Durumu: Medine No : 7 Üyelik T.:
14Haziran 2007 Arkadaşları:1 Cinsiyet: Yaş:43 Mesaj:
1.277 Konular:
640 Beğenildi:17 Beğendi:0 Takdirleri:10 Takdir Et:
| Göz zinası hakkında bilgi verirmisiniz?
İsra suresinin 32 ayetinde Cenab-ı Hak, "Sakın zinaya yaklaşmayın!" buyuruyor Buradaki "yaklaşmayın" emrinden hareketle İslam fıkıh alimleri insanı zinaya götürebilecek her türlü amelin yasak olduğunu ifade etmişlerdir Müstehcen resim veya görüntelere bakmayı da bu kategori içinde mütalaa edebiliriz Bu sebeple bu tür resimlere bakmak caiz değildir
Çünkü bir hocamızın ifadesiyle bütün günahlar ve ahlâkî bozulmalar müstehcene bakışla başlar, bakışın ısrarıyla gelişir, sonra fiilî günaha dönüşür Üstelik gözler baktıklarının resimlerini de çeker, hayal arşivinde depo eder Nereye gitse, nerede olsa artık çektiği bu resimler, hayal âleminde gözlerinin önündedir
“Hem Kur’ân merhameten kadınların hürmetini muhafaza için hayâ perdesini takmasını emreder Tâ hevesât-ı rezîlenin ayağı altında o şefkat madenleri zillet çekmesinler Âlet-i hevesât ehemmiyetsiz bir metâ hükmüne geçmesinler Medeniyet ise kadınları yuvalarından çıkarıp perdelerini yırtıp beşeri de baştan çıkarmıştır”1
Toplumin bozulmasını netice veren sebeplerden birisi bu sözlerde ifade edildiği gibi, kadınların yuvalarından çıkıp ölçüsüz bir şekilde toplume karışarak, hürmete lâyık bir varlık iken ehemmiyetsiz bir eşya hâline gelmesidir Bu durumdan kadınlar kendilerine olan hürmeti kaybettikleri gibi, toplum fertlerinin de bozulmasına sebep olmuşlardır
Açık saçıklığın başını alıp yürüdüğü, hayâ perdesinin ayaklar altına alındığı bir zamanda, Müslümanın vazifesi daha da ağırlaşmakta, imanını muhafaza için daha çok titiz davranması gerekmektedir Çünkü artık toplumimizde kadının girmediği yer kalmamış gibidir Çarşıda, pazarda, otobüste, vapurda, resmî dairelerde çoklukla bulunmaktadır Bu vaziyet karşısında Müslümanın kendisini toplumten ayrı ve uzak tutması, herşeyden el etek çekmesi düşünülemez Fakat inancının icabı bazı prensiplere uymak durumundadır
İnsanın kendisine yabancı olan kadınla, kadının da kendisine yabancı olan erkekle münasebeti sınırlıdır; belli ölçülere tâbidir Rabbimiz mü’min erkek ve kadınlara şöyle buyurur:
“Mü’min erkeklere söyle: Gözlerini bakılması yasak olandan çevirsinler, mahrem yerlerini korusunlar Bu onların arınmasını daha iyi sağlar Allah yaptıklarınızdan şüphesiz haberdardır Mü’min kadınlara da söyle: Gözlerini bakılması yasak olandan çevirsinler, iffetlerini korusunlar”2
Bu âyetlerde açık bir şekilde, mü’min erkeklerin kendilerine yabancı olan nâmahrem kadınlara, kendilerine nikâhları düşen hanımlara; kadınların da kendilerine yabancı olan erkeklere bakmamaları bildirilmektedir
Yasaklanan bu bakışın sınırı ve mahiyeti nedir, nasıl olacaktır? Âyetin geçen “gözleri kapamaktan” maksat, gözleri kapatıp başı yere eğerek yürümek, dolaşmak değildir Zaten bu şekilde davranmak da mümkün değildir Bir insan tâbiî olarak karşılaştığı erkeği ve kadını görür, bakar Ancak burada anlatılmak istenen husus, karşı cinse şehvetle, cinsî bir duygu besleyerek bakmaktır Şehvetle bakmanın ölçüsü de, devamlı olarak birkaç sefer bakıp durmaktır
Bu ölçüyü de Resul-i Ekrem Efendimizden (asm) öğrenmekteyiz Bu hususta Hz Ali’ye şöyle buyurmuşlardır:
“Yâ Ali, arka arkaya bakma! Birinci bakış hakkındır, fakat ikinci bakışta hakkın yoktur”3
Karşı cins insanın gözüne iliştiği zaman,gözlerini ayırmadan bakıp durmamalı, başını çevirmeli Böylece şehvetle bakma sınırına da yaklaşmamış olur
Çünkü umumiyetle fuhşun kapısı önce bakışla aralanır Daha sonra diğer kapılar birbirini açar Bu sebepten zinaya açılan ilk kapı böylece kapanmış sayılır
Fahrüddin Râzi, tefsirinde Tevrat’tan şu cümleyi nakletmektedir:
“Harama bakış kalbe şehvet tohumunu eker Her şehvet de insanda derin hüzünler doğurur”
Kalbe düşen her günah tohumu, müsait zemin bulup yeşerirse insanın mânevî hayatını tehlikeye sokar Bir mâneviyat büyüğü olan Zünnün Mısrî’nin dediği gibi, “Gözleri günahlara kapamak korunmanın en güzel yoludur”
Kendisini haramdan muhafazaya çalışan Müslümanın durumunu da Peygamber Efendimiz şöyle anlatmaktadır:
“Bir kadının güzelliği bir Müslümanın gözüne çarpar da ondan gözünü çevirirse, Cenab-ı Hak o Müslümana lezzetini kalbinde duyacağı bir ibadet bahşeder”4
Bilindiği gibi erkeğin erkeğe ve yabancı kadınlara avret sayılan, göstermesi haram olan yerleri müçtehidlerin ekserisinin görüşüne göre diz ile göbek arasıdır Kadının da kendimahremleri dışındaki erkeklere karşı avret sayılan, caiz olmayan yerleri el ve yüzün dışında kalan vücudunun tamamıdır
Buna göre kadının, bir erkeğin vücudunun, göbekle dizi arası dışında kalan yerlerine şehvetsiz olarak ve tekrar edilmeden bakması caizdir Erkeğin de, kadının el ve yüzüne şehvet hissi olmadığı takdirde bakması helâldir Ancak cinsî bir zevk duyarak erkeğin veya kadının birbirlerinen bu kısımlarına bakmaları yasak sınırına girer
İnsan, gerek iş hayatında, gerekse bazı zaruret hallerinde, kendisine yabancı olan kadına bakabilmektedir Yukarıda, mealini verdiğimiz âyetin tefsirinde Tefsir-i Kebir sahibi Fahrüddin Râzi, bu zaruretleri şu şekilde tasnif etmektedir:
* İnsan, evlenmeye niyet ettiği kadının yüzüne ve ellerine bakabilir Nitekim bir defasında Ebû Hüreyre, Peygamberimizin yanında bulunurken bir adam gelerek, Ensar kadınlarından birisiyle evlenmek istediğini söyler Peygamberimiz, “O kadına baktın mı?” diye sorunca, o zat, “Hayır” der Peygamberimiz tekrar, “Öyleyse git, ona bak, çünkü Ensarın gözlerinde birşey vardır”5 buyurur
Bu hususta şehvetle de olsa bakılabileceği kaydı zikredilmektedir
* Mahkeme huzurunda, hâkimin veya şahitlerin kadını tanımaları için bakmaları, caizdir Çünkü burada bir haksızlığın giderilmesi ve bir hakkın yerine gelmesi bahis mevzuudur6
Fetevâ-yi Hindiye’de şu cümleleri görmek mümkündür:
“Fitne ve şehvetten korkulmadığı takdirde kadının eline ve yüzüne bakmak mubahtır”7
Yine el-Mühezzeb isimli eserde, “Zaruret olduğu takdirde bir tüccar, yüzü açık bir kadına bakabilir Kötü bir niyet olmazsa Allah indinde mes’ul olmaz”8 denilmektedir
1 Sözler, s 381
2 Nur Sûresi, 30-31
3 Ebû Davud, Nikâh: 43; Tirmizi, Edeb: 28
4 Müsned, 5: 264
5 Müslim, Nikâh: 74
6 et-Tefsîrü’l-Kebîr, 23: 203
7 Fetevâ-yı Hindiyye, 5: 329
8 el-Mühezze, 2: 34
Mehmed Paksu Helal – Haram
İnsan hangi durumda olursa olsun tevbe etmekle mükelleftir Şeytan insanı ümitsizliğe sevkedip tevbe etmesini engellemeye çalışır Bunu yaparken bir yandan nefside ıslah edip ilerlemeye çalışmak gerekir
Al-i İmran suresinde şu mealdeki bir ayeti kerime yer almaktadır:
"Ve bir günah işledikleri veya nefislerine zulmettikleri zaman, Allah'ı anarak günahlarının bağışlanmasını isteyenler, hem de yaptıkları günahta bile bile ısrar etmemiş olanlar—İşte onların mükâfatı, Rablerinden bir mağfiret, ağaçları altından ırmaklar akan Cennetlerdir Orada ebedi olarak kalacaklardır Güzel amel yapanların mükâfatı ne güzeldir"(Âl-i İmrân Sûresi, 135-136)
Demek ki, bir tövbenin kabul olması, bir günahın affa liyakat kazanması için hiçbir mazeret yokken o günahta ısrar edilmemesi şartı aranmaktadır Bir insan sadece nefsini yenemediğini, çevresinin nasıl karşılayacağını bahane ederek bir haramı işlemeye devam ederse ne olur? Bu husustaki bir hadisin meali şöyledir:
"Mü'min bir günah işlediği zaman kalbinde siyah bir nokta belirir Eğer o günahtan el çeker, Allah'tan günahının affını dilerse, kalbi o siyah noktadan temizlenir Eğer günaha devam ederse, o siyahlık artar İşte Kur'ân'da geçen 'günahın kalbi kaplaması' bu mânâdadır" (İbni Mace, Zühd:29)
Evet, "Her bir günah içinde küfre gidecek bir yol vardır" sözü mühim bir gerçeği dile getiriyor Şöyle ki, bir günahı işlemeye devam eden insan zamanla o günaha alışır, terk edemez bir hale gelir Bu alışkanlık onu gün geçtikçe daha büyük manevî tehlikelere sürükler Günahın uhrevî bir cezasının olmayacağına inanmaya, hattâ Cehennemin bile olmaması gerektiğine kadar gider Yani kalpte yer tutan o günah tohumu zaman içinde—Allah korusun yeşillenerek bir zakkum ağacı haline dönüşebilir (Lem'alar, s 7; Mesnevî-iNuriye, s 115)
Böyle bir tehlikeye maruz kalmamak ve şeytanın kinlerine kanmamak için bir an önce tövbeyi icap ettirecek günahı terk ederek insanın kendine çeki düzen vermesi gerekir (bkz Mehmet Paksu, Sünnet ve Aile)
Allah'ı sevdiğini söylemenin ölçüsü nedir?
Allah’ı sevmek ve onun razı olduğunu bilmek soyut bir durum olduğu için anlamak zordur Bir insan ben Allah’ı seviyorum diyebilir Fakat bu durum içimizdeki bir duyguyu anlattığından dolayı, dışımızda bunu göstermemiz gerekir
Diğer taraftan, Allah bizden razı mı? Biz onun yanında nasıl bir kuluz? Bu sorular da aynı şekilde anlaşılması zor konulardır Bunu anlamanın da bir yolu olmalı
İşte hem bizim Allah’ı sevdiğimizin anlaşılması, hem de Allah’ın bizden razı olduğunu anlamanın yolunu şu ayeti kerime de Allah’ımız bildiriyor “Ey Muhammed deki: Eğer Allah’ı seviyorsanız bana tabi olun, ta ki Allah ta sizi sevsin”
Dikkat edilirse Allah’ı sevmemizin göstergesi Hz Peygamber Efendimize uyarak islamı yaşamaktır Biz Peygamberimize uyarak hayatımızı yaşarsak, netice de Allah’ın da bizi sevdiğini rahatlıkla söyleyebiliriz Mesela, babanızı ve annenizi sevdiğiniz nasıl anlaşılır Onların isteklerini yapar, memnun olmadığı şeyleri de terk ederseniz, o zaman sevdiğiniz ortaya çıkmış olur Onlar bize demeseler bile biz bundan anlarız ki onlar da bizi seviyorlardır Tam tersi olsa dediklerinin hiç birini yapmam ama, kalbime bak onları çok seviyorum dese kime inandıra bilirsiniz
Demek ki Allah Peygamberimizi bir model olarak yaratmış ve en güzel örnekleri onda göstermiş Bize de, eğer beni seviyorsanız, size Peygamber gönderdiğim Hz Muhammed’e uyunuz O takdirde anlayın ki ben de sizi seviyorum Sözün özü: Allah’ın bizi sevdiğinin göstergesi, bizim ne kadar Hz Muhammed’e benzediğimizdir Ona göre sonuca varabiliriz
Size, bize ve tüm insanlara yol haritası kur’an ve Sünnettir Bundan başkasını size tavsiye edemeyiz Yani kur’anı ve sünneti rasulullahı ( asm ) kendimize rehber edinmek, kendimizi onlara endekslemek ve imani bahis ve kitapları tefekkür ile okumaktır Yani imanın ve kur’anın anlattığı ve bahsettiği kurani ve imani kitaplar bulabilseniz veya bu konuları tefekkür ve mütalaa eden şahsiyetlerle beraber olmakla onlardan istifade edebilseniz sizin hem dünyanıza hem de ahiretinize faydalı olacaktır
Namazları vaktinde kılmak, büyük günahlara dikkat etmek ve namazın arkasındaki tesbihatı yapmak ayrıca sizi tekamül ettirecektir
Ayette geçen Nefis ve Malın Allah’a satılması ne demektir?
Nur Külliyatında, “Muhakkak, Allah müminlerden nefislerini ve mallarını cennet mukabili satın almış bulunuyor” mealindeki âyet-i kerimenin tefsiri yapılırken bir temsil getirilir ve temsilin bir yerine de şu mesaj yüklenir “Hem o fabrikadaki âletler benim namımla ve benim tezgâhımda işlettirilecek Hem fiyatı, hem ücretleri birden bine yükselecek” Sözler
Bir sohbette arkadaşlarıma, toprağın ve suyun fiyatlarını sormuş ve bir cevap alamamıştım Muzun fiyatını sorduğumda ise yüksek bir rakamla karşıma çıkmışlardı İşte toprak ve su Allah’ın bir fabrikası olan ağaca girdiklerinde, öteden muz olarak çıkıyor ve büyük bir kıymet kazanıyorlar Aynı şekilde, otu inek denilen bir canlı fabrikaya veriyoruz, et ve süt elde ediyoruz Şeker pancarı, fabrikadan şeker olarak çıkarken, çiçek tozları kovanda bal oluyorlar
İnsan, etrafını saran böyle sonsuz ibret tablolarından ders alarak nefis ve malını, Rabbinin emir tezgâhına soksa, alâ-yı illiyyin denilen o üstün makama erecek ve cennet ehli olma şerefine kavuşacak
Nefis denilince insanın zâtını anlıyoruz, mal denilince de zâtın tasarrufuna verilen emanetleri Bir başka ifadeyle, “nefis” insana ihsan edilen dahilî nimetleri; “mal” ise haricî nimetleri temsil etmekte Her ikisi de insanı ya alâ-ı İlliyyîne çıkaran yahut esfel-i safiline düşüren imtihan âletleri
Âyet-i kerimede nefisten başlandığını dikkate alarak nefsimiz üzerinde biraz duralım
İnsan aklı, fizik ve kimyadan, ticaret ve ziraattan, kumar ve soyguna kadar her şeyde istimal edilmeye müsait Bunların bir kısmı insanı yükseltirken, diğerleri alçaltır
İnsan kalbi bir umman İman ve küfürden, adalet ve zulme, tevazu ve kibre, itaat ve isyana, muhabbet ve nefrete, af ve intikama ve daha nice müspet ve menfi mânâlara açık İnsanın alâ-yı illiyyîne yükselmesinde yahut esfel-i safilîne yuvarlanmasında en büyük pay onun
Kalbe bağlı lâtifeler, hisler bedenin organlarından çok Bunlar da insanı ya yücelere çıkarır yahut çukurlara düşürür Sevgiden başlayalım İnsan bu his ile, ya Rabbini ve Mevlâsını sever, yahut nefsini ve menfaatini İşte birinci hâl yükseliş, ikincisi çöküştür
Bir diğeri, “endişe duygusu” İnsan, ya maddî ve dünyevî problemleri kendisine dert edinir, bunların endişesiyle ruhunu perişan eder Yahut, bu dünya yolculuğunun cehennemle son bulma endişesi onu durmadan çalışmaya, gayrete ve duaya sevk eder Birincisi, aşağıların aşağısı, ikincisi yüceler yücesidir
Beş duyumuz da bu ölçüye vurulmalı İnsan bunlarla sâlih amel de işleyebilir, isyan ve günah da Birinciler, insanı en ileri makamlara, ikinciler ise en derin azaplara hazırlar Yine Nur Külliyatında, “küfür, mahiyet-i insaniyyeyi yıkar, elmastan kömüre kalbeder” denilerek, büyük bir hakikat dersi verilir Demek ki, insan ahsen-i takvim ile ifade buyrulan bir elmas mahiyetinde yaratılmış Kendisini rıza çizgisinden, istikamet hattından dışarı çıkarırsa, ceza alarak aşağıların aşağısına atılıyor Bu çöküş “kömür” olmakla sembolize edilmiş Bilim adamlarımızın ifadelerine göre, elmasla kömürün temel taşları aynı Sadece kristalleşme şekilleri farklı İşte bu farklılıktan birbirine zıt iki mahiyet doğuyor Aynı harflerle farklı kelimelerin yazılabilmesi gibi, aynı insan mahiyetinden de, birbirine zıt meyveler çıkabiliyor: Mümin -kâfir, salih-fasık, âdil-zâlim, mütevazı- mağrur gibi
Bu misâle göre:
•Ahsen-i takvim, “en güzeli yazabilecek kıvamda, kabiliyette yaratılmış olma”
•Alâ-yı illiyyîn, “bunu başarabilenlerin yüksek makamı”
•Esfel-i safilîn, ise “yanlış yazanların büyük düşüş ve çöküşü”
Allah Resulü (asm), “Dünya âhiretin tarlasıdır” buyurur O halde insan bu dünyada, çekirdek kabilinden de olsa, “alâ-yı illiyyîn” şerefine erecektir ki, bu mazhariyet âhirette o yüce makam olarak kendini göstersin Ve yine insan, işlediği isyanlarla, “esfele-i safilîne” lâyık olacaktır ki, bu liyakat o dehşetli azabı meyve versin
Sözün özü: Yüksek insanlar da, alçak insanlar da bu dünyada yetişiyorlar Ve âhirette her nefis kendi ameline uygun saadete eriyor yahut azaba düşüyor
Selam ve dua ile
|