Tekil Mesaj gösterimi
Alt 12 Mayıs 2009, 23:34   Mesaj No:2

Arasat

Medineweb Sadık Üyesi
Arasat - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
Durumu:Arasat isimli Üye şimdilik offline konumundadır
Medine No : 4597
Üyelik T.: 27 Ekim 2008
Arkadaşları:4
Cinsiyet:
Yaş:38
Mesaj: 599
Konular: 255
Beğenildi:139
Beğendi:28
Takdirleri:1053
Takdir Et:
Standart RE: Modernistlerin Örtünme Düşünceleri

İrtica suçlaması ile kasdedilenin aslında bizatihi İslam dini olduğunu ortaya koyan bir yazı. <!--[endif]-->

İrtica, Arapça bir kelime olup "geriye dönme", "aksülamel-tepki" anlamlarını taşımaktadır. Nitekim ric'at, rucû etme ve mürtecî kelimeleri de aynı kökten gelen ve Türkçe'de kullanım alanı bulmuş olan sözcüklerdir. Türkiye'de siyasal dil alanında hayli sık kullanılan irtica kelimesi, Batı'daki "reaksiyon"un karşılığı olarak kabul görmüştür. Ancak mezkûr sözcüğün çok daha ötesinde bir kapsam ve somut durumlara uyarlanan bir kullanım olarak irtica, tam anlamını "gericilik" ifâdesinde bulmaktadır.
Konunun değişik yönleri incelendiğinde irticânın bir kavramsallaştırma durumundan çok siyasal bir manevra aracı, gündelik bir operasyon vasıtası olduğu görülmektedir. Bu durum, ilgili kullanımın ardındaki anlam alanının silikleşmesine ve zaman zaman göreceli hale gelmesine zemin hazırlamaktadır. Bundan dolayı "irtica" hem kavramsal arka-plan, hem de aktüel açılardan, birlikte ele alınması gereken bir konudur.

İrtica; kavramsal uzantılarının Batı'da bulun*masına karşılık özelde Türk siyasal yaşamını meşgul eden bir tartışma görünümündedir. Bunun bir sebebi Batı'da seküler zihniyetin kurumlaşıp kökleşerek, "irtica" türünden bir kavramsal manipülasyonu gereksiz kılmasıdır. Fundamentalizm ya da radikal dincilik tabir edilen dinsel akımlar Batı'da da bir sorun olarak tartışılmakta iseler de, bu bir rejim sorunu düzeyine hiçbir zaman çıkmamaktadır. En fazla, sekülarizasyon konusuna ilişkin kuramların gözden geçirilmesine sebep olmaktadır. Yani irticâ-fundamentalizm'le özdeş bir kavram olarak telakki olunmamak şartıyla- Batılı sosyal bilimler literatüründe işlenen bir konu değildir.

Aynı durum Türkiye için de geçerli olmakla birlikte, gündelik irtica tartışmalarının arkasında, modernizme ait kavramsal anayollara ulaştıracak izlerin saptanması pek zor değildir. Bu izler bizi ilerlemecilik mitosuna, o da modernist ana yapıya götürecektir.

Konunun kavramsal düzeyde tebellür ettirilmeyişi, Türkiye'de gündelik siyasal yaşamda bir karmaşa halinin yaşanmasına sebep olmaktadır, irticânın bahşettiği fonksiyonel yetiler, kullanıcılarının elinde ifade alanının büyük ölçüde genişlemesine; bu da, gerek kullanıcı*larının, gerekse muhataplarının nezdinde lastikli bir ifade haline gelmesine yol açmaktadır. Bu haliyle konu, Türkiye'de siyasal mücadeleye ilişkin muhtelif kombine*zonların birer ifade aracı olarak müşahade olunmak*tadır.

Esasen Türk toplumsal hayatına Batı'nın kültürel ve siyasal açılardan nüfuzu sonucu ortaya çıkan bu mücadele aracı, tesis olunan yeni rejimde iktidarı elde eden modernist elit elinde resmi bir söylem olarak şiddet kazanmıştır. Başka bir deyişle bu eski ve yeni çekişmesi iki yüz yılı aşkın bir geçmişe dayanmaktadır. Geleneksel yapının kifayetsizliği, kendisini ilerici ya da yenilikçi olarak gösteren fikri insiyatiflerin elinde bu yapıyı aksettiren ya da andıran şeyleri savunanlara karşı bir avantaj oluşturmuştur.

Eski rejimde geleneksel unsurların kendilerini dinsel bir dille ifade edip, karşılarındakilere dinsel pozisyon imajı vermeleri, dini, anılan tartışmaların odak noktasına yerleştirmiştir. Bu unsurlara karşı "modern"lerde dinsel bir karşı dile müracaat etmektedir*ler. Bunun sonucu olarak, hem gelenekselci kesimler, hem de dinin kendisi aynı anda rejim yanlılarının saldırılarına mâruz kalmaktadırlar.

Bu saldırılar yetmiş yılı aşkın bir zamandır, durmaksızın sürdürülmektedir. Bu durum, Türkiye'deki siyasal değişimin tabiatıyla yakından alâkalıdır. Batı'da da modernizasyon süreci büyük çatışmalar yaşandıktan sonra gerçekleşmiştir. Ancak bu süreçte Batı toplumsal yapılarının kendi iç dinamikleri söz konusudur. Türkiye'de ise bu süreç yukarıdaki türden bir dinamizme dayanmamış, aksine, tamamen yabancı unsurların toplumsal yapıya tatbiki şeklinde gerçekleştirilmeye çalışılmıştır. Dolayısıyla bu ülkede popüler düzeylerde modernleşme hareketleri sürekli sorunlu bir hal arzetmişlerdir. Modernist elit, ile halk tabakaları arasındaki bu kalıtsal gerginlik, yaşanan çatışmalarda temel bir saik olagelmiştir.

Bilindiği gibi bu modernist elitte gözlemlenen zihni*yetin teşekkülünde pozitivist dünya görüşü, daha geri*de de Aydınlanma ilkelerinin kurucu rolleri söz konusudur. Bu, dine karşı "aklın diktatörlüğü" şeklinde ifâde edilen bir çizgidir. Ortaya çıkan yeni dinin içerideki mühtedileri mezkûr çizgiyi Batı'daki seleflerini aratmayacak bir şevkle benimseyip, yola koyul*muşlardır.

Bu misyonerlerin gözünde 'ilerleme' artık bir âmentü ilkesidir. Toplumlarını, içinde bulunduğu gerilik*ten kurtarmanın tek yolu, bu geriliğe sebep olarak gördükleri eski zihniyetin terkedilip, aklı temsil eden Batı'lı kültürel yapıların taklididir.

Bu yapılar, insanlık tarihini doğrusal bir çizgi üzerinde 'ilerleyen' bir konuma yerleştiriyorlardı. İnsan yüce bir kökenden gelen bir varlık değil, son derece basit formlardan daha karmaşık olanlara doğru derece derece evrilen bir canlı idi. Dolayısıyla insanda esas olan materyal niteliklerdi. Mânevi olarak görülebilecek tüm tezahürler bu niteliklere indirgenebilecek türden arızî şeylerdi.

Bu türden/bir akıl yürütmenin doğal sonucu yeni, yani 'modern' ;olanın adetâ kutsallaştırması, eskinin, yani geri'nin, geçmişin bir eksiklik, hatta günah haline getirilmesi olacaktı.

İşte bu zihinsel yapılanmayı tevarüs eden modern engizitörler, bu âmentünün topluma hakim hale getiril*mesi için ellerinden gelen herşeyi yapmaya baş*lamışlardır. İrtica olarak adlandırdıkları eski, kendi tabir*leriyle köhne zihniyetin modern bir günah olarak çerçeve kazanması böyle bir misyon eşliğinde gerçekleşmiştir.

Bunların gözünde Doğu'lu kültürel özellikler; örtünme (tesettür) - çarşaf, partesü, başörtüsü- sarık, cübbe, takunya, sakal belirtilen günahın birer belirtisidirler. Arapça, bu yasaklanmış dünyanın dili olarak, her türlü geriliğin kaynağıdır. Kur'an kursları, İmam-Hatip Liseleri, İlahiyat Fakülteleri bu zihniyetin beslenme yerleridir.

Görüldüğü gibi 'ilerleme'nin kutsallaştırıldığı bu tür bir zihinsel yapılanma eski ve yeni yapılar arasında bir çatışma durumunu kaçınılmaz kılmaktadır. Batı'da bu yaşanmış ve modern unsurların kesin zaferiyle sonuçlanmıştır. Batılı modern yapılar özgüvene sahip*tirler. Oysa burada yaşanan çatışma, galibi, mağlubu olmasına karşılık, kazananına nihaî bir garanti vaad etmekten uzak sonuçlar doğurmuştur. Galibin elitist karakterinin devam etmesi, halk katmanlarında istenen düzeyde bir başkalaşım alternatifinin tesis edilememe*si, onu güvensizliğe itmektedir. Bu duygu da, sürekli saldırgan tutum ve davranışların beslenmesi için uygun bir ortam temin etmektedir.

Dolayısıyla irtica söylemi, psikolojik bir savaş aracı olmak durumundadır. Bu araç vasıtasıyla aynı anda birden fazla alanda kazanımlar elde edilebilmek*tedir.

Bu söylemin asıl fonksiyonu, doğal olarak, hasmın yenilgiye uğratılmasına matuftur. Bu çerçevede düş*man karalanmakta, gözden düşürülmeye çalışılmak*tadır. Bu çabada başvurulan şeylerin başında olumsuz imajlar gelmektedir; düşman unsura ait şeylerin nitelen*mesinde 'kara'nın sürekli kullanılması, 'karanlık' motifi*ne başvurulması, Batı ortaçağına ait manzaralara gönderilerde bulunulması; 'çember sakal', 'sıkma baş' gibi tahkir ifadelerinin telaffuzu, bu bağlamda zikredilebilecek hususlardır.

Karşı tarafı zayıflatıcılığının yanı sıra aynı söylem, saldırgan tarafın kendisini teyid etmesini sağlamakta, safları sıklaştırma vazifesi görmektedir. Bu açıdan o, modern zihniyetin iman ikrarıdır; kendi tarafının ne kadar hak üzere olduğunu, karşı tarafın batıllılığından çıkarsayan bir tavır ifadesidir. Aydınlık onun tarafındadır. Barış, sevgi, kardeşlik onun tekeli altındadır. Geleceği de ipoteği altında bulunduran (!) odur. Dahası, böylelikle 'yabancılaşma' kusurunu gizle*yebileceği bir atak şansıdır.

Ne var ki, bütün bunlar Türk modernistlerinin yaklaşımlarının gerçeğe tekabül ettiğini gösterme*mektedir. Batı'ya ait doğrusal hareket varsayımı artık cazibesini yitirmiş, bu tasarımı zayıflatan bir çok gelişme yaşanmıştır. Bunun yerine dinsel söylemleri karekterize eden çevrimsel diyebileceğimiz model daha uygun görünmektedir. Buna göre insanlık, varlık bütünlüğü göz önünde bulundurulmak kaydıyle, hiçbir zaman düz bir çizgi izlememiştir. Aksine vahyin tarihe müdahalede bulunduğu bir gel-git süreci tekrarlanıp durmuştur. İslâmi çevrimin butlanı, tashih programı karşısında insani bir canlı mesabesine indirgeyen iler*lemeci mantığın, yaşanan son olaylar muvacehesinde tatmin edici bir tarafı kalmamıştır.

Yaşanan sürecin "yeni"yi eski hale getirmesi, modernistlerin önceliklerinin ellerinden çıkmasını ifâde etmekte, alt ettiklerini sandıkları zihniyet mensup*larının, doğan boşluğu doldurmalarıyla sonuçlanmak*tadır. Rakiplerin yeniliğin düşmanları olup, gelişmelere mutlak olarak kapalı oldukları yolundaki modern hurafe*ler hızla zemin kaybetmektedir. İlerlemeci mantıkla acımasız bir savaş ilanına muhatap hasım, son tekno*lojik gelişmeleri yer yer daha yakından takip etmekte; geri kafalılık olarak görülen başörtüsü kullanan kız öğrenciler eğitim hayatlarında her yerde derecele elde etmekte, kısacası Müslümanların toplumsal hayatta ağırlıkları giderek artan ölçülerde hissedilmektedir.

İrtica söyleminin sahiplerinin parıltılı projeksiyon*ları birer illüzyondan ibarettirler. Bunların sahip olduk*ları ilkelerin bir 'değer' inşâ etmesi mümkün değildir. İlericilik sloganıyla ilerlemeci zihniyet doğrultusunda insanlar üzerinde uyguladıkları ameliyeler, evrenin bu en yetkin varlığının taşıdığı ciddiyet ve ağırlığı kaldırabilecek düşüncelere dayanmamakta, bir alçalma sürecini ifade etmektedirler. İnsana asli tabiatın iade edecek olan da bu söylemin dayandığı ilkeler değil, dinsel söylemin geçmişte ve gelecekte kalıcı nicelikteki sunumlarıdır.

Sonuçta irtica kullanımı, çoğu zaman açıkça ifâdelendirilmekten kaçınılsa da, İslâm'ın özgün nitelik*lerini hedef almakta, ona karşı açılan bir savaşı dillen*dirmektedir. Kavramsal içeriği; Müslümanları karakterize eden, bağlayan bir söylem değil, ülkenin yaban*cılaşmış unsurlarının hüsnü kuruntularını aksettiren bir telâfi mekanizmasıdır.

İktibas Dergisi, Sayı: 226, Ekim 1997.
__________________
Allahtan başka hiç birşeyi olmayan ben Allahtan başka herşeyi olanlara acırım..........
Alıntı ile Cevapla