Durumu: Medine No : 468 Üyelik T.:
25 Ekim 2007 Arkadaşları:0 Cinsiyet: Mesaj:
1.210 Konular:
330 Beğenildi:22 Beğendi:0 Takdirleri:10 Takdir Et:
Konu Bu
Üyemize Aittir! | RE: İslam'a Göre...
Müslümanlar inanç, düşünce ve davranışlarını İslâmın tesbit ve taleplerine uygun düşürmek mecburiyetindedirler İman etmeden önce hürriyet içinde (hiçbir mecburiyet sözkonusu olmaksızın) düşünürler, iman ve inkârın delillerini karşılaştırırlar (bunu herkes kendi akıl ve bilgi seviyesine göre yapar); sonunda imana karar verir, imanda karar kılarlarsa artık inanç, düşünce ve davranış parçalarının tutarlı bir bütün oluşturması zarureti vardır Bu sebeple müslümanlar düşünce ve davranışlarını İslâmî meşrûiyyet ölçütüne vurur, buradan icazet aldıktan sonra yollarına devam ederler
"İslâma göre meşrû" olma hükmünün -yükümlülerin bilgi seviyelerine göre- farklı kaynakları vardır İslâm müctehidlerinin kaynağı Kur'an-ı Kerim ve Sünnet'tir; diğer kaynaklar ve metodlar da bu iki kaynağa racidir Fıkıh Usulü'nde "mukallid" denilen "islâmî bilgisi ve eğitimi zayıf" kimseler ise meşrû hükmünü, bir müctehidin fetvasına, açıklamasına dayanarak, onu öğrenerek, naklederek elde ederler Gerek ictihad ve gerekse taklit yoluyla elde edilen bilginin, hükmün kesin olmadığı, isabetsizlik ihtimalinin bulunduğu, galip zanna dayandığı genellikle kabul edilmiş, din de ameli hayatın böyle bir hükme dayandırılmasına izin vermiştir İmam Şafi'î, ayet ve hadisin mânâ ve hükmü üzerinde ittifak hasıl olmuş ise bununla hükmettiğimizde "hem zahirde, hem bâtında hak ile hükmettik" deriz, hükmün dayanağı böyle değil ise "zahirde hak ile hükmettik" deriz açıklamasını getirerek bu farka işaret etmiştir
Meşruiyeti "hem şekil, hem amaç yönünden meşrû" ve "yalnızca şekil yönünden meşrû" olmak üzere ikiye ayırmak gerekir Asıl "İslâma göre" oluş, düşünce, inanç ve davranışın hem şekil, hem de ruh, mânâ, amaç yönlerinden İslâma uygun olmasıyle gerçekleşir Bu meşrûiyyeti yakalamanın yolu ise İslâmın temel kaynaklarına kirlenmemiş (başka felsefe ve dünya görüşleri ile şartlanmamış) bir akıl ve halis niyet ile yaklaşmak, Allah rızasını her rızanın önünde ve üstünde tutmaktır; başka bir deyişle dinin semasında biri doğru bilgi, diğeri üstün ahlaktan oluşan iki kanatla yükselmektir İctihad ehliyeti ve ihlas ahlakının yaygın olduğu devirlerden sonra müslümanlar "yalnızca şekilde meşrûiyyetin, işin kitabına uygun düşürülmesinin, şerî hilelerin" peşinde oldular
Çağların dayattığı anlayış, ilişki ve işlemleri -İslâmın ruhuna ve amacına aykırı da olsa- şekil yönünden ayet ve hadislerin veya verilmiş fetvaların çerçevesine sokmakla yetindiler; bunun için dolambaçlı yollardan yürüdüler, olmadık tevillerde bulundular İslâmın getirdiği ferdî ve ictimaî ahlaka, cemiyet düzenine aykırı düzen ve düzenlemeleri, sistemleri -ayetlerin ve hadislerin boyunlarını bükerek, kendi amaçlarına uygun okuyarak- İslâma göre meşrû kalıbına veya kıyafetine soktular Zemzem kabına da konsa rakının rakı olduğunu, alış-veriş kıyafetine de sokulsa faizin faiz olduğunu düşünmediler Bu gidiş sonunda dışı ve adı İslâm, içi ve tadı gayr-i İslâm olan bir ucûbe ortaya çıktı
Şimdi birçok müslüman, ticaretinde, yatırımında, beşeri ve sosyal ilişkilerinde, dünyadan nasiplenişinde tıpkı Batılılar gibi, hıristiyanlar ve yahudiler gibi yaşamakta, onlar gibi duyup düşünmekte, fakat kıyafeti, haccı, namazı, faizi ve meşrû olmayan kazancı besmele çekerek yemesi bakımından da -böylece dış görünüş ve şekil yönünden- müslüman sayılmaktadır
Rakıyı zemzem kadehine koyarak içmek (mesela faizi tevil ederek, yahut araya ciddi olmayan bir satım işlemi sokarak yemek) caiz olmadığı gibi, zemzemi rakı kadehine koyup içmek de caiz değildir, ancak birincisi ikincisinden daha kötüdür ve dayanağı da şeklî meşrûiyyettir; ruhu, mânâyı, amacı gözardı etmektir
Hayreddin KARAMAN (Laik Düzende Dini Yaşamak, 1Cilt, İz yayıncılık, İstanbul, 2002, 5 Baskı)
|