Durumu: Medine No : 468 Üyelik T.:
25 Ekim 2007 Arkadaşları:0 Cinsiyet: Mesaj:
1.210 Konular:
330 Beğenildi:22 Beğendi:0 Takdirleri:10 Takdir Et:
Konu Bu
Üyemize Aittir! | RE: Mecelle'nin Külli Kaideleri [ilk 100 madde]
MADDE 71 Tercümanın kavli her hususda kabul olunur (yükbelü kavlü’l-mütercimi fi’l-hudûdi ke-ğayrihâ)
[Tercümanın sözü her hususta, yani hukukun bütün sahalarında, akidlerde, ceza da’vâlarında, ikrarda, yeminde asıl söyleyen kimsenin sözü olarak kabul edilir Nitekim hâkimin da’vâ taraflarından birinin dilini anlamaması durumunda tercümana mürâcaat edilir İmam A’zam ve Ebû Yûsuf’a göre tek kişi tercümanlık yapsa yeterlidir, ancak İmam Muhammed tercümanı şâhid mevkiinde kabul ettiği için en az iki kişi olmasını şart koşar]
MADDE 72 Hatâsı zâhir olan zanna itibar yoktur (lâ ıbrete bi’z-zanni’l-beyyini hata’uh)
[Bir zanda hatâ açıksa artık o zanna itibar edilmez Meselâ, borcu var zannıyla birine para verse, sonra gerçek ortaya çıksa parayı geri alabilir Bu madde İslâm hukukunda hukuka aykırı mahkeme kararlarının düzeltilmesi, yani temyiz ve istinaf bakımından da önemli bir esas teşkil eder Nitekim bir hâkimin verdiği hüküm, sonradan tekrar önüne gelse veya bir başka hâkime götürülse, hukuk kâidelerine (yani hâkim müctehid ise kitab, sünnet ve icma’a, değilse mezhebinin kâidelerine) aykırılık sözkonusu ise artık ictihadın korunması sözkonusu olmaz ve hüküm bozularak yeniden muhakeme yapılıp başka bir hüküm verilir Bu madde ictihad ile ictihadın bozulamayacağına dair Mecelle’nin 16 maddesinin istisnâsı gibidir]
MADDE 73 Senede müstenid olan ihtimal ile hüccet yokdur (lâ hüccette me’a’l-ihtimâli’n-nâşî an delîl)
Meselâ bir kimse veresesinden birine şu kadar kuruş borcu olduğunu ikrar ettiği takdirde eğer maraz-ı mevtinde ise diğer verese tasdik etmedikçe bu ikrarı hüccet değildir Zira diğer vereseden mal kaçırmak ihtimali maraz-ı mevte müsteniddir Amma hâl-i sıhhatde ise ikrarı muteber olur ve ol halde olan ihtimal mücerred bir nev’i tevehhüm olduğundan ikrarın hücciyetine mâni olmaz
[Yani dayanağı sağlam olan ihtimaller ile dayanağı daha az sağlam ihtimallerin delil mahiyeti kalkar, bir başka deyişle sağlam temele dayanan ve kesin mahiyet taşıyan deliller, bunlara güvenmeyi azaltan sebeplerin varlığı durumunda değerini kaybeder Meselâ, bir kimse ölüm hastalığında vârislerinden birine bir mikdar borç ikrarında bulunsa, bu artık vasiyet hükmünde ve mal kaçırma maksadına ma’tuf kabul edilir, yerine getirilmesi de diğer vârislerin icazet vermesine bağlı tutulur Yine meselâ, bir da’vâda şâhidlerin beyanları her ne kadar muteber de olsa, bunların hâdiseyle maddî veya manevî ilgileri, birbirleriyle ağız birliği yapmış olmaları, asker, talebe, işçi gibi psikolojik etki altında kaldıkları şüphesi bunların şahidliklerine itibar edilmesini imkânsız kılar Bu madde hâkime tanınan takdir serbestisine de delil teşkil etmektedir]
MADDE 74 Tevehhüme itibar yokdur (lâ ıbrete li’t-tevehhüm)
[Bu da bir önceki maddeyle ilgilidir Sağlam delile dayanmayan ihtimaller vehimden ibaret olup bunlara itibar edilemez Meselâ, bir kimse satın aldığı malın satıcısından, bu malın başkasına âit olabileceği ihtimaline karşı kefil göstermesini isteyemez Yine meselâ, bir kimse velîsi olduğu yetimin malını, yangında yanma ihtimaline binâen satamaz]
MADDE 75 Bürhan ile sâbit olan şey ıyânen sâbit gibidir (es-sâbitü bi’l-burhâni ke’s-sâbiti bi’l-ıyân)
[Delille sâbit olan şey açıkça sâbit olmuş gibidir, artık bunda şüpheye mahal yoktur Meselâ, borcu usulüne uygun ikrar veya şâhidlikle ortaya çıkan bir akid açıkça yapılmış ve görülmüş gibi kabul edilir]
MADDE 76 Beyyine müddeî için ve yemin münkir üzerinedir (el-beyyinetü ale’l-müddeî ve’l-yemînü alâ men enkere)
[Beyyine delil demektir Şâhid gibi Bir hususu iddia edene iddiasını delillendirmek düşer, bu iddiayı inkâr eden ise yemin eder Sözgelişi, “filanın bana şu kadar borcu vardır” diye iddia eden kimse bunu usulüne uygun şekilde delillendirmelidir, yoksa karşı taraf borçlu olmadığını isbat zorunda bırakılamaz İddia sahibi iddiasını delillendiremezse, bu iddiayı kabul edip etmediği hususunda karşı tarafın yemin etmesi da’vâlı tarafından istenebilir, yemin ederse da’vâ düşer, yeminden kaçınırsa (nükul) bu artık da’vâlının aleyhine delil teşkil eder Aynen bir hadîs-i şerîfden alınan bu madde ile bunu izleyen birkaç madde İslâm muhakeme hukukunda isbat kâidelerinin esasını oluşturur]
MADDE 77 Beyyine hilâf-ı zâhiri isbat için ve yemin aslı ibkâ içindir (el-beyyinetü şüriat li-isbâti hilâfi’z-zâhir ve’l-yeminü li-ibkâi’l-asl)
[Delil, görünüşteki durumun aksini isbatlamaya yarar Yemin ise bu durumun hâlâ geçerli olduğunu gösterir, bir başka deyişle asla dairdir Meselâ, müşteri bir satım akdinin rızâ ile, satıcı ise zorla yapıldığını iddia etseler, müşterinin sözüne itibar edilir, satıcı isbatlamak zorundadır, çünki akidlerde rızâ asıldır Bu maddenin de istisnâları vardır: Meselâ, kendisine emanet bırakılmış olan kimse bunu teslim ettiğini veya telef olduğunu yeminle beraber beyan etse, bu sözü esas alınır, kendisinden delil istenmez]
MADDE 78 Beyyine hüccet-i müteaddiye ve ikrar hücceti kâsıradır (el-beyyinetü hüccetün müteaddiyetün ve’l-ikrâru hüccetün kâsıra)
[Beyyinenin isbat vâsıtası, delil oluşu objektif, genel ve kapsamlıdır, hâkimin hükmüyle hukukî değer kazanır ve ilgililerin hepsini etkiler Ancak ikrar, sadece ikrarda bulunan için hüküm doğuran subjektif bir delildir Bu sebeple meselâ, ikrar ile sâbit olan bir neseb hakkında beyyine ileri sürülebilir Yine sözgelişi, bir ölünün borcu olduğuna dair beyyine ileri sürülse ve bu da mahkemece kabul olunsa artık vârislerin hepsi bundan etkilenir, ancak vârislerden biri murisi hakkında bir borç ikrarında bulunsa bu ikrar sadece kendisi için geçerli olup diğer vârisleri etkilemez]
MADDE 79 Kişi ikrarıyla muaheze olunur (el-mer’ü muâhazün bi-ikrârihi)
[Yani hukuken geçerli ve mahkemece kabul olunmuş bir ikrar, sahibi aleyhine delil niteliği taşır Meselâ, bir kimse birisine borcu olduğunu ikrar etse bunu ödemesi gerekir, artık bu ikrarından dönemez]
MADDE 80 Tenâkuz ile hüccet kalmaz, lâkin mütenâkızın aleyhine olan hükme halel gelmez (lâ yünkadu’l-hükmü bi’t-tenâkuz)
Meselâ, şâhidler şahâdetlerinden rücu’ ile tenâkuz ettiklerinde şahâdetleri hüccet olmaz Lâkin evvelki şahâdetleri üzerine kâdi hükmetmiş ise bu hüküm dahi bozulmayıp mahkûmün bihi şâhidlerin tazmin etmesi lâzım gelir
[Yani bir delilde çelişki varsa, artık onun delil olma vasfı kalkar Nitekim bir da’vâda şâhidler şâhidliklerinden döndüklerini açıklasalar, artık bu şâhidlik delil olmaktan çıkar, ancak bundan önce ilk şâhidliklerine dayanılarak hüküm verilmişse bu hüküm bozulmaz, şâhidler tazminle mükellef olurlar Öte yandan, bir kimse bir borcu önce inkâr, sonra ikrarda bulunsa ikrarı geçerlidir, ancak önce inkâr, sonra ikrar etse buna itibar olunmaz, çünki inkârda töhmet vardır Bu maddedeki hüccet sözüyle şâhidlik kasdedilmektedir İkrar ise şâhidlik gibi değildir, ikrarda tenâkuz, yani çelişki ikrarın geçerliliğini etkilemez]
MADDE 81 Asl sâbit olmadığı halde fer’in sâbit olduğu vardır (kad yesbütü-fer’ü me’a ademi sübûti’l-asl)
Meselâ bir kimse filanın filana şu kadar kuruş deyni vardır ben dahi ona kefilim dese ve asilin inkârı üzerine dâyin iddia etse meblağ-ı mezburu kefilin vermesi lâzım gelir
[Bir şeyin aslı sâbit olmadığı halde, buna bağlı teferruatın sâbit olduğu durumlar vardır Bu madde yukarıda geçen “Asl sâkıt oldukda fer’ dahi sâkıt olur” şeklindeki 50 maddeyle yakından ilgili ve onun tamamlayıcısıdır, bu sebeple bunun hemen arkasından zikredilse daha yerinde olurdu Meselâ, bir kimse “filanın felana şu kadar borcu vardır, ben de ona kefilim” dese, asil inkâr edip borç hukuken sâbit olmasa bile kefilin sorumluluğu devam eder, borcu ödemesi gerekir Halbuki 50 maddeye göre meselâ asıl borçlunun ibrâ edilmesi, yani borçtan kurtulması kefilin de ibrâsı sonucunu doğurur, ayrıca kefilin de ibrâ edilmesi gerekmezdi]
MADDE 82 Şartın sübûtu indinde ona muallak olan şeyin sübûtu lâzım olur (el-muallaku bi’ş-şartı yecibü sübûtühü ınde sübûtihi)
[Hukukî tasarrufların bir şarta ta’liki, yani bağlanması câiz ve bu şart sâbit olduğunda o iş de sâbit olur Bu ve bundan sonraki birkaç madde İslâm hukukunda şartlı tasarruflar konusunu esas hatlarıyla ele almaktadır Meselâ, bir kimse “eğer senden alacağım varsa ibrâ ettim” dese ve gerçekte alacağı varsa bu alacak ortadan kalkar İslâm hukukunda şart ya ta’likî veya takyidîdir Bu maddede geçen ta’likî şarttır “Falan şey olursa (veya olmazsa)” diyerek yapılan akidlerde ta’lik sözkonusudur
Ta’likî şart da ya mülâyimdir, yani uygundur; akdin gereklerini teyid eder; ya gayrımülâyimdir, yani mülâyim değildir Bunlardan birincisi geçerli, ikincisi geçersizdir
Vekâlet, vasiyet, havâle, kefâlet, kefâletten ibrâ, ticarete izn, satıştan sonra şuf’adan vazgeçme, kazâ (hâkim ta’yini ve azli), emâret (vâli tayini ve azli) gibi bazı hukukî tasarruflar ta’likî şarta elverişlidir, mülâyim olmak şartıyla Nitekim meselâ, “filan kimse bana da’vâ açarsa vekilimsin” dese ve karşı taraf da kabul etse vekâlet geçerli, “rüzgâr eserse (veya filan eve girersen) vekilimsin” dese vekâlet geçersizdir Bey’ (satım), icâre (kira), isticar, iâre (âriyet), hibe (bağışlama), sadaka, akde icazet, hacr, sulh, ikrar, borçtan ibra, müzaraa, müsâkat, vakf, tahkim, ikâle (akdi karşılıklı rıza ile bozma), vekilin azli, şart ve ayb muhayyerliği ile mebii geri vermek hakkının ibtal gibi bazı tasarruflar ise asla şarta ta’like elverişli değildir
Hukukî muameleyi zamana bağlamak hususunda da icâre, icâreyi fesh, müzâraa, müsâkat, müdârebe, vekâlet, kefâlet, vasî ta’yini, vasiyet, satıştan önce şuf’adan vazgeçme, kazâ, emâret (emîr ta’yini), vakıf, âriyet, muhayyerliği iptal gibi muameleler gelecekteki bir zamana bağlanabilir Meselâ, “bu evi filan aydan itibaren şu kadar paraya sana kiraladım” şeklinde yapılan bir icâre akdi geçerlidir Bey’, bey’e icâzet, bey’i fesih, kısmet (müşterek malı taksim), şirket (ortaklık), hibe, maldan sulh, borçtan ibrâ gibi hukukî muameleler asla zamana bağlanamaz Meselâ, “bu malı gelecek ayın başında şu kadar paraya sana sattım” şeklindeki bir akid geçerli değildir]
MADDE 83 Bi-kaderi’l-imkân şarta mürâat olunmak lâzım gelir (yelzimü mürâatü’ş-şartı bi-kaderi’l-imkân)
[Yani mümkün mertebe şarta uyulması gerekir Bir hadîs-i şerifden alınmıştır Bu maddede bildirilen de takyidî şarttır “Bu işi yapar isen bu malı sana sattım (veya aldım)” demek ve karşı tarafın da kabul etmesi takyidî şarttır Bu da üç türlüdür: Câiz, müfsid veya lağv
Câiz olan şart mutlaka yerine getirilir Akdin gerektirdiği birşeyi, yani şart edilmese de yapması lâzım veya câiz veya âdet olan bir şeyi şart etmek câizdir Malın satıştan sonra müşteriye âit olması veya semenin veresiye olması yahud muhayyerlik ya da paket edilmesini istemek gibi
Lağv olan şart ile yapılan akid geçerli ise de şartın yerine getirilmesi gerekmez Bu da akdin gerektirmediği ve taraflara bir faydası olmayan şarttır Müşterinin mebii başkasına satmaması, veya satması, ya da hibe etmesi, yahud başka şehirde satması, hediye etmemesi, çayıra salmaması, kesmemesi, binmemesi, yememesi gibi şartlar lağv ve akidler geçerli olur
Müfsid veya fâsid şart ise akdin gereği olmayan ve taraflardan birine fayda sağlayan şarttır Üçüncü bir şahsa fayda sağlayan şartın da fâsid olduğuna dair ictihâdlar vardır Fâsid şart geçersiz olduğu gibi, akdi de geçersiz kılar Müşterinin başkasına satmaması, veya satması, ya da hibe etmesi, yahud başka şehirde satması, hediye etmemesi, çayıra salmaması, kesmemesi, binmemesi, yememesi gibi şartlar ve dolayısıyla akidler fâsid olur Kadının kendisini nikâh etmesi şartıyla, bir malı tekrar kendisine şatması şartıyla, buğdayı un yapmak şartıyla, satılan malı bir süre alıcıya teslim etmeyip kullanmak şartıyla, satılan evde bir süre satıcının oturması şartıyla, müşterinin satıcıya borç veya hediye vermesi şartıyla yapılan satım veya kiralama gibi akidler fâsid şart sebebiyle geçersizdir, fâsiddir Ücret karşılığı kefil olmak (teminat mektubu, kredi kartı) da böyledir Bey’, kısmet, icâre, akde icâzet, sulh, borçtan ibrâ, müzâraa, müsâkat, vakf ise fâsit şarta bağlandığında geçersiz olur
Buna karşılık, vekâlet, karz, hibe, sadaka, rehin, vasî ta’yini, ikâle (karşılıklı rızâ ile akdi bozma)ve me’zunu hacir gibi akidlerde, şart fâsid olsa bile akid geçerliliğini sürdürür Meselâ, evini ölünceye kadar içinde oturmak şartıyla satmak fâsid olduğu halde bu şartla hibe etmek geçerlidir
Akidden önce fâsid şartı va’d edip, akid yaparken söylemezlerse akid geçerli olur Akidden sonra şart koşarlarsa İmameyn’e göre yine böyledir Şart konusunda Hanefîlerin akidlerde irade serbestisine verdikleri önem sebebiyle ihtiyatlı davranmalarına karşılık, bir kısım Mâlikî hukukçusu ve bilhassa Hanbelîler daha geniş düşünmekte, her çeşit şartı geçerli kabul etmektedirler]
MADDE 84 Vaadler sûret-i ta’liki iktisâ ile lâzım olur (lâ yelzimü’l-va’dü illâ izâ kâne muallakan)
Meselâ “sen bu malı filan adama sat eğer akçesini vermez ise ben veririm” dese ve malı alan akçeyi vermese bu vaadi eden kimsenin akçeyi vermesi lâzım gelir
[Vaadler ta’lik şeklinde yapılırsa bağlayıcı olur Meselâ, “bu malı felana sat, eğer ödemezse ben öderim” şeklinde yapılan bir vaad bağlayıcıdır, buna muallak vaad denir Ama “senin borcunu öderim” şeklinde mücerred bir vaad bağlayıcı değildir, bununla kefil olmuş sayılmaz Böyle bir vaade uymak hukukçuların çoğuna, bu arada Hanefî, Şâfi’î ve Hanbelîlerle Mâlikîlerin bir kısmına göre vâcib değil, müstehabdır Bir kısım hukukçuya göre ise mücerred vaadi yerine getirmek vâcibdir Her iki ictihâda göre de, geçerli bir özre dayalı olarak vaadini yerine getirmemekte mahzur yoktur
Mücerred bir vaade uymamanın câiz oluşuna bir istisnâ vardır: Ödediği meblağı satıcının aynen iade ettiğinde satım akdini bozacağına dair bir vaadde bulunan alıcının bu vaadini yerine getirilmesi şart olduğu gibi, alıcı ölse bile vârisleri bunu yerine getirirler Çünki bu artık vefâen, yani geri alım şartıyla satıştır]
MADDE 85 Bir şeyin nef’i zamânı mukabelesindedir (el-harecü bi’d-damân)
Yani bir şey telef olduğu takdirde hasarı kime âid ise onun zamânında demek olup ol kimsenin bu vechile zamânı ol şey ile intifaa mukâbil olur Meselâ hıyar-ı ayb ile reddolunan bir hayvanı müşteri kullanmış olmasından dolayı bâyi’ ücret alamaz Zira kable’r-red telef olaydı hasarı müşteriye âid olacakdı
[Bir şeyin menfaati, onun tazmini karşılığındadır, bir mal hasara uğradığında bunu kim çekecekse menfaati de ona âittir Bir hadîs-i şerifden iktibas edilen bu maddeyle bundan sonraki birkaç tanesi İslâm hukukunda haksız fiiller ile ilgilidir Sözgelişi, bir hayvanın ayıp muhayyerliği sebebiyle geri verilmesi durumunda, müşterinin bu hayvanı kullanmış olmasından dolayı satıcı ücret isteyemez, çünki geri verilmeden önce telef olsaydı buna alıcı katlanacaktı Bu madde, gasbedilen malın menfaatinin tazmine konu olmadığını göstermektedir Ancak yetim, vakıf ve mîrî mallar, yani devlet malları bunun dışındadır, bunların gasbedilmesi halinde menfaatleri de tazmin edilir Bu hükmü Hanefîler kabul eder Diğer üç mezhebde her durumda menfaatler de tazmin edilir]
MADDE 86 Ücret ile zamân müctemi’ olmaz (el-ecru ve’d-damânü lâ yectemi’ân)
[Ücret ile tazmin bir araya gelmez Bu madde de yukarıdaki madde ile ilgilidir Bir kimse bir başkasının öküzlerini gasbedip kullansa ve bundan dolayı öküzler zayıf düşerek değerlerinde azalma olsa o kimseye bu farkı öder, ayrıca ücret ödemez Ama sebep farklıysa ücret ve tazmin bir araya gelir Nitekim meselâ, bir kimse belli bir yere kadar gitmek üzere bir hayvan kiralasa, buradan daha uzağa gitse ve bu sebeple hayvan telef olsa, hem ücreti, hem de hayvanın değerini öder Buradaki tazmin, mal eğer mislî, yani piyasada benzeri bulunan bir mal ise mislini, kıyemî, yani piyasada benzeri bulunmayan ve bulunsa da fiatı farklı olan mal ise kıymetini ödemek suretiyle yapılır]
MADDE 87 Mazarrat menfaat mukabelesindedir (el-garemü bi’l-ğanem)
Yani bir şeyin menfaatına nâil olan onun mazarratına mütehammil olur
[Bir şeyden menfaatlenen kimse, o şeyin zararını da yüklenir Nitekim meselâ, bir vakıf evde oturan kimse bu evin tamir masrafını karşılar Yine meselâ, bir müşterek malın zaruri masraflarını tüm mâlikler katılır, çünki menfaatinde de ortaktırlar Yine fakir bir lakîtin, yani bulunmuş bir çocuğun nafakası beytülmalden verilir, ölünce de mirası beytülmale kalır Kölenin diyeti hür insanın diyetinin yarısıdır ama had cezalarında da cezanın yarısı verilir Emîrin (halîfe, sultan, vâli) görev ve sorumluluklarının karşılığında halktan itaat görme, geçimi için beytülmalden maaş alma gibi hakları vardır]
MADDE 88 Külfet nimete ve nimet külfete göredir (el-ğanemü bi’l-ğarem)
[Bu madde ma’nâ bakımından bir önceki maddenin aynısı olup başka bir şekilde ifade edilmiş halidir]
MADDE 89 Bir fiilin hükmü fâiline muzâf kılınır ve mücbir olmadıkça âmirine muzâf kılınmaz (el-âmiru lâ yüdmanü bi’l-emr)
[Mecburiyet olmadıkça, bir işi yapan o işten sorumlu olur, bu işin yapılmasını emreden değil Meselâ, bir kimse bir başkasına “felanın malını telef et” diye emretse, o da telef etse tazminle mükellef olur, emreden mükellef olmaz Ancak istisnâî olarak, bir çocuk akıllı ve bâliğ bir başkasının emriyle birinin malını telef etse, bu malın tazmini çocuğun malından yapılır, sonra velîsi bunu o işi emredene rücu eder, yani ödenen miktarı bu kimseden alır Bu ve bunu izleyen birkaç madde İslâm hukukunda haksız fiillerle ilgili olup, yukarıda geçen 19 ve devamı maddelerle de irtibatlıdır]
MADDE 90 Mübâşir yani bizzat fâil ile mütesebbib müctemi oldukda hüküm ol fâile muzâf kılınır (izâ icteme’a’l-mübâşiru ve’l-mütesebbibü üdîfe’l-hükmü li’l-mübâşir)
Meselâ, birinin tarîk-ı âmda kazmış olduğu kuyuya diğeri birinin hayvanını ilkâ ile itlâf etse o zâmin olup kuyuyu hafr eden kimseye zamân lâzım gelmez
[Bir işi doğrudan yapan kimse ile bu işe sebeb olan kişi bir araya geldiğinde doğrudan yapan sorumlu olur Nitekim bir kimse herkesin gelip geçtiği umumî bir yola kuyu kazmış olsa, bir başkası da buraya birinin hayvanını atarak telef etse, kuyuyu kazan kimse değil, hayvanı oraya atan tazminde bulunur, yani öder Bunun da istisnâsı vardır: Bir da’vâda hâkim hüküm verdikten sonra şâhidler şâhidliklerinden döndüklerini açıklasalar, karşı tarafın zararını öderler, halbuki şâhidler mütesebbib, yani hükme sebep, hâkim ise mübâşir, yani hükme doğrudan etki eden olduğu için tazmin mükellefiyeti hâkime düşmeliydi]
MADDE 91 Cevâz-ı şer’î zamâna münâfi olur (cevâzü’ş-şer’ yünâfi’d-damân)
Meselâ, bir adamın kendi mülkünde kazmış olduğu kuyuya birinin hayvanı düşüp telef olsa zamân lâzım gelmez
[Bir haksız fiile hukuken ve ahlaken izin verilmiş ise artık orada tazmin sözkonusu değildir Nitekim bir kimsenin kendi bahçesinde kazdığı kuyuya bir başkasının hayvanı düşüp ölse tazmin etmesi gerekmez, çünki herkes kendi mülkünde istediği gibi tasarruf edebilir Bu prensibin de istisnâları vardır: Açlıktan ölmek üzere olan kimse, başkasına âit yemeği yiyebilirse de bedelini ödemesi gerekir Mecelle’nin 32 maddede olduğu gibi]
MADDE 92 Mübâşir müteammid olmasa da zâmin olur (el-mübâşiru dâminün ve in lem yeteammed)
[Bir haksız fiilin fâili, yani bu işi doğrudan doğruya işleyen kimse, kasdı olmasa da tazminle mükelleftir Yani başkasının malını telef eden kimse, bu işte kasıtlı olup olmadığına bakılmaksızın o malı ödemek mecburiyetindedir]
MADDE 93 Mütesebbib müteammid olmadıkça zâmin olmaz (el-mütesebbibü lâ yadmanü illâ bi’t-teammüd)
[Bir haksız fiili doğrudan doğruya değil de vâsıtalı olarak işleyen kimse ancak kasıtlıysa tazminle mükelleftir Meselâ, bir kimsenin hayvanı birinden ürküp de kaçarak kaybolsa bu kimseye tazmin gerekmez Halbuki kasden ürkütseydi o zaman ödemesi gerekirdi]
MADDE 94 Hayvanatın kendiliğinden olarak cinâyet ve mazarratı hederdir (cinâyetü’l-ecmâ’ü cebbar)
[Bir hadîsden alınan bu maddeye göre, hayvanların yaptığı zararlardan sahibi (kusuru yoksa) sorumlu olmaz Bir hayvan sahibinin her zaman bağladığı bir yerden, meselâ ahırdan kendi kendine boşanarak başkasının malını telef etse sahibi ödemez Merada otlayan bir sığırın başkasının ekinini yemesi, bir kedinin başka birinin kuşunu yemesi de -eğer sahiplerinin bir müdahalesi yoksa- böyledir]
MADDE 95 Gayrın mülkünde tasarrufla emretmek bâtıldır (el-emru bi’t-tasarrufi fî mülki’l-ğayri bâtıl)
[Başkasının malında sahibinin izni olmadıkça tasarruf edilemez, bu sebeple bir başkasının o malı kullanması hususundaki emri geçersizdir Sözgelişi, bir kimse “şu adamın malını al veya telef et” dese, o da alsa veya telef etse, ikrah, yani zorlama sözkonusu olmadıkça alanın ödemesi gerekir]
MADDE 96 Bir kimsenin mülkünde onun izni olmaksızın âhar bir kimsenin tasarruf etmesi câiz değildir (lâ yecûzü li-ehadin en yetesarrafe fî mülki’l-ğayri bilâ-iznih)
[Herkes ancak kendi malını serbestçe kullanabilir, bir başkasının malını onun açık izni olmadıkça almak veya kullanmak ya da başka tasarruflarda bulunmak câiz değildir Dolayısıyla, bir başkasının evine ondan izinsiz girilmez, arsası işgal edilemez Burada hukukun tanıdığı zaruret halleri müstesnâdır Nitekim, yolculuk sırasında ölen bir kimsenin arkadaşları bunun mallarını satarak cenâze masraflarını karşılar, geri kalanını da vârislerine verirler Yine meselâ nafakasız kalan bir kadın kocasının malından nafaka kadar habersizce alabilir Yine bir çoban, başkasına âit olup otlattığı hayvanlardan birinin ölmek üzere olması durumunda bunu kesebilir]
MADDE 97 Bilâ-sebeb-i meşru birinin malını bir kimsenin ahz eylemesi câiz olmaz (lâ yecûzü li-ehadin en ye’huze mali ehadin bilâ-sebebin şer’î)
[Hukuken izin verilmemiş, meşru olmayan bir yolla başkasının malını almak câiz değildir Bu da bir önceki maddeyle ilgilidir Hırsızlık, gasp, rüşvet, kumar gibi yollarla alınan malların da iade edilmesi gerekir, çünki meşru yollarla alınmış değildir]
MADDE 98 Bir şeyde sebeb-i temellükün tebeddülü ol şeyin tebeddülü makamına kâimdir (tebeddülü sebebi’l-mülki kâimün makâme tebeddüli’z-zât)
[Bir şeyin aslı değişmediği halde, mülk edinme sebebi değiştiği zaman, o şey de değişmiş sayılır Bir şey üç yolla mülk edinilebilir: Bunlardan birincisi bey’ (satım) ve hibe, ikincisi miras, üçüncüsü ise ihraz, yani kimsenin olmayan mübah bir şeyi (yağmur suyu, av hayvanı gibi) ele geçirmektir Dolayısıyla bir kimse kendisine bağışlanan bir malı başkasına satsa artık bu malı bağışlayan kimse hibesinden dönemez, çünki artık o malın mülk edinme sebebi değişmiştir Yine meselâ, kendisine mal bağışlanan kimse öldüğü zaman da bu mal miras yoluyla vârislerine intikal edeceği için hibe eden hibesinden dönse birşey ifade etmez Yine sözgelişi, zenginlerin zekât alması caiz değildir, ancak bir fakir aldığı zekâtı zengine hediye etse alması caiz olur, çünki artık bunun mülk edinme sebebi değişmiştir]
MADDE 99 Kim ki bir şeyi vaktinden evvel isti’cal eyler ise mahrumiyetle mu’âteb olur (men iste’cele’ş-şey’e kable âvânihi ûkibe bi-hirmanih)
[Bir şeyi vaktinden önce elde etmek isteyen o şeyden mahrum olur Meselâ, bir kimse murisini, yani vârisi olduğu kimseyi öldürürse, vaktinden önce miras almak istediği farzedilerek mirastan mahrum edilir, lehine vasiyet edilen de böyledir Yine ölüm hastalığındaki bir kimsenin mirastan mahrum etmek kasdıyla boşadığı hanımı vâris kabul edilir, boşama ise geçerlidir Halbuki boşanmış kadın vâris olmazdı]
MADDE 100 Her kim ki kendi tarafından tamam olan şeyi nakzetmeye sa’y ederse sa’yi merduddur (men sa’a fî nakzı mâ temme min cihetihi fe-sa’yuhu merdûd)
[Bizzat tamamladığı şeyi bozmak isteyen kimsenin bu gayretleri geçersizdir Dolayısıyla ibrâ-yı âm ettiği, yani bütün alacaklarından ibrâ ettiği kimseden bu ibrâ tarihinden öncesine âit bir alacak taleb edemez Yine meselâ bir çocuk mahkeme huzurunda bâliğ olduğunu iddia edip görünüşü de buna uygunsa bu ikrarı kabul edilir, daha sonra yaptığı hukukî muameleleri feshetmek maksadıyla bâliğ olmadığını iddia etse dinlenmez Bu maddenin de istisnâları vardır: Meselâ, bir kimse velîsi bulunduğu çocuğun veya mütevellisi bulunduğu vakfın malını bizzat sattıktan sonra, bu satışta gaben-i fâhiş olduğunu söyleyerek feshini istese, yine bir kimse satın aldığı malın satan tarafından önceden mescid veya mezarlık yapıldığını sonradan ikrar etse dinlenir, çünki burada kamu menfaati vardır]
|