilerine yardıma geldiklerini sevinçle gördüler. Şimdi cesaret ve kibirleri bir kat daha artmıştı. Hem arkadan vurulma endişeleri bertaraf olmuş; hem de sayıları çoğalmıştı.
Süraka, daha yaklaşırken ilerden lafa başladı:
- Ey Kureyş! Sizin düşmanınız, Kinane'nin de düşmanı. Düşmanımız aynı. Biz, hasım değil dostuz artık. Zaten paylaşamadığımız ne?..
Ebu Cehil, cevap verdi:
- Ben, hep arkandan demişimdir. Süraka akıllı insandır aslında ama, bir kere öfke basmış yüreğini. O'nun için yüz vermez bize. Bugün; şimdi düşmanlıklar bitti. Şimdi Mekke'nin üstüne dostluk güneşi doğuyor. Hele şu yoldan çıkmış ıslah olmazları tepeleyelim yeni günler açılacak önümüzde Süraka...
- Yâ Eba Cehil! Ey zeki ve kurnaz insan! Ey yaşlı fakat dinç çınar! Bir bak şu manzaraya: Nerde şu bir avuç silahsız, teçhizatsız müslümanlar, nerde bizim azametli ordumuz... Coşan sel önünde tutunamayan ağaçlar gibi yıkılacaklar karşımızda, dize gelecekler.
-Ey söz ustası büyük hatip!.. Mekke 'nin soyluları burada bugün. Kinane'nin asilleri de!.. Muhammedilerin sonu geldi...kırılıp gidecekler önümüzde. Gücümüze güç kattınız. Hoş geldiniz aramıza.
......
......
......
Kahraman mü'minlerden her biri, en az üç kişi ile amansız bir mücadele veriyordu.. Silah ve insan sayısındaki büyük fark, bir ara mü'minlere sıkıntı ve tehlikelerle dolu dakikalar yaşattı. Büyük çilelerin varılmaz sabır kahramanı Sevgili Peygamberimiz, sallallahü aleyhi ve sellem, dostlar dostu aziz arkadaşı Ebu Bekr radıyallahü anh'la birlikte çadıra geçtiler... Efendimiz dua ediyorlar; yalvarıyorlar, yalvarıyorlar, yalvarıyorlar...ya; kolları hafif yukarı ve dirsekler bükülmeden tâ ilerilere doğru uzanarak avuçlar semaya açılıyor; veya o nurlu alın toprağa değiyor... Savaş bütün harareti ile sürerken Hazreti Ali, bir imkânını bularak üç ayrı kere Resulullah'ı yoklamak için çadıra geldi ve her seferinde de O'nu alnı secdede Rabbine yalvarırken buldu...
-Ya hayyü, ya kayyüm!
Süraka ve avanesinin müşriklere yardıma gelmiş olması yetmezmiş gibi Mekke ordusunun müslümanlarla çarpışmakta olduğunu işiten Kürz ibni Cabir de kabilesi ile düşmana yardım hazırlığına başladı. Bu kuvvet de müşrik cephesinde yer alacaktı. Eğer, Kureyş kâfirleri, böyle bir yardım da alırsa müslümanların işi çok zorlaşacaktı.
......
......
Efendimiz, zaman zaman savaş meydanında zaman zaman çadırdalar. İşte şimdi yine meydanda tarihin en üyük dâvâsını; islâm dâvâsını omuzlamış kahramanlar kahramanı arkadaşlarının arasındalar. Varlıkları ve teveccühleri ile onlara kuvvet ve destek oluyorlar.
Dudaklarında hep aynı dua:
- Ya Rab! Eğer iman ehlinden şu cemaat helâk olursa yeryüzünde sana ibadet edecek kul kalmayacaktır.
......
......
......
Hücum eden mücahidlerin Allah Allah sadaları, vurulan veya öldürülen kâfirlerin bağırtıları, isabet alan atların acı acı kişnemeleri, öldürücü bir darbe yiyen mü'minlerin kelimei şahadet getirmesi, vınlayan oklar, çarpışan kılıçlar, kalkana çarpan kılıçların çıkardığı sesler, kırılan kemik sesleri, devrilen at veya develer, bağrışmalar, teke tek çarpışanlar; meydan okuyanlar, atların tepelediği insanlar...bir meydan muharebesi ki kıran kırana.
Hazreti Ali, Hazreti Ömer, Hazreti Hamza, Hazreti Zübeyr bin Avvam, Hazreti Sa'd bin Ebi Vakkas, Hazreti Abdullah bin Cahş, Hazreti Ukaşe bin Muhsin, Hazreti Ammar bin Yasir, Hazreti Ebu Ubeyde bin Cerrah, Hazreti Sa'd bin Muaz ...kısacası bütün muhacirin ve bütün ensar arslanlar gibi dövüşüyorlar...
......
Sevgili Peygamberimiz, yine çadıra; yani karargâh merkezine girdiler. Yanlarında yine aziz ve sadık arkadaşları Ebu Bekr radıyallahü anh. Yine iki rekatlık bir namazdan sonra diz üstüler; yine kolları tâ ilerilere uzanmış, avuçları gökyüzüne bakıyor:
- Ya Rabbi bana vaadettiğin zaferi lutfeyle..
Allahü teâlâ'dan yardım ve zafer istiyorlar...tekrar, tekrar, tekrar yorulmadan istiyorlar...kollarını öylesine öne ve yukarı uzatmışlar ki mübarek koltukları görünüyor ve omuzlarındaki örtü usulca sıyrılarak yere yığılıyor... Hazreti Ebu Bekr, örtüyü Efendimizin omuzlarına koyduktan sonra istirham ediyorlar:
- Ey Allah'ın Resulü! Kendini bu kadar yorup yıpratma. Sana elbette imdadı ilahi gelir.. Lütfen üzülme. Senin üzülmen, hepimizi üzer.
Resulullah, o gün ümmeti için havf/korku makamında; Hazreti Ebu Bekr ise reca/ümid makamında idiler... Efendimizin kendini yoracak kadar duayla meşgul olmasının sebebi eshabı kiramda kalb kuvveti hasıl olması içindi. Zira eshabı kiram, aleyhimürrıdvan, efendilerimiz Resulullahın, indi ilahide duasının red olmayacağına iman ettiklerinden O'nu duada görmeleri ilahi yardımın geleceğine ve zaferin müslümanlarda olacağına dair ümid ve kanaatlerini takviye ediyordu.
Peygamber Efendimiz, Ebu Bekr'in bu talebini duanın kabulüne işaret saydılar ve devam etmediler. Çünkü Hazreti Ebu Bekr radıyallahü anh, sözünü tam bir ihlasla söylemişti. Allah'ın Resulü duanın kabul olduğunu buradan anladılar...kendilerini hafif bir uyku bastırdı...az zaman sonra Sevgili Peygamberimiz; göz nurumuz ve kalb dermanımız; iman teminatımız, sallallahü aleyhi ve sellem, neş'e ve tebessümle gözlerini açtılar ve bir haberi müjdelediler.
-Müjde ya Eba Bekr! Rabbim, meleklerini yardıma gönderdi, haberini verdiler.
......
......
......
Ebu Cehil ve diğer Kureyş reislerinin Süraka ibni Malik ve Kinane Kabilesi zannettikleri İblis ve şeytanlardan başkası değildi...bunlar küfür ordusuna yardıma gelmişlerdi. İblis ve şeytanların yardıma gelmeleri yetmezmiş gibi şimdi Kürz ibni Cabir de bir alay insanla Kureyş'e yardım hazırlığına başlamıştı...bunlar olurken diğer tarafta Habibullah, Hak teâlâ'dan vaad ettiği nusreti ihsan etmesi için yana yakıla yalvarıyor ve "Ya Rab! Eğer iman ehlinden şu cemaat helak olursa yeryüzünde sana ibadet edecek kul kalmayacaktır" diye inliyordu.
Allahü teâlâ'nın, kâinâtı yüzüsuyu hürmetine yarattığı son ve en büyük peygamberin duasını kabul etmemesi mümkün mü? Nitekim yüce Allah, meleklere mü'minlerin yardımına koşmalarını, kendileri ile beraber olduğunu emir buyurdu. Hasımla nasıl savaşılacağını; öldürücü kılıç darbelerinin boyun ve mafsallara vurulacağını da yüce Allah öğretmişti. Zira meleklerin bu konuda tecrübeleri yoktu.
Cebrail, Mikail ve İsrafil aleyhisselamlar, alaca atlara binmiş diğer meleklerle beraber ayrı ayrı ânlarda yeryüzüne süzülmeye başladılar. Her büyük melek ve yanındakiler aniden kopan bir rüzgâr ve görünmez kılıç şakırtıları ile iniyorlardı...
Bu sırada Bedir vadisine bakan bir tepeden savaşı seyreden ve yenilen tarafın mallarından bir şeyler almak için bekleyen Gıfaroğullarından iki amca çocuğu, yanlarından ard arda üç kere şiddetli rüzgarın esmesi ve toz duman arasından sesler, kılıç şakırtıları gelmesi ve ilkinde "ileri ya Hayzum haydi!" Diye bir de haykırış duymaları üzerine birinin korkudan ödü patladı; öbürü feci şekilde korktu.
"Hayzum", Cebrail aleyhisselamın atının ismiydi ve ona komut veren de Cebrail idi...
Gökten yere doğru adeta nurdan bir yol üzerinde meleklerin atları ile akması Hakim bin Hizam'ın gözüne göründü. Görünmesi ile müşrik saflarının arka sıralarında bulunan Hakim'in çarpılmışa dönmesi bir oldu. Aklı Kureyş'le müslümanlar arasında bir çıkmaza girmişti. Çareyi kaçmakta buldu. Gizlene saklana kendini Mekke'ye attı.
Cebrail aleyhisselam mü'min saflarının önünde, İsrafil aleyhisselam ve maiyetindeki melekler, Meymene'de ve Mikail aleyhisselam ve yanındaki melekler de Meysere'de yer aldılar. Melekler, insan şeklindeydi; mü'minlere görünüyorlardı. Bir bölükteki meleklerin başlarında kızıl nur, bir bölükteki meleklerin başında yeşil nur, bir bölükteki meleklerin başında sarı nur vardı... atlarının alınlarına perçem sarkıyordu. Meleklerin bazıları savaşan mücahidlere yardım ediyor; bazıları da orada hazır bulunmaları ile müminlere mânen destek oluyorlardı.
İblis, Haris bin Hişamla el ele tutuşmuş vaziyette müşrik saflarını dolaşarak Kureyş askerlerini müslümanlara karşı galeyana getirirken Cebrail aleyhisselamın geldiğini görür görmez sür'atle Haris'in elini bırakarak şeytanlarla birlikte kaçar adımlarla uzaklaşıp kayboldu. Cebrail aleyhisselama yakalanıp rezil olmaktan korktuğu için sırra kadem basıyordu.
...ama müşrikler, hakikkaten gafil oldukları için köpürdüler:
- Ya Eba Cehil gördün mü Süraka'yı? Nasıl kaçıp gitti. Hiç Süraka bin Malik bize yardım eder mi?
- Sen de ne diller döktün O'na ya Eba Cehil! Bayağı da inanmıştık artık dost olacağına hani..
- Ahmaklık etmeyin! Sürakayı; Kinane Kabilesini yeni mi tanıyorsunuz. Maksadım okşayıcı laflarla oyalayıp meşgul etmekti. Yoksa biz O'nun ne desteğine ne dostluğuna muhtacız. Arkadan kalleşçe saldırmasına mani olmak istemiştim...bunu anlayamadınız mı yoksa?
- Şimdi n'olacak peki?
- Düşmanın müttefiki olduğu anlaşılıyor. Müslümanların işini bitirdikten sonra onları Kudeyd'de yakalarız zannediyorum. O zaman Sürakayı da emrindekileri de elimizden kim kurtaracak bakalım!...
- Belki de Muhammediler kurtarır.
- Hadi hadi, eğlenecek zaman değil. Bir tek müslüman sağ kalmayacak! Hepsini imha edeceğiz ki atalar yolundan çıkmaya bir daha kimse teşebbüs etmesin!... Vurun haydi; saldırın, vurun!!! Merhamet etmeyin vurun!!!
......
|