Konu Başlıkları: Tasavvuf Aleminin Kişilikleri
Tekil Mesaj gösterimi
Alt 20 Nisan 2009, 23:28   Mesaj No:3

KuM TaNeSi

Medineweb Emekdarı
KuM TaNeSi - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
Durumu:KuM TaNeSi isimli Üye şimdilik offline konumundadır
Medine No : 5998
Üyelik T.: 02 Ocak 2009
Arkadaşları:0
Cinsiyet:
Yaş:40
Mesaj: 1.956
Konular: 885
Beğenildi:21
Beğendi:0
Takdirleri:10
Takdir Et:
Konu Bu  Üyemize Aittir!
Standart RE: Tasavvuf Aleminin Kişilikleri

KUTUB (Çoğulu AKTÂB ) : Evliyâlıkta yüksek derecelere ulaşmış mübârek kıymetli âlimlerden bir kısmına da kutub ve bunun çoğulu olarak aktâb adı verilir. İşlerin görülmesine veya insanların doğru yolu bulmalarına vâsıta kılınan bu ulu kişilerden dünyâ işleri ve madde âlemindeki olaylarla alâkalı olana Kutb-ül-aktâb Kutb-ül-ebdâl veya Kutb-i medâr (medâr kutbu) din ve irşâd işi ile vazîfeli bulunana Kutb-ül-irşâd (İrşâd kutbu) denilir.

Kutb-ül-aktâb âlemin nizâmı ile alâkalanan bolluk-kıtlık sağlık-hastalık barış-savaş rızık yağmur ve benzeri olaylarla vazîfeli kılınan ricâl-i gaybdan yâni herkesin tanımadığı Allah adamı olup emrinde üçler yediler kırklar... diye söylenen yine bu işlerle vazîfeli seçilmiş insanların bulunduğu büyük velîlerdir. Büyük âlim İmâm-ı Rabbânî'nin bildirdiğine göre Kutb-ul-ebdâl veya kutb-i medâr da denilen bu zât her zaman bulunur. Rasûlullah efendimiz zamânında da vardı. Fakat bunlara inzivâ (insanlar arasına karışmamak) lazımdır. Bunları herkes tanımaz. Hattâ bâzıları kendilerini bile bilmezler. Yine İmâm-ı Rabbânî hazretleri buyuruyor ki: "Kutb-i medâr âlemde dünyâda her şeyin var olması ve varlıkta durabilmesi için feyz gelmesine vâsıta olur. Her şeyin yaratılması rızıkların gönderilmesi dertlerin belâların giderilmesi hastaların iyi olmaları bedenlerin âfiyette olması kutb-i ebdâl da denen kutb-i medârın feyzleri ile olur. Îmân sâhibi olmak hidâyete kavuşmak ibâdet yapabilmek günâhlara tövbe etmek ise kutb-i irşâdın feyzleri ile olur. Kutb-i ebdâlin (kutb-i medârın) her zamanda her asırda bulunması lâzımdır. Âlemin ondan boş kalması mümkün değildir. Çünkü âlemin nizâmı ona bağlı kılınmıştır. Eğer bu kutublardan biri giderse (ölürse) yerine başkası tâyin edilir. İrşâd kutbu böyle değildir. Çünkü âlemin rüşd hidâyet ve îmândan boş olduğu zamanlar olur. Rasûlullah efendimiz zamânının irşâd kutbu idi. Bu zamanda ebdâl kutbu ise hazret-i Ömer ile Üveys el-Karânî idiler.

Âriflerin en meşhûru yüksek ilimler ve mârifetler sâhibi âriflerin başı olan zâta kutb-ül-ârifîn denir.

Kutb-i irşâda gelince: Âlemin irşâdına (doğru yolu bulmasına) ve hidâyetine (saâdete ve kurtuluşa ermesine) vesîle kılınan velî zât mürşîd demek olan kutb-i irşâd İmâm-ı Rabbânî'nin de buyurduğu gibi âlemin irşâdı ve hidâyeti için feyzlerin gelmesine vâsıta olur. Kutb-i irşâdın her zaman bulunması lâzım değildir. Öyle zamanlar olur ki âlem îmândan ve hidâyetten büsbütün mahrûm kalır Rasûlullah efendimiz zamânının kutb-i irşâdı idi. Kutb-i irşâd ile bütün insanlara îmân ve hidâyet gelmektedir. Fakat kalbi bozuk olanlara gelen feyzler dalâlet (sapıklık) kötülük hâline dönerler. Bu şeker hastasına verilen kıymetli gıdâların onun kanında zehir hâline dönmesine benzer yâhut safrası bozuk olana tatlının acı gelmesi gibidir. Kutb-i irşâd kâmil ve mükemmil yetişmiş ve yetiştirebilen olup ender yetişir. Asırlardan uzun yıllardan sonra bir tâne bulunursa yine büyük nîmettir. Her şey onunla nûrlanır. Onun bir bakışı kalp hastalıklarını giderir. Bir teveccühü beğenilmeyen kötü huyları silip süpürür.

İmâm-ı Rabbânî bu konuda şunları söylemektedir: "Kemâlât-ı ferdiyyeye de sâhib olan kutb-i irşâd çok az bulunur. Asırlardan çok uzun zaman sonra böyle bir cevher dünyâya gelir. Kararmış olan âlem onun gelmesi ile aydınlanır. Onun irşâdının ve hidâyetinin nûrları bütün dünyâya yayılır. Yer küresinin ortasından arşa kadar herkese rüşd hidâyet îmân ve mârifet onun yolu ile gelir. Herkes ondan feyz alır. Arada o olmadan kimse bu nîmete kavuşamaz. Onun hidâyetinin nûrları bir okyanus gibi (çok kuvvetli radyo dalgaları gibi) bütün dünyâyı sarmıştır. O derya sanki buz tutmuştur. Hiç dalgalanmaz.O büyük zâtı tanıyan ve seven bir kimse onu düşünürse yâhut o bir kimseyi sever onun yükselmesini isterse o kimsenin kalbinde sanki bir pencere açılır. Bu yoldan sevgisi ve ihlâsına göre o deryâdan kalbi feyz alır. Bunun gibi bir kimse Allah’ı zikrederse ve bu zâtı hiç düşünmezse meselâ onu tanımazsa yine ondan feyz alır. Fakat birinci feyz daha büyük olur. Onu inkâr eder beğenmezse yâhut o büyük zât bu kimseye kırılmışsa Allah’ı zikretse bile rüşd ve hidâyete kavuşamaz. Ona inanmaması veya onu incitmiş olması feyz yolunu kapatır. O zât bunun istifâdesini istemiş olsa bile onun zararını istemese bile hidâyete kavuşamaz. Rüşd ve hidâyet var görünür ise de yoktur. Faydası çok azdır. O zâta inanan ve sevenler onu düşünmeseler ve Allah’ı zikretmeseler bile yalnız sevdikleri için rüşd ve hidâyet nûruna kavuşurlar
Alıntı ile Cevapla