Durumu: Medine No : 468 Üyelik T.:
25 Ekim 2007 Arkadaşları:0 Cinsiyet: Mesaj:
1.210 Konular:
330 Beğenildi:22 Beğendi:0 Takdirleri:10 Takdir Et:
Konu Bu
Üyemize Aittir! | RE: İhtiyaçların sürekliliği ve ictahadın oluş felsefesi
İhtiyaçların Sürekliliği ve İçtihadın Oluş Felsefesi (İkinci Bölüm)
Kemal KORKMAZ
Kelime ve Kavram Olarak İçtihat
Kelime anlamı: İçtihat ya cehd(جهد)ten türemiştir ki meşakkate tahammül etmek anlamındadır ya da cuhd(جهد)tan türemiştir ki takat, kudret manasındadır Her iki manayı da gözeterek anlaşılan odur ki müçtehit, nefsinde büyük ve güçlü bir melekeye sahip olmak zorundadır Bu kudret sayesinde karşılaşmış olduğu hadiselerin ve hükmü belli olmayan meselelerin hükmünü şer’i temellere dayanarak belirtir Bu araştırma ve inceleme esnasında büyük bir meşakkat çeker ama görevini tamamladığından dolayı da haz alır
Kavramsal anlamı: Usul ulemasının yapmış olduğu tariflerde değişiklik göze çapmaktadır Farklı tanımlardan bazılarını zikretmede yarar var:
İçtihat, fakihin zanni şer’i hükümleri elde etmesi için harcadığı takat ve kudrettir(1)
İçtihat, nefiste bulunan bir melekedir ki müçtehit bu sayede fer’i hükümleri asıl hükümlerden istinbat etme kudretine sahip olur İstinbat etme gücü müçtehidte ya fiili ya da bil kuvve olarak vardır(2)
İçtihat, şer’i hükümde, zan elde etmek için çaba harcamaktır(3)
İçtihadın ıstılahı tarifinden çıkan netice:
Usul ulemasının içtihat için yapmış olduğu tariflerde görünen ihtilaflar, içtihadın hakikat ve mahiyetinden kaynaklanmamaktadır Çünkü ulema, içtihadın tanımını yaparken mantıkta tarif edilen tanımı kastetmektedirler Ancak içtihadın anlaşılması için herkesin anlayacağı kelimeleri kullanmışlardır
Birinci ve üçüncü tariflerden anlaşıldığı kadarıyla bazıları zannı, hüccet ve şer’i delil kabul etmektedirler Bu görüş, Sünni ve Şii mezhebine mensup bazı âlimler arasında var olan bir görüştür Lakin buna bir açıklık getirmek gereklidir Müçtehit karşılaşmış olduğu meselenin hükmünü sırasıyla Kur’an, sünnet, icma ve kıyasa(kabul edenler için) başvurur Hükmünü bulursa beyan eder, bulamazsa içtihat etmek zorundadır İçtihat da usul ulemasının tayin etmiş olduğu bazı kaidelere başvurularak mesele hakkında zahiri hükmü tayin eder Bu kaideler mezheplere göre değişir İstihsa, istishab ve ameli usuller(beraat, ihtiyat, tahyir, iştiğal) gibi Sadece zanna dayanarak hüküm belirtmek İslam'da hoş görünen bir fiil değildir Hatta Kur’an’da zan ile amel etme yasaklanmıştır Şia’da ise Ahbari ekol Kur’an’da hükmü bulunmayan bir meselede mutlak alarak ele geçebilecek her zanni delili hüccet olarak kabul etmiştir Ahbariler Usulilerin beyan etmiş olduğu ameli usullere başvurmazlar Bu durum daha sonraları büyük sorunlar doğurmuştur Genel olarak eğer zan ahad haberler gibi, mukaddes şeriat tarafından teyid edilen zan ise, kabul etmek gereklidir Ama şeriat tarafından teyid edilmemişse, o zanla amel etmek doğru değildir
Eğer birisi içtihadın gerektirdiği hususiyetlere sahip değilse, istediği kadar istinbat alanında cehd ve çaba sarf etsin, o kimse asla müçtehit olamaz İçtihat, ehlinden sadır olduğu zaman kabul görür
İctihat alanında sarfedilen bütün çabalar şer’i ameli hükümleri ispatlamak için olmalıdır İçtihat olarak kabul edilmesinin nedeni budur Ama hissi, luğevi ve akli ahkâmı tayin etmede sarf edilen çaba fıkhi ve usuli içtihat sayılmaz
İçtihat, şer’i hükümleri istinbat yoluyla elde etmektir Bundan dolayı biri şer’i meseleleri ezberler, müftüden veya ilmi kitaplardan öğrenirse bunların hiçbiri içtihat sayılmaz
Müçtehit, kendisinde içtihat melekesi bulunan ve bu kudret sayesinde şer’i ameli ahkâmı açık ve net olan delillerinden istinbat eden kimsedir Bu kimse usul uleması tarafından fakih ve müçtehit diye bilinir
Müçtehidin Özellikleri: Zikredeceğimiz özellikler bir nevi içtihattan kaynaklanan hususlardır
Müçtehidin Arapça diline vakıf olması şarttır Bunlar sarf, nahiv, beyan, bedi ve meani ilimleridir
Kur’an ve Kurani ilimlere vakıf olmalıdır
Peygamberin sünneti ve hadislerine hâkim olmalıdır Hadis ilminde bahsedilen yan ilimlere vakıf olmalı, ta ki hadisleri birbirinden ayırabilsin
Usul-ü fıkıh ilmi bir müçtehit için olması gerekli unsurlardandır Zira müçtehit bu ilim sayesinde şer’i delilleri sırayla ve ehemmiyetine göre tanır Bu delillere rücu ederken o sıraya riayet eder Usul ilmi elfaz ve tercih kanunları gibi birçok meseleleri müçtehide tanıtır, ameli usul kaidelerinden bahseder Bunların hepsi bir müçtehit için lazım olan ilimi kaidelerdir
İcmanın olduğu yer ve meseleleri bilmek müçtehit için zorunludur
İçtihat, müçtehit için fıtri bir özelliktir
Bir müçtehit adil, güvenilir, tasarruf sahibi ve doğru sözlüdür
İstinbat işleminde sabırlı, dikkatli ve konuyu bütün detaylarıyla bütün şer’i kaynaklardan aramak zorundadır
Mantık, kelam ve hikmet ilimlerine vakıf olmalıdır
Siyasi olayları tahlil edecek kudrete sahip olmalıdır
Müçtehit olur olmaz yerde fetva verme yetkisine sahip değildir Bu konuda çok titiz davranmak zorundadır Müçtehidin temkinli olması hakkında bazı örnekler vermede fayda vardır
İmam Malik buyuruyor “Yetmiş kişi, benim fetva ehli olduğuma şehadet etmeyene dek ben fetva vermedim”(4)
Abdurrahman b Leyla der “Ben ensardan 120 kişi gördüm ki bunlar peygamberin sahabesiydiler ve bunlara bir soru yöneltildi her biri diğerinin cevaplamasını istedi ta ki döndü dolaştı ilk sorulana geldi” (5)
İbn Abbas der “Kim ki kendisinden sorulan her mesele için fetva verir ise o mecnundur”(6)
Süfyan b Uyeyne der “Fetva verme konusunda insanların en cesuru en az ilme sahip olanıdır”(7)
İçtihadın iki kısmı:
Mutlak/salt içtihat: Ahkâmın bütün kısımlarında istinbat etme salahiyetinin olmasıdır Şer’i bütün kaynaklara vakıf olma ve gerektiğinde beklemeden gerekli kaynağa müracaat etmektir
Kısmi içtihat: Ahkâmın bazı kısımlarında ehliyet sahibi olmaktır Örneğin âlim kimse fıkhın, taharet kısmında şer’i kaynaklarda bulunan bütün nas, emare, delil ve kaidelere vakıf olması gibi
İçtihatta iki kısım olduğu gibi müçtehit de taşıdığı içtihat melekesine göre iki kısımdır
Mutlak müçtehit: Bu kimse bütün ahkâm konularında gerekli ilmi dereceye sahiptir Meseleleri şer’i kaynaklardan, kendisinde bulunan içtihat yeteneğine dayanarak hükmünü belirler Böyle bir özelliğe sahip kimse artık amel ve ibadetlerinde kendi şer’i nazar ve görüşüne dayanarak amel etmek zorundadır Onun başkasını taklit etmesi haramdır Ve müslümanlardan, mutlak müçtehidi taklit etmek isteyen için hiç bir engel yoktur Hatta diyebiliriz ki, müslümanların bu şahıslara rücu etmeleri gereklidir
Kısmi müçtehid: Bu kimse kendisinin ihtisas sahibi olduğu alanlarda kendi görüşüne göre amel etmesinde hiç bir sakınca yoktur Ama başkalarının onu taklit etmesiyle ilgili ulema arasında ihtilaf vardır Lakin bunu açıkça diyebiliriz ki, bu müçtehide ehliyet sahibi olduğu konuda rücu edilmeli, görüşünden istifade edilmelidir
Tarihte içtihadi örnekler:
Tarih, sahabenin peygamber zamanında içtihat yaptığına şahittir Hz Peygamberin kendisi, sahabesinin içtihat yapmasına izin vermiştir Peygamber sahabesini öyle terbiye etti ki kendisi hayatta iken ve kendisinden sonra onların karşılaşacakları meseleler ve hadiseler karşısında donuk kalmamaları için onlara İslam'ın asıl kaynaklarından istifade ederek cevap vermeyi öğretti İçtihat, sahabeler içinde yer edince, insanların heva ve heveslerine tabi olmaları ve temelsiz olan içtihad-ı birrey’in önü alınmış oldu Konunun pekişmesi için peygamber hayatta iken bazı sahabeden içtihatta bulunduklarına dair örnekler vermenin faydası olacaktır
Sahabeden iki kişi beraber sefere çıkarlar, namaz vakti girer ve yanlarında su yok Teyemmüm ayetinin hükmüne uyarak teyemmüm ile namazlarını eda ederler Daha sonra namaz vakti çıkmadan su bulurlar Bunlardan birisi “abdestsiz namaz olmaz” hadisine dayanarak abdest alır ve namazı tekrar eder Diğeri ise namazını tekrar etmez Daha sonra peygambere gelerek durumu anlatırlar Peygamber namazını tekrar etmeyene “ kıldığın namaz yeterlidir” der Diğerine ise “sana iki kere sevap vardır” der(8)
Hz Peygamber Muaz b Cebeli Yemen’e vali tayin ettiklerinde ona şöyle der:
“Senden bir konuda hüküm bildirmeni istediklerinde ne yapacaksın?
Muaz, “Allah’ın kitabıyla hüküm edeceğim” der
Pegamber, “Eğer o hüküm Kur’an’da yoksa ne yapacaksın?
Muaz, “O zaman peygamberin hükmü ile hükmedeceğim” der
Peygamber, “Eğer peygamber bu konuda hüküm etmemiş ise ne yapacaksın?”
Muaz, “Kendi nazar ve görüşüme göre içtihat edeceğim” der Ondan sonra peygamber bundan duyduğu hoşnutluktan dolayı Allah’a hamdeder”(9)
Bu hadisi İmam Şafii “Marifet-üs Sünen ve El Asar” adlı eserinde nakletmektedir Hükmü Kur’an ve sünnette olmayan meselelerde içtihat yapılmasını farz bilmektedir İmam Şafii “El Risale” adlı eserinde içtihat kısmında mescid-ül haramdan uzaklaştıktan sonra onu göremeyen kimsenin içtihatta bulunmasının farz olduğunu beyan eder ve içtihat ile kıyasın aynı şeyler olduğuna açıklık getirir(10)
Huzeyfe Medain’de bir yahudi kadınla evlenir Bunu duyan Ömer bin Hattab ondan ayrılmasını ister Huzeyfe Öme b Hattab’tan sorar: “bu yaptığım haram mıdır?” Ömer b Hattab ona der: “mektubumu elinden düşürmeden o kadını boşamanı dilerim korkarım ki, müslümanlar bu konuda sana uysunlar ve Ehl-i zimmeden güzelliklerinden dolayı kadınlarla evlensinler ve müslüman kadınlar fitneye duçar olsunlar”(11)
Bu olaydan kolaylıkla Huzayfe'nin içtihatta bulunduğu anlaşılmaktadır
Şimdi vereceğimiz örnek, Maide süresinin 5 ayeti hakkında yapılan içtihatlarla ilgilidir
“ وَالْمُحْصَنَاتُ مِنَ الَّذِينَ أُوتُوا الْكِتَابَ”
Ömer b Hattab “muhsinat” tan kasdedilen müslüman kadınlardır demiş
Hanefi mezhebinde “iffetli kadınlar “ diye tefsir edilmiş(12)
İbn Abbas müşrik kadınlarla evlenmenin haram olduğu ayeti zikrederek daha sonra ehl-i kitap kadınlarını istisna etmiştir(13) Osman b Naile Mesihi kadınla evlenmesi, Talha b Ubeydullah'ın Yahudi kadınla evlenmesi(14) demeleri şeklindeki farklı görüşler, aralarında ki içtihat farklılığından gelmektedir
İçtihat, sahabenin dönemine münhasır edilmedi Onların tabiinleri döneminde ve tabiinlerin tabiinleri döneminde de bu durum aynen devam etti Nitekim Ata, İklime, Ali b Hüseyin dört mezheb imamları ve onlara tabi olan öğrencileri Ebu Muhammed, Ebu Yusuf, Maverdi ve Nevevi bunlar içtihat sahipleriydiler ve içtihat kapısını hiç bir zaman kapatmadılar Özellikle Maverdi genelde imam Şafii’nin usul ve kurallarının dışına çıkmaz iken aynı mezhepten olan Nevevi mezhep müntesiplerinin fetvalarına muhalif görüş beyan etmekten çekinmemektedir Nevevi’nin bu görüşleri “El havi El Kebir c1 s16-21” adlı eserde mülahaza edilebilir
Netice:
1- Asr-ı saadet döneminden uzaklaştıkça, cevapsız yeni siyasi, içtimai ve iktisadi meselelerle karşılaşmaktayız Bu durum dünya hayatı baki kaldığı müddetçe devam edecektir Öte yanda İslam dininin son din olma ve beşerin saadetini temin etmeye dönük olduğu için insanları, karşılaştıkları meselelerde cevapsız bırakması muhaldir İslam ise cevap verme görevini, makalenin evvelinde zikretmiş olduğumuz ayet ve hadislere binaen, peygamberin varisleri olan âlim, fakih ve müçtehidlere bırakmıştır
2- Özellikle Tevbe süresinin 122 ayetine dayanarak, her zaman ve mekânda ilmi tahsil eden, ilimde derinleşip fakih olacak kimselere ihtiyacın olacağı söylenebilir
3- Müçtehit olmak ve içtihat hiç bir şekilde zaman ve mekânla sınırlandırılmamıştır Konu hakkındaki ayet ve hadisler mutlaktır, içtihadı, bir mekân ve zamana münhasır kılmamıştır Bu gün mevcut olan mezhep öncülerinin hayatlarında, içtihadı kendi mezheplerine münhasır kılıcı bir söz, makale ve risale bulamazsınız Tarihte vuku etmiş siyasi nedenlerden dolayı tarihin seyri, içtihat meselesini bu noktaya sürüklemiş ise, müslümanların hususen âlimlerin içtihat döneminin bittiğini kabullenmeleri doğru bir tutum değildir İçtihadın şartları kimde bulunursa o kimse müçtehidtir, içtihatta bulunma hakkına sahiptir İçtihat yeteneği ve ilmine sahip olma meselesi, her zaman ve her mekânda mümkündür Çünkü Allah’ın rahmet ve fazileti geniştir Bütün zaman ve mekânları kuşatmıştır Eğer dersek içtihat asr-ı saadet, sahabe, tabiinler ve mezhep imamlarının dönemine münhasır idi, bu iddia Allah’ın kuşatıcı rahmetiyle çelişmektedir İlim ehli/âlimler, her zaman ümmet içinde müçtehidlerin bulunmasının ve gerekli durumlarda ümmetin maslahatı için fetva vermelerinin şart olduğunu açıkça ifade etmişlerdir İçtihat kapılarının kapalı olduğunu iddia edenler gerekli ilmi dereceye sahip olmayan kimselerdir Dolayısıyla içtihatta bulunma hakkı, şartlarına haiz kimseler için kıyamet gününe dek bakidir Kur’an’ı tedebbür ve tefekkür eden kimseler ve şer’i usul ve kaideleri bilen kimseler için bu hak, Kur’an’nın hükmüyle bakidir Çünkü içtihat ilmin yüce bir mertebesidir İlmin tahsili ise bütün insanlar için mübahtır Kur’an ise ilim tahsilini teşvik etmektedir Ayrıca müçtehit, “ zikir ehlinden sorun” ayetinin muhatabıdır Hükmü meçhul olan konularda ona rücu etmek müslümanlar için bir vazifedir Ayetin hükmü ise mensuh olmadığına göre müçtehidin, ümmet içinde olması ve ona rücu edilmesi Kur’an’i bir emirdir
4- İslam'da hükümleri belli olan ibadi ve ameli meselelerde içtihatta bulunmak caiz değildir Namaz ve orucun vacip olması, zinanın haram olması gibi Çünkü bunlar hakkında kesin naslar ve deliller vardır Adeta bunların hükmünü bütün müslümanlar bilmektedirler Ama Kur’an ve sünnette hükmü belli olmayan ve hakkında delil olmayan meselelerde, müçtehit şer’i kaynakları tamamen araştırdıktan sonra eğer bir delil bulamıyorsa bu durumda usul ilminde bahsedilen usul ve kaidelere dayanarak içtihatta bulunabilir
5- Ayet ve hadislere dayanarak İslam’da müçtehidin olmasının farz-ül kifaye olduğu söylenebilir Kendisinde içtihat melekesi ve yeteneği bulunan kimse gerekli şart ve salahiyete sahip olduktan sonra içtihadi meselelerde içtihatta bulunması onun için vacibtir Bir kısım usul ulemasının görüşüne göre müçtehit başkasını taklit edemez İmam Gazali, içtihadın, müçtehit için farz olduğuna ve başkasını taklit etmenin ona haram olduğuna işaret etmiştir(El Mustesfa c2 s384)
6- Müçtehidin hükmü zahiri hükümdür Vakii ve gerçek hüküm değildir Bu konuyu açıklamada yarar vardır İslam uleması arasında özellikle usul uleması müçtehidin hükmü hakkında üç görüşü dile getirir
a-Müçtehit bir mesele hakkında eğer Kur’an ve sünnetten, bütün çabasına rağmen delil bulamıyorsa, içtihatta bulunur Verdiği hüküm Allah'ın hükmüdür Çünkü Allah levh-ul mahfuzda o meselenin hükmünü belirtmemiştir Müçtehidin verdiği hüküm Allah’ın yanında da gerçek hüküm olur( Aşarii tesvib anlayışı)
b-Allah levh-ul mahfuzda bütün her şeyin hükmünü belirtmiştir Ama Allah'ın hükmünü insanlara bildirmediği meselelerde, müçtehit içtihadı ile hüküm belirttiği zaman, levh-ul mahfuz’daki hüküm silinir ve müçtehidin hükmü o meselenin gerçek hükmü olur( Mutezilenin tesvib anlayışı)
c-Allah bütün meseleler hakkında levh-ul mahfuz’da gerçek hükümleri belirtmiştir Hiç bir şekilde bunlar değişmezler Müçtehidin verdiği fetva ve hüküm eğer o hakiki hükümle uyuşursa müçtehit isabetli karar vermiş demektir; iki sevap alır Ama eğer müçtehidin hükmü Levh-ul mahfuz’daki gerçek hükümle uyuşmazsa, artık Allah’ın hükmü değişmez Bu durumda müçtehit elinden gelen çabayı sarfettiğinden dolayı ahirette mazeret sahibidir ve Allah ona azap etmez hatta çabasından dolayı bir sevap verir(imamiyenin anlayışı ki “muhettee” diye bilinir)
7- Müçtehidin beyan ettiği hüküm mütearef şer’i delillere dayanmalıdır Keşf-u şuhud ile birine ilham edilen meselenin hükmü yalnızca keşf sahibini bağlar, müslümanlar için şer’i geçerliliği yoktur
17/12/2007
Dip Notlar:
1- El Mustesfa c2 s 353
2- Şerh- ül Muhtar –el usul s 460
3- Kifayet- ül usul c33 s353
4- El Havi El Kebir c1 s 15
5-age
6-age
7- age
8-Alam-ül Muqinin s 244, 245 / El İçtihat s 30
9-Ebu Davud h 3592/ Tırmizi h 1328/ m Ahmed c10h 115/ Sunen- El Kubra c1 s 114
10- Marifet- el sünen ve Asar c1 s 99
11- Asar-u Hasan Şeybani s 74, 75/ El İçtihad s 32
12- El İçtihad s 33
13- Ahkam-ül Kur’an ( Cessas) c1 s332/ El İçtihad s 32
14- Ahkam-ül Kur’an ( İbn Arabi) s 555 / El İçtihad 33
|