Durumu: Medine No : 38 Üyelik T.:
30Haziran 2007 Arkadaşları:0 Cinsiyet: Yaş:43 Mesaj:
984 Konular:
245 Beğenildi:29 Beğendi:0 Takdirleri:146 Takdir Et:
Konu Bu
Üyemize Aittir! | RE: AİLE: VAHDETİN ÇEKİRDEĞİ
Yakıtı insanlar ve taşlar olan ateş… Burada, içinde kalan insanlar ve yapı malzemesiyle birlikte bir ev tarif edilmektedir. İnsanların “yakıt” (vekûd) olması hem yanmaya hem başka bir şeyi yakmaya delalet eder. Sorumsuz bir yürek taş kesilmiş bir yürektir. Taş kesilen insan, taşı tutuşturan bir yakıt olacaktır. Peki, taşın yakıt olması ne demektir? Eğer aklına “Cehennemin yakıtı nasıl olsa bir gün tükenir, ahirette ebedi hayat olduğuna göre, bu yakıtın bittiği bir gün nasıl olsa gelecektir’ diye geliyorsa ey insanoğlu, unutma ki şu kâinattaki tüm taşlar tükenmeden oranın yakıtı da tükenmez” mesajı taşımaktadır. Sorumluluğunu yerine getirmeyen insanların ahiretteki durumunu dile getiren şu âyetleri, Tahrim 6 ışığında anlamak gerekir: “O gün kişi kardeşinden kaçacak; annesinden ve babasından; hanımından ve çocuklarından kaçacak…” (80:34-36) Bu âyetler içerisinde hanımın kocasından kaçacağı bir ibare bulunmamaktadır. Aksine evin reisinin hanımından ve çocuklarından kaçacağına dair bir ibare bulunmaktadır. Kaçma sebebi ise “kendinizi ve ailenizi yakıtı insanlar ve taşlar olan ateşten koruyun!” emrini yerine getirmemesidir. Kendisini kovalayacak olanlar, “Bize karşı sorumluluğunu neden yerine getirmedin?” diye hesap soracak olan ailesidir. Dünyada ailesine karşı sorumluluktan kaçtığı için ahirette de ailesinden kaçacaktır.
Cennet kadınların değil anaların ayakları altındadır
Mukabil cinsler aile çatısını çatmadan önce birer “kadın” ve “erkek”tirler. Aile çatısını çatınca “karı-koca” olurlar. Bu çatı meyve verince ailenin ana çatısının sıfatları da değişerek bir ileri aşamaya geçilir: Ana-baba. Çocuğu olan ailede büyük aile üçgeni içinde bir küçük üçgen kurulmuştur. O üçgen, ananın çocuğa “destek” olduğu, aynı zamanda çocuğun anaya “dayanak” olduğu bir içyapı gelişmiştir. Kadın aile içinde analığa terfi edince, onun makamı de “makamların anası” olacaktır. İşbu makamın önemini şu hadisten daha güzel ne ifade edebilir: “Cennet anaların ayakları altındadır.” (Nisâî, Cihad 6) Burada yüceltilen kadınlık değil analıktır.
Ne gariptir ki vahyin inşa ettiği zihnin yücelttiği analık, modern zamanların inşa ettiği zihinlerce aşağılanmaktadır. Bu aşağılama sonucunda bebeğin yerini köpek, evin yerini pansiyon, nikâhın yerini birliktelik, hayrın yerini haz almaktadır. Durum bu düzeyde de kalmayıp, dünyevileşme ve hazzın büyüsü ile “karı ile kocanın arası ayrılmakta”dır (2:102). İş o raddeden de çıkıp kadın ile erkeğin arasını ayıracak bir tasavvur neşvü nema bulmaktadır. Vahyin inşa ettiği İslam aklında kadın-erkek çifti ezvac’tır, ezdad değildir. Bu ikisi arasında azim fark vardır. Ezvac biri olmadan diğeri olmayan, ezdad ise biri olunca diğeri olmayandır. Modern akıl ezvac olan bu kadın-erkek çiftini ezdad haline getirmenin gayreti içindedir. Bu tasavvur aileyi bekleyen tüm felaketlerin kaynağını teşkil emektedir. Feminizmi ve ona tepki olarak çıkan karşıt akımları ortaya çıkaran hastalıklı bakış açısının arkasında bu tasavvur yatmaktadır. Yine cinsel sapmaların ve kendi cinsine yönelmelerin arkasında yatan saiklerden biri de budur.
Kur’an’da model aileler
Vahyin kavram dünyası içerisinde analık sadece kan bağı ile sınırlı bir alanda kullanılmaz. “Anne” kelimesinin karşılığı olan umm kökü, kan bağını aşarak din bağını da kapsar. İslam’ın büyük ve evrensel ailesini ifade eden “ümmet” kavramı öyledir. Ümmet, insanlığa ana gibi şefkatli, ana gibi merhametli, ana gibi yar ve yardımcı bir lider topluluk idealini ifade eder. Ümmetin liderine verilen “imam” da yine aynı kökten türetilmiştir. “Önder, rehber, lider, başkan” anlamlarına gelen imam kavramının dilsel vurgusu, güç ve otoriteye dayalı siyasal bir makam olmaktan çok, şefkat ve merhamete dayalı ahlaki bir makam vurgusudur.
Kur’an örnek ve model şahsiyetlerden söz ettiği gibi örnek ve model ailelerden de söz eder. Al-i İmran suresinin 33. âyeti şöyledir: “Şüphe yok ki Allah Âdem’i, Nûh’u, İbrahim ailesini, İmran ailesini kendi çağının insanları arasından seçerek üstün kıldı.” Âyette iki fert, iki aile seçiminden söz edilmektedir. İlki Âdem’in seçimidir. Bu, esasen Âdemoğlu’nun seçimidir. Âdemoğlu, tüm canlı türleri içindeki bir beşerken, seçilerek akıl ve iradeyi temsil eden ruh üflenmiş ve ilahi emaneti taşıma sorumluluğu verilmiştir. Sözün burasında Âdem’in tevbesinin kabulüne verilen ödüllerden birinin de “eşi” olduğunu hatırlamak gerek. Mesaj açık: Âdemoğlu yitik cennetine kavuşmak istiyorsa, önce “ailesine” kavuşmalıdır. Hz. Nuh tüm insanlık içerisinden seçilerek ilahi risaletin ilk halkası olma sorumluluğu kendisine verilmiştir. Gelelim iki ailenin seçimine.
Âyetteki iki aileden ilki “İbrahim ailesi”dir. Bu aileyi oluşturan Hz. İbrahim, onun eşi Sare, oğlu Hz. İsmail, onun annesi Hz. Hacer, son oğlu Hz. İshak, yeğeni Hz. Lut’un kıssaları Kur’an’da nakledilir. Fakat Hz. İbrahim, Hz. Hacer ve Hz. İsmail’den oluşan çekirdek ailenin kıssaları yaşanıp bitmiş ve tarihte kalmış bir anı olarak bırakılmamıştır. İbrahim ailesi’nin hayatı binlerce yılı aşarak tüm müminlerin hayatına hac ibadetiyle taşınmıştır. Adeta hacca giden herkese, bu model ailenin rolünü bir kez daha canlandırma ve kendi şimdi ve buradalarına taşıma teklif edilmektedir. Hacca giden herkesten, baba ibrahim’i, anne Hacer’i ve oğul İsmail’i kendisine çağdaş kılması istenmektedir. Bu, İbrahim ailesinin ürettiği dillere destan örnekliğin Allah tarafından kabulünün bir ödülüdür. Bu ilahi ödül üzerinden tüm zamanların mü’minlerine kendilerinin de böyle model aileler üretmeleri öğütlenmektedir.
Âyette örnek gösterilen diğer aile “İmran ailesi”dir. En geniş anlamıyla Dede İmran, anneanne Hanne, kız Meryem, torun İsa, teyze Elişa (Elizabet), kocası Zekeriya ve onun oğlu Yahya’dan oluşan bir aile. Bu ailenin çekirdeğini oluşturan Hz. Hanne, Hz. Meryem ve Hz. İsa üçlüsünün kıssası, Kur’an tarafından rehberlik meselesine bir çözüm olarak sunulmaktadır. Bu üçlünün kıssası “üç kuşakta adayış” kıssasıdır. Allah’a adamak ve adanmanın ödülünün Allah tarafından özel bir terbiye ile yetiştirilmek olduğunu öğreten bu kıssa, muhataplarına “Beni kendinize çağdaş kılın! Beni kendi zamanınızda yeniden üretin!” diyen mesajlarla doludur.
En büyük aile: İman ailesi
Muhatabına model ailelerin hayatlarını sunan Kur’an, aslında muhatabının hayatında o modelleri inşa etmek istiyordu. Bu anlamda vahyin ilk inşa ettiği kişi onun ilk muhatabı olan Rasulullah idi. O bu modelleri kendi hayatına uyarladı ve kendisi de tıpkı Hz. İbrahim ve ailesi gibi bir model (usvetun) olarak gösterildi. O sadece örnek şahsiyet olarak değil, örnek aile olarak da mü’minlerin modeli idi. Belki, tecrübeli bir koca ve baba olduktan sonra risalete muhatap kılınmasının altında yatan hikmet de buydu. Hz. Muhammed sadece bir koca ve baba olarak değil, bir yeğen, bir damat, bir kayınpeder, bir dede ve akrabalığın daha birçok alanında örneklik etti. Ailesini örnek bir aile olarak yetiştirdi ve bu örnekliği de gelecek kuşakların istifadesine açmaktan kaçınmadı. Bu yüzden onun aile hayatını kendi ailemizin hayatından daha ayrıntılı bilme şansına eriştik.
O aileyi kan bağıyla sınırlı tutmadı. Nasıl ki, kıyamete kadar gelecek tüm mü’minler Hz. İbrahim’e “iman ailesi” kılınmıştı... Nasıl ki, biz namazlarımızın tahiyyatında kan atamıza duadan önce iman atamız olan Hz. İbrahim’e dua ediyorduk... İşte Hz. Muhammed de tıpkı öyle yaptı. Kan ve ırk yönünden yedi kat yabancı olan İranlı Selman’a “Selman bizdendir, ehl-i beytimizdendir” diyerek, ailenin sınırlarını iman bağını kapsayacak şekilde genişletti. Aslında Nebi’nin “Peygamberler miras bırakmaz” sözünü, zımnen “Peygamberin mirası risalettir, onu da büyük ailesi olan ümmetine bırakmıştır” şeklinde anlamak yanlış olmasa gerekti. Aynı hassasiyeti öz kardeşini Bedir esirleri arasında görüp “Şimdi benim kardeşim (şu an Allah’a karşı savaşan) sen değilsin, seni esir alan bu kişi!” diyen Mus’ab b. Umeyr’de de görüyoruz.
“Mü’minler ancak kardeştirler” ilahi düsturu, zaten iman eden herkesi kardeş olmaya mecbur kılıyor. Bunun bir başka ifadesi daha var: İman ailesine dâhil olmak. Buna Allah Rasulü’nün “İman etmedikçe cennete giremezsiniz, birbirinizi sevmedikçe iman etmiş sayılmazsınız” hadisini de ilave etmek gerek. Bunun anlamı şudur: Vahyin yeryüzündeki hedeflerinden biri, aynı iman etrafında dünyanın en büyük ailesini oluşturmaktır. Vahyin bu hedefini, kökü cennette olan ve dalları dünyaya ağan bir tûba ağacına benzetebiliriz. İşbu ağacın çekirdeği aile, düşmanı tefrika, güneşi vahdet, suyu merhamettir.
İslam itikadında tevhidin yeri ne ise, İslam cemaatinde vahdetin yeri de odur. Her aile, tevhid bilinciyle vahdete doğru atılmış mübarek bir adımdır.
Kur'ani Hayat - 6 / Kudüs Yolu
11 Mayıs 2009
|