Durumu: Medine No : 5998 Üyelik T.:
02 Ocak 2009 Arkadaşları:0 Cinsiyet: Yaş:40 Mesaj:
1.956 Konular:
885 Beğenildi:21 Beğendi:0 Takdirleri:10 Takdir Et:
Konu Bu
Üyemize Aittir! | RE: Çaresizlik Sebebiyle Faizli Kredi
3 Genel, fakat geçici ihtiyaç ve zarûretlere bağlı ruhsatlar:
Bu çerçevenin yukarıdakinden farkı geçici olmasıdır Yukarıdaki örnekler toplumun devamlı olan ihtiyaçları (öldürücü zarûret değil, ihtiyaçları) sebebiyle getirilmiş kolaylaştırıcı hükümleri göstermektedir Burada ise aynı mahiyette olmakla beraber devamlı olmayan, bazı zaman ve yerlerde bulunan ve bulunduğu müddetçe ruhsatlara sebep olan ihtiyaçlar söz konusudur Bu iki gurup örnekler "ihtiyaç umûmi olsun, husûsi olsun zarûret sayılır" kaidesinin "umûmi, genel ihtiyaçlar" kısmına aittir Umûmi ihtiyaçların, amme menfaatinin, husûsi ihtiyaç ve menfaatlerden daha önemli, daha hayati olduğunda ittifak edilmiş ve daima amme menfaati, husûsi menfaate tercih edilmiştir (Mecelle, md 26)
Bu kısma giren bazı örnekler:
a) Raşid Halifeler devrinde Mescid'in genişletilmesine ihtiyaç hasıl olunca başlayan istimlak uygulaması Mecelle'nin 1216 maddesinde kanunlaşmış ve amme ihtiyacı gerekçesine bağlanmıştır Kişilerin mülkiyetinde bulunan bir taşınmazı, bedeli verilse dahi zorla (bunu istemedikleri halde) almak caiz olmadığı halde amme ihtiyacı sebebiyle istimlak caiz görülmüştür
b) Normal hallerde, yani devlet gelirlerinin giderleri karşıladığı durumlarda müslümanların, zekattan başka bir ödeme yükümlülükleri yoktur Amme ihtiyacı ve menfâati gerektirdiği halde devletin malvarlığı belli bir harcama için yeterli olmaması halinde, durumu müsait olan müslümanlardan vergi alınmasının caiz olduğunda ittifak edilmiştir Bu hüküm, İslâm'ın getirdiği kardeşlik ve sosyal dayanışma esasları yanında "amme menfâatine riayet, mefsedeti defetmenin menfâati korumadan önce gelmesi, çok zararı defetmek için az zararın göze alınması, umûma ait zararı defetmek için husûsi zararın yüklenilmesi" kaidelerine bağlanmıştır (Kardâvi, Fıkhu'z-zekât, s 1073 vd)
c) Hicri beşinci asırda Buhâra ve Belh bölgelerinde halk, muhtaç oldukları krediyi temin etmek için bir usul icat etmişlerdi Buna göre ödünç para almak isteyen bir taşınmazını, parayı alacağı şahsa "bedeli geri ödediğinde taşınmazı da geri almak şartıyle" satıyordu Alacaklı, borç ödeninceye kadar bu taşınmazdan istifade ediyor, borçlu da aldığı krediden faydalanıyordu Sonunda bedel iade edilirse mal da geri alınıyordu Bu asrın fukahâsından itibaren konu tartışıldı, bunu kimi fasid satım, kimileri şartı hükümsüz satım, yahut rehin kabul etmişlerdi Sonunda Hanefîlerde fetvâya esas olan görüş bu muamelenin farklı ve yeni bir muamele olduğu ve halkın ihtiyacına binaen caiz bulunduğu şeklinde yerleşmiş Mecelle de (md 398-402) bu görüşü kanunlaştırmıştır (Bak H Karaman, İslâm'a Göre Banka ve Sigorta, İst 1981, s 165-169)
d) Vefaen satım gibi yine amme ihtiyacı sebebiyle caiz görülmüş bir uygulama da Endülüs'te görülmektedir Diğer bölgelerde olduğu gibi burada da geniş vakıf topraklar vardı Bu topraklar kiraya verilerek gelir sağlanmak ve bu gelir belli yerlere sarfedilmek üzere vakfedilmişti Ekilen topraklar bakım ve masraf gerektirdiği için, ağaç dikilen ve bina yapılan yerler de belli bir müddet sonunda kiracının elinden alınacağı için halk bu toprakları kiralamıyor, bundan vakıf ve toplum zarar görüyordu Bu durumu tesbit eden, İbn Sirac, İbn Manzûr gibi fıkıh âlimleri dokuzuncu hicrî asrın sonlarında, bu toprakların süresiz olarak kiraya verilmesinin caiz olduğuna fetvâ verdiler Toprağı süresiz kiraya vermek "fasid bir kira akdidir" ve bu akdi yapmak caiz değildir; ancak amme ihtiyaç ve menfâati bu akdi caiz hale getirmiştir İbn Âşûr'un verdiği bilgiye göre onuncu asırda Mısır'da Nâsıruddin el-Lekâni buna benzer fetvâlar vermiş, yine benzer uygulamalar Fâs ve Tunus'ta son zamanlara kadar benimsenmiştir (el-Mekâsıd, s 125-126)
e) Hz Ömer devrinde Suriye ve Irak toprakları fethedilince bu topraklara verilmesi gereken statü tartışıldı Fetih ordusunda bulunanları temsil eden gurup, ganimet mahiyetinde olan bu toprakların, ganimet âyetinde emredildiği gibi (Enfal: 41, 69) askerlere dağıtılması (mülk olarak verilmesi) gerektiği tezini savunuyorlardı Hz Ömer'in dahil bulunduğu grup ise "toprakların dağıtılmayıp bütün müslümanlar adına vakfedilip işletilmesini, gelirinden mevcut ve gelecek bütün vatandaşların faydalanmalarını" savunuyorlardı Hz Ömer şöyle diyordu: "Bu topraklar dağıtılırsa yetimler, dullar, fakirler ne olacak, sınırları ve bu toprakları kim koruyacak?" Sonunda Hz Ömer'in görüşü tercih edildi ve böylece "haraci arazi" adı verilen bir toprak nev'i doğdu Bu hükmün ve uygulamanın temelinde amme ihtiyacı ve menfâatinin bulunduğu açıkça görülmektedir (Ebû Yûsüf, Harâc, s 24 vd)
Amme menfâati sebebiyle umûmi kaideden (kıyastan) istisna edilen, caiz görülen bir başka örnek yine Hz Ömer ile ilgilidir Büyük Halife, bunda devamlı amme menfâati bulunduğunu görerek Irak topraklarını "miktarı belli ve mevcut olmayan bir bedel" karşılığında devamlı (süresiz) olarak kiraya vermiştir Bu tasarrufta, hem bedel, hem de kira konusunda belirsizlik vardır, bunu bir şahıs özel menfâati için yapsa caiz ve geçerli olmaz, fakat amme menfâati sebebiyle bu akit caiz görülmüştür; çünkü "özel menfâat için caiz olmayan şeyler, amme menfâati için caiz olur" (İbn Abdisselâm, Kavâid, c II, s 177)
f) Osmanlılar devrinde bulunan "mîrî arazi" uygulaması da amme ihtiyacına dayanmakta, fıkha göre caiz olmayan uygulama bu sebeple caiz görülmektedir Ebussuûd Efendi'nin fetvâlarına dayanan uygulamaya göre bu topraklar aslında haracîdir, fakat kimseye temlik edilmeyip devlet malı olarak bırakıldığı için "arz-ı mîrî, yahut arz-ı memleket" adını almıştır Bu topraklar bedellerine yakın bir peşin kira bedeli, bir de raicinden az olmak üzere kullanıldıkça alınacak kira bedeli karşılığında süresiz olarak kiraya verilmiştir; yani "muaccele ve müeccele karşılığında tasarrufu tefviz kılınmıştır" Ebussuûd Efendi'nin açık ifadesine göre bu kira akdi fasiddir; taraflar -Fıkha, şeriate göre- bu akdi bozma hakkına sahiptirler, ancak kanun gereği bozamazlar (Kanunname-i mu'tebere, özel yazma nüsha, 4 a-b, 8 a-b; Ali Haydar, Ş Kanunnâme-i arâzi, s 36-37)
g) Buradan itibaren sıralayacağımız örnekler, başka kaynaklarda da yer almakla beraber İbn Nüceym'in el-Eşbâh'ından nakledilecektir Peygamberimiz (sav) Harem bölgesinin ağaçlarının kesilmesini, otlarının yolunmasını yasaklayınca, "Mekke ayrığı ölülerimizi gömerken bize lâzım oluyor" denilmiş, O da bunu yasaktan istisna etmiştir İmam Ebû Yûsüf bu istisnanın halkın ihtiyacına dayandığını, o zaman bundan başka ota ihtiyaç bulunmadığını, halbuki sonraları halkın hayvanlarını doyurmak için de Harem bölgesinin otuna muhtaç olduklarını, eğer bu yasaklanırsa zahmet çekeceklerini ve sıkıntıya düşeceklerini ileri sürerek istisna sınırını genişletmiştir (s 110)
h) Düşman, müslüman esir ve rehineleri siper yaparak İslâm birliklerine doğru ilerlese kendilerine ateş açılır, bu arada müslümanların da isabet almaları tabiîdir, fakat büyük ve genel zarar, küçük ve nisbeten özel zarar ile defedilecektir (s 121)
ı) Peygamberimize (sav) teklif edildiği halde fiyatları sınırlamaya, narh koymaya yanaşmamış, haksızlık yapmaktan çekindiğini ifade buyurmuşlardı Sonraki devirlerde fukahâ bu konuyu tartıştı ve serbest fiyat politikasının, halkın menfâatine aykırı olması halinde devlet başkanının narh koymasının caiz olduğu sonucuna vardılar (s 121)
j) Bu madde doğrudan doğruya tartışma konumuzla ilgilidir; yani ihtiyaç bulunduğu ve başka yoldan giderilemediği takdirde faizle, ödünç para alınıp alınamayacağı sorusuna cevap getirmektedir İbn Nüceym "İhtiyaç umûmi olsun, husûsi olsun zarûret sayılır" kaidesini örnekler vererek açıklarken şu satırlara yer vermektedir: "Gunye ve Buğye isimli fıkıh kitaplarında, ihtiyacı olan kişinin, kâr (ribih) karşılığında ödünç para almasının caiz olduğu zikredilmiştir" (s 126) Hamevî de bu ifadeyi şöyle açıklamaktadır: "İhtiyacı olan şahıs mesela on altın ödünç alır ve alacaklısına, her gün için belli bir meblâğı fazladan ödemeyi taahhüt eder" Bu ruhsatın dayanağının da halkın ihtiyacı olduğu metin ve şerhin örneklerinden açıkça anlaşılmaktadır
Buraya kadar sıraladığımız ifadeler ve örnekler şu gerçekleri ortaya koymuştur:
a) Aslî, önemli ihtiyaçlar zarûret sayılmış ve zarûretler gibi ihtiyaçlar da bazı haramların mübah hale gelmesine sebep olmuştur
b) Amme ihtiyaçları, kamu yararı ferdin zarûreti gibi kabul edilmiş, hatta daha güçlü ve önemli bir ruhsat sebebi sayılmıştır
c) Bu ruhsatlar, Osmanlıların son zamanlarında, şeriat hükümlerinin terkedilmeye başlandığı çağda değil, en az bin yıldan beri İslâm dünyasının çeşitli bölgelerinde, muteber fıkıh âlimleri tarafından ortaya konmuş ve benimsenmiştir
d) Günümüzde müslüman kesimin iktisaden güçlenmesi ve bu gücü ile İslâmî değerleri ayakta tutması bir ihtiyaç ise, bunda İslâm toplumumuzun menfâati varsa, iktisaden zayıflamak bir dizi zayıflık ve zarara yol açacaksa müslümanların bir çaresini bulup iktisaden güçlenmeleri farz olur Eğer bu çare, şu gün için faizli kredi almak ise bu yola başvurulacak, fakat en kısa zaman içinde faizsiz kredileşme ve sermaye sağlama yolları aranacak ve bulunacaktır; bu yollar bulunup işletilince -ihtiyaç ve zarûret ortadan kalkacak, "faiz, faizdir ve haramdır" hükmü yürürlüğe avdet edecektir İtirazda gasb, hırsızlık, ev almak için faizli kredi ve teşvik kredisinin ihtiyaç sebebiyle caiz olamayacağı zikrediliyordu
İhtiyaç sebebiyle başkasının malını gasbetmek veya çalmak "haramı almak"tır, ödünç almak için faiz vermek ise "haramı vermektir" Alınması haram olan şeyin, ihtiyaç sebebiyle verilmesinin caiz olduğunu "rüşvet, gasbedilen malın çoğunu kurtarmak için azını vermek" gibi örneklerde gördük Ayrıca kişi zarûrete düşerse gasb ve hırsızlık da yapabilir; İslâm'da bunun caiz görüldüğünü bilmeyen yoktur İçtimâi ihtiyacın, ferdi zarûret gibi değerlendirildiğini de yukarda zikretmiştik Hz Ömer halife iken Hâtıb b Ebi-Belte'a'nın köleleri birinin devesini çalmış, kesip yemişlerdi, yakalandılar, suçları sabit olduğundan halife, cezalarının infaz edilmesi için emir verdi, sonra bu kararından vazgeçerek Hâtıb'a "Bunları hırsızlığa mecbur edecek kadar aç bırakıp çalıştırdığın kanâatinde olmasaydım cezalarını infaz ettirecektim, şimdi ise seni müessir bir şekilde cezalandıracağım" dedi, devenin sahibine bedelini sordu ve Hâtıb'a bu bedeli iki katı ile ödetti (el-Bâci, el-Münteka, c VI, s 64 vd) Hz Ömer'in, yine bir kıtlık yılında hırsızlık cezasını genel olarak uygulamadığı bilinmektedir Prof Şelebi yukarıdaki uygulamayı açıklarken şu satırlara yer vermiştir: "Hz Ömer'in anlayışına göre ceza, ihtiyaç içine düşmediği halde hırsızlık yapan kişiye uygulanır, bunlar ise aç kalmış ve bu sebeple çalmışlardı (Ta'lilu'l-ahkâm, s 62-63) Amme ihtiyacı sebebiyle istimlâkin ve vergi almanın caiz olması bir bakıma gasbın caiz olması demektir
Kişiler, şahsî ihtiyaçları için bile (bu ihtiyaçlar ciddî ve önemli olduğu takdirde ve başka türlü giderme imkânı da bulunmayınca) faizli kredi alabildiklerine göre amme ihtiyacı sebebiyle faizli krediye başvurma yolunun evleviyetle açık olduğu anlaşılmaktadır Teşvik kredisinin enflasyondan yüksek faizle alınması halinde faizden bahsedilebilir ve bunun hükmü yukarıda açıklanmış oldu Enflasyon oranından düşük faizli teşvik kredileri ise ileride ele alınacaktır
Fertlere ait ihtiyaç, zarûret sınırına dayanmadıkça gasb ve hırsızlığa cevaz verilmemiştir; çünkü bu takdirde kamu düzeni bozulacak, anarşi çıkacak ve az zarar, daha büyük zararla giderilmiş olacaktır; halbuki İslâm'da kaide, "çok zararı, az zarar ile gidermektir" (Mecelle, md 27)
__________________ Söz işlemez yüreklere sükûtum dağlar gibi... |